Uluslararası finansman ve sınır ötesi bankacılık alanında yanlış anlaşılan temel hususlardan biri “Euro” terimini içeren europiyasa, eurokredi, eurotahvil , eurobond kavramlarıyla ilgili. Sıklıkla bu kavramların barındırdığı “Euro” ifadesinin, piyasanın, kredinin, tahvilin “Euro” cinsi olduğu sanılıyor. Ancak, bu kavramların Euro para birimi cinsinden oldukları algısı isim benzerliğinden kaynaklanıyor. “Euro” ifadesi, ilgili varlığın ya da piyasanın bir ulusal paranın onu çıkartan ülkenin sınırları dışında oluşmasını tanımlamaktadır. Europara piyasası (Eurocurrency market) bir ulusal paranın onu çıkartan ülkenin sınırları dışında oluşan piyasasına verilen isimdir. Eurodolar, ABD dışındaki dolar mevduatı ifade ederken; Europara (Eurocurrency), kendi ülkesi dışında mevduat olarak tutulan her türlü parayı ifade etmektedir. Eurotahvil (Eurobond) ise, bu piyasada işlem gören tahvilleri tanımlamaktadır.
Bu özet aktarımın ardından bahse konu kavramları daha detaylı inceleyelim…
1. EUROPİYASALAR VE EUROKREDİLER
1.1. ULUSLARARASI MALİ İŞLEMLER
Bir mali işlemi oluşturan taraflardan ikisi de (fon arz ve talep edenler) aynı ülkede yerleşikseler bunlar ulusal mali işlemler grubuna girer. Bunun yerine, eğer taraflar farklı ülkelerde yerleşik bulunuyorlarsa bu gibi işlemler de uluslararası nitelik taşır. Bir ülkede yerleşik olanların diğer ülkelerdeki kişi veya kuruluşlara mali kaynak sağlamalarına uluslar arası mali işlem veya uluslararası kredi ve sermaye işlemi adı verilir. Uluslar arası mali işlemler çoğunlukla bir ülkenin ulusal para ve sermaye piyasalarında gerçekleştirilir.
Uluslararası sermaye akımına yol açan nedenlerle ulusal sermaye işlemlerini doğuran nedenler temelde birbirinden çok farklı değildir. İster ulusal, isterse uluslararası düzeyde olsun, fon sahiplerinin amacı belirli bir riziko düzeyinde ellerinde bulunan mali kaynaklardan en yüksek oranda gelir sağlamak, fon talep edenlerin amacı da bu fonları en düşük maliyetle elde etmektir. Yabancı sermaye ve para piyasalarına yatırım yapılmasının bir diğer nedeni de yatırım portföyünün çeşitlendirilmesidir. Bu şekilde risk minimuma indirilir. Belirtmek gerekir ki günümüzde tasarruf sahiplerini uluslararası yatırıma yönelten önemli faktörlerden birisi kendi ülkelerinde çıkartılmış tahvil ve hisse senedi gelirleri üzerindeki vergilerdir. Konuya talep yönünden bakıldığında ise, mali kaynaklara ihtiyaç duyanlar eğer yurt dışından fon elde etmenin maliyetini iç piyasadan daha düşük buluyorlarsa bunlar da fonları dış piyasalardan sağlamaya çalışacaklardır. Başka bir deyişle, bu gibi kişi ve kurumlar yabancı ticari bankalardan kredi alma ya da ihraç ettikleri tahvilleri yabancı menkul değer borsalarında satma yoluna giderler. Ancak, yabancı ülkelerdeki fon sahipleri tarafından yeteri kadar güvenilir bulunmayan özel veya resmi kuruluşların bu piyasalardan borçlanma olanakları çok sınırlıdır (Baltaoğlu, 2008).
1.1.1. Uluslararası Sermaye Piyasası
Yukarıda, uluslararası mali işlemlerin daha çok belirli ülkelerin ulusal para ve sermaye piyasalarında yapıldığına işaret edilmişti. Bugün, New York, Londra, Paris, Frankfurt, Tokyo ve Hong Kong gibi merkezler dünyadaki belli başlı mali piyasaları oluşturmaktadır. Fakat bunlar gerçekte, uluslararası değil, ulusal nitelikteki merkezlerdir. Bu borsalarda işlemlerin yalnızca bir bölümü yabancı tahvil ve hisse senetlerinin alım-satımıyla ilgilidir. Buralarda yapılan uluslararası işlemlerin boyutları bu piyasaların ulusal niteliğini değiştirecek bir düzeye sahip bulunmamaktadır. Tersine bir kısım mali piyasalar da vardır ki, bunların ulusal nitelikleri tamamen kaybolmuştur. Coğrafi bakımdan bu piyasalarda taraflar genellikle çeşitli ülkelere mensupturlar. Ayrıca, mali işlemin ilgili bulunduğu para da çoğu kez alıcı veya satıcının kendi ulusal parası olmayıp üçüncü bir ülke parasıdır. Bu gibi tamamen uluslararası nitelikteki piyasalara örnek olarak da döviz piyasaları, Europara ve Eurotahvil piyasaları gösterilebilir.
1.1.2. Uluslararası Sermaye İhraç ve İthali
Yurtdışına sermaye ihraç etmenin başlıca yolu, ulusal fonların yabancı mevduat sertifikası, para ve menkul değerlere yatırılmasıdır. Ancak sermaye ihracı sayılan başka işlemler de vardır. Bunlar arasında örneğin, daha önce yurt dışından alınan kredilerin geri ödenmesi, yabancıların ulusal bankalardaki mevduatlarını geri çekmeleri gibi işlemler belirtilebilir. Yukarıda belirtilen işlemlerin tersi de sermaye ithalini oluşturur. Örneğin yabancıların yerli bankalarda açtıracakları mevduat hesapları veya satın alacakları ulusal tahvil ve hisse senetleri ile ülke sakinlerine karşı olan borçlarını ödemeleri gibi. Benzer şekilde, yerli yatırımcıların yabancı bankalardaki mevduatlarını sermaye ithali sayılır.
Yurtdışına sermaye ihraç etmek için yetkili makamların izninin gerekmesi, bu konuda miktar sınırlandırmalarının konması veya tamamen yasaklamaya gidilmesi dış sermaye kazançları gelirinin ağır biçimde vergilendirilmesi gibi engellerin sermaye ihracını caydırıcı etki yaptığına kuşku yoktur. Ancak iç ve dış kazançlar arasında bir fark bulunduğu sürece bireyler, yasa dışı yollardan da olsa bu engelleri aşma eğilimindedirler. Nitekim sermaye ihracını yasaklayan ülkelerde önemli bir sermaye kaçakçılığının ortaya çıkması bir rastlantı değildir (Seyidoğlu, 2003).
Son yıllarda ulaştırma ve haberleşme alanındaki hızlı teknolojik ilerlemeler uluslararası sermaye piyasalarını daha sıkı bir biçimde birbirine bağlamıştır. Ayrıca özellikle 1980’li yıllardan itibaren ulusal mevzuatta yapılan değişikliklerle, uluslararası sermaye işlemleri üzerindeki kısıtlamaların azaltıldığı, denetimin yumuşatıldığı görülmektedir. Böylece yabancı tahvil ve hisse senedi satınalımı nisbeten serbestleştirilince, tasarrufçuların portföylerini yabancı menkuller yönünde çeşitlendirdikleri ve yatırım portföylerinde yabancı menkullere daha fazla yer verdikleri görülmektedir. Uluslararası sermaye işlemlerini yapanlar ev halkı, ticari ve sınai işletmeler, özel mali kurumlarla hükümet ve resmi kuruluşlardan oluşur (Seyidoğlu, 2003).
1.2. EURODOLAR PİYASASI
Geleneksel bankacılıkta bankalar, yerel bankalara tabi olarak o ülkenin ulusal parası cinsinden mevduat hesapları tutarlar. Bugün ise bunun yerinin, faaliyette bulunulan ülke ile ilgili bulunmayan birçok ulusal para cinsinden mevduat kabul eden çağdaş uluslar arası bankacılık sistemi almaktadır. Yabancı paralar üzerinden açtırılan bu banka hesapları, ilgili ulusal paranın ait olduğu ana ülkenin yetki alanı dışındadır. Bu fonlar yerel ülke politikacı ve hükümet yetkililerinin hemen hemen hiçbir müdahalesi olmaksızın alınıp satılabilir, ödünç alınabilir veya ödünç verilebilir. Herhangi bir hükumet müdahalesi ise bu fonları söz konusu kısıtlamaların bulunmadığı başka piyasalara kaçırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. İletişim teknolojilerindeki gelişmeler de coğrafi farklılıkları ortadan kaldırarak transfer ve mahsup işlerinin hızını ve etkinliğini artırarak bu sürece katkıda bulunmuştur.
