Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi’nde esir düşerek Mısır’a gönderilen 15.000 askerin İngilizler tarafından kör edildiği yönündeki aktarım, askerlerin Filistinliler tarafından kör edildikleri iddiasıyla sunulmuş.
Esir düşen 15 bin Osmanlı askerinin 1918 yılında Filistin halkı tarafından kör edildiği ve sonrasında öldürüldüğü iddiasına değineceğiz…
1918 yılında esir düşen Osmanlı ordusundaki 15.000 askerin “Filistinliler” tarafından kör edildiği yönündeki asılsız iddia şöyle ileri sürülmüştü:
2 Mayıs 1918’de 15 bin Osmanlı Askeri esir alınarak Filistinli halk tarafından kör edilerek öldürüldü.
Kurtulan askerlerden biri İstanbul’a dönünce şu ağıtı yaktı:
Gazze’nin meğer kumundan çokmuş kalleşi
Nasıl sırtından vurur insanı din kardeşi!
Filistin, Trablusgarp, Yemen illeri.
Hangisini kanım ile sulamadım..?
Gezdim cephe cephe bütün çölleri,
Türk’e, Türk’ten başka dost bulamadım!
15 bin Osmanlı askerinin, Filistinliler tarafından kör edildiğine dair herhangi bir kaynak bulunmuyor.
Aslında İngilizlerin suçlandığı ve kendileriyle bir ilgisi bulunmayan hadise, Filistinliler odağa çekilerek servis edilmiş.
İşbu iddianın kökeni, 1918 yılında Filistin Cephesinde esir alınan 16. Tümenin 48. Alayına bağlı askerlerin İngilizler tarafından Seydibeşir Kampında kimyasal içerikli su kazanlarına atılarak kör edildiği aktarımına dayanıyor (Esir alınan 15 bin Osmanlı askerinin, İngiliz doktorlar tarafından, içine bol miktarda yanıcı özelliğe sahip olan krizol maddesi konulan su dolu kazanlara sokulduğu, ardından krizolun yanıcı etkisiyle askerlerin gözlerinin kör olduğu belirtilmişti).
TRT 2’de yayınlanan bir programda bu iddia şöyle aktarılmıştı:
İngilizler tarafından esir edilen 16. tümen 48. alaydaki 15.000 Osmanlı askerinin Seydibeşir Kampında (İngilizlerle Türkler arasında tercümanlık görevini yapan Ermeni tüccarların kışkırtmaları kaynaklı) işkencelere ve açlığa maruz bırakıldığı ve İngilizler tarafından kör edildiği iddiasına bahse konu videonun açıklama bölümünde şu notla yer verilmişti:
“‘Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-ı Harbiye Kampı’
İngilizlere esir düşen 15.000 Mehmetçik Mısır’da nasıl kör edildi?
Karamanlı yedek subay Ahmet ALTINAY’ ın günlüğünü su yüzüne çıkaran Ahmet Duru’nun, İmge yayınlarından çıkan “Katran Kazanında Sterilize” adlı kitabından…
Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 15 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedildi. Kampın tam adı, “Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-ı Harbiye Kampı” idi. Bu kampta, 1918’de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alayı’na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12 Haziran 1920’ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi…
Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi.
Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.
Çözüm toplu katliamdı…
Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.
Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözler yanmıştı…
Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu.
Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler bir önerge vererek, Mısırda esirlerin “Krizol Banyosuna” sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM’nin teşebbüse geçmesini istediler. Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.
Ama onlar unutmuyorlar…
Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutması…”
Kahire’nin kuzeybatısındaki İskenderiye civarındaki Seydibeşir Kampında (Sidi Bishr Camp) esir tutulan Osmanlı ordusundan askerlerin mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla, olması gerekenden fazla cresol (krizol) madde katılan dezenfekte havuzlarına sokulduğu, normalin çok üzerinde eklenen krizol maddesi nedeniyle askerlerin kör edildiğine yönelik hatıratlarda ve dönemden çeşitli belgelerde aktarımlar mevcut. Öte yandan, esirlerin gözlerinin oyulmasının ya da kör etmek amacıyla kasıtlı şekilde dezenfeksiyon küvetlerine sokulmasının söz konusu olmadığı, esirlerin muzdarip olduğu (trahom, göz kapağı iltihabı gibi) göz hastalıkları nedeniyle görme yetilerini kaybettikleri de belirtilmektedir.
