Yargıtay’ın 2018 yılında aldığı, tüm mahkemeleri bağlayan içtihadı birleştirme kararı gereği aldatılan eş, uğradığı manevi zararlardan evli olduğunu bilerek eşiyle evlilik birliği içinde ilişkiye giren kişiyi sorumlu tutamaz, 3’üncü kişiye karşı haksız fiil zararı nedeniyle tazminat talep isteminde bulunamaz.

 

 

Ülkemizdeki TV kanallarında yayınlanan dizilerde hakimlerin tokmakla kürsüye vurması, avukatların “itiraz ediyorum sayın hakim” gibi ifadeler kullanması gibi klişe hatalara alışkınız.

Bugünkü konumuz, Show TV’de yayınlanan Bahar adlı dizide geçen “yuva yıkan kadın tazminatı” mevzuu.

 

Öncelikle dizideki ilgili sahneyi aktaralım.

 

Avukat: “Bu arada, eşinizin sizi aldattığı şahsı tanıyorum demiştiniz değil mi?”

Bahar: “Evet, aynı hastanede çalışıyoruz.”

Avukat: “Ona da dava açabilirsiniz. Yuva yıkan kadın tazminatı.”

Bahar: “Yok. Hayır.”

 

 

Ardından vurgulayalım:

 

Bahar, gerçek değil “kurgu” öğeler içeren bir dizi.

Fark edilebileceği üzere “dizide yer alan kişi, kurum, mekan ve olaylar senaryo gereği ve kurgusaldır” uyarısı ile başlıyor ve bitiyor.

Dizi(ler)deki tüm bilgilerin doğru olması gerekmiyor (Avukatın ofisine İstanbul Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden “hukuk fakültesi lisans diploması” verdirebilen, 10 Haziran 2023 tarihinde mezun edip, 1 yıllık stajını tamamlattırıp baroya kaydettirmeden dizinin 11. bölümünün yayınlandığı 30 Nisan 2024 tarihinde avukatlık yaptırabilen bir yapımdan bahsediyoruz).

Dizide aktarılan avukat görüşmesi de kurgu.

Aldatılan kadın doktorun avukatı ile kurgu görüşmesinde geçen “yuva yıkan kadın tazminatı” mevzuu -ameliyat sahnelerindeki saçmalıklara benzer şekilde- hatalı.

Güney Kore’den uyarlanan dizide “yuva yıkan kadın / erkek tazminatı”nın güncel iç hukukumuzda yerinin olmadığı hususu atlanmış görünüyor.

 

Hukukî boyutu özetleyecek olursak…

 

Mevcut içtihat gereği aldatan 3. kişiye dava açılsa da kazanmak mümkün değil.

Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eş manevi tazminat isteminde bulunamaz.

Yargıtay’ın 2018 yılında aldığı, tüm mahkemeleri bağlayan içtihadı birleştirme kararı gereği aldatılan eş, uğradığı manevi zararlardan evli olduğunu bilerek eşiyle evlilik birliği içinde ilişkiye giren kişiyi sorumlu tutamaz.

Evlilik birliği içinde gerçekleşen aldatma durumunda -başka bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça- salt bu eylem nedeniyle aldatılan eş üçüncü kişiden manevi tazminat talep edemez.

Aldatma / zina fiiline iştirak eden üçüncü kişinin muhatabının evli olduğunu bilmesi halinde dahi aleyhine tazminata hükmedilememektedir.

 

Detaylandıralım…

 

Evlilikte sadakat yükümlülüğü tarafları bağlar.

Evli çiftlerin sadakat yükümlüğü, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda (TMK) düzenlenmiştir.

4721 sayılı Kanun’un 185. maddesinin üçüncü fıkrasında “Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” hükmü yer almaktadır.

TMK’ya göre sadakat yükümlülüğü evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbî hak niteliğindedir.

 

Her ne kadar zina eylemi ceza hukuku anlamında suç olmaktan çıkartılmış olsa da TMK’nın 161. maddesine göre eşlerin sadakat yükümlülüğüne aykırı bir davranış olarak kabul edilerek boşanma sebepleri arasında sayılmıştır.

 

Sadakat yükümlülüğünü yerine getirmeyen eşten tazminat talebinde bulunulabilir.