Bu gelişmeler, uluslar arası mali sistemde adeta bir devrim yaratmıştır; uluslar arası fon akışkanlığı, mali akımların hacim ve yönü ile faiz oranlarında büyük değişmeler olmuştur. Yurtiçi bankacılık sistemleri bile ilgili ulusal para üzerinden yapılan bu sınır ötesi mali ilişkilerden önemli derecede etkilenmiş olmaktadır (Seyidoğlu, 2003).
Eurodolar piyasası, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve özellikle 1960’lardan sonra hızla gelişen bir uluslararası para piyasasıdır. Kelime olarak “Eurodolar”, Amerikan Doları’nın ABD dışında, Avrupa’da oluşan piyasası anlamına gelir (A.Ö.F., 2002).
Europara piyasası (Eurocurrency market) bir ulusal paranın onu çıkartan ülkenin sınırları dışında oluşan piyasasına verilen isimdir. Bu piyasa 1960’ların başında özellikle İngiltere’de bazı ticari bankaların Amerikan doları cinsinden mevduat kabul etmeleri ve topladıkları bu fonlara dayanarak dolar kredisi açmaları ile ortaya çıkmıştır.
Euromarket birbirini tümleyen iki piyasadan oluşmaktadır. Bunlar; Eurodolar ve Eurotahvil piyasalarıdır. Eurodolar kavramı, ABD dışındaki dolar mevduatı ifade ederken; Eurocurrency (Europara), kendi ülkesi dışında mevduat olarak tutulan her türlü parayı ifade etmektedir. Eurobond (Eurotahvil) ise, bu piyasada işlem gören tahvilleri anlatmaktadır. Bir tür serbest bankacılık olan kıyı bankacılığının ortaya çıkış nedenlerini belirlemek, normal bankacılığın tarihi ile ülkeler arası ilişkilerin gelişimini birlikte incelemekle olanaklıdır. II. Dünya Savaşı ile yıkılan ülkelerin Marshall Planı ile imarı, 1973 petrol bunalımı, ülke ekonomilerinin dışa açılması, çok uluslu şirketlerin ve uluslararası finansal merkezlerinin ortaya çıkışı fonların uluslararası dolaşımını gündeme getirmiştir. Bu durumda, bankalar faaliyetlerini serbestlik içinde ve daha karlı şekilde yapacakları yerler aramaya başlamışlar ve bazı ülkeler de bu olanakları kendilerine sunmuşlardır. (Erol-Fındıkçı, 2001).
Önceleri bu işlemler yalnız dolarla yapılıyordu. O nedenle bu piyasalara da Avrupa dolar piyasası anlamına gelen “Eurodolar piyasası” denmiştir. Ancak ulusal sınırların ötesinde gerçekleştirilen bu tür işlemler zamanla öteki sağlam paralar cinsinden de yapılmaya başlanmıştır. Örnek olarak Alman markının Almanya, İsviçre frankının İsviçre ya da Japon yeninin Japonya dışındaki bankalara yatırılması (ve söz konusu bankaların bu paralar cinsinden kredi açmaları) gibi. İşlemlerin zamanla dolardan başka ulusal para cinsinden yapılması nedeniyle bu piyasalara da Europara piyasaları adı verilmiştir. Ayrıca söz konusu işlemler oldukça büyük bir hızla Avrupa kıtası dışına yayılmıştır (Seyidoğlu, 2003).
Günümüzde Eurodolar işlemlerinin dörtte üçten fazlası Amerikan Doları cinsinden yapılır. Ancak sınırlı ölçüde Alman Markı ve İsviçre Frank’ı gibi paralar da Eurodolar işlemlerinde kullanılmaktadır. O nedenle kelime anlamıyla Eurodolar terimi, faaliyetin kapsamını sınırlandırıcı olmaktadır. Daha doğru bir ifade ile bu piyasalara “Europara” (Eurocurrency) piyasası demek gerekir. Ancak yerleşik alışkanlıklar sonucu Eurodolar ifadesi kullanımını sürdürmektedir. Öte yandan Eurodolar işlemleri çok geniş bir coğrafi alana yayılmıştır. Bu merkezleri beş grupta toplayabiliriz :
(1) Londra, Zürih, Frankfurt, Lüksemburg, Paris, Amsterdam, Brüksel ve Milano gibi piyasalardan oluşan Avrupa merkezleri,
(2) New York, Chicago, Toronto, Los Angeles ve diğerlerini kapsayan ABD ve Kuzey Amerika merkezleri,
(3) Singapur, Hong Kong ve Tokyo’dan oluşan Uzak Doğu ve Asya merkezleri,
(4) Beyrut, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni içine alan Orta Doğu merkezleri ve
(5) Nassau-Bahama, Cayman Adaları ve Panama’dan oluşan Karayip merkezleri.
Bunların hepsinde yapılan işlemlere Eurodolar işlemi denmekle birlikte, zaman zaman kullanılan paranın cinsine ve coğrafi bölgelerin özelliğine göre farklı isimler de söz konusu olmaktadır. Örneğin, Euromark, Eurofrank piyasası veya Asyadolar piyasası, Hong Kong Dolar piyasası gibi. Tüm bu piyasaların ortak özelliği Dolar veya öteki paraların kendi ülkelerinin dışında oluşan para piyasası durumunda bulunmalarıdır (Parasiz, 2000). Normal uygulamaya göre, ABD dışındaki bir ülkede dolar talep edenler bu dolarları ya kendi ülkelerindeki döviz piyasasından sağlar ya da ABD’deki bir bankadan ödünç alırlar. Oysa Eurodolar piyasası nedeniyle ne döviz piyasasından dolar satınalmaya, ne de kredi için Amerikan piyasasına gitmeye gerek vardır. Çünkü kişi veya kurumlar kendi ülkelerinde eurodolar işlemi yapan, bir bankadan bu doları çok daha kolay bir şekilde ödünç alabilirler. Fakat piyasanın gelişmesindeki asıl neden bu piyasalarda yasal kısıtlamaların yokluğu ve bankalar arasındaki yoğun rekabet sonucu, dolar fonlarının New York borsasına göre daha düşük bir faiz oranından sağlanabilmesi ve fon arzedenlerin de daha yüksek bir gelir elde edebilmesidir (Sarıkamış, 1990).
Bugün Avrupa’da veya dünyanın öteki önemli mali merkezlerindeki büyük ticari bankalar, Europara mevduatı kabul edeler. Europara mevduatı kabul eden bankalara Eurobank adı verilir. Bu bankaların “euro” niteliği onların milliyetini değil, normal faaliyet yerini belirlemektedir. Söz gelişi, bir Amerikan bankasının Londra’daki şubesinde tuttuğu dolar fonları veya bir Alman bankasının Paris şubesine mark olarak yatırılan mevduat hesapları hep Europara fonları kapsamındadır. Şunu da belirtmek gerekir ki, Europara işlemi yapan bankaların büyük çoğunluğu bu şekilde ana merkezi sanayileşmiş bir ülkede bulunan çokuluslu bankaların şubeleridir. Yabancı ülkedeki şubeler, o ülkede ana ülke parası le mevduat kabul etmekte veya kredi açma işlemlerine katılmaktadırlar.
Europara mevduatları (Eurocurrency deposits) çoğunlukla süresi birgünden bir yıla kadar değişebilen geleneksel vadeli mevduat hesapları (term deposits) biçimindedir. Bunlar belirli bir vadeye sahip vade süresince faiz oranları sabit ve devredilemez (non-negotiable) nitelikteki hesaplardır. Europara mevduatlarında kullanılan ulusal para hiç değilse bir taraf için yabancı paradır. İşlemin taraflarından birisi daima bir banka (eurobank)’tır; öbür taraf ise başka bir ticari banka, büyük bir özel şirket, bir ülke hükumeti veya merkez bankası olabilir.
Gerçekte eurobankların kendi aralarındaki işlemler (Europara interbankı) europara piyasasının en ağırlıklı bölümünü oluşturur. Europara interbankı, uluslararası bir tezgahüstü piyasa niteliğinde olup, bu piyasanın üyeleri birbiri ile sıkı bir iletişim içersindedir. Sözü edilen piyasaya girişler ancak en üst güvenilirlik derecesine sahip kuruluşlara açıktır. İşlemlerin hacmi çok büyüktür, sıradan bir işlemin minimum miktarı birkaç milyon dolardan başlar.
Europara piyasalarının hiçbir ülkenin yetki alanına girmemesi bu yüzden de hükumet müdahalelerinin dışında kalması ve faiz oranının tamamen arz ve talep güçlerine göre belirlenmesi piyasanın diğer özellikleri arasındadır (Seyidoğlu, 2003).
