Fotoğrafın Hasan Tahsin’e (Osman Nevres’e) Ait Olduğu İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Yunan işgaline karşı İzmir’de ilk kurşunu atarak Türk milli direnişinin sembolü olan yazar ve gazeteci Hasan Tahsin’e (Osman Nevres Bey) (1888 – 1919) ait olduğu sanılarak Silahçı Hasan Tahsin Bey’e (1883 – 1914) ait fotoğrafın paylaşıldığına şahit oluyoruz…

 

silahci hasan tahsin bey
Silahçı Hasan Tahsin Bey

 

Bu yanlış aktarım basına ve sosyal medyaya şu şekilde yansımıştı:

 

Tarihte O An:

“1888-1919, Yunan işgaline karşı ilk direnişi başlatan gazeteci ve yazar Hasan Tahsin.”

 

silahci hasan tahsin

 

Sözcü:

Kahraman Hasan Tahsin’in bu fotoğrafları ilk kez yayınlandı

 

Bugün, ülkemizin işgaline karşı direnişin başlangıcının 100. yıldönümü. 15 Mayıs 1919’da emperyalizmin taşeron ordusu olarak İzmir’in işgal eden Yunan Efsun Alayı’na Konak Meydanı’nda ilk kurşunu atarak Milli Mücadele’nin kıvılcımını yakan Şehit Gazeteci Hasan Tahsin şükran ve minnet duyguları ile anıldı. Törenin ardından 100. Yıl Cumhuriyet Yürüyüşü yapıldı. Bu arada, İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne bağlı Dokuz Eylül Gazetesi, Hasan Tahsin ve ailesinin daha önce görülmemiş fotoğraflarını ilk kez yayınladı.

 

silahci hasan tahsin bey

 

Sanılanın aksine söz konusu fotoğraftaki kişi İzmir’de işgâlci kuvvetlere karşı ilk kurşunu atan Hasan Tahsin (Osman Nevres Bey) değil, Silahçı Tahsin olarak bilinen Hasan Tahsin Bey‘dir.

 

hasan tahsin
Hasan Tahsin (Osman Nevres Bey)

 

Osman Nevres Bey’e 1914 yılından itibaren kullandığı Hasan Tahsin ismi, Bomba ve Silah gazetelerini çıkaran, Babıâli Baskını’nda büyük rol oynayan, İttihat ve Terakki’nin fedai takımında yer alan Silahçı Tahsin’den esinlenilerek verilmişti.

 

hasan tahsin hayati
Görsel: AA

 

Osman Nevres Bey’in kendisi gibi Teşkilat-ı Mahsusa kadrosu içinde yer alan Silahçı Tahsin olarak bilinen Hasan Tahsin Bey’in ismini alması süreci Atatürk Ansiklopedisi‘nde şöyle aktarılmıştı:

“Hasan Tahsin 15 Eylül 1914 günü, Romanya’da, Romanya Kralı Carol’un cenaze töreni sırasında, bir tünelde, Charles Roden ve Noel Buxton’a bir suikast düzenledi. Buxton kardeşlerden birisi hafif yaralanırken, öteki bu saldırıdan yara almadan kurtuldu. Kaçmaya çalışan Hasan Tahsin, Romanya Polisi tarafından tutuklandı. Tutukluluğu sırasında Romenler, Hasan Tahsin’le ilgili araştırma yapmış olmalarına karşın, onun gerçek kimliği ile ilgili bir bilgiye ulaşabilmiş değillerdi. Yargılamalardan sonra Hasan Osman Nevres, beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bir süre Bükreş Cezaevi’nde tutuklu olarak yattıktan sonra, 1916 yılında, Almanya’nın Balkanlar’a girmesi, ardından Romanya’ya yönelmesi ve ardından da Bükreş’i ele geçirmesi üzerine salındı.

O artık adını değiştirmiş ve Hasan Tahsin adını kullanmaya başlamıştı.”

 

osman nevres mezari

 

Hatanın kökeninin İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne bağlı Dokuz Eylül Gazetesi’nin aktarımına dayandığını belirten Mustafakemalim.com, fotoğrafların karıştırılması hakkında şu tespiti sunmuştu:

“Ortada iki Hasan Tahsin’in birbirine karıştırılmak suretiyle yapılmış önemli bir yanlış söz konusudur. Arşivimde yer alan her iki Hasan Tahsin fotoğrafını dikkatle karşılaştırdım. Aslında her iki yüzdeki karakteristik özellikler incelendiğinde ayırt edici farklılıklar bariz bir biçimde görülüyor:

 

Silahçı Tahsin Bey; İzmir’de şehit edilen Hasan Tahsin Bey’den daha açık tenli, alın ve çene kemikleri daha geniş, gözler, kaşlar, burun ve ağız şekli farklı, kulakları daha ufak, saç ve bıyık biçimi çok farklı.