İngilizlerin elinde esir bulunan asker ve sivillerden ilk kafilenin yurda dönmesi ile birlikte esirler arasında ciddi derecede hasta olanlar, gözlerinden rahatsız ve hatta görme yetisini kaybetmiş olanların sayısındaki fazlalık Osmanlı yöneticilerinin dikkatini çekmiş bu durumun bir sağlık heyeti tarafından soruşturulması talimatı verilmişti. 8 Ocak 1919 tarihinde sağlık heyeti tarafından hazırlanan raporda, esaretten dönenler arasında göz hastalıklarının ciddi boyutta olduğu, ilk gelen kafilede gözlerini kaybetmiş olanların sayısının 48 iken bu sayının ikinci kafilede 53, üçüncü kafilede 59 olduğu belirtilmiş ve hemen tedaviye başlanılmaz ise bu sayının daha da atacağına dikkat çekilmişti (ATESE, İSH, K.123, G.70, B.70-3) (Nesrin Dirimeşe (2019). “I. Dünya Savaşı’nda İngilizlere Esir Düşen Türkler ve İngiliz Esaretindeki Türk Esir Kampları”. Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi).
25 Aralık 1918’de Garya Hastahanesi Göz Mütehassısı Münir İzzet, Merkez Hastanesi Göz Tabibi Yükümlü Yüzbaşı Tevfik, 4. Kolordu Asker Alma Başhekimi Binbaşı Hasan Kadri ve Merkez Hastanesi Başhekimi Yarbay Besim Rıfkı tarafından hazırlanan esaret sonrası yurda dönen esirlerde görülen göz hastalıklarına dair tablo şu şekildeydi:
Doç Dr. Selçuk Ural’ın “Mütareke Döneminde İngilizlerin Elindeki Türk Esirlerinin İadesi ve Ortaya Çıkan Sorunlar” başlıklı (Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi. S 37-38. Mayıs-Kasım 2006. Sf: 187-210) makalesinde Türk esirlerin kör edilmesi sorunu hakkında şu ifadelere yer verilmişti:
“İzmir’e gönderilen yaralı ve hasta esirler arasında gözlerinden rahatsız ve hatta kör olanların sayısının fazla oluşu dikkat çekmeye başladı. İzmir’e gelen üç kafileyi kontrolden geçiren 10 kişilik bir sağlık heyeti tarafından hazırlanan 8 Ocak 1919 tarihli raporda; Mısır’dan dönen kafilelerde Trahom ve Oftalmi Prulent gibi göz hastalıklarının şiddetli bir hal aldığı, birinci kafilede bir veya iki gözünü kayıp etmiş olanların sayısının 48, ikinci kafilede 53, üçüncü kafilede ise 59’u bulduğu, bunun dışında yüzü aşkın hastanın tedavisine başlandığı, eğer tedavi olumlu sonuçlanmazsa bunların da kör olacağına dikkat çekiliyordu. Sağlık heyeti askerlerdeki göz hastalıklarının yanı sıra zihinsel ve bedensel rahatsızlarının nedenleri hususunda esir bulundukları yerlerde iskan, giyim, iaşece pek fena şartlarda yaşamaları ile gerektiği gibi tedavi edilmemelerinin yattığını ileri sürmekteydi.”
“Sıhhiye Şubesi, diğer birimlerden aldığı bilgileri birleştirerek Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne gönderdiği 14 Nisan 1919 tarihli yazıda; Mısır’dan dönen yaralı ve hasta esirlerin garnizonlarda maruz kaldıkları gayri sıhhi şartlardan ötürü %29-30 oranında Oftalmi ve Trahom göz hastalıkları salgınına maruz kaldıkları, bunların toplam malul askerler içerisindeki oranın %7 ila 12’ye ulaştığı belirtilerek Mısırdaki esirlerin sıhhi durumlarının bir an önce ıslahı lüzumu uluslar arası Sağlık Heyeti’nin raporuyla da sabit olduğuna dikkat çekti.”