Bu piyasanın müşterileri arasında gerçek kişiler kadar, büyük şirketler ve hükümetler yer alır. Örneğin ihracat veya diğer yollardan dolar geliri elde edenler, ellerindeki ihtiyaç fazlası fonları bu piyasalara yatırarak yüksek faiz geliri elde edebilirler. Fakat piyasanın asıl müşterileri çok-uluslu şirketlerdir. Bu firmalar çeşitli ülkelerdeki faaliyetlerinden sağladıkları gelirleri bu piyasalara yatırarak değerlendirirler. Zaman zaman hükümetler de döviz rezervlerindeki aşırı fazlalıkları Eurodolar piyasasında faize yatırma yoluna giderler. Faiz geliri elde etmek için dolar fonlarının Eurodolar piyasasına yatırılması genellikle kısa-vadeli olmaktadır. Bu piyasaya fon yatırılması, eurodolar piyasasındaki bir bankada dolar (veya diğer paralar) cinsinden mevduat hesabı açtırılması ya da bir mevduat sertifikası satın alınması şeklinde olur. Her ikisinin de süresi genellikle 30, 60 veya 90 gün gibi kısa vadelidir. Mevduat sertifikaları, tasarruf hesabına belli miktar paranın yatırıldığını gösteren ve piyasada devredilebilen likit veya yarı-likit menkullerdir. Bu mali araçların kullanılmaya başlanması piyasaya büyük canlılık katmıştır.
Eurodolar piyasası kredileri daha çok kısa süreli finansman ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılır. Onun için yatırım amacıyla kullanılmaya uygun değildirler. Eurodolar piyasasının orta ve uzun vadeli yatırım fonu sağlamadaki karşılığı Eurotahvil piyasasıdır. Kavramsal olarak Europara piyasaları döviz piyasalarından tamamen ayrı piyasalardır. Ancak uygulamada Eurodolar işlemleri ile döviz işlemleri
genellikle aynı banka departmanlarınca yürütülür. Faiz Oranları Eurodolar piyasasındaki faiz oranları Londra piyasasında interbank işlemlerine uygulanan faiz oranlarına (London Interbank Offered Rate-LIBOR’a) göre belirlenmektedir (Parasiz, 1996).
LIBOR, başlıca bankaların Londra Interbank piyasasına mevduat fonlarını yatırmak için önerdikleri faiz oranlarının ortalamasıdır. Bu oranlar oldukça rekabetçi bir biçimde belirlenir. Banka-dışı ödünç alanlar kredi itibarlarına ve işlemlerin bankaya maliyetine göre genellikle LIBOR’dan daha yüksek bir faiz öderler. Aynı şekilde, banka dışı ödünç veren müşteriler de bundan daha düşük oranda bir faiz elde ederler (Doğukanlı, 2001).
1.3. EURO- TAHVİL PİYASASI
Uluslararası tahvil ihraç etmenin genellikle iki yolu vardır. Bunlardan birincisi hangi yabancı sermaye piyasasından borçlanılması düşünülüyorsa, tahvillerin o ülkenin ulusal parası cinsinden çıkartılarak o piyasada satışa sunulmasıdır. Tahvil ihracıyla fon elde edilmesi geleneksel olarak bu şekilde gerçekleştirilir. İkinci kaynak ise euro tahvil çıkartılmasıdır (Parasiz, 2000).
Uluslararası tahvil ihracının iki yolu arasında bazı farklar vardır. İlkin, Eurotahvil yoluyla fon sağlanması belirli bir ulusal sermaye piyasası ile sınırlı değildir. Çıkartılan tahviller aynı anda birçok piyasada birden satışa sunulur. O bakımdan bu piyasaların kapsamı coğrafi olarak çok geniş hatta tüm mali piyasalardır. İkinci olarak, Eurotahvillerin, içinde satışa sunulduğu ülkenin ulusal parası ile çıkartılması zorunluluğu da yoktur. Çoğu kez bunların bağlandıkları para, ne ihraç edenin ne de satın alanın parası olup üçüncü bir ülke parasıdır. Eurotahvil piyasaları bu yönüyle Eurodolar piyasalarına benzerlik göstermekte, hatta bu piyasaların uzun-vadeli karşılığı olarak kabul edilmektedir. Nihayet üçüncü bir fark da aşağıda göreceğimiz gibi Eurotahvil kredilerinin genel olarak bir bankalar konsorsiyumu kanalıyla sağlanmasıdır.
Aralarındaki benzerliklere karşın Eurotahvil piyasaları ile Eurodolar piyasaları arasında, önemli farklılıklar bulunur. Her şeyden önce piyasaların nitelikleri farklıdır. Eurodolar piyasası bir para ve kredi piyasası iken eurotahvil piyasası bir sermaye piyasasıdır. Buna göre Eurodolar işlemleri çoğunlukla bir yıldan daha kısa-süreli olurlar. Eurotahvillerin süresi ise genellikle 15 yıldır, 25 yıla kadar süreli tahvillere de rastlanabilir. Sürelerdeki farklılık, kuşkusuz bu kredilerin kullanış amaçlarını da etkiler. Nitekim Eurodolar kredileri daha çok iç ve dış ticaretin finansmanına yönelik iken diğeri fiziki sermaye yatırımları için bir finansman kaynağı oluşturur (A.Ö.F., 2002).
1.4. SENDİKASYON KREDİLERİ
Banka konsorsiyumları, bir ödünç alıcıya ortak koşullarda fon sağlamak için çeşitli ülkelerden banka veya mali kurumların oluşturduğu bir gruptur. Bu tür mali kurumlar topluluğuna kredi sendikasyonları da denir.
Kredi sendikasyonlarında bir “önder banka” (leading bank) vardır. Ödünç almak isteyen ülke önce, bu büyük bankaya başvurarak kredi koşullarını onunla görüşür. Anlaşma sağlanmasından sonra bu önder banka çeşitli ülkelerden, büyüklü küçüklü birkaç banka ve finansman kuruluşunu yanına alarak bir konsorsiyum (sendika) oluşturur ve ödünç alan ülkenin talep ettiği krediyi karşılamaya çalışır.
Önder bankanın taşıdığı büyük önem dolayısıyla ödünç alanlar bu bankanın seçiminde dikkatli olmak zorundadır. Konsorsiyumlar, ödünç alanın ihraç edeceği tahvillere satış garantisi sağlarlar buna underwriting denir. Sendikasyon kredilerinin faizleri Londra interbank faiz oranına (LIBOR) bir marj (spread) eklenerek hesaplanır. Bazen bu amaçla ABD faiz oranı (prime rate) kullanılır. Son yıllarda bu tür kredilere de LIBOR’daki değişmelere bağlı olarak, dalgalı faiz oranları uygulanmaya başlanmıştır.
Sendikasyonu oluşturan bankaların çeşitli ülkelerde faaliyet göstermeleri dolayısıyla bu tür krediler bir uluslararası Eurotahvil piyasası oluşturmaktadır. Bu kredilerin süresi üç ile sekiz yıl arasında değişmekle birlikte onbeş yıla kadar uzananları da bulunmaktadır. Krediler genellikle bir amortisman takvimine göre geri ödenirler. Bazı kredilerde amortisman hemen, bazılarında ise beş veya altı yıl sonra başlar. Genellikle kredilerde bir ödemesiz dönem öngürülür. Sendikasyon kredilerinin hem ödünç alan, hem de ödünç verenler açısından önemli yararları vardır. Ödünç alanlar bakımından bunların en önemli avantajı kredi itibarı yeterince yüksek olmayan ülke veya şirketlere, uluslararası piyasalara girme olanağı sağlamasıdır. Geleneksel kanaldan uluslararası piyasalara girebilmek (yani ihraç edilen tahvillerin yabancı
sermaye piyasalarında satılarak fon sağlanması) için ödünç alıcının büyük bir sanayi ülkesi ya da tanınmış bir çok-uluslu şirket olması gerekir. O bakımdan mali yönden yeterince güçlü olmayan az gelişmiş ülkelerin bu piyasalara açılabilmeleri için en önemli kaynak sendikasyon kredileri olmaktadır (Parasiz, 2000).
Türkiye de uygulamakta olduğu liberal ekonomik ve mali politikalar çerçevesinde euro-tahvil piyasalarından borçlanmaya başlamıştır. Bu piyasalardaki ilk borçlanma 26 Şubat 1987 yılında Commerzbank önderliğinde bir konsorsiyum kanalıyla 125 milyon DM tutarındaki tahvil ihracı ile gerçekleştirilmiştir. Dolar üzeriden ilk borçlanma da 22 Aralık 1988 de Bankers Trust önderliğinde bir konsorsiyum kanalından 150 milyon dolarlık tahvil ihracı ile yapılmıştır (A.Ö.F., 2002).
2. ULUSLARARASI BANKACILIK HİZMETLERİ
2.1. BANKA VE BANKACILIK
Günümüzde ekonomik hayatın en önemli temel taşlarından biri olan bankaların para-kredi, sermaye konularına giren konularda önemli görev ve fonksiyonları bulunmaktadır. Ticari hayatta hem yurt içi hem de yurt dışı işlemlerin düzenli olarak yürütülebilmesi, bankaların bulunmadığı bir ortamda çok zordur. Bankalar; kişilerin tasarruflarını güvenle sakladıkları ve bu tasarruflardan gelir elde edebildikleri finansal kurumlardır. Ayrıca bankalar, finansman gereksinimi olan kişi ve kurumların bu ihtiyaçlarını karşılar. Havale, çek işlemleri, menkul kıymet alım satımı, senet tahsili gibi bankacılık hizmetleriyle müşterilerine hizmet verir (Mıshkın, 2002).