 

Silahçı Tahsin Bey (Hasan Tahsin) (1883 – 1914)

Hasan Tahsin Bey (Osman Nevres) (1888 – 1919)

 

Silahçı Tahsin Bey diğer Hasan Tahsin Bey’den 5 yaş daha büyük. Silahçı Tahsin Bey; Hasan Tahsin Bey İzmir’de şehit edilmeden 5 yıl önce İstanbul’da vefat etmişti. Yapılan yanlışı basit bir görsel bilgi kirliliği olarak görmemek gerekir. Söz konusu yanlış tarihimize karşı olduğu gibi; ilgili şahıslara ve şehitlerimizin aziz hatırasına karşı büyük bir saygısızlıktır.”

“Silâhçı Tahsin Bey’in fotoğrafı 1322 tarihinde Selânik’te çıkan Mektebli dergisinde: “(Dün)ün … ve hassas bir şairi (bugün)ün ateşin bir inkılapçısı Silahçı Tahsin” altyazısıyla yayımlanmıştır. Bkz: Mektebli dergisi, no: 6, sayfa: 8. Selânik’te Osmaniye Matbaası. Müdir-i mesul Necmü’z-zahir, Selanik, 1322 (Hakkı Tarık Us: no: 0775)”

 

silahci hasan tahsin bey fotograf
Görsel: Mustafakemalim.com

 

Hatayı tespit eden bazı sosyal medya kullanıcılarının aktarımları şu şekildeydi:

 

Bilge Kağan:

“#15Mayıs1919 Soldaki resimdeki Silah gazetesinin yazarı Silahçı Hasan Tahsindir, Sağdaki kişi ise İzmir işgalinde Yunan’a ilk kurşunu sıkan asıl adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin’dir.”

 

 

Yasin İzgi:

“Fotoğraftaki kişi Mülazım Hasan Tahsin Bey’dir. “Silah” adında bir gazete çıkardığı için Silahçı Tahsin diye bilinir. Fâil-i meçhul bir cinayete kurban girmiştir. İzmir’deki Hasan Tahsin, asıl adı Osman Nevres olan bir gazetecidir. O da ilk kurşunu atan kişi değildir zaten.”

 

 

Oğulcan Kayalar:

“Bir ek bilgi yapalım. İzmir’de şehit olan gazeteci Osman Nevres’tir. Hasan Tahsin’in kimliği infaz edildikten sonra Genç Osman Nevres’e verilmiştir ve ölüm haberi “Hasan Tahsin” adıyla duyurulmuştur. Peki gerçek Hasan Tahsin kimdir?

 

Gerçek Hasan Tahsin, İttihatçıların fedai kanadındandı ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi. Silahçı Hasan Tahsin olarak biliniyordu. Balkanlara tayin edildikten sonra Bulgar köylerini yakmakla görevlendirildi. “Kadın ve çocukları öldürmem” diyerek görevi reddetti.

 

Teşkilat üyeleri “Kurt Kanunu” uygulamaya koydular. Hasan Tahsin, “dostça” merkeze davet edildi, kahvesine afyon koyularak bayıltıldı. Ardından da Kuşçubaşı ve Süleyman Askerî Beylerce infaz edildi.”

 

 

II. Meşrutiyet döneminde 23 Temmuz 1909 (10 Temmuz 1325) tarihinde yayın hayatına başlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti destekçisi Silah Dergisi ve Gazetesi’ni çıkarması nedeniyle Hasan Tahsin Bey “Silahçı” lakabını almıştır (Hatibe Baykız (2021). Silah Dergisi ve Gazetesi (1-593 Sayılar İnceleme ve Seçilmiş Metinler). Niğe Ömer Halisdemir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. Ocak 2021).