“Sağlıksız ortamlarda yaşama mücadelesi veren askerler hayatta kalmalarını sağlam bünyeye sahip olmalarına borçluydular. İngilizler, esirler içerisinde sağlam olanları en ağır işlerde çalıştırılırken onlara sadece ekmek ve pirinç çorbası veriyorlardı. 26. Tümen 59. Alay’da askerliğini yaparken Gazze cephesinde esir düşen Mehmet oğlu Hasan 23 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esaret günlerini anlatırken; Tel-el Kebir garnizonunda iki ay kaldıktan sonra kendisi de dahil olmak üzere sağlamların seçilip yol yapmak ve kanaldan gelen vapurlara erzak yüklemek ve sırtlarında kum taşımak suretiyle çalıştırıldıklarını, hastalandığı güne kadar günlük 500 gram ekmek ve akşamdan akşama cüzi miktarda pirinç çorbası veya lapa verildiğini belirtmekteydi.
Türk makamları arasında körlük vakalarının normal kabul edilemeyeceğine dair ilk ifade 5 Mayıs 1919’da Sıhhiye Dairesi’ne gönderilen yazıda kendini göstermiştir. Dördüncü kafile olarak İzmir’e getirilen 3 subay ve 582 er arasında 313’ünün kör olduğu belirtilerek sayının fazlalığına dikkat çekiliyordu. Buna rağmen yazıda herhangi bir inceleme yada girişim başlatılmasına ilişkin bir isteğe yer verilmemesi sorunun boyutları hakkında henüz bir endişenin mevcut olmadığını gösteriyordu. Fakat Nezarete ulaşan esir ifadeleri olayın arkasında bir kasıt ve ihmalin söz konusu olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Eskişehir Askerlik Şubesi Başkan vekili Yarbay İbrahim Bey, Sincanlı Askerlik şubesine bağlı 1312 (1896) doğumlu Osman oğlu Hüseyin’in ifadesine dayanarak gönderdiği telgrafta Türk askerlerinin kör edilmesinin insanlık değerleriyle bağdaşmadığına dikkat çekerek olayı şiddetle protesto ediyordu: “İngiliz ordusuna esir düşüp bilahare avdet eden Sincanlı Şubesi efradın ifadesine nazaran olbabdaki emir-i alilerine binaen şubesinden gönderilen merkumun ifadesi müteala olundukta hakikaten 20. asır medeniyeti ile gayri kabil-i telif olan hal kemal-i teessür ve teessüfle görüldü. Acaba şu ifade icab ettiği makama gönderildik de makam sahibi olmakta o millete mensup tabiiyetten dolayı kızaracak mıdır? Yoksa galibiyetin verdiği neşe ile dudak mı bükecektir, omuz mu silkecektir? Avrupa efkâr-ı hissiyatında vahşi denilen Türklerin acaba hangi bir ferdi bu gibi ihanet ve cinayatı irtikab etmiştir. Düvel-i mutelifeye ait hangi bir esir vatana bu surette dönmüştür..,”.
Yurda dönen esirlerden biri olan Sincanlı 1312 doğumlu Osman oğlu Hüseyin, dört kişilik heyet karşısında verdiği ifadede esirlerin bilinçli bir şekilde kör edildiğini şöyle ifade etmişti (ATASE, İSH, K.90, G.30, B.30-5):
“..Efendim esir düştüğüm zaman gözlerim sağlam idi. İskenderiye civarında Tel-el Kebir’de 5 numrolu tele koydular. Biz 300 kişi idik. Bir giin bizi havuz banyosuna soktular. Meğer havuzun içerisine bir takım ilaçlar koymuşlar. Havuzdan çıktıktan sonra gözlerimiz şişti, bozuldu. Sonra 7 numrolu hastahaneye yatırdılar. Bizimle esir düşmüş İslam doktorları orada esir bulunuyordu. Onlardan bizim gözlerimizin neden böyle olduğunu sual ettiğimizde yıkandığınız havuza asit-i fenik gibi bazı şeyler koymuşlar ve civarımızda bulunan diğer 13.000 kişinin de bizim gibi gözlerinin bozulduğunu gördük ve anladık. Mezkûr 7 numrolu hastahanede 5 gün kaldık sonra İngiliz doktorları bizi ameliyat yapacağız diyerek bayıltarak gözlerimizin bebeklerini çıkartarak bu veçhile bizi gözden halel bıraktılar,..”
