Atasözünün doğru biçimi “zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” şeklinde. “Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” atasözü kışın gösteriş olsun diye beyaz giyinen fakirler kastını içermiyor. Atasözündeki “zürefa” ile hayvan olan “zürafa” sözcüğünün bir ilgisi bulunmuyor. “Zürefa”, “zarif” kelimesinin çoğuludur. Osmanlı döneminde “zürefa” sözcüğü argoda “lezbiyenler” için kullanılmış. Zürefa sözcüğü ile lezbiyenlere atıf yapıldığı iddiasını geçmişte dile getirenler mevcut. 

 

“Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” atasözündeki “zürefa” sözcüğünün aslında lezbiyen anlamında geldiği ve Osmanlı döneminde cinsel yönelimlerinin belli olması için beyaz giyindikleri iddiasını ele alacağız.

 

Geçmişte fasılalar halinde aktarılan iddia geçtiğimiz günlerde Twitter / X platformunda yapılan paylaşımla yeniden gündeme geldi.

 

Tarih Sanat Mitoloji️ (@tarihsanatmit): “Osmanlı’da lezbiyenler birbirini boyunlarına taktıkları beyaz eşarptan tanırdı. Lezbiyenlere “zarif” sözcüğünün çoğulu olan “zürefa” denirdi. “zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” sözü buradan gelir. Tuhaf olan zürafa “giraffe” İngiliz argosunda da “lezbiyen” anlamına geliyor.”

 

zurefa-lezbiyen

 

Bu paylaşımın ardından farklı sosyal medya kullanıcılarının “kaynak” talebi üzerine aşağıdaki yanıtlar verilip alınmış:

 

A: “Kaynak”

 

Tarih Sanat Mitoloji: “XVIII. asır yazarı Fazıl-ı Enderûnî’nin “Kadınlar Kitabı” mânâsına gelen “Zenannâme” isimli eserinde “İstanbul Kadınları” bahsinin dördüncü faslına müracaat edip atıflarda kullanabilirsiniz.”

 

B: “http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/36094.pdf maalesef yok dediğiniz bilgi”

 

Tarih Sanat Mitoloji: “Bu tam bir transkripsiyon değil. Gerçek eser 200 küsür sayfaya sahiptir. Bu tezde eserin 40-50 sayfasına yer verilmiş. Yani bu akademik çalışma eserin çeyreği transkipt etmiş. Gerçek kitabı edininiz.”

 

B: “https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015037606780&seq=1 aslı burada İstanbul kadınlarından bahsettiği bölüm #81 – #86 sayfaları arasında. Verdiğiniz bilgi bu sayfaların hangi kısmında? Yardımcı olursanız sevinirim. Teşekkür ederim.”

 

Tarih Sanat Mitoloji: “Tabiki https://www.udemy.com/course/osmanliturkcesi/”

 

B: “Verdiğiniz kaynakta böyle bir bilgi olmadığını anladım teşekkür ederim.”

 

C: “Cidden yok mu. Bilmediğim için okuyamadım. O kadar var denip kaynak gösterdi yok mu yani”

 

B: “Olsaydı herhalde kaynak verdiği bölümü paylaşırdı diye düşünüyorum.”

 

Bu iddia geçmişte de dile getirilmişti:

 

xilouris efe (@XilourisEfe): “zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” cümlesindeki zürafa “lezbiyen” anlamındaymış..

 

Dionysos ile Kültür Seansı⚜️ (@dogukanakce): “”Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.” Osmanlı’da lezbiyenler birbirini boyunlarına taktıkları beyaz eşarptan tanırdı. Lezbiyenler “zarif” sözcüğünün çoğulu olan “zürefa” olarak anılırdı. Tuhaf olan zürafanın “giraffe” İngiliz argosunda da “lezbiyen” anlamına geliyor olması.”

 

Mezkûr iddia için kaynak olarak aynı açıklama sunulmuş:

“Kaynak isteyenler içün 18. asır yazarı Fazıl-ı Enderûnî’nin “Kadınlar Kitabı” mânâsına gelen “Zenannâme” isimli eserinde “İstanbul Kadınları” bahsinin dördüncü faslına müracaat edebilir, selamlar ve sevgiler.”

 

Tarih Sanat Mitoloji adlı hesap 2021 yılı Haziran ayında da aynı tweeti atmış.