Atatürk anılarında Silahçı Tahsin Efendi hakkında şu satırlara yer vermişti (Ayşe Âfet İnan. M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları. Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. 1999. Sf: 41-43):

“Şimdi Tahsin Efendi’nin, gayet hararetli ve mutantan bir nutku alkışlanıyordu. Tahsin Efendi benim sınıf arkadaşım idi. Yüzbaşı iken istifa etmiş veya tekaüd edilmiş ve Selanik’te Silah gazetesini çıkarıyordu. Bu gazete okuyanlarca malum olduğu üzere mahalle kahvehaneleri müdavimlerini galeyana getiren mahiyette manalı manasız sözler, fikirlerle mali idi… Tahsin Efendi, (Silahcı Tahsin) lakabını almıştı. Bu suret talakkub, iki muhtelif nevi talakkubdan neşet etmişti. Bazıları Silah gazetesinin adeta atıp tutmalar naşiri olmasından istihza makamında ve diğer bazıları… Avam, bu gazeteyi mahalle kahvesinde biri yüksek sesle okuyup diğerleri dinlediği zaman adeta ateşlendikleri ve Tahsin’in palikaryalara veya Moskoflara savurduğu ağırca küfürlerin düşmanların ciğergâhına bir tüfek, bir silah mermisi gibi tesir etmekte olduğundan asla şüphe etmedikleri için makamı takdir ve teşcide bu (babayiğit)’e (silahcı) demişlerdi. Bunun şahsını, ahlakını, kuvvet-i ruhunu tanımayanlar yazılarını okudukları zaman kendisini hakikaten sevdayı milliye ve aşkı vatanla kalbi yanan ve ateşin sevkiyle millet ve vatanı için ölümler arayan bir kahraman zannedebilirlerdi. Erbab-ı izan için cehalet ve şarlatanlığı takdir etmek bittabi müşkül değildi… Fakat köylerde, kasabalarda, hatta büyük şehirlerde avam için Tahsin, milliyet ve vatanperverliğin bir sembolü idi. Bence de zavallı garip bir tip (type) idi.

 

Biçarenin akıbeti pek feci olmuştur. 1913’te Sofya’da ataşemiliter bulunduğum sırada, bir gün Silahcı Tahsin’in, sırtında alelacaip bir sivil elbise, ayaklarında ihtimal zabitlik zamanından kalmış bir çizme olduğu halde sefarethanenin önünde gördüm.

 

– Hayır ola, Tahsin Bey, dedim. Burada ne arıyorsunuz, ne vakit geldin?

– Dün geldim, dedi. Sizi arıyordum. Görüşmek istiyorum.

– Buyurun, dedim. Ben sefarethaneye girmek üzere gelmiş iken sarf-ı nazar ettim. Tahsin Bey’le beraber kendi ikametgâhıma gittik. Ben Sofya’da Boulouvard Ferdinand’da bütün Sofya arabalarınca Numiero Trissisedim denmekle tanınan güzel bir evde ikamet ediyordum…

 

Enver Paşa, teşkilat-ı mahsusa namı altında bir teşkilat vücuda getirmiştir. Bunun gayesi Memalik-i Osmaniye haricinde Makedonya’da, Kafkasya’da, Mısır’da, Afrika’da, Acemistan’da, Türkistan’da, hülasa Osmanlı Amal-i Milliyesinin küşayiş bulabileceği her yerde mekasıd-ı hususiye takip etmek…

Bağdad’da, İngilizlerle muharebede mağlup olduğu için müteessir olup, intihar eden Süleyman Askeri Bey bu hususta Enver Paşa’nın en ileri muavinlerinden bulunuyordu.

 

Bu teşkilat-ı mahsusanın en faal şubesi Makedonya ile iştigal edeni idi. Bir aralık İstanbul’da, Bulgar komite rüesasından bazıları ile yapılan müzakerat neticesinde bir (Makedonya) Komitesi teşkiline ve müştereken çalışmaya karar vermişler… Süleyman Askeri, bu maksat için Sofya’da, adeta bir murahhas olarak sık sık isbat-ı vücut ediyordu. Süleyman Askeri Beyin Basra Valiliği ve kumandanlığına tayininden sonra, benim arkadaşım olan ve Solak İbrahim denmekle arkadaşları arasında maruf olan bir zat hemen aynı vazifenin ifası için Sofya’ya gelmişti.

 

İstanbul’da, her kahramanım diyeni komiteye ithal ve Makedonya’ya geçmek üzere Sofya’ya izam ediyorlardı. Silahcı Tahsin Bey de bu meyanda gelmişti. Bu zavallı her işi Silah gazetesinde avama aşk ve galeyana ve fakat hareketsiz bir takdire sevkeden makaleleri yazmak gibi bir vazife ifa edeceğini tahayyül ederek Sofya’ya kadar gelmiş. Burada Makedonya’ya geçmek, dağlarda eşkıyalık etmek, silahı gazetesinin serlevhasından eline almak ve kullanmak lazım geleceğini anlayınca, Tahsin yapamayacağı bir işe sevkedilmiş ve İstanbul’da sefalet ve ıstırabını şurada, burada söylemekten mütevellid mahzurun refi ve defi
maksadıyla İstanbul’dan biliğfal çıkarılmış olduğunu anlar… Şimdi ne yapayım, dedi.