Hemen hemen tüm dünya dillerinde ufak tefek bazı değişikliklerle ifade edilen banka sözcüğünün İtalyanca “banco” kelimesinden geldiği ve daha sonra kelimenin banka olarak kullanıldığı sanılmaktadır. “Banco” sözcüğünün İtalyancadaki anlamı masa, sıra ya da tezgah demektir. Günümüzde en mükemmel şeklini almaya başlamış olan banka pek çok yazar tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımlardan bazıları aşağıdaki gibidir:
“Banka mevduat kabul eden, bu mevduatı en verimli şekilde çeşitli kredi işlemlerinde kullanmak amacını güden veya kısaca; faaliyetlerinin esas konusu düzenli bir şekilde kredi almak ya da kredi vermek olan bir ekonomik kuruluştur” (Parasiz, 1996)
Bankacılık faaliyetinin en önemli kaynağı, mevduat veya diğer adlarla kişilerden toplanan fonlardan oluşmaktadır. Başka bir değerlendirmeyle bankacılık, başkasının parası üzerinden işlem yaparak para kazanma faaliyetidir; ancak, o kişilere sahip oldukları paralardan vazgeçme maliyeti karşılığı faiz ve benzeri adlar ile bir kazanç aktarılmaktadır. Bankaların genel anlamda dört işlevi bulunmaktadır. Bunlar:
- Ödeme araçlarının yönetimi
- Portföy yönetimi
- Fon transferleri ile likidite ve risk paylaşımının sağlanması
- Ödünçlerin izlenmesi ve daha iyi bilgi edinme ve işlem maliyetlerinin azaltılması (Erol-Fındıkçı, 2001).
2.2. ULUSLARARASI BANKACILIK
Mali piyasalarda özellikle teknolojik olanakların gelişmesi ve yüksek teknoloji ürünlerinin kullanımının yaygınlaşması sonucunda ulusal sınırlar ile stratejik kavramı anlamını yitirmiş ve piyasalarda zorunlu liberalleşme yaşanmıştır. Böylece, bir çok ülke sermaye hareketleri önündeki kısıtlamaları kaldırmak zorunda kalmıştır. Bu sürece koşut olarak yasal düzenlemelerin kalkması veya çok büyük değişimlere uğraması, doğal olarak mali yeniliklerin ve yeni finansal ürün ve araçların ortaya çıkışını hızlandırmıştır. Bu hızlı değişimle birlikte yaşanan iç yasal düzenlemeleri bu sürece uydurma çabalarında sürece dışarıdan dahil olan ve genel olarak da fon alıcısı durumunda olan ülkeler ciddi yasal düzenleme hataları yaşamışlardır ve yaşamaktadırlar. Bu yasal düzenleme çabalarına uluslarüstü boyut kazanmış olan fon akım sahiplerinin baskıları egemenlik olgusunu bile zorlar duruma gelmiştir. Bu zorlamada işlemlerinde uluslarüstü fon sunan kesimler IMF ve Dünya Bankası gibi birtakım kurumları da baskı organları ya da dayatma örgütleri olarak kullanmaktadırlar. Ulusal egemenliği bile zorlayan bu gelişim süreci sorgulanmaya değerdir. Ancak, ulusal egemenliği baskılanan ve genelde fon gereksinimi olan ülkelerin iç dengelerindeki bulanıklıklar da bu sürece ciddi katkılar sağlamaktadır.
Bu tür ülkelerin güçlü ve yönlendirici kesimleri ile uluslarüstü fonların sahipleri birbirlerini besler biçimde davranmaktadırlar. Yazılı ve görsel basın bu sürecin ayrılmaz parçasıdır. Bu davranış biçiminin doğal sonucu olarak bu tür ülkelerin aydın kesimi (ya da okumuş takımı) kullanılarak kamuoyu yaratılmaktadır. Yaratılan kamuoyunun etkisiyle bu sürecin sorgulanmasının tüm araçları ve ögeleri ortadan kaldırılmaya çalışılmakta; yanlışlar ya da istenenler doğruymuşçasına ya da genelin lehineymişçesine koro halinde dile getirilmektedir. Durum böyle olunca, sürecin sorgulamasını yapacak ve süreçteki yanlışları ortaya koyacak kişi ya da kesimlerin sesleri kesilmektedir. Düzen, iç ve dış örgütlenmelerinin gücünün ortaya çıkardığı geometrik güçle ya da yarattığı yeni doğrularla (kendilerinin doğruları) gerçek doğruların görülmesini engellemekte ve uluslarüstü güçlere hizmet sunan ortak bir beyin çalışmaktadır.
Bu tür ülkelerin kamuoyu kendi aleyhlerine ve egemenlik alanlarının yitirilmesi pahasına dahi olsa bu koronun seslendirdiği şarkıları söylemektedir. Bu şarkılar dışında söylenen şarkılar ise, “detone” olarak nitelendirilmektedir. 1960’lı yıllar, uluslarüstü bankaların, uluslararası finansal piyasaların yeniden oluşturulduğu yıllar olmuştur. ABD, İngiltere, Fransa, Japonya, Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre, İsveç gibi ülkelerin uluslarüstü bankaları, “yabancı banka” şeklinde faaliyetlerini genişletmeye başlamışlardır (Erol-Fındıkçı, 2001).
2.3. ULUSLARARASI BANKACILIĞIN ÖZELLİKLERİ
Özellikle, yirminci yüzyılın başlarında itibaren ülke ekonomileri küreselleşmeye (globalleşmeye) başlamış ve dünya ticaret hacminin hızla büyüdüğü görülmüştür. Günümüzde uluslararası (international) ya da çok uluslu (multinational) kavramları yerini “Global” ya da “Küresel” kavramlarına bırakmıştır. Bu kavramlar “uluslarüstü” ve “sınırsızlık” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Çok Uluslu Şirketler kavramının yanında, global şirket tanımının ortaya çıktığı görülmektedir. Çok uluslu şirketler; bir çok ülkede faaliyet gösterip, ürünlerini ve faaliyetlerini her ülkeye göreli olarak büyük farklar taşıyan maliyetlerle ayarlarken; global şirketler, ana bölgelerini (tüm dünyada faaliyet gösteriyor ise tüm dünyayı) tek bir pazarmış gibi düşünüp, göreli olarak çok düşük maliyet farkları ile faaliyette bulunmaktadır.
Dünya ekonomisinde yaşanan bu gelişmelerle birlikte finansal piyasalarda da gelişmeler yaşanmıştır. Ulusal finans piyasalarını ayıran sınırların ortadan kalkması ve uluslararası sermaye akımlarının ileri boyutlar kazanması süreci de finansal globalleşme olarak adlandırılmaktadır. Uluslararası finansal akımların gelişmesi, uluslararası döviz piyasaları ve özel yabancı sermaye yatırımlarıyla doğrudan bağlantılı olan Eurocurrency, Eurobond ve uluslararası hisse senedi piyasalarının ortaya çıkmasına ve fon akımlarının kurumsal anlamda uluslarüstü bir nitelik kazanmasına yol açmıştır. Bu piyasalar, fon sunum ve isteminde bulunan değişik ülkelere ait firma, banka, kamu kurumu ve bireysel yatırımcıların bir araya geldiği piyasalardır (Parasiz, 2002).
Uluslararası bankacılık işlemlerinin yapılacağı birimin seçimi ya da bu birimlerden oluşacak banka ağının genişliği, özellikle banka stratejisine bağlıdır. Bunun yanında, bankanın boyutu ve uluslararası tecrübesi, sahip olduğu insan gücü varlığı, bankanın ulusal ya da uluslararası iş yapısı da son derece önemlidir.
Boyut faktörü, bir taraftan bankanın etkileyebileceği fiziksel kaynakları belirlerken, bir taraftan da müşterilerin isteklerini en etkin şekilde cevaplandırmakta karşılaşılacak problemleri en aza indirebilmektedir. Bankanın geleneksel işlem ve faaliyetlerinin yapısı ve tarihsel gelişimi, belirli bir örgütsel yapının seçiminde en önemli belirleyicidir. Birçok büyük banka geniş bankacılık ağı oluşturmakla ilgilenirken, küçük bankalar çoğunlukla seyyar bankacılık birimlerini tercih etmektedir. Buna ilaveten küçük bankalar, sindikasyon kredilerine katılmayı, müşterileri çekebilmek veya kredilendirmede ticaret finansmanıyla ilgili fırsatları değerlendirebilmek için deniz aşırı muhabirlik ilişkilerini daha uygun görmektedir.