 

 

İddianın yaygınlaşmasına ise Murat Bardakçı’nın 16 Haziran 2017 tarihli “Ertuğrul Özkök ve ‘zürefanın düşkünü’!” başlıklı yazısındaki aktarımları yol açmış:

““Zürefa”, İstanbul argosunda “lezbiyen” demektir; ifadenin ne zaman ve nasıl kullanılmaya başladığını merak edenler 18.-19. asır şairi Fazıl-ı Enderûnî’nin “Kadınlar Kitabı” mânâsına gelen “Zenannâme” isimli eserinde “İstanbul Kadınları” bahsinin dördüncü faslına müracaat edebilirler…

“Zemheri zürafası” deyiminin öteki mânâsı böyledir; zarafetine halel gelmesin diye “ayazda bile tiril tiril giyinip kendini sokağa atan ve mâlûm arayış içerisindeki hanım” demektir, hattâ “Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” sözü ile kastedilen de budur ama deyimin asıl anlamı zamanla unutulmuş ve “zürefa” zamanla “zürafa”ya dönmüştür.”

“Tuhaflık, kelimenin argodaki kullanımında… Biz nasıl “zürefa”yı “zürafa” zannedip eski İstanbul argosunda “lezbiyen” mânâsında kullanmış isek, şimdi İngilizce’de de aynı şey yapılıyor; “zürafa” demek olan “giraffe”, İngiliz argosunda da “lezbiyen” anlamına geliyor!”

 

“Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” atasözü yanlış biçimde “zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü” ya da “fukaranın düşkünü beyaz giyer kış günü” şeklinde kullanıldığı görülüyor.

 

Örneğin:

Melis Alphan: ““Fakirin düşkünü beyaz giyer kış günü” gibi zırva laflarla nefesimizi tüketmesek; şu beyaz paltoya bakarak sevaba girsek.”

 

Galat-ı meşhûr lugat-i fasîhten evla mıdır?” başlıklı yazımızda belirttiğimiz üzere:

“Zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü: Doğrusu “zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü”dür. “Zürefa” zarif kelimesinin çoğuludur.” 

 

Atasözünde geçen doğru kelime, hayvan olan uzun boyunlu zürafa değil, nezaket sahibi, elit kişiler için kullanılan “zürefa”dır.

Atasözündeki “zürefa” ile “zürafa” hayvanının bir ilgisi bulunmuyor.

Arapça “zarı̇̄f” (ظریف) sözcüğünün çoğulu olan “ẓurefā” ile “zürāfa” (زرافة) farklı kökene ve anlama sahip kelimeler.

“Zürefa”, “zarif” kelimesinin çoğuludur.

Arapça kökenli “zürefa” sözcüğü “kibar, zarif kimseler” anlamına gelir.

“Zarif, kibar kimseler” anlamındaki “zürefa” Osmanlı döneminde genel olarak üst tabaka için kullanılan bir sıfat. Ayrıca, “lezbiyen” ve “sevici” anlamlarında da kullanılmış (yazının ilerleyen bölümlerinde bu hususa değinildi).

Bilindiği üzere “zürafa”, geviş getiren memelilerden, Afrika’da yaşayan, çok uzun boylu ve boyunlu, derisi benekli, ot yiyen bir hayvandır.

Çok uzun boylu ve boyunlu, otobur hayvan için kullanılan zürafa isminin kökeni de Arapça “zerāfe, zerrāfe” sözcüğüne dayanıyor.

Bardakçı’nın yukarıdan alıntılanan yazısından alıntıyla iki kelime arasındaki farkı aktaracak olursak:

“Ama “zehmerî”den hemen sonra gelen “zürafa”nın bildiğimiz uzun boyunlu o güzelim hayvanla alâkası yoktur; deyimde geçen kelime Türkçe’ye değişik bir telâffuzla yerleşmiştir, doğru şekli “zürafa” değil, “zürefa”dır; yani yine Arapça “zarif” kelimesinin çoğulu olan “zürefa”… Zaten her ikisi de tamamen farklı iki kelimedir, hattâ yazılışları bile başkadır; “zürafa”nın ilk harfi “ze”, “zürefa”nın ise “zı”dır.”