1917 yılında Gazze’de İngilizlere esir düşen mülazım-ı evvel Halit Bey, hazırlamış olduğu raporda esirlere yemek olarak sadece turşu verildiğini, esirlerin çok ağır işlerde çalıştırıldıklarını, hasta esirlerin Rum ve Ermeni doktorlara tevdi edildiğini, bundan dolayı Türk esirlerin yüzde otuzunun gözlerinin kör olduğunu, % 15-20’sinin de zehirlenerek öldürüldüğünü belirtmişti (Mustafa Arıkan (1991). “Birinci Cihan Harbi Türk Esir Mektuplarında Duygu ve Düşünceler“. Osmanlı Araştırmaları Dergisi XI. İstanbul. Sf: 37)
Eyüp Sabri Akgöl hatıratında İngilizlerin Türk esirlerin gözlerini kasten kör etmeleriyle ilgili olarak şu satırları aktarmıştı (1978. Esaret Hatıraları / Eyüp Sabri: Bir Esirin Hatıraları / Mutbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi. Hazırlayan: Nejat Sefercioğlu. İstanbul.):
“… Biraz da Mısır’da gördüğümüz Ermeni tabiplerinden bahsedeceğim. Ve onlara şu tabiri kullanmaktan kendimi men edemeyeceğim: GÖZ OYUCULARI. Abbasiye hastanesinde Mısır’da Türk esirlerine yapılan cinayet ve hıyanetlere misal olunamaz. Zannederim bu alçakça işleri yapanlar gerçi sırf Ermeni doktorları olmuştur. Lakin bunlara son derece yüz ve yetki verilmiş olduğundan dolayı mel’unlar hareketlerinde serbest kalmışlar ve arzuları veçhile, biçare ve masum evlatlarımızın, yani esaret altında bulunan bu günahsız askerlerimizin bağırta bağırta gözlerini oymuşlardır…
…esirlerimiz sabahtan akşama kadar güneş altında angaryada çalıştıklarından dolayı kızgın kumun tesirinden göz ağrısına tutulurlar ve mecburen nöbetçi doktoruna müracaat ederlerdi. Doktor bunların gözüne ilaç koymaksızın ele bir av geçmiş gibi sevinerek hemen hastaneye kaydeder, gözü ağrımakta olan asker hastaneye gitmek istemez ve gönderilmemesi için yalvarır, rica ederse de cebir ve tazyikle gönderilir, on gün sonra gözsüz olarak dönerlerdi… Hastane avlularında otuz, kırk asker birbirinin ceketlerinden tutarak dizi halinde abdesthaneye giderler, o suretle def-i hacet edebilirler ve kendilerine mutfaktan yemek almak için dahi zavallılar birbirlerini yederek aynı Şekilde dizi ile gider gelirler ve sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç yarı tok hayatlarını sürdürürlerdi…”
Esir kamplarında görev yapan Ermeni doktorların ve Ermeni hemşirelerin Türklere karşı besledikleri kin nedeniyle esir tutulan esirlerin de gözlerinin kör olduğu ya da edildiği de belirtilmektedir (Vedat Tüfekçi (2019). “Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere Esir Düşen Türk Askerleri”. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Doktora Tezi).
28 Haziran 1921 tarihinde TBMM’ye “Malta’da tutuklu bulunanlar ile Mısır’da 15 000 esiri kasten sakat bırakan İngiliz doktor ve subaylarına dair TBMM’ye verilen önerge hakkında yapılacak işlem.” konulu bir soru önergesi sunulmuştu (Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi. CA, Fon Kodu: 30..18.1.1, Yer No: 3.26..11).
15.000 askerin İngilizler tarafından kör edildiği iddiasına yer veren, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 28 Mayıs 1921 tarihli oturum zabıtlarında (37. Birleşim. Sf: 329-330) yer alan Edirne Mebusları Şeref ve Faik Beylerin sunduğu takrir (görüşme konusu) belgesi ve Şeref Bey’in konuşması şu şekildeydi (1921 yılında TBMM’ye sunulan bu takrir sonuçsuz kalmıştı):
7. — TAKRİRLER
1. — Edirne Mebusu Şeref Beyle arkadaşının, Malta mevkuflarına dair takriri.
REİS — Efendim, Edirne Mebusu Şeref Beyin takririni okuyoruz.