 

4721 sayılı TMK’nın boşanma tazminatı ile ilgili 174. maddesi şöyledir:

“Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi de şu şekildedir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

 

Eşlerden biriyle, evli olduğunu bilerek beraberlik yaşayan üçüncü kişiye karşı diğer eşin tazminat talebinde bulunma imkânı konusunda 2018 yılına değin mahkemelerin farklı kararlar verdiği görülüyor.

 

Ancak, 2018 yılında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu bu konuya bir nokta koydu ve aldatılan eşin yansıma yoluyla zarara uğradığını iddia edemeyeceğini kararlaştırdı.

 

2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/5. maddesi gereğince Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları (YİBB) genel kurulları, daireleri ve adliye mahkemelerini bağlamaktadır.

 

 

Yargıtay’ın bahsi geçen kararında, 4721 sayılı TMK’da yer alan sadakat yükümlülüğünün eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nispi bir hak olduğu, eşlerin söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmesini ancak birbirinden talep edebilecekleri ve sadakatsizliğe karşı diğer eşin başvurabileceği farklı hukuki çarelere ve yaptırımlara ilişkin hukuki düzenlemelerin bulunduğu ifade edilmiştir.

 

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu tarafından verilen 6 Temmuz 2018 tarihli ve E.2017/5, K.2018/7 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:

“… İçtihadı birleştirmenin konusu; evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı hususundadır. İçtihadı birleştirme konusunun aile kurumu ve evlilik birliği ile yakından ilişkili olması nedeniyle, öncelikle aile hukuku bağlamında irdelenmesi gerekmektedir.

Yasal dayanağını TMK’nın 185. maddesinin 3. fıkrasından alan eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü, evlilik birliğinin taraflarını oluşturan eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nispi bir hak olup eşler bu yükümlülüğün ihlal edilmemesini ancak birbirinden talep edebilirler. Bu doğrultuda aile hukukunda evlilik birliğinin devamı sırasında eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışına karşı diğer eşin başvurabileceği çeşitli hukuki yollar ve uygulanacak yaptırımlar düzenlenmiştir. Bu yaptırımlardan biri olan ve TMK’nın 174. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye göre ‘Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir’. Bu madde gereğince manevi tazminat sadece kusurlu olan diğer eşten ve ancak boşanma davası ile birlikte istenebilir.

Bir kimsenin eşi tarafından aldatılmamayı isteme hakkı şeklinde herkese karşı ileri sürebileceği mutlak bir kişilik hakkı yasalarda yer almadığından aldatma eylemine katılan üçüncü kişinin aldatılan eşin bir mutlak hakkını ihlal etmesi söz konusu değildir. Başka bir anlatımla, evlilik birliğinin tarafı olmayan ve dolayısıyla sadakat yükümlülüğü bulunmayan üçüncü kişinin eşler arasındaki evlilik sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüklere uyma zorunluluğu bulunmamaktadır.

Bu noktada evli bir kimseyle duygusal ya da cinsel birliktelik yaşayan üçüncü kişinin manevi tazminat sorumluluğunun hukuki dayanağının Borçlar Hukukumuzdaki haksız fiile ilişkin düzenlemeler çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. Bu nedenle üçüncü kişinin eyleminde haksız fiilin unsurlarının bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilmelidir. TBK’nın 49. maddesinin 1. fıkrasına göre haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için diğer koşulların yanı sıra zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması aranmaktadır. Bu bakımdan öncelikle evli bir kişiyle evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin eyleminde hukuka aykırılık unsurunun bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

Hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşebilmesi için hukukumuzda benimsenen objektif hukuka aykırılık teorisine göre, bir özel koruma normunun veya herkese karşı ileri sürülebilen mutlak bir hakkın ihlal edilmiş olması gerekir. Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararları ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yeni bir düzenleme yapılmaması neticesinde 765 sayılı TCK’dan zina suçunun çıkarılması ve 5237 sayılı TCK’da suç olarak düzenlenmemesinin yanı sıra Medeni Hukuk alanında da evli bir kişiyle birlikte olmayı yasaklayan bir hukuk kuralına rastlanmaması karşısında, üçüncü kişinin aldatılan eşe karşı bu nedenle sorumlu olduğunu düzenleyen herhangi bir norm bulunmamaktadır. Bu durumda üçüncü kişinin eyleminin herhangi bir koruma normunu ihlal ettiği söylenemeyeceğinden bu yönden hukuka aykırı kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla hukuka aykırılık koşulu gerçekleşmeyen bir eylem nedeniyle TBK’nın 49. maddesinin 1. fıkrası gereğince haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olmadığı açıktır.

