Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hasen el-Hadramî el-Mağribî et-Tûnisî’ye, yani bilinen adıyla İbn Haldun’un (1332 – 1406) Mukaddime (1377) adlı eserinde Arap toplumu için kullandığı ifadelere göz atacağız.

 

“Meşhur Arap bilgini İbni Haldun’un Arap tarifi” başlığıyla paylaşılan metin şu şekilde:

 

Meşhur Arap bilgini İbni Haldunun Arap tarifi;
Arap hırsız ve talan ruhludur.
Vahşi, kaba ve haşindir.
Ayak bastığı yeri çöle çevirir.
Hırsız ve yalancıdır.
Başkasına ait ne varsa çalma geleneğindedir. (ganimet)
Uygarlık düşmanıdır, gittiği yerde uygarlığı söndürür.

 

ibn-haldun-arap-tarifi

 

ibni-haldun-arap-tarifi

 

Bu atıf için kaynak olarak Prof. Dr. İlhan Arsel’in (1920-2010) “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabı sunulmuş.

 

İbni Haldun’un kaleminde Arap:

 

“Hırsız ve talan ruhludur”, “Vahşî”dir, “Kaba ve haşin”dir, “Ayak bastığı her yeri çöle ve harabeye çeviren”dir, “Hırsız ve yalancıdır ve başkalarına ait ne varsa her şeyi çalmak geleneğindedir”, “Kanun ve hukuk duygusundan yoksundur”, “Kendi hasis çıkarlarından başka hiçbir düşüncesi olmayan bir yaratıktır”, “Bencildir”, “Toplum düzeni duygusundan yoksun ve Anarşiye eğilimli ruhludur”, “Uygarlık düşmanıdır ve her gittiği yerde uygarlık söndürendir”, “Otoriteye bağlılık ve İktidara itaat alışkanlığından ve isteğinden yoksundur” ve bundan dolayıdır ki beşer iradesi ürünü olan kanunlarla değil, fakat ancak gökten inme hükümler ve emirlerle, din emirleriyle ve korkutucu eliyle yönetilebilir niteliktedir ve yine bundan dolayıdır ki AKIL temeline oturtulmamış din‘i en ziyade kolaylıkla kabul eden bir millet olmuştur.(1)

 

Prof. Dr. İlhan Arsel: Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1975, s.53-54.

 

İlhan Arsel’in adı geçen kitabında bu yönde bir atfa yer verdiği görülüyor:

 

“Örneğin İbn Haldun. Mukaddime adlı yapıtında, usta bir sosyolog gözüyle Arap karakterini incelerken, “hırsız ve talan ruhlu”, “kaba ve haşin”, “ayağını bastığı yeri harabeye çeviren”, “kanun ve hukuk duygusundan yoksun”, “toplum düzeni duygusuna yabancı”, “otorite tanımaz ve anarşik ruhlu”, “uygarlık düşmanı” ve bu nedenle “insan iradesi mahsulü olan kanunlarla değil, ancak gökten inme korkutucu emirlerle idare edilebilen yaratık” tanımlarını ortaya koymuştur.”

 

“İbn Haldun’un Araplarla ilgili görüşleri için bkz. İbn Khaldun. The Muqaddimuh; An Introduction to History, İngilizce çeviri Franz Rosenthal, New York. 1953, 3 cilt, yukardaki hususlar için bkz. c.l, s.302-306.”

 

ilhan-arsel-arap-milliyetciligi-ve-turkler-ibn-haldun

 

ilhan-arsel-arap-milliyetciligi-ve-turkler

 

İbn Haldun Mukaddime (“Araplar, Acemler, Berberiler ve Onlarla Çağdaş Olan Büyük Devlet Sahibi Halklar Hakkında İbretler, Başlangıç ve Haber Kitabı”) (“Kitabu’l-lber ve Divanu’l-Mübtedei ve’l-Haber Fi Eyydmi’l-Arap ve’l-Acem ve’l-Berber ve Men Asarahum Min Züveyi’s-Sultdnu’l-Ekber”) adlı eseri incelendiğinde Araplar için paylaşılan yönde ifadeler kullandığı görülüyor.