Yurt dışında oluşturulacak bankacılık kurumları ağının organizasyon yapısı ile ilgili kararlar, özde bankanın genel pazarlama stratejisine bağlıdır. Özellikle fon toplama politikaları, çok uluslu müşterilere hizmet düşüncesi, bankanın yerel para birimine göre belirlenen işlere katılma isteği ve ticaretin finansmanında daha fazla pay alma gibi faktörler örgütsel yapının biçimini önemli ölçüde etkilemektedir (Parasiz, 2002)
2.4. ULUSLARARASI BANKACILIK ÖRGÜTLERİ
Yukarda bahsettiğimiz meydana gelen değişimlere koşut olarak uluslarüstü bankacılıkda da farklı örgütsel şekiller ortaya çıktığı görülmektedir. Bankaların uluslarüstü duruma gelişinde görülen başlıca örgütsel şekiller şöyledir:
1· Muhabir Banka (Correspondant Bank)
2· Temsilcilik ve İrtibat Büroları ( Representative Offices)
3· Şube (Branch)
4· Tali-İştirak Banka (Subsidiary Bank)
5· Katılım Banka (Associated Bank)
6· Tabela Bankacılığı ve Paravan Şubeler (Brass Plate or Banking Shell Branch)
7· Konsorsiyum Bankacılığı (Concortium Banking)
8· Kıyı Bankacılığı (Off-shore Banking ) (Parasiz, 1996)
2.4.1. Uluslararası Bankacılık Departmanı
Bir bankanın uluslar arası hizmet sunmada yapması gereken ilk iş banka merkezinde bu işlemlerle ilgilenecek bir departman oluşturmasıdır. Bu departmanın boyutu ve örgütlenme tarzı, bankanın uluslar arası işlem hacmine bağlı olarak değişecektir (Toraman). Bir bankanın uluslararası hizmet sunmada yapması gereken ilk iş, banka merkezinde bu işlemlerle ilgilenecek bir departman oluşturmasıdır. İş hacmi büyük ölçüde artarsa, uluslararası alana yönelik önemli fonksiyonların uluslararası departmanların da özel birimleri tarafından yerine getirilmesi zorunlu hale gelecektir. Belirli bir noktadan sonra iş hacmi hala artmaya devam ederse, bankanın uluslararası departmanının minyatür bir banka şeklinde faaliyet göstermesi zorunlu olacaktır.
Para sistemleri, iş pratikleri, dil ve benzeri konularda ülkeler arasında farklılıklar bulunduğundan, bankaların sadece uluslararası departman yoluyla etkin bir işlem veya faaliyet hacmine ulaşması son derece güçtür. Bu nedenle bankalar uluslararası alanda genişlemeyi daha ileri noktalara götürmek amacıyla diğer örgüt tiplerini kullanmayı tercih etmektedir (Seyidoğlu, 2003).
2.4.2. Muhabir Bankacılık
Özellikle belirli ülkelerde şubesi olmayan ana ülke bankaları, söz konusu olan ülkelerdeki ilişkilerini sürdürebilmek için o ülkedeki bankalarla karşılıklı anlaşma ile birbirleri üzerinden muhabir hesapları tutarak muhabir ilişkisine girerler (Toraman). Bir banka işlemlerinin veya faaliyetlerinin nispeten az olduğu ülkelerde belirlenmiş bazı işlemleri yapmada kendi ajanı olarak faaliyette bulunması için yerel bir bankayla bağlantı kurabilir. Böyle bir durumda yerel yabancı banka muhabir banka olarak adlandırılmaktadır. Muhabirlik ilişkileri basit olarak yerine getirilecek faaliyetleri, uygulanacak şartları ve ödenecek komisyonu belirleyen mektupların ilgili bankalara gönderilmesiyle oluşturulabilir (Seyidoğlu, 2003).
2.4.3. Temsilcilik Büroları
Bankalar, yabancı bir ülke ile iş yapan müşterilerine, kendi personelleri ile yardımcı olmak için, ilgili yabancı ülkede veya komşu bir ülkede temsilcilik büroları açarlar. Görevleri mevduat toplayıp kredi vermek değil müşterilere ülke hakkında bilgi vermek ve önerilerde bulunmaktır (Toraman). Temsilcilikler, bir bankanın yabancı ülkede kendini temsil etme amacına yönelik bir ya da daha fazla kişiden oluşan bankacılık kurumudur. Burada görev alacakların ilgili ülkelerin bankacılık işlemleri konusunda bilgili ve hükümet, finansal çevreler ve iş adamlarıyla bağlantıları olan kişiler olması tercih edilmektedir. Temsilciler aynı zamanda birden fazla bankayı temsil edebilmektedir. Temsilcilikler şubelerin yasaklandığı veya sınırlandırıldığı ülkelere giriş için de kullanılabilir. Hizmetleri şunlardır: Muhabirlerle bağlantı sağlama, ülkenin ekonomik-politik yapısıyla ilgili bilgi verme, ana bankanın müşterilerine hem yardım hem de bilgi sağlama, döviz ve yerel şartlarla ilgili bilgileri ana bankaya aktarma (Seyidoğlu, 2003).
2.4.4. Acenteler
Temsilcilikle şubeler arasında kalan kurumlardır. Acenteler mevduat toplama dışında her yönüyle tam bir bankaya benzemektedir (Toraman). Gidilen ülkelerin yasalarının izin vermesine bağlı olarak temsilcilikle şube arasında yer alan bu kurum oluşturulabilir. Acentalar mevduat kabulu dışında her yönüyle tam bir bankaya benzer. Müşterilerinin ya da mudilerin kredi ve borç durumunu gösterir bir hesap tutabilirler, yerel para piyasası ve döviz piyasalarıyla ilişki kurabilir, kredi sunabilir, kredi mektubu verebilir ve kıymetli evrak alım satımı yapabilir. Avantajları fonksiyonlarından kaynaklanan bu tip kuruluşların en önemli dezavantajı, çeşitli düzenlemelerle potansiyel faaliyetlerinin sınırlandırılabilir olmasıdır (Seyidoğlu, 2003).
2.4.5. Şubeler
Şube bankaları yasal ve fiili olarak ana bankanın bir parçasıdır. Yönetim ve işletme açısından kendi defterlerini tutsa da, borç ve alacaklar ana bankaya ait olmaktadır (Toraman). Şubelerin aktif ve pasifleri, patenti ve uyguladığı politikalar ana bankaya aittir. Şubeler gidilen ülkenin ve ev sahibi ülkenin yasal düzenlemelerine bağlıdır. Şubeler esnek bir şekilde ve düşük maliyette ana bankaya işlem ve faaliyetlerin kontrolünde önemli avantajlar sağladığından tercih edilmektedir. Bankanın kredi potansiyeli ve bankaya güven ilgili bankanın şubesine önemli fırsatlar sunduğundan şube açma tercih edilebilir. Şubelerin en önemli dezavantajı ise yer, bina, uzman, teçhizat ve haberleşme düzeninin sağlanmasında ana bankaya büyük maliyetler yüklemesidir (Seyidoğlu, 2003).
2.4.6. Bağımlı ve İlişkili Bankalar
Büyük bankalar, yabancı piyasalarda kendilerine bağımlı bankalar kurdurmak yoluyla o piyasalarda bankacılık işlemleri yapma yoluna gidebilirler. Bağımlı bankalar, ayrı kimliğe sahip kuruluşlar olarak, ev sahibi ülkenin yaslarına göre faaliyet gösterirler. Yabancı bir bankaya bağımlı olan yerel banka, müşterilerinin gözünde ana banka kadar güvenli sayılır. İlişkili banka ise, yerel ülke yasalarına göre kurulan, mülkiyetinin bir kısmı yabancı ülkedeki bankaya, diğer kısmı ise mevcut yerel bankalara ait olan bankalardır (Toraman).
Bağlı kuruluş, bir bankanın küçük bir hissesine sahip olduğu ve diğer ortaklarla birlikte faaliyetine sorumlu olarak katıldığı gidilen ülkenin bankacılık kuruluşu olarak tanımlanabilir. Bu bankacılık kuruluşunda yabancı bankanın herhangi bir kontrol yetkisi yoktur. Yan kuruluş ise yerel yasa ve düzenlemelere bağlı olarak yabancı ülkede kurulmuş bağımsız bir bankacılık kurumudur. Bu kuruluşta yabancı bankanın payı teorik olarak yüzde 1-99 arasında değişebilir.
Bağlı ve yan kuruluşlar, şube açmanın yasaklandığı veya sınırlandırıldığı ülkelerde şubelerin bir ikamesi olarak kurulmaktadır. Bu nedenle bu tip kuruluşlar yeni bir uluslararası finasman alanına girmenin uygun bir aracı veya önemli bir bağlantıya girmeksizin tecrübe kazanmanın bir yolu olarak kullanılabilir. Bu tip kurumların en önemli avantajı bir başka bankacılık birimi oluşturmakta elde edilebilecek imkanlardan daha fazlasını sunmasıdır. En önemli dezavantajı ise, amaçların belirlenmesinde ve uygun politikaların oluşturulmasında taraflar arasında ortaya çıkabilecek çatışmalardır (Seyidoğlu, 2003).