Bunun yanında, içtihadı birleştirme konusu açısından belirleyici olması nedeniyle değerlendirilmesi gereken başka bir husus ise TMK’nın 24. ve 25. maddelerinde düzenlenen kişilik hakkına ilişkin hükümlerdir. Öncelikle belirtilmelidir ki, evlilik birliği ve evlilik hayatının kişiye toplum nezdinde sağladığı statü, eşlerin kişilik haklarının bir parçası olmayıp eşlerin birbirleri üzerinde herhangi bir kişilik hakkı da bulunmamaktadır. Aile hukukunda evlilik birliğine ilişkin kurallara aykırı olan her davranışın veya her boşanma nedeninin diğer eşin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği söylenemez. Nitekim TMK’nın 174. maddesi, boşanmaya sebep olan olayların ancak diğer eşin kişilik haklarına saldırı oluşturması durumunda manevi tazminata hükmedilebileceğini düzenlemiştir.

Bir kişiye sırf evlilik bağı ile bağlı olmanın, evli kişilerin şahıs varlıklarına dâhil bağımsız bir kişilik değeri yarattığını kabul etmek ise, sınırlı sayıdaki bazı değerleri korumayı amaçlayan temel koruma normlarının, kişilik hakları üzerinden genişlemesi sonucunu doğurur. Gerçekten de, evlilik statüsünü, mutlak bazı haklara da dayanak hâle getirmek; aile hukuku açısından sadakat yükümlülüğünün nispiliğini, haksız fiil hukuku açısından ise ‘eşi tarafından sadakatsizliğe uğratılmama (!)’ gibi bir temel koruma normunun bulunmayışını, kişilik hakları üzerinden dolanmak demektir (Demircioğlu, s. 710). Eşlerden biri yalnızca diğer eşten sadakat yükümlülüğüne uygun davranmasını talep edebilir. Üçüncü kişinin sadakat yükümlülüğünün bulunmaması nedeniyle, evli eşle birlikte olan üçüncü kişinin bu davranışının diğer eşin kişilik haklarına doğrudan bir saldırı niteliğinde olduğu söylenemez.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken başka bir husus ise ölüm ve ağır bedensel zararlar dışında başkaca kişilik hakkına saldırı nedeniyle yansıma yoluyla zarar tazminine Kanun’un izin vermemiş olmasıdır (6098 sayılı TBK m.56/2). Bu durumda hukuka aykırılık bağının bulunmaması sebebiyle hiç kimsenin, bir başkasının onur ve saygınlığına, özel hayatının gizliliğine veya sırlarına yönelik bir saldırıdan dolayı yansıma yoluyla manevi zarar gördüğü iddiasıyla tazminat istemesine olanak bulunmamaktadır. Görülmektedir ki eylem doğrudan kendisine yöneltilmeyen kişinin bu eylemden dolayı uğradığı yansıma zararlarının tazmini, bunu mümkün kılan açık bir düzenleme bulunmadıkça söz konusu olmayacaktır.

Aldatılan eşin üçüncü kişiye yönelttiği tazminat talepleri bakımından ise aynı sonuca ‘evleviyetle’ ulaşılmalıdır. Zira bu tür olaylarda yansıma bir zararın varlığından dahi bahsedilemez. Gerçekten de, üçüncü kişinin cinsel birliktelik yaşadığı eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı fiili bulunmamaktadır ki, aynı fiil ile diğer eşin de kişilik haklarına saldırıldığından bahsedilsin ve zina yapan eşin uğradığı herhangi bir zarar bulunmamaktadır ki, diğer eşin yansıyan bir zararı mevcut olsun. Bu sebeple, diğer eşin, üçüncü kişinin fiili yüzünden apaçık bir manevî zarara uğradığı kabul edilse dahi, bu zararların giderilmesi, ancak bu yönde açık bir düzenlemenin varlığı halinde mümkün kabul edilmelidir (Demircioğlu, s. 713).