 

İbn Haldun’un coğrafyanın insan, kültür ve ekonomi üzerindeki etkilerine dair görüşlerini içeren Mukaddime adlı eserinde Arap insanı için “ilkel, vahşi, hırsız ve talancı ruhlu, yağmacı, yalancı, uygarlık düşmanı, hukuk ve kanun anlayışından yoksun, bencil, çıkarlarından başka hiçbir şeye aldırmayan, toplum düzeni duygusundan ve belli bir otoriteye bağlılıktan uzak, anarşi içinde yaşamaktan hoşlanan” gibi sıfatlar kullanmış.

İbn Haldun’a göre Arap halkları ancak uhrevi iktidar yolu ile din emirleriyle yönetme olanağı mevcuttur. Araplar ancak Allah korkusu ve peygamber zorlamasıyla birleşebilmiş, devlet haline gelebilmiş ve belli bir otoriteye bağlı olarak düzen içerisinde yaşayabilmişlerdir.

 

İbn-i Haldun’un Mukaddimesinde Araplar hakkında kullandığı ifadelerden ilgili bölüm şu şekilde (İbn-i Haldûn. Mukaddime. Birinci Cilt. Çeviren: Halil Kendir. Yeni Şafak Kültür. 2004):

 

25. Fasıl – Arapların Ancak Düz Bölgelere Hakim Olabilecekleri Hakkında 

 

Çünkü Araplar vahşi tabiatlarının bir sonucu olarak yağmacı ve bozguncudurlar. Başkalarıyla mücadeleye girmeden ve kendilerini tehlikeye atmadan yağmalayabildiklerini yağmalarlar ve sonra da yurtları olan çöllere kaçarlar. Sadece kendilerini savunmak zorunda kaldıklarında savaşırlar. Kendilerine zor ve meşakkatli gelen şeyleri bırakıp kolay olanlara yönelirler. Bu yüzden sarp dağlarda yaşayanlar onların yağmalarından ve bozgunculuklarından kurtulurlar. Çünkü onlar kendilerini tehlikeye atmazlar, zorluklara katlanmazlar ve yağma için yüksek yerlere ve tepeler çıkmazlar.

 

Düz yerler ise, koruyuculardan mahrum olduğu veya oradaki devletler zayıf bulunduğu takdirde, onlar için yağmaya uygun bir hedef ve hazır lokmadır. Kolay oluşundan dolayı, sürekli böyle yerleşim merkezlerine saldırılar düzenleyip oraları yağmalarlar. Ta ki oralardaki halklar bunlara mağlup ve esir olana kadar. Sonra uygarlıkları yok oluncaya kadar onları elden ele dolaştırırlar. Allah kulları üzerinde mutlak güç sahibidir. O, tek ve her şeye galip olandır.

 

26. Fasıl – Arapların Hakim Oldukları Beldelerin Kısa Sürede Yıkıma Uğradıkları Hakkında

 

Bunun sebebi şudur: Onlar (diğer toplumlardan uzak bir şekilde çöllerde yaşayan) yabani bir topluluktur. Onların bu özellikleri kişiliklerinde iyice yerleşip sağlamlaş­mış, artık bir ahlak ve tabiat haline gelmiştir. Birilerinin idaresi altında olmamak ve bir yönetime itaat etmemek hoşlarına gider. Ancak onların bu özellikleri toplumsal hayata terstir ve onunla çatışmaktadır.

 

Onların olağan halleri sürekli olarak hareket halinde bulunmak ve bir yerden baş­ka bir yere intikal etmektir. Oysa bu durum, sosyal hayatın ihtiyaç duyduğu sükun ve istikrara terstir ve onunla çatışmaktadır. Örneğin Araplar taşlara sadece tencerelerinin altına koymak için (ocak taşı olarak) ihtiyaç duyarlar ve bunun için binaları yıkarak taşları alıp götürürler. Aynı şekilde ağaç ve tahtalara da sadece çadırlarının direkleri ve evlerinin kazıkları için ihtiyaç duyarlar ve bunun için evlerin tavanlarını yıkarlar. Böylece varlıklarının tabiatı, uygar toplumun temeli olan binayı (imarı) ortadan kaldırmaktadır. Genel olarak durumları budur.