 

– Arkadaşlarınla beraber gideceksin, ayağına çarığı geçirecek ve eline mavzeri alacak siyasi maksadınız ne ise onu istihsal edinceye kadar çalışacaksın, dedim.

– Ben, evvela siyasi maksadın ne olduğunu anlamadım. Kimse bana bir şey anlatmadı. Ben böyle körü körüne dağlarda dolaşamam, İstanbul’a döneceğim, dedi.

– İstanbul’a dönemezsin, dedim.

– Niçin! Dedi.

 

O zaman intisap ettiği komitenin bir nizamnamesi olup olmadığını ve bunu okuyup okumadığını sordum. Hemen cebinden bir nüsha çıkardı.

 

– Bu mu? dedi.

– Evet! dedim, bunu okuyunuz, ben de bu vesile ile ıttıla etmiş oldum.

 

Tahsin Bey birinci maddeden başlayarak yüksek sesle okumaya başladı. Bilmem kaçıncı madde idi, biraz daha dikkatli ve bir defa daha okumasını söyledim. Öyle yaptı, fakat benim istihrac ettiğim manaya o intikal edemedi. Tekrar okuması ve anlaması için anlayamadım. Bir daha! dedim…

 

Bu madde komiteye dahil olanlar, sözlerinden hulf ederlerse hakkında tatbik olunacak cezaya ait idi ve Tahsin Bey’in bu meseleye nazarı dikkatini celbettim.

 

– Ne demek dedi. Bunun bana ne nispeti olabilir. Bana yemin de ettirmediler. Ben İstanbul’a gitmekle yeminimden hulf etmiş olmayacağım ki.

 

Tahsin vaziyeti benim ihata ettiğim derecede kavrayamıyordu. Halbuki Tahsin İstanbul’a giderse, komite tarafından idam edileceğine hüküm veriyordum. Çünkü yeni teşekkül etmiş olan bu komite teşkilatında ciddiyet ve nizamnamenin meriyetinde şiddet iltizam etmek isteyecektir.

Bunu bilakis irae için Tahsin’den hafif bir av olamazdı. Fakat ben daha fazla izahat vermek, mütalaat ve tenviratta bulunmaktan ictinab ettim. Çünkü Tahsin’in yaygaracı olduğunu biliyordum. Bu maddeye bir defa daha ve ciddi olarak nazarı dikkatini celbettikten sonra ihtiyar-ı sükût ettim.

 

– Ben, dedi, behemehal İstanbul’a gidip bu zevat ile anlaşacağım. Fakat hiç param yoktur. Rica ederim, bana yalnız yol parası veriniz.

Eski mektep arkadaşıma bu kadar cüzi bir para iare etmek benim için pek tabii ve ehemmiyetsiz idi. Fakat evvela seyahatini teshil etmemek ve saniyen benim muavenetimle İstanbul’a avdet ettiğinin şüyuuna mahal vermemek için – Peki istediğiniz kadar para vereyim, fakat İstanbul’a gitmek için değil… Ve zaten yanımda para yoktur. Sefaretteki kasada muhafaza ediyorum dedim.

 

– Merak etmeyiniz, ben İstanbul’a yalnız vaziyeti daha iyi anlamak ve yine avdet etmek üzere gideceğim dedi.

 

O esnada Sobranya’da mebus arkadaşım İsmail Hakkı Bey geldi. Tahsin’in de arkadaşı idi. İsmail Bey’den istiare edebilirsin dedim. Ve o suretle para meselesi halledildi. Zannediyorum bir gün sonra idi, Talat Paşa (o zaman bey) Sofya’ya gelmişti. Tahsin sefarette herkesin muvacehesinde müşarünileyhin yanına geldi ve yüksek sesle kendinden ve vaziyetten ve mantıksızlıktan bahsetti. Talat Paşa mumaileyhi daha fazla söyletmemek için salona aldı, yalnız görüştüler… Kendisine İstanbul’a dönmeyip, kendisi oraya gittikten ve icap edenlerle görüştükten sonra, Fethi Bey vasıtasıyla vereceği telgrafın mefadına göre hareket eylemesini
söyler.

 

Talat Paşa’nın avdetinden sonra da Tahsin birkaç gün daha bekler. Nihayet hiçbir işar vuku
bulmamış olduğundan İstanbul’a hareket eder.

 

Beş on gün sonra İstanbul gazetelerinde bir vaka-i müessife okuyorum.