2.4.7. Konsorsiyum Bankalar
Konsorsiyum bankalar, genellikle farklı ülkelere mensup iki veya daha fazla bankanın mülkiyetinde olan ve bağımsız olarak kurulan bankalardır. Bu bankalar kısa veya uzun süreli finansman sağlamak üzere geçici olarak oluşturulur ve yasal bir kimliğe sahip değillerdir. Temel faaliyet alanları yatırımla uğraşmak olup, tek başına çok yüksek miktarda kredi elde edebilirler (Toraman).
Ayrı bir bankayı ya da finansal kurumu örgütleyen ve kontrolünü elinde bulınduran iki ya da daha fazla bağımsız bankanın sahip olduğu banka olarak tanımlanabilir. Konsorsiyumu oluşturan bankaların aynı ulustan olması zorunlu değildir. Çok uluslu firmaların faaliyet hacmi önemli ölçüde arttığından ve bazı projelerde uluslararası işbirliği gerekli olduğundan, bankalar fon sağlamak amacıyla bankacılık konsorsiyumu oluşturmayı tercih etmiştir. Bankacılık konsorsiyumunun avantajları şunlardır: bir üyenin limitini aşan projelerin finansmanına imkan sağlaması, çok uluslu olmasından dolayı herhangi bir ülkedeki merkez bankası sisteminin denetimine bağlı olmaması, her üyenin özel uzmanlıklarını bünyesinde bulundurduğundan daha uygun bir risk-hasılat dengesinin kurulmasını kolaylaştırması. En önemli dezavantajı ise finansal kriz döneminde fon bulma sorunudur. Çünkü bu tip kurumları destekleyecek ülke veya merkez bankası yoktur (Seyidoğlu, 2003).
2.5. OFFSHORE (KIYI ÖTESİ) BANKACILIK
Kıyı bankacılığı, ülke dışından sağlanan fonların ülke dışında veya koşullara göre ülke içinde kullandırılması, uluslararası devletsiz (kaynaksız ya da uyruksuz) paraların fon fazlası bulunan merkezlerden fon açığı bulunan merkezlere transfer edilmesi gibi finansal hizmetler yürüten, genellikle serbest bölgelerde kurulan merkezlerde faaliyet gösteren ve ülke içindeki bankacılık sisteminin tabi olduğu yasal düzenlemelerin kapsamı dışında tutularak, getirilen mali ve hukuksal üstünlükler ve ayrıcalıklar sayesinde çekici çalışma koşullarının sağlandığı bankacılık türüdür (Alabeyoğlu, 1991). Kıyı Bankacılığı merkezleri ise, işlemlerin gerçekleştirilme biçimine göre kayıt merkezleri ve işlevsel (fonksiyonel) merkezler olarak iki dala ayrılmaktadır.
Kayıt merkezleri (paper center , shall branch , brass plate ) özellikle sağlanan vergisel avantajlar nedeniyle tercih edilen merkezler olup, başka merkezlerde gerçekleştirilen finansal işlemlerin burada kayda geçirilerek, önemli vergisel avantajların (vergi planlamalarının) sağlandığı yerlerdir. Kayıt merkezleri, fonların kaynaklarının ve kullanımının tümüyle dıştan dışa gerçekleştirildiği, finansal aracılığı tamamen yabancılar arasında geçen antrepo olarak görülmektedir. Bu tür merkezlerde genellikle herhangi bir kambiyo veya vergi denetimi yapılmadığı, kıyı bankacılığı yapan finansal kuruluşlarca söz konusu merkezlerde bulunma karşılığında sadece yıllık belli bir ücret ödendiği belirtilmektedir.
Fonksiyonel merkezler (Functional Centers) ise işlemlerin bizzat gerçekleştirildiği, mevduat toplama, fon sağlama, toplanan fonların krediye dönüştürülmesi, kredi sübvansiyonlarına katılma gibi her türlü uluslararası bankacılık faaliyetlerinin yürütüldüğü merkezlerdir. Euro pazarların faaliyetlerinin yürütüldüğü merkezlerdir. Euro pazarların önemli bir halkası olarak kabul edilen bu merkezler dünya finans piyasaları arasında bağ kurmak ve fon fazlası olan merkezlerden fon açığı olan merkezlere kaynak aktarılmasında aracılık etmek gibi işlevleri yerine getirmektedir. Fonksiyonel merkezler kendi içinde üç alt dala ayrılmaktadır.
Bunlar:
- Birincil Merkezler (Primery Conters)
- Fon Sağlayıcı Merkezler (Funding Centers)
- Fon Toplayıcı Merkezler (Collection Centers)
Birincil merkezler; genellikle uluslararası finansal merkezler olup, kredi yönetimi ve sendikasyonlara katılama gibi bankacılık ve kıyı bankacılığı işlemlerini gerçekleştiren, gerek iç piyasa gerekse dış dünyadan kaynaklanan fon sunum ve isteminin karşılaştığı son derece gelişmiş finansal merkezler olarak tanımlanmaktadır. İç piyasanın fon isteminin, bölgede biriken fonlardan oldukça düşük bulunduğu bölgeler bulunmaktadır. Bu bölgelerdeki fon faizlerinin, yerel finansal kuruluşlardan çok daha komplike biçimde uluslararası piyasada değerlendirmek amacıyla merkezler oluşturulmaktadır. Bu merkezlere Fon Toplayıcı Merkezler denmektedir. Burada toplanan fonlar, fon açığı bulunan bölgelere aktarılmaktadır. Dış dünyadan gelen fonların ağırlıklı olarak iç piyasadaki yerel projelerin finansmanında kullanılmasına aracılık eden merkezlere ise, Fon Sağlayıcı Merkezler denilmektedir.
Kıyı bankaları özel bir banka olmayıp, temel olarak diğer bankalar gibi mevduat toplamakta, kredi vermekte ve güvene dayalı işlemler (fudiciary) yapmaktadır. Kıyı bankalarını diğer bankalardan ayıran özelliklerin başlıcaları aşağıdaki gibidir:
- Kıyı bankaları bulundukları ülkede geçerli olan para birimi dışındaki bir para birimi ile işlem yapar.
- Kıyı bankaları koşul olmasa da esasen yerleşik olmayan kişiler ve kurumlarla işlem yapar.
- Kıyı bankaları genellikle yurtiçi finans piyasasının tabi olduğu yasaların, sınırlamaların ve denetimlerin çoğundan bağışıktır.
- Birçok kıyı bankacılığı merkezinde çok sıkı biçimde sır saklama ilkesi uygulanmaktadır
Birçok kıyı bankacılığı merkezinde sıkı biçimde sır saklama ilkesi uygulanmaktadır. Kıyı bankaları klasik anlamda bankacılık hizmetlerinden fon toplamak, döviz ve dövize bağlı işlemler, dış ticaret finansmanı, kredi sendikasyonu düzenlemeleri, factoring, forfaiting gibi dışsatım işlemleri, leasing, para swapları arbitraj, altın işlemleri, yatırım fonlarının oluşturulması, menkul kıymet portföylerinin yentilmesi ve varlıklı müşterilerin her türlü ekonomik faaliyetlerinin yönetilmesi gibi hizmetler de vermektedirler.
Kıyı bankacılığının gelişmesinde, bu bankalara tanınan serbestlikler önem arz etmektedir. Genel olarak bu serbestlik ve bağışıklıklar aşağıdaki gibidir:
- Faiz oranlarının belirlenmesinde serbestlik.
- Belli bir likidite, disponibilite oranı uygulanmaması, munzam karşılık yatırılmaması.
- Dolaysız vergi olarak alınan gelir veya kurumlar vergisinin kaldırılması ya da çok düşük
düzeylere çekilmesi veya vergi planlamaları yoluyla sıfırlanması (Erol-Fındıkçı, 2001).
2.5.1. Türkiye’de Offshore Bankacılık
Kıyı bankacılığı Türkiye’nin finans gündemine ilk olarak 1976 yılında girmiş olup Lübnan’ın kıyı bankacılığı merkezi olma özelliğini kaybetmesi ile Beyrut’a alternatif olarak düşünülen İstanbul, o gün için ulaşım, iletişim ve haberleşme imkanlarının kısıtlı olması ve liberal bir ekonomi politikasının bulunmaması gibi altyapı eksiklikleri nedeniyle ayağına kadar gelen uluslararası kıyı bankacılığı merkezi olma şansını kaybetmiştir. Konuyla ilgili ilk ciddi çalışmalar 1980’den sonra uygulamaya konulan ekonomik program doğrultusunda başlatılmış, Türkiye’de Serbest Bölge faaliyetleri kapsamında ele alınan kıyı bankacılığına ait merkezlerin yine serbest bölgeler içerisinde olması planlanmıştır. 15.06.1985 tarihinde yürürlüğe giren “Serbest Bölgeler Kanunu” ile getirilen düzenlemeler serbest bölgelerde banka kurulmasına ve vergi ile kambiyo kontrollerinin esnek tutulmasına imkan tanımış, kanunda bu bölgelerde faaliyet gösterecek bankaların 3182 sayılı Bankalar Kanunu’na tabi olmaları öngörülmekle birlikte Bankalar kanunu’nun 74’ncü maddesinin Bakanlar Kurulu’na vermiş olduğu yetkiye istinaden çıkarılan bir kararname ile normal bankalar için öngörülen sınırlayıcı hükümlerin tatbik edilmemesi mümkün olmuştur.