 

Aynı şekilde, tabiatlarında olan bir başka şey de insanların ellerinde olan şeyleri zorla almaktır (yağmalamaktır). Rızıkları oklarının gölgesindedir. İnsanların mallarını yağmalamak hususunda herhangi bir sınır da tanımazlar. Gözlerinin ulaştığı her malı ve eşyayı yağmalarlar. Bir devlete sahip olmak suretiyle bu işleri (yağmayı) tam olarak yapacak güce sahip olduklarında, siyasetin (yönetimin) insanların mallarını koruyacağı esası geçersiz olur ve toplum bozulup yıkılır.

 

Yine onlar ustaların, sanat ve meslek erbabının eserlerini yıktıkları için, onlara hiç kıymet vermezler ve böyle ustalıkları da hak ettikleri ücretlerden mahrum bırakırlar. Oysa ileride bahsedeceğimiz gibi, çalışma hayatı kazancın temelidir. Eğer çalışma hayatı bo­zulur, bedelsiz ve karşılıksız hale gelirse, kazanç elde etmek emeli zayıflar, çalışmaktan el çekilir, insanlar dağılır ve toplum bozulur.

 

Yine onlar (toplumsal düzeni sağlayacak) hükümlerin uygulanmasına önem vermezler, insanları kötülüklerden sakındırmazlar ve onların birbirlerine zarar vermelerine engel olmazlar. Bütün düşündükleri yağma ve zulümle insanlardan alacakları mallardır. Bu hedeflerine ulaşmışlarsa, artık bundan sonra insanların hallerini düzeltmek, onların çıkarlarını gözetip korumak ve insanları kötülüklerden alıkoymak gibi şeylerle ilgilenmezler. Hatta insanların mallarını daha çok ele geçirebilmek için mali cezalar (para cezaları) koyarlar. Bu cezaların amacı kötülükleri önlemek ve insanları kötülüklere bulaşmaktan sakındırmak değil, haksızyere ve daha kolayolarak insanların mallarını ele geçirmektir. Böylelikle halklar onların ülkelerinde, hiçbir düzenin olmadığı tam bir kaos ve karga­ şa ortamında yaşamak zorunda kalır. Oysa kaos, toplumu temelinden sarsan bir durumdur. Çünkü insanların toplum halinde ve bir düzen içinde yaşamaları ancak (bu düzeni sağlayacak) güçlü bir devlet ile mümkündür. Bu meseleye (birinci bölümün) birinci faslında değinmiştik.

 

Yine onlar riyaset (başkanlık) için rekabet ederler ve riyaseti -babaları, kardeşleri veya aşiretlerinin ileri gelenleri de olsa- başkalarına bıraktıkları gerçekten çok az görülür ve bunu da istemeyerek ve utandıkları için yaparlar. Onun için onlarda yönetici ve emirlerin sayıları gereğinden fazladır, vergi toplamak ve yönetmek için halkın üzerinde pek çok otorite vardır. Bütün bunlar da toplumsal düzenin bozulmasına ve yıkılmasına yol açar. Halife Abdulmelik, kendisine gelen bir bedeviye (vali) Haccac’ın durumunu sorduğunda, bedevi Haccac’ı, onun siyasetini ve toplumsal durumu övmek için şöyle demiştir: “Tek başına (sadece kendisi) zulmediyor’:

 