B. M. M. Riyaseti Celilesine
Bütün dünyayı ateşe vererek yanan yurtların ve dökülen kanların üzerinde açık bir iştiha ile karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmiyen İngiltere ile, elde silâhı olduğu halde mustarip beşeriyet namına sulhu selâmlıyan Türk Milletinin Ağamemnun zırhlısında akdettiği mütarekenin üzerine memleketin dört köşesine yayılan İngilizler daima mel’un, daima kahhar yaşamış, tarihlerine lâyık leîm ve ihanetkar bir siyasetle namertlikten bihaber mert Türk’ü aldatmak küçüklüğünü bir kere daha göstermişlerdi. Türkiye’de ilk işleri mihrabı Islâmiyeti müdafaa eden memleketin vicdanlı ve namuslu evlâtlarını silâhlarından tecridettikten sonra şeytanı racim gibi ellerinde ateşli kamçı kovalamak oldu. Tuttukları yol ise daima kahpe ve her işleri tarihleri gibi daima hile idi. îşte bu sırada vicdan denilince midesinde iştiha, namus denilince kesesinde para ariyan ve hiçbir vakit ırkımızdan olmıyan beş on sefilin İstanbul’da İngiliz hizmetkârlığı ile kurdukları Hükümet bu Türk evlâdını İngilizlere teslim ile Maltaya naklettiler. Yaratıldığı günden beri efendi yaşamış Türk ırkının tarihi hiçbir zaman böyle bir zillet kaydetmemiştir.
Timürlenk’in talebettiği Ahmed Oelâyır’ı ve Kara Yusuf’u Timür’e teslim etmektense Koca Osmanlı Devletinin tarumar enkazı üzerine kapanmayı tercih eyliyen Yıldırım Bayezid’i, muhip ve müheykel Romanof Çarlarına Macar mültecilerini teslim etmektense harbi tercih eyliyen Abdülmecid’i ve nihayet hâlâ hâlâ seyyiatı idaresinin netayicini tamir ile meşgul olduğumuz Abdülhamid bile İngilizlere Mazhar Paşa ile Şevket Beyi bütün harb tehditlerine rağmen teslim eylemediğini Meclisi Âlinize arz eyleriz. Fakat şunu da ilâve edelim ki, kahraman padişahlar yetiştirmiş bir hanedanın bugün Türk’ü Türk’e kırdırmak ve Yunan esaretini, İngiliz zincirini Türk milletinin istiklâline tercih eylemek hususunda gösterdiği nâhalef bir tıynetle istanbul’daki şahsiyeti zaife bu vatandaşları İngilizlere vermişti. Vatandan bin mil uzakta Akdenizin ortasında sivrilmiş karataştan ibaret bir Adanın içinde İngiliz kahır ve istipdadmm altında inliyen bu mazlumlardan bir kısmı nasılsa bugün geliyor. Fakat orada kalan biçarelerin bir cürmu varsa o da Türk vatanını sevmekten ve İngiliz ihanetine boyun eğmemekten ibarettir. Bunlar ne olacak? Bu zavallıların Anadolu’da ve İstanbul’da en sefil şartlar altında inliyen aileleri bugün ekmek bulamıyarak nasıl sürünüyorlarsa, oradakiler de aynı vaziyettedir. Bunlar vaktiyle bu devletin vilâyetlerini, ordularını idare etmiş adamlardır. Eğer bunlar mücrim ise Türk milleti İngiltere’ye bunları muhakeme ve tecrim için vekâleti kaza vermemiştir ki, onları o mahrumiyetler ortasında makhur ve perişan yaşatfin. Bu doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin hakkı kazasına taallûk eden bir meseledir. Bunların ailelerini düşünmekle beraber bu âlicenap millet orada artık şimdi kim bilir icadı mezalimde Allah’ın bir mislini yaratmadığı bu zâlim milletin elinde neler çekmekte olduklarını düşünerek bunların bir gün evvel kurtulmaları için Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin müspet ve seri bir teşebbüste bulunması hususunu fazilet ve hamiyetin canlı bir timsali olan Meclisi Âlinize arz eyler ve Anadolu’da mevkuf Ravlenson ve emsali İngilizlerin bu mağdur Türk evlâdı teslim edilmedikçe iade edilmemesini teklif ederiz ve Mısır’da bililtizam İngiliz’in tathiratı fenniye bahanesiyle miktarı muayyeninden fazla (Krizol) banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri on beş bin evlâdının üzerinde irtikâbedilen bu cinayetin müteammit failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kumandan ve zabitlerinin tecrim edilmesini de ilâve eyleriz.