TBK’nın 49. maddesinin 2. fıkrası zarara sebep olan fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlâka aykırı bir fiille kasten başkasına zarar veren kişinin de haksız fiil sorumluluğunu kabul etmiştir. Evli bir kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin eyleminin ahlâka aykırı olduğunu söylemek mümkündür ancak üçüncü kişinin TBK’nın 49. maddesinin 2. fıkrasına göre tazminatla sorumlu olduğunu kabul edebilmek için birlikte olduğu kişinin evli olduğunu bilmesine rağmen bu fiili işlemesi yeterli değildir. Çünkü TBK’nın 49. maddesinin 2. fıkrası, aynı maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemeden farklı olarak ahlâka aykırı fiilin kasten zarar verme amacıyla işlenmesi gerektiğini belirtmiştir.

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinin 2. fıkrasında yer alan ‘bilerek’ sözcüğünün yerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinin 2. fıkrasında ‘kasten’ sözcüğü kullanılmıştır. Kusurun en ağır derecesi olan kast, failin zarara neden olan sonucu bilmesinin yanında bu sonucu isteyerek eylemini gerçekleştirmesini ifade eder. Bu durumda kanun koyucunun maddenin yeniden düzenlenmesi sırasında ahlâka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kişinin sonucu bilmesini yeterli görmediği, aynı zamanda istemesini de gerekli gördüğü yorumunu yapmak mümkündür.

Bu bakımdan, evli olduğunu bilerek bir kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin eylemi, evlilik birliğine karşı göstermesi gereken özen ve saygıyı göstermemiş olması nedeniyle tek başına TBK’nın 49/2. maddesine göre sorumluluğunu gerektirmez. Ayrıca üçüncü kişinin aldatma eylemine katılmasının, aldatan eşe karşı duyduğu duygusal yakınlıktan kaynaklanması veya eylemin para karşılığı gerçekleşmesi de olasıdır. Bu durumlarda da eylem ahlâka aykırı kabul edilse bile aldatılan eşe kasten zarar verme amacı taşıdığını söylemek her zaman mümkün değildir. Kanunda belirtildiği anlamda kasten zarar verme amacının gerçekleşmesi için üçüncü kişinin ahlâka aykırı bu fiili, salt birlikte olduğu kişinin eşine zarar verme kastıyla işlemiş olması gerekmektedir. Evli kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin sırf diğer eşe zarar verme kastıyla hareket ettiğinden bahsedilemediği taktirde, artık üçüncü kişinin bu fiili TBK 49/2 ye göre tazminatı gerektirmeyecektir. Başka bir anlatımla evli olduğunu bildikleri bir kişiyle ilişkiye giren tüm üçüncü kişilerin aldatılan eşe zarar vermeyi bilerek ve isteyerek hareket ettiklerine dair bir ön kabul yerinde değildir. Zira evli olduğunu bildiği bir kişiyle ilişkiye giren üçüncü kişi, aldatılan eşin zarara uğrayacağını biliyor ve doğrudan doğruya bu sonucun gerçekleşmesini istememekle birlikte; gerçekleşmesini göze alıyorsa, ihtimali kastla hareket etmiş kabul edilir (Badur/Turan Başara, s. 126).

Öte yandan, konunun incelenmesi sırasında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de değerlendirilmesi gerekmektedir. TBK’nın 61. maddesine göre birden fazla kişinin birlikte bir zarara sebebiyet vermeleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olmaları durumunda müteselsil sorumluluk söz konusu olacaktır. Ancak bu kişilerin her birinin davranışları gereği sorumlu tutulabilmeleri, söz konusu normun ön şartıdır. Aldatan eş ve üçüncü kişinin birlikte bir zarara sebebiyet verip, müteselsil sorumlu olabilmeleri için; üçüncü kişinin fiilinin de hukuka (veya ahlâka) aykırı olması gerekir (Badur/Turan Başara, s. 128). Konumuz açısından üçüncü kişinin fiilinin haksız fiil olarak nitelendirilebilmesine olanak bulunmadığından sadece aldatma fiiline iştirak etmesi nedeniyle, aldatan eşle birlikte TBK’nun 61. maddesi çerçevesinde müteselsilen sorumlu tutulabilmesi mümkün değildir.