Arapların ele geçirip hakimiyetleri altına aldıkları ülkelerdeki toplumsal hayatın çöktüğüne, oralarda yaşayanların çöllere göç ettiklerine ve oraların değişip (bozulup) bambaşka bir hale geldiklerine dikkat et! Örneğin merkezleri olan Yemen, az sayıdaki şehirleri dışında tamamen harap bir şekildedir. Aynı şekilde bir zamanlar Farsların yaşadı­ ğı Arap Irak’ındaki şehirler de harap hale gelmiştir. Çağımızda Şam için de aynı durum söz konusudur. Yine beşinci yüzyılın başlarından itibaren üç yüz elli senedir Hilaloğulları ve Süleymoğulları’nın gidip geldikleri Afrika ve Mağrib’in düzlük yerleri de tamamen harap hale gelmiştir. Oysa Sudan (siyahların yaşadığı bölgeler) ile Rum Denizi (Akdeniz) arasında kalan bu yerler imar edilmiş şehirlerle doluydu. Oralardaki kalıntılar ve eserler buna tanıklık etmektedir. Yeryüzünün ve yeryüzünde olanların varisi Allah’tır ve O varislerin en hayırlısıdır.

 

27. Fasıl – Arapların Ancak Peygamberlik, Velilik Veya Büyük Bir Dini Yöneliş Gibi Dinsel Saikler İle Devlet Olabilecekleri Hakkında

 

Bunun sebebi, onların çöllerde başlarına buyruk yaşamalarının kendilerinde bir tabiat haline gelmesinden dolayı, birilerine itaat etmesi en zor olan millet olmalarıdır. Yine bunda kabalıklarının, kibirlerinin ve başkanlık için büyük bir rekabet içinde olmalarının da etkisi vardır. Onun için ortak bir görüş üzerinde birleştikleri çok azdır. Eğer onlara hükmetmeye kalkışan otorite -yine aralarından çıkmış bir peygamber veya veli vasıtasıyla- “din” olursa, o zaman kibirleri ve rekabetleri ortadan kalkar ve itaat edip bir araya gelmeleri kolaylaşır. Bu da kabalıkları ve kibiri tedavi eden, birbirini çekememeyi ve rekabeti yasaklayan dinsel inancın onları kuşatması sayesinde olur.

 

Eğer onların içinde, Allah’ın emrini yerine getirmek için gönderilmiş bir peygamber veya veli olursa; içlerindeki kötü ahlakı ve diğer olumsuz davranışları ortadan kaldı­rıp onlara güzel ahlakı aşılarsa; hakkı ve doğruyu göstermek suretiyle onları birleştirirse, işte o zaman bir araya gelip birlik olmaları mümkün olur ve bu sayede güçlenip bir devlete dönüşebilirler. Ancak Araplar, yukarıda saydığımız bütün olumsuzluklarına rağmen, (kendilerine gelen) hakkı ve hidayeti kabul etme hususunda da insanların en hızlı olanlarıdır. Çünkü tabiatları, ilkel ve göçebe hayattan kaynaklanan olumsuzluklar dışında, (hükümdarlığın bir sonucu olan) lüks hayatın çarpıklıklarından ve kötü ahlakından korunmuş olduğundan, hayrı kabul etmeye de yatkın ve hazırdır. Lüks hayatın çirkin alış­ kanlıklarından uzak oldukları için, (bozulmamış) ilk fıtratları üzere kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü daha önce değindiğimiz bir hadiste de söylendiği gibi: “Her çocuk (bozulmamış ve doğruyu kabule hazır) bir fıtrat üzere doğar’

 

28. Fasıl – Arapların Devlet İdare Etmeye En Uzak Millet Oluşları Hakkında

 

Bunun sebebi, Arapların diğer milletlerden daha fazla bedevi olmaları, başkalarından daha çok çöllerin derinliklerine dalmaları, zor ve şiddetli yaşam şartlarına alışkın oldukları için verimli topraklara ve oraların ürünlerine ihtiyaç duymamaları, yine başkalarına muhtaç olmamaları ve başlarına buyruk olmaya alıştıkları için de birbirlerine boyun eğip itaat etmelerinin çok zor olmasıdır. Kendilerini savunmak için gerekli olan asabiyetten dolayı, reisleri genellikle onlara muhtaçtır ve asabiyetin dağılıp yok olmaması için onlara güzellikle muamele eder ve sıradan şeylerden kolayca kızıp öfkelenmez. Aksi takdirde asabiyet dağılır ve bu hem kendisinin hem de onların sonu olur. Oysa devleti idare (siyaset) etmek, idarecinin gereğinde zor kullanarak da idare etmesini gerektirmektedir. Aksi takdirde düzenli ve istikrarlı bir yönetim sağlayamaz.