Nişanyan Sözlük “zürefa” ve zürafa” kelimeleri için şu açıklamaları aktarmış:

Zürefa
Köken
Arapça zrf kökünden gelen zurāfa(t) زرافة “Afrika kökenli bir hayvan” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Farsça aynı anlama gelen zurnāpāy زرناپای sözcüğü ile eş kökenlidir.
Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler)
[Lugat-i Halimi, 1477]
zurāfe didükleri cānāver ki boynı deve boynı bigi uzun olur ve ayakları sığır ayağı bigidür ve gövdesi peleng gibi alacadur.
[Lugat-i Ni’metullah, 1540]
uştur-gāv-i peleng [Fa.]: zūrnapā didükleri cānāverdür ki zürāfeden galatdur.

Zürafa

Arapça ẓrf kökünden gelen ẓurafāˀ ظُرَفَاء “zarifler, kibarlar” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça ẓarīf ظريف sözcüğünün fuˁalāˀ vezninde çoğuludur.

 

Osmanlı döneminde “zürefa” sözcüğünün “kibar insanlar” için kullanımına dair birçok örnek mevcut.

Baki (1526-1600) 1538 yılından başlayarak şarap yasağına değindiği şiirinde “kibar insanlar” için “zürefa” sıfatını şöyle kullanmış:

“Devrân ayağın şöyle şikest etti şarâbın / Keyfiyet-i esrâra döşendi zürefâ hep / Yârân ayagın almada hayrân mey-i nâbuñ”

(“Devran şarabın ayağını kırdı / Zarif insanlar hep esrar keyfine düştüler / Dostlar saf şarabın hayranı olarak eline kadeh almaktadır”)

Edip Ahmed Bin Mahmud Yükneki tarafından 12. yüzyılda Karahanlı Türkçesi ile yazılan ve Muhammed Dad İspehsalar Beye sunulan Atabetül Hakayık’ta zürefa sözcüğü şöyle geçmiş:

“tañsuḳ: ta‘accüb (tañ, dañ) cezrinden tañsuḳ, acîbe, tuhfe, hediye demektir. Bazı zürefânın zenci bacıların renginden kinâye olarak “tansuḫ” diye tevcîhleri yanlıştır”

 

 

“Zarif” kelimesinden gelme “zürefa”nın “lezbiyen” anlamında kullanıldığı iddiası doğru.

 

Arapça “zarif” kelimesinden gelme “zürefa” sözcüğü Osmanlı’da “lezbiyen” ve “sevici” anlamında bir argo sözlük olarak kullanılmış (Bazı kaynaklarda lezbiyenler için zürefa sözcüğünün zürafa biçiminde kullanıma rastlanıyor).

 

Enderunlu Fâzıl (1759- 1810), 1101 beyitlik bir mesnevi olan ve farklı milletlerden kadınların anlatıldığı “Zenânnâme” (Kadınlar Kitabı) adlı eserinde kadınları milliyetlerine göre ayırıp cinsel yaşamlarına değinmiş.

Şehrengiz türü cinsel içerikli şiirler içeren mesnevisinde farklı milletlerden kadınları fıtratlarına göre yorumladığı ve minyatürlerle tasvir ettiği eserinde (açık bir eşcinsel olan şair) Enderunlu Fâzıl İstanbul kadınlarını (i) dinine bağlı, namazında niyazında olanlar, (ii) hafif işveliler, (iii) fahişeler ve (iv) lezbiyenler olmak üzere 4’e ayırmış.

Peçeli, dinine sadık kadınlar, namuslu gibi görülüp aslında göründükleri gibi olmayan kadınlar, sokakta gezen fahişeler ve kendi aralarında cinsel ilişki yaşayan lezbiyenler olmak üzere belirlediği 4 kategori için Fâzıl Bey’in kullandığı ifadelerin günümüz Türkçesine çevirisi şöyle (Murat Bardakçı age.):

İstanbul Kadınlarının Birinci Bölüğü: Bunlar perde ehlidir, mahşerde bile görünmezler… Ey erbabı, gümüşler arasına sıkışmış yakut gibidirler… Şişede saklanan gonca, kafese hapsedilmiş papağandırlar… Her biri mutlu birer Meryem’e benzer ve sanki Hazreti Rabia’nın ikincisidirler… Alınlarındaki saça sabah rüzgârı hiç değmemiş, yüzlerini güneş bile görmemiştir… Namus ve vakar sahibidirler, gece- gündüz evlerinde otururlar…

 