Bu çalışmalarla kıyı bankacılığının faaliyete geçmesi için gerekli yasal zeminin hızla oluşturulabilmesine imkan tanındıysa da Körfez Krizi’ne dek konuyla ilgili ek bir çalışma yapılmamıştır. Gerekli yasal çerçevenin tatmin edici boyutlarda oluşturulmasıyla dünyanın önde gelen bankalarının Türkiye’yi Ortadoğu ülkelerine tercih edecekleri ve faaliyetlerini ülkemize taşıyabilecekleri, bu neticenin de istanbul’un bir fınans merkezi haline gelişini sağlayacağı muhakkaktır.
Uluslararası finans çevrelerinde Bahreyn’e alternatif olabilecek merkezler arasında İstanbul’un yanısıra Atina, Kahire ve Güney Kıbrıs’ın da adı geçmekle beraber, İstanbul’un sosyal ve kültürel olarak Kahire’ye nazaran çok daha iyi bir ortam sunması, altyapı mevcudiyeti, haberleşme ağının oldukça yeterliliği, ayrıca Türkiye’nin Mısır’a göre daha demokratik ve istikrarlı bir ülke olması, Türkiye için önemli avantajlar olarak kabul edilmektedir.
Diğer taraftan İstanbul’un, bulunduğu saat dilimi açısından da Tokyo, ABD, ve Avrupa’daki başlıca finans merkezlerinin açılış ve kapanış saatlerine Atina’dan daha etkin bir şekilde yetişebilmesi, İstanbul’u daha güçlü bir aday konumuna getirmektedir. Başka bir konu da, Avrupa Topluluğu’nda bulunan Kıyı Bankacılığı merkezlerinin, 1992 yılında tek pazara geçilmesinden sonra ayrıcaklı işlemler uygulayamaz oluşlarıdır. Topluluk ülkelerindeki fonların diğer kıyı bankacılığı merkezlerine kayması ihtimali, Avrupa’ya yakın olan Türkiye için ayrı bir avantaj olarak nitelendirilmekte, bütün bunlar istanbul’un uluslararası finans merkezi olabilmesi için ümid vaad etmektedir.
Fakat bu umudun güçlenebilmesi, İstanbul’un ülkeye yabancı sermaye çekebilmesi ve uluslararası finans çevreleri ilgisinin Türkiye’ye yöneltilebilmesi için gerekli şartlar arasında, enflasyonun en azından batı standartlarına düşürülmesi, ödemeler dengesindeki açığın azaltılması ve bunlara paralel olarak liberal kambiyo ve dış ticaret politikalarının sürdürülmesi bulunmaktadır. Türk sanayi ve bankacılık çevreleri konuya olumlu yaklaşırken Bahreyn boşluğunun doldurulması gerektiği savunulmakta, sanayiciler finansman kaynağı bulma zorluklarınm İstanbul’un finans merkezi olması halinde çözümlenebileceğim düşünmektedirler.
Bankacılık çevrelerindeki ortak kanı ise kıyı bankacılığının sektördeki rekabeti daha da yoğunlaştıracağı, rekabetin de, sektörde daha ucuz fon yaratılmasını ve bu durumun kredi maliyetlerinde düşüşü beraberinde getireceği yönündedir. Ayrıca, bankaların faaliyetlerini sadece kıyı bankacılığı ile sınırlı tutmayarak aynı zamanda ölçek ekonomilerinin avantajlarından yararlanmak amacıyla diğer finansal işlemlere de kaydıracakları tahmin edilmektedir. Uluslararası alanda rekabet gücü kazanmak açısından çok önemli olan uluslararası kredi ve tahvil, vadeli döviz ve altın, leasing ve dış ticaret finansmanı konularında uzmanlaşmaya gidebilmek kıyı bankacılığım sektör için daha da cazip hale getirecek, uygulanacak modern bankacılık ve finansman teknikleri, ülkemizdeki proje, mali, hukuki ve diğer danışmanlık hizmetlerinin gelişmesine de yardımcı olacaktır.
Ancak bu yapılırken Türkiye’nin, uluslararası bankaların gerçek anlamda bankacılık faaliyetleri yerine, vergi ve diğer giderlerinin minimize etmek için paravan olarak kullandıkları pirinç levha bankacılığının merkezi olmasına imkan tanınmamalıdır. Kıyı bankacılığının bir uzmanlaşma alanı olarak seçmek konusunda kesin kararlara varmadan önce fayda – maliyet analizlerinin dikkatli yapılması ve bu faaliyetlerin ileride ülke ekonomisine katacağı net gerçekçi değerin gerçekçi bir şekilde hesaplanması gerekmektedir (Pekcan, 1993).
2.5.2. Türkiye’de Offshore Bankacılığın Yan Etkileri
Bankacılık sektöründe son yıllarda sıkıntılı bankaların olduğu bir gerçektir. Sıkıntılı banka mali bünyesi zayıflayan, yasal yükümlülüklerini yerine getiremeyen banka demektir. Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar sürekli kontrol altında tutuluyorlar. Çok sıkı denetimler söz konusu. Denetimler sırasında bankacılık kurallarına uymayan ve bankacılık yasasına aykırı işlemler varsa, bunlar raporlarda yazılır ve yetkililere bu raporlar verilir. O aşamadan sonra siyasi otoritenin etkinliği söz konusudur. Son yıllarda kamuoyunda sıkıntı çeken bankaların olduğu dile getiriliyordu. Ancak bunlarla ilgili önceleri işlem yapılamıyordu. Çünkü eski bankalar kanunu, herhangi bir bankayı fona devretmeden önce, onun mali durumunun düzeltilmesi için gerekli her türlü işlemin yapılmasını gerektiriyordu. Ancak bankalar kanunundaki yeni düzenlemeyle, artık faaliyetlerine devam eden bankanın mali yapısı bozulmuşsa, doğrudan fona devredilebiliyor. Bütün bu ve benzeri konular dikkate alındığında bankacılık sektörü Türkiye ekonomisinde sorun kaynağı olmaya devam ediyor. Hükümetin 12.12.199 da Tasarruf Sigortası Mevduat Fonu (TSMF) vasıtasıyla el koyduğu beş banka, kamunun sırtına yüklediği 1,6 katrilyon TL zarar dışında binlerce off-shore hesapları mağduru yarattı (NTVMSNBC).
TSMF’ ye devredilen bankaların; Yaşarbank’ın Kıbrıs (Yaşarbank Foreign Trade Off-Shore Ltd) ve Almanya’da (Yaşarbank GMBH), Yurtbank’ın Kıbrıs’da (Yurt Security Off-Shore Bank Ltd.), Esbank’ın Avusturya’da (Esbank AG), Egebank’ın İrlanda’da (Ege Finance), Etibank’ın ABD’de (New York Off-Shore) adı ile kurulu, sadece bir tabela ile masa ve sandalyeden oluşan, tüm mevduat işlemlerinin Türkiye’den yürütüldüğü kıyı bankacılığı şirketleri var. Kıyı bankacılığı amacıyla yasal izinle kurulmuş olan yukarıdaki şirketlerin, bu beş bankaya ait hisseleri, o hisseler çerçevesindeki sorumluluk ve yükümlülükleri ile beraber TSMF’ye devredilmiştir. Zira bu olay, devletin sakat para politikaları ve bankaları yeterince denetlememesi ile banka yöneticilerinin genellikle mevduat sahiplerini doğru bilgilendirmemesinden kaynaklanmıştır. Kaldı ki, TSMF’ye devredilen beş bankanın sahiplerinin Türkiye’deki mal varlıklarına da, devlet ihtiyari tedbir koydurmuştur. Bu bankaların sahibi olduğu off-shore bankalar var. Bu bankalardaki mevduatlar güvence altında değildir. Yani bu hesaplardaki paraları ödeyip ödememek, banka sahiplerinin insafına kalmıştır.
Türkiye’de faaliyet gösteren ve mevduat kabulüne yetkili bulunan bankalar ve/veya TSMF’ye devredilen bankaların vasıtası ile off-shore bankalar nezdinde açılmış bulunan hesaplar garanti kapsamında değildir. Çünkü, anılan off-shore bankalar yurt dışında kurulmuş olduğundan Türkiye’deki mevcut sigorta sisteminin dışındadır. Ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan off-shore bankaların işlemleri konusunda kendi adınıza off-shore bankalarda açtırmış bulunduğunuz hesaplara havale işlemi yapan bankaların hiçbir yükümlülüğü olmadığı gibi hukuki sorumluluğu da bulunmamaktadır. Devlet güvencesi olan bankalarda ise devlet sadece 50 milyar lira için bir güvence verir ve bunu bir süre sonra faizsiz olarak öder. El konulan bankaların batırdıkları miktar toplam 797 trilyon liradır. Gayri nakdi krediler, teminat mektupları gibi izi sürülmesi gereken kredilerle bu zarar 1 katrilyon liraya kadar ulaşabilir. Yurtbank 321 trilyon, Esbank 189 trilyon, Egebank 186 trilyon, Sümerbank 61 trilyon, Yaşarbank 40 trilyon ve Bankkapital de 28.8 trilyon lira batırmıştır.