 

Yine böyle olmalarının bir başka sebebi, yukarıda değindiğimiz gibi, sadece insanların ellerindeki mallan almayı düşünmeleri ve bunun dışında insanlar arasında düzeni sağlamak ve insanların birbirlerine zulmetmelerine engel olmak gibi zahmetli işlerle ilgilenmemeleridir. Herhangi bir milleti yenip onlar üzerine egemen olduklarında, bu egemenliklerinin tek gayesini o insanların ellerinde bulunanları almak suretiyle bu nimetlerden faydalanmak olarak belirlerler ve bunun dışındaki her şeyi boş verirler. Yine, işlenen suçlara bolca mfili cezalar (para cezaları) getirirler. Bunun sebebi ise o suçlara engel olmak değil, daha fazla gelir elde etmektir. Çünkü para cezaları, suç işleyen tarafından o suçla elde etmek istediği amacına oranla hafif görüleceği ve küçümseneceği için, belki de suça teşvik edici bir etkene dönüşmektedir. Böylece kötülükler ve suçlar çoğalmakta ve toplumun yıkılmasına yol açmaktadır. Bu durumdaki bir toplum ise herkesin birbirine haksızlık ve zulüm ettiği tekinsiz bir yere dönüşüp anarşi ve kaos içinde kalır, asla huzur ve istikrar bulamaz. Daha önce de söylediğimiz gibi kısa sürede yok olup gider.

 

İşte bütün bu sebeplerden dolayı Arapların tabiatı, devlet idare etmekten çok uzaktır. Onların devlet idare edecek bir duruma gelmesi ancak dini bir yönelişin tabiatlarını değiştirip onları bu olumsuz özelliklerden arındırması, onları kendi kendilerinin hakimi yapması ve insanların birbirlerine zulmetmelerine engel olmaya sevk etmesiyle mümkün olur. İslam’dan sonra kurdukları devletler buna örnektir. İslam’ın, şeriat hü­kümlerine göre ve toplumun görünen ve görünmeyen çıkarlarını gözeterek idare etme işini onların arasında nasıl yeşerttiği gerçeği ortadadır. Devleti bu şekilde yöneten halifeler arka arkaya gelmiş ve işte o zaman devletleri ve hakimiyetleri büyük bir güce ulaşmış­ tır. (Kadisiye Savaşı’nda Farsların komutanı olan) Rüstem, Müslümanların namaz kılmak için toplandıklarını gördüğünde şöyle demiştir: “Köpeklere edep öğreten Ömer ci­ğerimi yedi”.

 

Daha sonra Araplardan bazıları devletten koptular, dini ihmal ettiler, siyaseti (devlet idare etmeyi) unuttular ve yaşamakta oldukları çöllere geri döndüler. Böylece adil olana itaat edip bağlanmaktan uzaklaştıkları için, devlet idarecileriyle olan asabiyet durumlarını unuttular ve eskiden olduğu gibi çöllerde başlarına buyruk yaşamaya başladı­lar. Onlar için hükümdarlık ve devlet (sahibi olmaktan) geriye, sadece halifelerle aynı soydan olmaktan başka bir şey kalmadı. Halifelik de ellerinden gidince, iktidarları tamamen ortadan kalktı ve acemler onlara galip gelip hakim oldular. Böylece hükümdarlık ve siyasetten habersiz, tekrar çöllerdeki badiyelerinde ikamet etmeye başladılar. Hatta çoğu, geçmişte bir hükümdarlığa sahip olduklarını bile bilmeden yaşamaktadır. Oysa hiçbir kavmin geçmişinde, onların sahip olduğu gibi güçlü devlet ve hükümdarlıklar yoktur. (Geçmişte) Ad, Semud, Amalika, Hımyer ve Tebabia Devletleri, İslam’ dan sonra da Mudar, Emevi ve Abbasi Devletleri buna tanıklık etmektedir. Ancak dini boşlayıp siyasetten uzaklaşınca, asılları olan bedeviliğe geri döndüler. Yine de zaman zaman, çağımızda Mağ­rib’te olduğu gibi, zayıf olan bazı devletleri yenip onlara hakim olmaktalar. Ancak buralarda yaptıkları şey de daha önce söylediğimiz gibi, tahrip ve yıkımdır. ”Allah mülkünü (hükümranlığı) dilediğine verir” (Bakara Silresi, 247).