İstanbul Kadınlarının İkinci Bölüğü: Bir bölüğü de, dışarıdan bakınca perde ehli görünenlerdir. Namuslu gibi gezerlerse de, aşiftedirler… Çeşit çeşit süslü elbiseler giyerler… Sanki mücevherli birer servidirler… Eflatunî feraceleri insanın aklını şaşırtır…Güzelliklerini böyle süslediklerinde ava niyet ederler… Arkalarında bir – iki cariye yürür, çarşıyı dükkân dükkân dolaşırlar… Ayakları birbirine bağlı gibi, hasta imişcesine, naz içerisinde yürürler… Sevdikleri hangi dükkandaysa, naz ve şive ile oraya giderler… Halini anlamak için “Bana uygun malın var mı?” diye sorarlar… “Malın kötüyse bana hiç gösterme, değilse gel seninle alışveriş edelim ama önce ölçünü çıkart” derler… Bu sözler, karşılarındaki ay parçasına dokunur ve her söz artık birer günah olur… Kadının kınalı parmaklarını gördükçe, şeytan da onu parmaklar… Derken kadın onu avlar, evine götürür… Kocası yoktur, çünki gecenin yarısında dükkânına gitmiştir… İşinin peşinde koşmakta, düzenbaz karısının ne ettiğini bilmemektedir…

 

İstanbul Kadınlarının Üçüncü Bölüğü: Bunlar çarşılarda dolaşan, aşifte ve iş üzerindeki kadınlardır… Gözleri sürmeli, yüzleri yumuşak, hoş sözlü ve süzgün gözlüdürler. Hele bir bölükleri vardır ki, içlerinde en beterleri onlardır, sanki mahşer gününün şirretidirler. Suratlarına ıtırşahiler sürer, kaşlarına rastık çekerler. Suratsızdırlar, hamama gittiklerinde kızlıklarını yeniden bulacaklarmış gibi çeşit çeşit ilâç taşırlar… O fahişelerin bakışları ne zaman karşılaşsa, birbirlerine “Bre çingene kılıklı cadı, seni gidi fışkıcı sürtük orospu!… Ayağıma papuç bile yapmam seni, tarlamda havuç bile olamazsın…” derler…

 

İstanbul Kadınlarının Dördüncü Bölüğü: Ey sevgili, eski zaman kadınları arasında olmayan, “sevici zümresi” denilen yeni bir bölük çıktı ortaya. Kadınlara kötü bir hediye bu… Birbirlerine gönül verip aşık olurlar, ilişki vaktinde bile hile yaparlar… Hileleri, zekeri (erkeğin cinsel organını) taklid ederek yapılmış bir alettir. Aletin adını yazamam ama bir bilmeceyle söyleyebilirim… İşte o bilmece: “Nazı bıktırdı beni dildarın”… Bu yola girenler temiz huylu, nazik, ilim- irfan sahibi kadınlardır. Böylesine ilişkiler artık pek çok oluyorsa da, diğer davranışlara göre kötünün iyisi sayılıyor, birbirleriyle geçinip gidiyorlar…

 

Her biri, sevgilisi için canlar verir, başkasına dönüp bakmaz bile… Edalarla, seçkin sözlerle birbirlerine naz ve niyaz ederler: “Nazeninim, güzelim, toplanmış gülüm, gönül eğlencem, gözümün nuru… Ey inci tanem, merhaba!… Evim seni, hoş ayağını gözler… Nazlı servim, hoş edalı hanım, âââh, a hercai bakışlı canım!… Ey gül goncam, ben senin bülbülünüm… Ey iki pazusu da gümüş külçeden sevgilim… Nerde kaldın a ömrümünvarı?… Ayak altına hiç bakmadın bile, yoksa beni yarınlara mı bıraktın, eyvâââh!… Bizi duvarlara mı vurdun? İpliğimiz pazara mı çıktı?… Adın “Öd ağacı” ise a canım, benimki de “Ateşli Hanım”… Sana “Gülpembe” diyen yalvarış ehli, bana da “Naz ışığı” diyor. Seni “Gül gonca” diye çağırıyorlarsa, benim adımı da “Sabah rüzgârı” yapıyorlar…”.

