Bak bu yara annemden, işte bu babamdan, buradaki ilkokul öğretmenimden, ha şu en derin olan mı onu ben açtım bilmeden. En çok da o acıtıyor canımı, en çok o kanıyor.” sözünün Nilgün Marmara’ya ait olduğu iddiası doğru değil

Yanlış İddia

 

Bugün, Nilgün Marmara’ya (13 Şubat 1958 – 13 Ekim 1987) izafe edilen popüler “söz”lerden birini ele alacağız:

“Bak bu yara annemden, işte bu babamdan, buradaki ilkokul öğretmenimden, ha şu en derin olan mı onu ben açtım bilmeden. En çok da o acıtıyor canımı, en çok o kanıyor.”

 

Nilgün Marmara’ya ait olduğu iddiasıyla paylaşılan sözün sosyal medyadaki yansımalarına dair birkaç örneğe göz atalım:

 

 

İfadenin 2013 yılından bu yana Nilgün Marmara ile anıldığını görüyoruz.

 

Sahte / uydurma şiirlerin tümünü yanlış imzalarla bünyesinde toplamak gibi mühim bir görevi şiar edindiğinden şüphe duyduğumuz Şiir Sokakta isimli profil, hemen hemen her incelemede olduğu gibi bu hatalı aktarımda da karşımıza çıkıyor:

 

 

Nilgün Marmara’yı, yazmadığı “söz”lerle lanse etmekle yetinmeyip kendisine ait olmayan görsellerle paylaşım yapacak denli kendisinden bihaber sosyal medya kullanıcıları da mevcut:

 

 

Çeşitli platformlardaki bu paylaşımlarda ifadenin Nilgün Marmara’ya ait olduğu iddia edilse de söz, Nilgün Marmara’ya ait değil.

 

Nilgün Marmara’nın tüm yapıtlarında -bilhassa Kağıtlar ismiyle yayımlanan fragmanlarında ve Defterler başlıklı günlüklerinde- yaptığımız detaylı taramalarda mezkur söze dair bir iz bulamadık. Şairin Daktiloya Çekilmiş Şiirler ve Metinler isimli şiir kitaplarında da bahsi geçen ifadeye rastlanmıyor.

 

Bu noktada, şairin ilk baskısı 1990 yılında yapılan Metinler başlıklı yapıtınınmensur şiirlerden oluştuğunu belirtelim. Form bakımından Daktiloya Çekilmiş Şiirler‘den farklı bir yerde dursa da üslup açısından Nilgün Marmara’nın bilindik üslubundan farklı bir anlayışa sahip değil. İncelemeye konu olan ifade, her ne kadar yapısı itibariyle mensur bir şiirden alıntılanmış gibi görünse de mensur olması dışında, şairin Metinler isimli kitabıyla herhangi bir bağ teşkil etmiyor.

 

Varoluş, yalnızlık, hiçlik, yabancılaşma, iletişimsizlik gibi izlekler kullanarak düşünsel dinamiklerle ördüğü şiirlerinden hareketle Nilgün Marmara’nın psişik atmosferine dair çeşitli izler bulmak ya da okumalar yapmak mümkün. Nitekim, Cemal Süreya’nın Günler’de (841. Gün) Nilgün Marmara’nın vefat haberini aldıktan sonrakaleme aldığı kısa pasajda yer alan “bekleme salonu” benzetmesi, Marmara’da yabancılaşmayla ifadesini bulan ve tüm yapıtlarına sirayet eden dünyayla uzlaşamama hâlinin bir özeti gibidir:

 

“Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik, hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel, ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım, otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan için yaptığımız aylık söyleşide ondan şöyle söz ettim: Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. bugün ortaya çıkıyor.”

 

Nilgün Marmara’nın dile özel bir önem atfettiğini, sıradan kağıtlara aldığı notlarda dahi kullandığı dile ihtimamla yaklaştığını biliyoruz.