2.6. ULUSLARARASI BANKACILIĞA GEÇİŞİ BELİRLEYEN FAKTÖRLER
Bankacılığın uluslararasılaşmasını belirleyen faktörleri çok geniş ve karmaşık olmasına rağmen şöyle gruplayabiliriz:
- Bankacılığa özgü özellikler
- Üretimde mukayeseli avantaj ve işlem etkinliği
- Döviz işlemleri, ticari, hukuki, teknik ve finansal içerikli danışmanlık ve kredi sendikasyonu gibi spesifik işlemlerde uzmanlaşma
- Önemli finansal merkezlerde veya piyasalarda bir pozisyona sahip olma isteği
- Otomasyon, kredi kartları ve yeni kredi türleri gibi sonuçlar hasıl eden bankacılık sistemindeki değişiklik ve yenilikler
- Sermaye ve yönetim kapasitesi
- Birden fazla parayı içeren kredi türlerinde uzmanlık
- Firmalarla veya özel kişilerle oluşturulmuş hesapları koruma
- Yurtdışındaki yan kuruluşlarla kredi değiş tokuşu
- İktisadi veya coğrafi faktörler
- Kar potansiyeline sahip deniz aşırı alanlar
- Faiz arbitrajı
- Döviz riski
- Paranın konvetibiletisi
- Piyasa mükemmelsizliklerinin bankacılık endüstrisinde monopol karları yaratması
- Uluslararası alanda büyüme beklentileri
- Geniş yatırım ve finansman imkanı
- Tasarrufların konsolidasyonu
- Ödemeler bilançosu fazlalıklarının veya açıklarının büyümesine ve hacmine bağlı
olarak fonların yeniden devreye sokulması ihtiyacının doğması
- 1950’lerden sonra dünya ekonomisinde görülen iyileşme ve büyüme
- Uluslararası ticaret ve sermaye akımlarındaki kısıtlamaların giderek azalması
- Ülke riski
- Temel mal fiyatındaki ani artışlar
- Ulaşım ve haberleşmede sağlanan teknolojik yenilikler
- İstikrarlı bir mevduat veya kredi tabanı kaynağı
- Sosyal ve politik normlar
- Belirli alanlardaki politik ve ekonomik entegrasyon
- Doğal kaynakların zenginliği
- Çok uluslu bir firma tarafından yapılabilecek global işler
- Yeni finansman aletlerine duyulan ihtiyaç
- Pasiflerine ve garantilerine oranla uluslararası rezervlerin hacmi
- Ana ülkedeki yasal ve düzenleyici kısıtlamalar
- Deniz aşırı faaliyetlere getirilen kısıtlamalar
- Karşılıkların yokluğu
- Mevduat veya kredilere getirilen faiz oranı sınırı
- Liberal vergi yasaları
- Kar transferine getirilen kısıtlamalar
- Döviz kontrolleri
- Reeskont kolaylıklarının artışı
- Kredi tavanları
- Ulusal parayla verilen kredilere tavan getirilmesi
- Şube açmanın yasaklanması ve sınırlandırılması
- Eyaletler arası bankacılığa getirilen kısıtlamalar
- Döviz pozisyonlarında ve vade belirlemede serbestçe davranabilme
- Yabancı bankalara yönelik ulusal tutum
- Uzun dönemli politikaların etkisi
- Diğer ülkelerle kurulan dostça ilişkiler
- Spesifik dış politika eylemleri
- Spesifik ödemeler bilançosu politikaları
- Ülkeler ve coğrafi bölgeler arasında iktisadi ve askeri alanlardaki entegrasyon
- Geleneksel bankacılık gizliliği ve ülkenin politik tarafsızlığı
- Ülkelerde uygulanan genişletici para politikası
- Sömürge lişkileri
- Bölümlü piyasalar
- Özel kaynaklardan ödünç verme istekliliği (Şenay, 1987)
2.7. ULUSLARARASI BANKACILIKTA BAŞLICA EĞİLİMLER
2.7.1. Yoğunlaşma
1960’lı yılların başlarından bu yana, bankacılık sektöründeki rekabet nedeniyle, perakendeci bankalar geleneksel faaliyetlerinin yanında bazı alanlarda da uzmanlaşmak üzere yeniden ve geniş şekilde örgütlenerek toptancı işlemlere daha fazla önem vermeye başlamışlardır.
Böylece bankalar müşterilerine yerel ve uluslararası düzeyde mümkün olduğu kadar geniş finansal hizmetler sunabilmekte ve rekabet ortamında Pazar payı arttırmaya çabalamaktadırlar.
2.7.2. İşbirliği
Bankalar arasındaki işbirliğinin üç şekli mevcuttur.
- Bir konsorsiyum bankasına üyelik
- Bir bankacılık kulubüne üyelik
- Geleneksel muhabir bankacılık işlemlerinin sürdürülmesi
2.7.3. Uzmanlaşma
Bankacılık sektöründe son yıllarda yaşanan yoğun rekabetin bir sonucu olarak hızlı bir uzmanlaşma süreci gözlenmektedir. Şirketlerin bütün bankacılık işlemlerini tek bir bankadan yürütmeleri şeklindeki geleneksel eğilimleri “ Brand Loyalty To One Particular Bank) ekonomik faaliyetlerdeki rekabet ve uzmanlaşma sürecinin hızlanmasına bağlı olarak son yıllarda değişiklik göstermiştir. Nitekim şirketler ekonomideki uzmanlaşma eğilimlerinin bir sonucu olarak, her bir spesifik konudaki ihtiyaçları için, ayrı finansal kuruluşlardan çeşitli taleplerde bulunmaktadırlar.
2.7.4. Şube Ağının Genişletilmesi
Uluslararası bankacılıkta görülen yoğunlaşma, işbirliği ve uzmanlaşma eğilimleri, banka örgütlerinin daha geniş bir coğrafi alana yayılmasını gerektirmiştir. Bu çerçevede, bankaların, birçok Uluslararası finansal merkezde, mümkün olduğu kadar az sayıda, ama uzman nitelikte personel çalıştırdıkları ve elektronik endüstrisinin sunduğu bilgisayar ve iletişim araçları gibi çeşitli modern teknik araçlarla donatılmış çok miktarda şube, temsilcilik ve bürolar açtıkları görülmektedir (Parasiz, 2002).
KAYNAKLAR
Kitap Kaynakları
Alabeyoğlu, Yalçın
1991 “Kıyı Bankacılığı ve Serbest Bölgelerde Yapılan Diğer Bankacılık Hizmetlerinin Tabi Olduğu Esaslar”, DPT Yayınları, Ankara
Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları (A.O.F.)
2002 Uluslararası İktisat, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir
Baltaoğlu, Süren
2008 Para Sistemleri Tarihi, Atlantis Kitabevi, İstanbul
Doğukanlı, Hatice
2001 Uluslararası Finans, Nobel Kitabevi, Adana
Erdoğdu, Pekcan
1993 Kıyı Bankacılığı Gelişimi- Uygulaması ve Türkiye, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, İstanbul
Erol, Ahmet – Fındıkçı, Mehmet
2001 “Off-Shore (Kıyı) Bankacılığı Ve Türkiye Uygulaması”, Mükellefin Dergisi, Sayı: 106
Mishkin, Frederic
2002 The Economics of Money, Banking, and Financial Markets, A.Wesley, U.S.A.
Parasız, M. İlker
1994 Uluslararası Finansman : Teori ve Uygulama : Dışa Açık Makro Ekonomiye Giriş, Ezgi Kitabevi, Bursa
1996 Uluslararası Para Sistemi, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa
2000 Para Banka ve Finansal Piyasalar, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa
2002 Modern Bankacılık Teori ve Uygulama, Savaş Yayıncılık, İstanbul
Sarıkamış, Cevat
1990 Sermaye Pazarları, İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü, İstanbul
Seyidoğlu, Halil
2003 Uluslararası Finans, Güzem Can Yayınları, İstanbul
Şenay, Eryürek
1987 Uluslararası Bankacılık İçin İlk Tanımlar, Anadolu Bankası Eğitim Yayınları, İstanbul
İnternet Kaynakları
NTVMSNBC
http://www.ntvmsnbc.com/news/9662.asp?cp1=1
Toraman, Saliha
http://www.yenimakale.com/ekonomi/159-uluslararasi-bankacilik-hizmetleri.html