 

Bu nazlardan sonra, işe girişirler… Ben, bu işin bu kadınlar arasında niçin yayıldığını düşündüm ve anladım: Galiba zekerin her çeşidini görüp birbirlerine aşık oldular… Bu garip işi de gayretli bazı kadınlar ortaya koydu. Erkeğe doymuşlardı am a dilberden bıkmamışlardı… Yine de güzel bir oğlan görünce canları onun güzelliğine elbette meylediyor… İrfan sahiplerine sapa o yollar… Zaten kimisi haize (kanamalı), kimisi de gebe… Koy, birbirleriyle geçip gitsinler ve Allah onları birbirlerine bağışlasın…”

 

Murat Bardakçı, “Osmanlı’da Seks – Sarayda Gece Dersleri” adlı kitabında Osmanlı döneminde “zürefa” kelimesinin “lezbiyen sevici” olarak kullanıldığını şöyle aktarmış:

Babıali’de cümbüş var…
Osmanlıca sözlüklerde, Arapça’dan gelme zarif Helime’nin çoğulu olan “Zürefa”nın “lezbiyen, sevici” demek olduğu yazılı.
Tarih kitapları, bu “merakın” İstanbul’da her dönemde ve özellikle yüksek kesimde revaçta olduğunu anlatıyor, kahramanlığını kadın düşkünü kadınların yaptığı birçok gerçek olayı hikaye ediyorlar.

 

Eski tarihli sözlüklerde ve kitaplarda “zürefa” kelimesi için “lezbiyen” anlamının verildiği doğrulanabiliyor.

 

Şemseddin Sami’nin ilk baskısı 1901 yılında yayımlanan Kamûs-ı Türkî adlı Türkçe sözlüğünde “zurefa” sözcüğü için “sevici kadın” anlamı sunulmuş.

ص عر. : ظریفه .
ح. عر. : ل .
ظریف [ جم ظرفاء . )طظرف»
صن ص . ا نازك ١ لطافتی ،
خوش ادا: ظریف ادم. ظریف
معامله . ك ج تر. فد. كبی.
سویجی قادین. ) بو معناده جمعی
اولان » ظرفاه» قوللانیلیر.[

 

zurefa sevici lezbiyen sozluk
Görsel: Osmanlıcasozlukler.com

 

Memduh Şevket Esendal’ın (1883-1952) 1934 yılında yayımlanan “Ayaşlı İle Kiracıları” adlı eserinde “zürafa kadınlar” tanımı şöyle kullanılmış:

– Ne var ya, kadınların kıyafetleri fena mı, dedim.
– İyi mi, dedi, ben hiçbirini beğenmiyorum. Zurafa kadınlar gibi hepsi saçlarını kesmişler. Bizim zamanımızda zurafa kadınlar saçlarını keserlerdi. Saç kadının ziynetidir. Ben ona şaşmıyorum: Birtakım benim gibi kocakarılar da saçlarını kesiyorlar da…
– Yok canım, siz kocakarı mısınız?

 

Eski İstanbul hayatını detaylı şekilde anlatan muharrir Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey (1842-1928), “Bir Zamanlar İstanbul” adlı eserinde “zürafalık” sıfatının belirli alametler taşıyan kadınlar için kullanıldığını şöyle belirtmiş (Tercüman 1001 Temel Eser Sf: 301-302):

“Kolbaşı hamının tuvaleti yaşı ile mütenasip ve babayanidir. Vakıa oyun . esvabı giyerse de raksa kakül üstüne hotozla çıkar. Bu hotoz tepesi oymalı, püskül, kağıtlı mavi ipek püskül etrafına yaylı fes ve fes’in kenarına oyalı yazma yemeniden bir çatkı çevrilmiş ve bu çatkının münasip yerlerine (pat iğne yıldız, yarım ay, divanhane çivisi) denilen elmaslar, parmaklara gül yüzükler takılmıştır. Dut veya zümrüt küpeleri kulağa takmazlar, toplu iğne ile hotozun bir tarafına şöyle bir iliştirirler. Bu da incelik alametidir. (Eski kadınlarımız çengilere, hamam ustalarına ve bunlarla sıkı fıkı canciğer olan bazı mirasyedi hanımlara ince takım (Zürafa) derlerdi. Bu ince takım kadınlar arasında (zürafalığa) alamet olmak üzere kenarları (ciğer deldi), köşeleri (ah ah) işlemeli mendil bağlarlardı. Bu kısım kadınlar cemiyet hayatına muhalif bir hayat geçirirler, erkeklerden zevk almazlar. Bunların birbirleriyle sohbetlerinde dahi bir başkalık vardır. Ne tatlı diller dökerler, ne kadar herkesin mizacını okşayacak şekilde lafları vardır. Gene kendilerine mahsus edalariyle imalı, nükteli şakalar, yabancıların yanında rumuzlarla meramlarını ifade edişleri, kuşdili ile konuşmalar birbirini kovalar . . Fakat bu suretle aralarında cereyan eden haller o kadar gizli o derece nükteli şeylerdir ki, her göz görmeye, her kulak işitmeye muktedir olamaz, meğer ki yine kendi cinslerinden olmalıdır. Bunlar kendi kendilerine kaldıkça aşıkane beyitler, kıt’alar okuyarak iç yüzlerini meydana kor ve gizli sırlarını açığa vururlardı. Bu manzumeler (Karanfilsin kararın yok, gonca gülsün tımarın yok. Ben seni çoktan severim, senin benden haberin yok). gibi şeylerdir.”