Görüldüğü üzere evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin, aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak kanunlarımızda özel bir tazminat hükmü yer almamasına rağmen, haksız fiile ilişkin genel koşulları da taşımayan eyleminden dolayı üçüncü kişi aleyhine yargı kararıyla tazminat sorumluluğu ihdas edilmesi, evlilik birliğinin ve aile bütünlüğünün korunması gibi saiklerle dahi kabul görmemelidir. Hemen belirtilmelidir ki, üçüncü kişinin katıldığı aldatma eylemi ile bağlantılı olmakla birlikte sadakatsizlik olgusundan farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali durumunda, eş söyleyişle üçüncü kişinin doğrudan aldatılan eşin kişilik değerlerine yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunması durumunda manevi tazminat sorumluluğunun doğacağında tereddüt bulunmamaktadır.

Bu kapsamda örneğin, aldatma eylemi ile bağlantılı olarak üçüncü kişinin, aldatılan eşin konut dokunulmazlığını ihlal etmesi, özel yaşamına müdahale etmesi, sır alanına girmesi, ele geçirdiği bazı özel bilgileri ifşa etmesi, kullandığı söz ve diğer ifadeler ile onur ve saygınlığını zedelemesi gibi eylemlerinde hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği şüphesizdir. Hâl böyle olunca, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen başkaca bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça, salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eyleminden dolayı aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteyebilmesinin mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

V. SONUÇ: Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler, yargısal ve bilimsel içtihatlarla bu çerçevede yapılan değerlendirmeler sonucunda ‘evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı’ yönünde … oy çokluğu ile karar verilmiştir.”

 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 29/9/2020 tarihli ve E.2020/2587, K.2020/3043 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/07/2018 tarihli ve 2017/5 E.-2018/7 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; TMK 185/3 maddesinde düzenlenen sadakat yükümlüğü, evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Yani mutlak bir hak mahiyetinde olmadığı için, herkese karşı ileri sürülemez. Davacı, kişilik hakkı ihlallerini düzenleyen genel hükümlere yani TMK’nın 24-25 ve TBK’nın haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 49/1 (BK. 41/1) ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin TBK 58. (BK 49.) maddelerine de dayanamaz. Söz konusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için, diğer şartların yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Somut olayda, eş olmayan davalı yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.

Müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, TBK’nın 61. (BK 50.) maddesinde birden fazla kişinin ortak kusurlu davranışları nedeniyle bir zarara yol açmaları durumunda müteselsil sorumluluğun söz konusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, aldatan eşile birlikte olan davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalının dava dışı eş ile birlikteliği şeklindeki davranışı, aldatılan eş yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.

Aldatılan eş yansıma yoluyla zarara uğradığını da iddia edemez. Zira üçüncü kişinin aldatılan eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı eylemi ve verdiği herhangi bir zarar bulunmadığından, yansıma yoluyla istenebilecek zarar da söz konusu olamaz. TBK’nın 49/2 (BK.41/2) maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, failin zarar görene zarar verme kastıyla yani somut olayda, davalının davacı aldatılan eşe bilerek ve isteyerek zarar vermeyi amaçlamış olması gerekir. Sadece birlikte olduğu eşin evli olduğunu bilmesi bu tür sorumluluk için yeterli değildir.

Şu durumda; açıklanan yasal düzenlemeler ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun yukarıda anılan kararı uyarınca yerel mahkemece, evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalıya karşı açılan davanın tümden reddedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”

 

Evlilik birliği içinde gerçekleşen aldatma durumunda üçüncü kişinin tazminat sorumluluğunu düzenleyen Yargıtayca verilen içtihadı birleştirme kararı mahkemelerce istikrarlı şekilde uygulanmaktadır. Eşiyle evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü şahsa karşı yöneltilen tazminat talepleri reddedilmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi de Ömer Sivrikaya tarafından yapılan 2020/3519 sayılı başvuruya dair verdiği kararda aldatılan eşin, 3’üncü kişinin aldatma fiiliyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar vermiş ve başvurucunun iddialarını reddetmişti.