27 Mayıs 1337
Edirne Mebusu Mehmed Şeref Edirne Mebusu Faik
ŞEREF B. (Edirne) — Muhterem arkadaşlar; irfanınıza ruşenadır ki, İngiliz demek İslâm düşmanı demektir, bunun bir ikinci şıkkı yoktur. Kâinatta ya İslâmiyet var veya İngiliz yok…
Bunun ikisini bir yere getiremezsiniz; mümkün değil. İngilizler bizi Malta’ya götürdükleri vakit yapmadıkları şenaat kalmadı. Efendiler; bize orada verdikleri eti, oraya iltica etmiş olan Rus mültecilerinin önünde – işte Faik Bey de şahittir – Marko namında bir kelbe verdik, yemeye tenezzül etmedi. Binaenaleyh biz aç ve sefil; fakat bütün göğsümüz imanı vatanla, aşk ile dolu olduğu halde kainlerimizi size • bağladık, geldik. Şimdi de birçok arkadaşlarımız geliyor. Orada kalanlar da yalnız bu vatanı kurtarmaktan başka bir şey yapmamış olan mazlumlardan ibarettir. Bunların içinde memleketin vilâyetlerini idare etmiş, ordularını idare etmiş ve nihayet Ali İhsan Paşa gibi, İngilizlere Türk’ün satvetini, Islâmm imanını tamamiyle anlatmış kumandanlar var. İşte İngiltere’nin elindekiler bunlardır. Sonra resmî vesaikle ispat ederim ki; İstanbul’a mütarekeden sonra gelmiş olan ve Anadolu’nun ve Rumeli’nin, bu vatanın namusunu müdafaa eden ve bu vatan için çarpışan çocukları İngiliz eline esir düştükleri zaman doğrudan doğruya Mısır’a sevk edilmişlerdi. Bunları mahsus ihzar edilmiş bir formüle, muzadı taaffün m,addeler içlerine, boyunlarına kadar sokuyorlardı… Fakat Türk çocuğu oraya girince bir ingiliz neferi başına dikiliyor ve süngüsünü uzatınca zavallı yavrucak başını içeri çekiyor ve iki gözü kör oluyordu, ingilizler böylece on beş bin Türk’ün gözünü çıkarmışlardır. (Kahrolsun sadaları)
Sabrediniz efendim ve bunlar mütarekeden sonra birbirinin eteğini tutarak istanbul sokaklarında gezerken kendilerini gören ingilizler; bunun pek feci bir manzara teşkil ettiğinden nâşi resmen Harbiye Nezaretine müracaat etmişlerdir ve kaydı da istanbul Harbiye Nezaretinde mevcuttur.
Şimdi orada bulunan bu biçarelerin bizlere yazdığı mektubu okursam sözlerimin şahidi olur… Mazlum bir binbaşı ailesinin istanbul’dan bana yazdığı bir mektup ne kadar acıklı… Bu aile dört evlâdı ile beraber bugün istanbul’da sürünüyor. Çünkü istanbul’da namus denince midesinde işteha ariyan ve vicdan denince kesesinde paradan başka bir şey düşünmiyen bir şerzimei kalile var. Bunlara bakacak, hallerine ağlıyacak, bunlar için inliyecek kimse yok. Çünkü islâmın ve Türk’ün bütün namusu ve fazileti burada temessül etmiş; tecelli etmiş onu da siz temsil ediyorsunuz ve bunları siz düşüneceksiniz.
Binaenaleyh elinizde bulunan Miralay Ravlenson ve emsalini de siz tutunuz. Ta ki Malta’da mevcudolan o biçareler gelmedikçe, bunları salıvermeyiniz ve aynı zamanda rica ederim, hidematı vataniye tertibinden bu kadar maaş alan var, işte orada aç kalan ve bu vatana hizmet etmiş ve bu orduya çalışmış olan biçarelerin de avladı iyalino hizmet ediniz, bakınız, bunu da sizden istirham ederim… (Beraberiz sadaları).
1921 yılında TBMM’ye sunulan bu görüşme önerisi, 2009 yılında TBMM’ye sunulan bir yazılı soru önergesinin de konusu olmuştu.
2009 yılında MHP İzmir Milletvekili Oktay Vural, dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül‘e, Seydibeşir Kampında yaşanan olaylarla ilgili yazılı soru yöneltmişti.
Oktay Vural’ın 15.000 Türk askerinin İngilizlerce kör edildiği iddiasıyla ilgili Milli Savunma Bakanına yönelttiği sorular şu şekildeydi:
Birinci Dünya Savaşı’nda bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedilmiş ingilizlere esir düsen askerlerden 15.000’nin dezenfekte amacıyla yüksek miktarda krizol havuzuna sokulduğu, bu havuza zorla başlarını sokturarak gözlerinin kör olduğu İfade edilmektedir. Nitekim bu konu 28 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’de Edime Milletvekili Şeref Bey ve Faik Beyin verdikleri bir önergede dile getirilmiş ve İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM’nln teşebbüse geçmesini istemişlerdir.