 

Mehmed Rauf’un açık lezbiyen karaktere yer verdiği 1910 yılında yayımlanan “Bir Zambak Hikâyesi” adlı eserinde “‘Bazı kadınlar vardır ki, erkeklerden nefret ederler,’ deyince hayretle yüzüme baktı. Ben devam ederek, “Erkeklerden nefret ederek, kadınları çekici bulurlar,’ dedim. … Bizde de bu tür kadınlara zürefa ya da sevici dediklerini elbette duymuşsundur.” cümlesi geçmiş.

 

Ahmet Cevdet Paşa, II. Abdülhamid’in emriyle kaleme aldığı “Sultan Abdülhamid’e Arzlar (Ma’ruzat)” adlı eserinde kadınların erkekleri bırakarak kızlara yöneldiğini, “zendostların çoğaldığını” belirtip şu satırlara yer vermiş.

“Bir gün muta’assıb hocalardan biri, zürefâdan bir zâta der ki: «Lûtîlik azaldı, lâkin zenpârelik de kalksa da âlem düzelse» de-dikde, o zât dahi: «Hoca Efendi, biz şimdi Hazret-i Ömer zamanına geril gidemeyiz. Sen Emeviyye ve Abbâsiyye devletlerinin târihlerini okusan, bu zamanın kadrini anlar ve şükrünü îfâ eder idin. Sen aradığın âlemi şimdi Bursa’da bile bulamazsın.

Hadim kazası eğer Hâdimî merhumun zamanında olduğu gibi kalmış ise oraya git de rahat et» demiş idi. Rüşdi Paşa envâ’-ı fuhşiyyâtda çok emsaline tefevvuku vâr iken, hâlini herkesden ihfâ ve herkesle münâfikane hasbihâl ederdi.”

 

Sâlim Efendi Tezkiretü’ş-şu’arâ’sında “gülşen-i endîşesinin her verd-i mutarrâ-yı bî-hemâli hayretfermâ-yı belâbil-i şâhsâr-ı hayâl ve halâvet-i makâl-i kand-misâli revnak-şiken-i güftârı erbâb-ı sihr-i helâldir” ve “1132’de bile âsârı revnak-bahş-ı her-mecmûa-i şuarâ ve güftârı zîb-âver-i sohbet-i zurefâ olduğundan meşhûr-ı cümle-i enâm ve malûm-ı hâs u âmmdır” cümlesini kullanmış.

 

 

“Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” atasözü, daha önce iyi durumda olan insanların konumlarını kaybettiğinde uygun olmayan, yersiz davranışlarda bulunmasını anlatmak için kullanılmaktadır. “Varlıklı olduğu günlerinde giyimine özen gösteren kişi, eski durumunu yitirince mevsime, modaya uymayan şeyler giyer.“, “eskiden toplumda belli bir yeri olan kişi, eski durumunu yitirince yadırgatıcı işler yapar.” anlamına gelir.

Türk Dil Kurumu (TDK), “zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” için “‘daha önce iyi bir durumda olan kişi bu konumunu kaybettiğinde uygun olmayan, yersiz davranışlarda bulunur’ anlamında kullanılan bir söz” açıklamasını sunmuş.