 

 

2 Yorumlar

  1. Akademik ahlak Reply

    Malumatfuruş gittikce kendinden uzaklaştiyorsun haberin olsun. Ya gerçektem hermeneutik konusundaki eksikliklerin ya da yanlılığın seni bu komik duruma düşürüyor sanıyorum.

    İbn haldunun kitabini kontrol findla değil de adam akıllı anlamak icin bütünlüklü okusaydın genel itibariyle söylenenlerin araplar hakkinda degil asabiyeti gelişmemiş ilkel halleri hakkinda olduğunu bilirdir. Nitekim onun bu ilkel hallerinde sadece arapları değil diğer irkları da medeniyete uzaklık, bir arada yaşama arzu ve iradesini göstermedeki gevşeklikleri hususunda benzer ifadelerle tavsif ettiğini görürdün. Bkz. Asabiyet teorisi.

    Burada yapilan tanim arap tanimi degildir yani. Medeniyet için gerekli asabiyeti haiz olmada lazım gelen aşamalardan henüz geçmemiş araplardır. Bu tanima bakarak bugün medenileşmiş ve medenileştirmiş olma bakimindan ender tarihe sahip olan bir milleti al adamın da gol diyor mantiğiyla teoriyi bilerek ya da bilmeyerek ıskalayıp alçatmaya çalisarak manüpülasyon yapmanız sizin çocukça bir tefsir ya da tarafliliginizin göz kanattığı bir tarafgirlik içinde oldugunuza delalet ediyor sanirim.

    Ayrica size rahmet okutacak derecede at gözlüklü bir diger kisi olan alintiladiginiz arsel’in de ibn haldunu alımlaması ve onun görüşü diye aktardiği şey de tamamıyla çarpıtma. Kendin de altta ibn haldunun arapların bu ilkel hallerinin her ne kadar ciddi handikapları olsa da medenileşmiş toplumlardaki bireylerden çok ciddi bazi avantajlar da sagladigini alıntılamissin. Bu avantajlardan en önemlisi de medenileşmenin ve bunun getirdiği lüks, bencillik, tekasür aşkı, manevi haz düşkünlüğü, makam hırsı ve diger bilimum durumların hak ve objektiflik adina ciddi dezavantajlari oldugunu ve bu yuzden ilkel haldeki asabiyeti düşük insanların bir medineliye göre çok daha fazla dogruya isabet etme ve hakikatin taraftari olmaya yakın oldugunu nitekim tarihteki bir çok defalar buna tevafuk edildigini söyluyor. Yani at gözlülüklü profun iddiasinin aksine onlarin rasyonellikten uzak davetlere itaatinin yüksek değil düşük oldugunu, medeninin dunyevilesmesinin hakikate karsi tavrinda bir bedevi arapa göre çok daha fazla bukağıyla kendisini bağladiğini ifade ediyor. yani tamamen aktardiginin tersi.

    Size daha fazla bedava hermeneutik dersi vermeden burada yaptiginiz teyitcilik oyununun ne kadar tehlikeli oldugunu sezdirmeyi bi nebze olsun basarmisimdir diye umuyorum.

    Ibn haldun hakkinda farkli dillerde farkli zibilyon tane calismadan zerre nasibi olmayip açam pdfden ilgili yeri okuyam lafzi olarak geciyor mu geçmiyor mu bakayim paylasayim kafasiyla bu kadar olurdu zaten.

  2. Medenileşmiş bir Arap olduğun için zoruna gitmiş herhalde. Yazılanlarda zerre kadar hata yok. Arapların içinde yaşıyorum, bugün de aynı İbn Haldun’un söylediği durumdalar.

Yorumunuzu yazınız...