 

Öte yandan, aldatma durumunda üçüncü kişi tazminat talebinden tamamen muaf değildir.

Aldatılan eşin yansıma zarar nedeniyle beden ve ruh sağlığının etkilenmesi halinde 3. kişiye manevi tazminat talep etme hakkı vardır.

Yargıtay İçtihatı Birleştirme kararında aldatma durumunda üçüncü kişinin tümüyle müeyyidesiz kalacağının söylenemeyeceği hususu da ayrıca belirtilmiştir.

Yargıtay kararı gereği, partnerinin evli olduğunu bilerek zina fiiline iştirak eden kişinin ancak diğer eşin kişilik haklarına yönelik bir eylemde bulunması, bu fiil nedeniyle mağdur eşin manevi olarak olumsuz etkilenmesi durumunda tazminat sorumluluğu bulunmaktadır.

Salt sadakatsizlik olgusu dışında kalan, aldatılan eşin konut dokunulmazlığının ihlal edilmesi, özel hayatına saldırıda bulunulması, giz alanına girilmesi, özel bilgilerin ifşa edilmesi, söz ve davranışlarla onur ve saygınlığının zedelenmesi gibi bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkının ihlal edilmesi hâlinde üçüncü kişinin manevi tazminat sorumluluğunun ortaya çıkabilir.

Yani, üçüncü kişi aile evine girdiyse konut dokunulmazlığının ihlali gerekçesiyle, mesajlar atıp rahatsız ettiyse manevi tazminat açabilirsiniz.

 

Ayrıca, TBK m. 49 / f. 2’ye göre, zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de bu zararı gidermekle yükümlüdür. Bu fiilin ispat külfeti tazminat talep eden yandadır. Haksız fiilin geniş yorumlanamayacağı da açıktır (Evlilik birliğinin dışında kalan üçüncü kişinin aldatma eylemine iştiraki eşlere karşı herhangi bir sadakat borcunu ihlal etmemekle birlikte, haksız fiil niteliğini karşılamamaktadır). Üçüncü kişinin sırf aldatılan eşe karşı olan çeşitli saiklerinden dolayı fiili icra ettiği ispatlanmalıdır.

 

Avukat Aykut Bayrakcı, dizide geçen “yuva yıkma tazminatı” iddiasının gerçek dışılığını şu paylaşımıyla gündeme taşıdı:

 

 

Meslektaşları da bu paylaşıma verdiği yanıtlarda müvekkillerinin “yuva yıkan kadın / erkek tazminatı” talebinde bulunduğunu ya da bulunmasını beklediğini aktardı.

Bu yöndeki paylaşımlar şöyle örneklenebilir:

“Yarın aramaya başlar müvekkiller, ”Avukat Bey yuva yıkan kadın tazminatı diye bir şey varmış, istememişizsiniz bizim davada.” diye. İşin yoksa hukukta böyle bir şey olmadığını anlat şimdi”

“işin kötü tarafı müvekkiller bu dizi, filmlerde gördüğü her şeyi gerçek sanıp aynı taleple bize geliyor.. hayır cevabını alınca da e ama öyle oluyormuş ben araştırdım varmış öyle bir şey diye bilmişlik taslamaya çalışıyor ‍♀️”

“boşanma davasında müvekkilim bunun gibi bir kelimeyle, karşı taraftan davada xxxx tazminatı istiyorum dedi. Ben de hukuken böyle bir tazminat istenmesi ve hükmedilmesi mümkün değil dedim. O da hayır mümkün, çok iyi biliyorum dedi. Nerden biliyosunuz dedim. Dizide gördüm dedi”

“Müvekkile bakın kaybederiz aldatan 3. Kişiye dava açılmaz dediğim halde sen aç dediği davanın kararı bu husus da İçtihat Birleştirme Kararı da mevcut avukat beye inanmayanlar için bu da örnek karar”

 

aldatan-ucuncu-kisiye-dava
Karar görseli: X / eylklcky

 

Yorumunuzu yazınız...