Bahsi geçen atasözü, maddi durumu iyiyken zerafetine düşkün olan kişilerin giyimine özen gösterip mevsime ve modaya uygun şeyler giyerken, maddi durumları kötüleştiğinde bunun tersini yapıp duruma uygun olmayan kıyafetler giymesi üzerinden, eski konumunu yitiren saygın kişilerin herkes tarafından yadırganan eylemlerde bulunmasına değinmektedir.

 

 

“Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü ” atasözü kışın gösteriş olsun diye beyaz giyinen fakirler kastını içermiyor. Ancak, atasözündeki zürefa sözcüğü ile lezbiyenlere atıf yapıldığı iddiasını ise geçmişte dile getirenler mevcut.

 

Refik Halit Karay (1888 – 1965) ilk kez 1943 yılında yayımlanan “Üç Nesil Üç Hayat” adlı eserinde “zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” atasözündeki “zürefa” sözcüğünün “lezbiyen” anlamına geldiğini şöyle aktarmış:

“İki “a”yı da çekerek “zürafa” ahenginde söylenen kelime, bittabii, uzun boyunlu malum Afrika hayvanıyla ilişkili değildir. “Zarif”in cem şeklinden alınmış, telaffuzu değiştirilmiştir. O zümreye neden böyle denilmiştir? Herkesin, bilhassa aynı tarikat veya güruha mensup olmayanların anlayamayacakları bir hususi lehçe, bir argo kullanmalarından, göz süzerek, kaş oynatarak, imalı söz atarak konuşmalarından, zarafet satmalarından, bir de yine herkesinkine benzemeyen kıyafet farkları gösterip bazıalametler, işaretler taşımalarından! “Zürafa”lar daha ziyade beyaz renkte elbiseler giyerler, boyunlarına beyaz birer ipek mendil sararlar ve mendilin uçların muayyen şekilde bağlarlar; saçlarını da kısa keserler.

 

“Zürafanın düşkünü, beyazlar giyer kış günü” sözü de servetini yedirdikten sonra sefalete düşen ve kış mevsiminde sandık dibinde kalmış keten elbiselerle süslenen bu meslek kadınları için söylenmiştir.

 

Mamafih o kendilerine veren yine kendileridir; yoksa normal halk kadını, iğrenerek ve şaşarak bunlara kısaca, tokça “sevici” der ve söz açılınca bir tehlike ve rezalet addettiğinden yakasını tutarak, üç kere tu, tu” diye şeytanın iğvasından sıyanet eder”

 

zurefa lezbiyen sevici

 

 

İngilizce “zürafa” anlamına gelen “giraffe” kelimesinin sözlüklerde argoda (slang) “lezbiyen” manasıyla aktarıldığı görülüyor.

 

 

İstanbul’un Karaköy semtindeki eskiden genelevlerin bulunduğu Zürafa Sokak’ın adının başlangıçta “Zürefa Sokak” olduğunu da not etmek gerek.

 

 

Barış Manço’nun “zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” atasözünü kullandığı “Nane Limon Kabuğu” adlı parçası ile işbu yazıyı noktalayalım…

 

“Eski adamlar doğruyu söylemiş
Bir çiçekle bahar olmaz
Kişi kendini bilip sağa sola sormalı
Can pazarı bu oyun olmaz
Zürefanın düşkünü
Beyaz giyer kış günü
Sonunda şifayı kapıp da şaşırınca
Bana gel beni dinle iyi yaz
Defteri kalemi al iyi yaz

Nane Limon Kabuğu bir güzel kaynasın aman ha ha ha ha ha
İçine hatmi çiçeği biraz çöreotu katasın aman ha ha ha ha ha
Hatta biraz tarçın bir tutam zencefil aman ha ha ha ha ha
Bin derde deva geliyor biraz daha sabret güzelim
Ha ha ha ha ha hapşu
Çok yasa – Sen de gör – Rahat ve iyi yasa

Sen tedbirini al önünü kış tut
Bırak yine de yaz gelsin
Çoğu zaman hesap çarsıya uymaz
Sonra dizini döversin

Barış iğneyi kendine batırır
Çuvaldızı başkasına
Bol keseden akli ona buna dağıtır
Darısı kendi başına”

 

 

 

* Kapak resmi: Enderunlu Fazıl’ın mesnevî formundaki 1793 tarihli Zenanname adlı eserinde yer alan Sadabad Köşkü’nün çevresinde eğlenen genç kadınların görüldüğü minyatür

 

Yorumunuzu yazınız...