Sayın Milletvekillerinin 27 Mayıs 1921’oe verip 2B Mayıs 1921’de TBMM’de görüşülen bu önergenin sonunda aynen şu iradeler yer almaktadır “Mısır’da bililtizam İngiliz’in tathiratı fenniye bahanesiyle miktan muayyeninden fazla (Krizol) banyosuna sokarak güzlerini kör ettikleri on beş bin evlâdının üzerinde trtfkâb edilen bu cinayetin möteammit talileri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kumandan ve zabitlerinin işerim edilmesini de ilâve eyleriz”
Bu çerçevede sorularımı yöneltiyorum:
1-Bahsekonu bu olayın failleri hakkında tarihte ne tür girişimlerin yapıldığı tesbit edilmiştir? İngiltere bu olay hakkında nasıl bir tavır içinde olmuştur?
2- Birinci Dünya Savaşı’nda insanlık dışı muamelelere tabi tutulan, topluca katledilen askerlerimiz veya milletimizin maruz kaldığı bu tûr olayların tesbiti yapılmış mıdır? Bu tür İnsanlık dışı muamelenin ve katliamın yer aldığı kaç olay tesbit edilmiştir? Bu konuda yazılı bir doküman bulunmakta mıdır ve yayınlanmış mıdır?
Dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül tarafından ilgili soru önergesine verilen yanıtta, Osmanlı askerlerinin kör olmasına sebep olanların İngilizler olduğu kabul edilmekle birlikte; Osmanlı askerlerinin kör edilmelerinin kasti yapılmadığı, yanlış ilaç verilmesi sonucu böyle bir olayın gerçekleştiği belirtilmişti.
İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın TBMM Başkanlığına verdiği, Millî Savunma Bakanı tarafından cevap verilmesi talep olunan, 7/8178 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı şu şekildeydi:
Birinci Dünya Savaşında İngilizlere esir düşen Türk askerlerinin kasten kör edildiklerine dair
iddialara ilişkin olarak, ATAŞE Başkanlığı kütüphanesinde iki eser mevcuttur. Bu eserler; Eyüp
Sabri’ye ait; “Bir Esirin Hatıraları” (Ankara, 1338, Eser Osmanlıcadır) ve Taşkıran Cemalettin’e ait;
“Ana Ben ölmedim Birinci Dünya Savaşında Türk Esirleri”(lş Bankası Yayınları İstanbul 2001)’dir.
Ayrıca ATAŞE Başkanlığı arşivinde, 7’nci Kolordu Komutanı Ali Nadir Bey tarafından Harbiye
Nezaretine 4 Mayıs 1919 tarihinde gönderilen bir belgeye göre esir düşen ve İzmir’e gelen askerler
arasında 303 askerin kör olarak döndükleri belirtilmiştir.
Rapor, arşiv ve söz konusu eserlerde yapılan araştırmalar sonucunda, İngilizlerce kasti olarak
bir kör etme olayının gerçekleştirilmediği, ancak özellikle İngilizlere esir düşen Türklerden
binlercesinin kamplardan kör döndükleri, bu olaylardan bazılarının yanlış ilaç verilmesi sonucunda
meydana geldiği belirtilmektedir.
Bilgilerinize sunarım.
İddiayı gündeme taşıyan “Gözlerim Eyvah – Mısır’daki Esir Kamplarında Gözleri Kör edilen 15 Bin Türk Askerinin Belgesel Hikayesi” adlı kitabın yazarı Cezmi Yurtsever, bahsi geçen soru önergesine verilen “Genelkurmay rapor ve arşivlerinde yapılan araştırmalarda İngilizlerce kasti olarak bir kör etme olayının gerçekleştirilmediği” yönündeki yanıtın inandırıcılıktan uzak olduğunu düşündüğünü açıklamıştı.
Mısır’da bulunan esir kamplarındaki Türk esirlerinin, İngiliz doktorların nezaretinde, kasten kör edildiği kanaatinde olmayanlar da mevcut.