 

Nilgün Marmara; yeni türetilmiş sözcükler, zengin çağrışımlı imgeler ve bilinç akışıyla harmanladığı soyut anlatımla karakteristik bir şiir anlayışı geliştirmiştir. İçerik ve biçem bakımından çizgi dışı bir tavır benimseyen şair, poetikasını yaşama baktığı perspektifle paralel olarak kurar. Verda Ülkü ve Murat Yalçın tarafından kaleme alınan “Bir İç Zaman Sarkacı: Nilgün Marmara! başlıklı yazıda, bu koşutluğa dil özelinde şu cümlelerle değinilir:

 

“Nilgün Marmara’nın ifadelerinde öncelediği ‘hiçlik’; çalışmalarının sütunları olan zaman, mekân, dil ve sesi biçimlendiren, tonlandıran başlıca öğedir. Dolayısıyla bu öğe, bütün ağırlığıyla Daktiloya Çekilmiş Şiirler ve Metinler’de kullandığı imgeleri adeta bir kara delik gibi yutar.

 

Şiir, onun yaratıcılığında kozmik bilimle bütünleşir; beynin kıvrımlarına gizlenen geometriyle bu kozmik mimari, izlenimlerle yeniden inşa edilir. Bunu göstermek için seçtiği anlatım; sözcüklerdeki ses çarpışmalarının soğuk tınısı, matematiksel zeminin sağladığı kristalleşme ve bir ‘hiç’ olarak karşımıza çıkan zaman boyutunun yerleştirilişiyle şiddetlenir.

 

 

Yapıtlarında, ifade biçiminin sınırlarında kendisiyle çarpışırken, bir orta oyuncu edasıyla kendisiyle yüzleşir ve birden, bütün birikimiyle sunusuna yabancılaştırır bizi. Kendinin de mekan bulamadığı bir ‘hiçlik’te kendini ifade yolları ararken imgeleriyle bu birikimine yabancılaşır, alıştığı kendini sorgular…”

 

(Verda Ülkü, Murat Yalçın, Bir İç Zaman Sarkacı: Nilgün Marmara!”, Sombahar, Eylül-Ekim 1992, sayı:13, s.65)

 

İncelemeye konu olan sözün, kullandığı dili bu denli titizlikle ve incelikle inşa eden bir şairden beklenmeyecek ölçüde çalakalem yazıldığı, özellikle“ha” gibi amiyane olarak nitelendirilebilecek olan ifadenin, estetik ve edebi bakımdan hayli uzak olduğu görülüyor.

 

Sözün kime ait olduğu henüz tespit edilebilmiş değil.

 

Hem Nilgün Marmara’nın üslubuna referans olması hem de bahse konu olan ifadeyle mukayese edilebilmesi adına yazımızı, şairin “kendi” şiirlerinden biriyle sonlandıralım:

 

Ancak Yazgıdır Bu

 

Sen ne getirdin bana çocukluğundan?

Şen kahkahalar ulumalar donakalmalar mı?

Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı

benim eskil saatlerimde?

Geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,

deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?

Titreyerek uçurulan köpükten balonlar,

anlık aşkın tasarımlar mı?

 

Nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun

anılarıma düz baktıran –

Ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım,

Dantelalı tafta yumuşaklıkla.

Savaşırdım kovmaya çifte yetkeyi,

Hiçlemeye annemi ve uykuyu

Öğle sonlarından ürkünç odaların.

 

Diledin mi yanında tümden varolmayı an için

ve birkaç sonrasında hiç yokmuşçasına

beklememeyi bir şey

çevremdekilerin uyumundan

başkaca?

 

Yok böyle bir şey yok!

Sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,

Sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,

sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin

şimd’i –

Beni aşağılayan sarsan

Aşan bizleri mor birliktelik.

 

(Nilgün Marmara, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, İstanbul: Everest Yayınları, 2011, s. 7-8)

 

Bak bu yara annemden, işte bu babamdan, buradaki ilkokul öğretmenimden, ha şu en derin olan mı onu ben açtım bilmeden. En çok da o acıtıyor canımı, en çok o kanıyor.” Sözünün Nilgün Marmara’ya Ait Olduğunu Zanneden Yazarlar

 

Kapak görseli: Freepik

Yorumunuzu yazınız...