 

Silahcı Tahsin Bey’in biruh olarak cesedi bir çuval içinde mezarlıkta bulunmuştur. Merhumun Allah taksiratını affetsin…!”

 

Hasan Tahsin, İzmir’in 15 Mayıs 1919 günü Yunanlılar tarafından kanlı biçimde işgal edilmesi sırasında Yunan Efzun Alayı’na atıldığı bilinen kurşunla simgeleşen bir isim.

İzmir’de Yunan askerlerine karşı “ilk kurşunun” nerede, kim veya kimler tarafından atıldığı konusunda farklı tanıklıklar mevcut olduğu, “Hasan Tahsin’in ilk kurşunu atarak milli mücadeleyi başlattığı” yönündeki yaklaşımın 1940’lı yıllardan itibaren tarihsel bir doğruya dönüştüğü belirtilmektedir (Mithat Kadri Vural (2019). “İzmir’de “İlk Kurşun” Hadisesine Dair Bazı Tanıklıklar”. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi (ÇTTAD). XIX/ Özel Sayı: İzmir’in İşgali. Sf: 155-174).

Kurtuluş Savaşı sürecinde işgâl kuvvetlerine karşı ilk kurşunun 19 Aralık 1918 tarihinde Hatay’ın Dörtyol ilçesine bağlı Karakese köyünde Mehmet Çavuş (Mehmet Kara) tarafından Fransızlara karşı atıldığı bilinmektedir.

Kurtuluş Savaşı’nda ilk “askerî” kurşunu Ali Çetinkaya’nın (Yarbay Ali Bey (Afyonkarahisar Milletvekili Albay Ali Bey)) attığı kabul edilmektedir.

Atatürk Nutuk’unda Ali Çetinkaya’dan şöyle bahsetmişti:

Efendiler, Meclis’in açıldığı ilk günlerde, çeşitli cephelerin ne durumda olduklarını da hep birlikte bir defa daha hatırlayalım:

 

İzmir Yunan Cephesi:

 

Yüksek hey’etinizce de bilinmektedir ki, Yunanlılar İzmir’e çıktıkları zaman, orada, 17’nci Kolordu Komutanı olarak karargâhıyla birlikte Nadir Paşa bulunuyordu. Kuvvet olarak, Yarbay Hurrem Bey komutasında 56’ncı Tümen’in iki alayı vardı. Bu kuvvet, özellikle, kolordu komutanının emriyle, düşmana karşı koydurulmaksızın, büyük hakaretler altında, Yunanlılara teslim edilmiştir. Bu tümenin bir alayı (172’nci alay) Ayvalık’ta bulunuyordu. Komutanı Yarbay Ali Bey (Afyonkarahisar Milletvekili Albay Ali Bey) idi.

 

Yunan ordusu işgal alanını genişletirken, Ayvalık’a da asker çıkardı. Ali Bey, bu Yunan kuvvetine karşı 28 Mayıs 1919’da savaşa girişti. Bu tarihe kadar, Yunan birlikleri hiç bir yerde ateşle karşılık görmemişti. Aksine, bazı şehir ve kasabalar halkı korkutulmuş, İstanbul Hükûmeti’nin emirlerine uyarak idare âmirleri başta olmak, üzere, Yunan birliklerini özel hey’etlerle karşılamışlardı. Ali Bey’in Ayvalık bölgesinde muharebe cephesi kurması üzerine, yavaş yavaş Soma’da, Akhisar’da, Salihli’de millî cepheler oluşmaya başlamıştı.

 

Atatürk Ansiklopedisi‘nde Ali Çetinkaya’nın liderlik ettiği Bergama ve Ayvalık’ta gerçekleşen “ilk kurşun savaşı”na şöyle değinmişti:

“Ayvalık’ta başında bulunduğu 172. Alay ile Ali Çetinkaya İngilizlerin görüşme tekliflerinden birini kabul edecek ve Amiral Calthorpe’nin muavini miralayla görüşecek Ayvalık işgal edilirse emir almadan karşı savaşacağını söylemiştir. Bölgesel kuvvetlerle, stratejik noktalara kuvvetler yerleştirerek, Yunanlıların hatlarını keserek yaptığı ‘ilk kurşun savaşı’ ile mücadelesinde önce Bergama’yı sonra Ayvalık’ı kurtarmış, az sayıdaki kuvvetle başarısı bölge halkının teşkilatlanmasında, direnişe katılmasında ‘Kuva-yı Milliyenin teşekkülünde büyük katkısı olmuştur.”

 

Yorumunuzu yazınız...