Trahom hastalığı, zamanında teşhis ve tedavi edilmediği takdirde görme kaybı ile sonuçlanabilmektedir. Ülkemizde katarakttan sonra ikinci sıklıkta görülen bir görme kaybı nedeni olan trahom, Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde yaygın olduğu bilinmektedir (Hamdi Doğan (2017). “Cumhuriyet Döneminde Adıyaman ve Besni’de Trahom (1925-1975)“. Gaziantep University Journal of Social Sciences, 16 (2), 461-489). Doktorlar, 1920’li yıllardaki tahminlerinde Mısır’la bağlantısının gayet açık olduğunu belirtilen trahom hastalığına “Mısır hastalığı” adını verdikleri görülmektedir. İngilizlere ait Mısır’daki esir kamplarında Türk esirler arasında Pallegra ve Trahom salgınının yaygın olduğu tespit edilmişti.
Amerika’da Virginia eyaletindeki Richmond Üniversitesinde tarih profesörü olan ve Türkiye‘de, 1914-1939 yılları arasındaki esirler sorunu ve askeri tıpla ilgili çalışmalar yapan Prof. Yücel Yanıkdağ, “Millete Deva Olmak Osmanlı Savaş Esirleri Tıp ve Milliyetçilik 1914-1939” (2014. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Sf: 170-178) (Healing the Nation: Prisoners of War, Medicine and Nationalism in Turkey, 1914-1939) askerlerin kamplarda görme yetilerini kaybetmelerinin kasten olmasa bile yetersiz beslenme sonucu olduğunu, yanlış tedavi sonucunda ölümlere ve körlüğe yol açılmış olabileceğini, İngiliz sağlık görevlilerinin kasıtlı olmamakla birlikte oryantalist ve ırkçı yaklaşımlarının kalori açısından yeterli ancak B3 vitamini açısından yetersiz kalan diyetin -ilgili dönemde nedeni bilinmeyen- Pallegra hastalığına yol açtığını kabullenmediklerini aktarmıştı.
İddia hakkında Prof. Mesut Uyar şu yorumda bulunmuştu:
“Evet daha önce tartışıldı. Bizim askerleri kör eden dezenfekte etmede kullanılan sıvı değil beslenmede niasin B12 vitamini eksikliği Bu yüzden pellegra hastalığına yakalanıyorlar Ingilizler bilerek yapmıyorlar Ama sorun çıktığında ırkçılık yüzünden asıl sebebi bulamıyorlar
Oysa yapilacak şey basitti. Kepekli ekmek vermek ve pirinç pilavı yerine bulgur. Bunu akıl edebilselerdi binlerce esir ölmez veya sakat kalmazdı. Ama artniyet yok. Ermeni doktorlar vs efsane
Başka anılarda da var bu iddialar. Ancak Mısır’da ve Türkiye’de yapılan kontrollerde sebebin Pellegra ve trahomadan kaynaklandığı ortaya çıkıyor. İlk esirlerden geldiğinde Meclis’e de yansıyan ciddi tepkiler doğmuş. Yapılan incelemeler anılarda geçen ifadeleri yalanlıyor.
Yücel Yanıkdağ’ın doktora tezi bu konudaki en iyi kaynak. Lancet tıp dergisinin 1920lerdeki sayılarında da bu konu epey işlenmiş. İngiliz doktorlar hastalığın beslenme rejiminden kaynaklandığını anlamış ama sorunun vitaminde değil kaloride olduğunu düşünüp kaloriyi arttırmışlarEsir subaylar kantinden malzeme alıp yemekleri takviye ettiği için hastalanmamış.”
1 Yorum
Esir düşen askerlerin asit havuzlarına sokulduğu da tarihi anlatan kaynaklarda yer alır “Şu Çılgın Türkler ” kitabında da detaylı ve yabancı askerlerin ve o zamanların jurnalist (habercileri ) tarafından çekilmiş fotolara da yer verilmiştir . Büyük ihtimal asit işkencesi tarafından kör kalmış olabilirler . Hatta Mehmetçiklerimizin başlarının kesildiği ve top olarak kullanıldığı da askeri kaynaklarda yer almaktadır . Eğer imkanınız var ise dilekçe yazıp özel izin ile İstanbul /Yeşilköy de yer alan askeri Hava müzesinin olduğu yerde Hava Harp Okulunda yer alan ordu arşivinde bu konuda ki anı mektupları ve karargah arası çekilen telgraflara ulaşabilirsiniz .