Agop Dilâçar’ın Atatürk Soyadını Bulduğu, Harf İnkılabının Fikir Babası Olduğu, Atatürk’e Başöğretmen Unvanının Verilmesini Sağladığı, Türk Dil Kurumunun Başkanlığını Yaptığı, “Ne Mutlu Türküm Diyene” Sözünün Sahibi Olduğu İddiası Doğru Değil
Agop (Martayan) Dilâçar hakkında farklı birçok iddia ileri sürülmüş durumda. Önce özgeçmişini alıntılayıp, akabinde iddialara değinelim istedik…
22 Mayıs 1895 tarihinde İstanbul Büyükdere’de “Hagop Vahan Martayan” adıyla dünyaya gelen 12 Eylül 1979 tarihinde vefat eden dilbilimci Agop Dilâçar’ın kısa özgeçmişi şu şekilde (Bütün Dünya. Nisan 2002. Sf: 16):
“İstanbul’da, 22 Mayıs 1895 tarihinde doğdu. »1902 yılında, Gedikpaşa Amerikan Okulu’nda ilk ve orta eğitimini tamamladı. »1910 yılında, Robert Kolej’e girdi. »1913 yılında, “Bebek Sırtlarındaki Bitki Türleri” adlı derlemesini yaptı. »1915 yılında, Robert Kolej’den “New York Bilim Ödülü” alarak mezun oldu. «Mezun olduktan iki gün sonra Birinci Dünya Savaşı içindeki Osmanlı ordusuna katıldı. Diyarbakır İkinci Ordu’ya gönderildi. Buradan Kafkas cephesine gitti. «Cephede Almanlar’a Türkçe dersleri verdi. «Güney Cephesi’ne, Halep’e gönderildi. «Şam’da Mustafa Kemal’in yönetimindeki 7’nci Ordu’da görev yapmaya hazırlanırken, Mustafa Kemal’in karşısına casusluk suçlaması ile çıkartıldı. «Mustafa Kemal ile ilk dil konulu görüşmesini yaptı. «1918 yılında, askerliğini bitirdi. «Beyrut’ta bir okulun müdürlüğünü üstlendi. «Lübnan’da ilk Ermeni gazetesi Luys’un yazı işleri müdürü oldu. «1922 yılında “İlk Deney” adlı oyununu yazdı. • 1923 yılında, “Eski Tanrılar” adlı Levon Şant’ın yapıtını İngilizce’ye çevirdi. «Oyun İstanbul Tepebaşı Tiyatrosu’nda sahneye konuldu. •Meline Hanımla evlendi. «Sofya’ya gitti. «1924 yılında, Svaboden Üniveısitesi’nde Eski Doğu Dilleri derslerine girdi. «1928 yılında, “Yazının Doğuşu ”, • 1929 yılında, “Albion Bahçesi” adlı kitapları çıktı. «1931-32 yıllarında Sofya Üniversitesi’nde Osmanlıca dersleri verdi. «1932 yılında, Arcvelk gazetesinde “Orhun Yazıtlarının 1200’üncü Yıldönümü ” konulu yazı dizisi yayımlandı. «Yazı dizisi Mustafa Kemal’in dikkatini çekti. «Türkiye’ye çağrıldı. 24 Eylül 1932 tarihinde Türkiye’ye geldi. «28 Eylül 1932 tarihinde yapılan I. Türk Dil Kurultayı’na katıldı. “Türk, Sümer ve Hint Dilleri A rasında B ağ ” adlı bildirisini sundu. «1933 yılında, II. Türk Dil Kurultayı’na katıldı. “Türk Paleoetim olojisi” bildirisini sundu. «Atatürk tarafından Türk Dil Kurumu başuzmanlığı görevine getirildi. «1934 yılında, Atatürk ona “Dilâçar” soyadını verdi. «1936 yılında, Atatürk’ün isteği ile DTCF’de Genel Dilbilim derslerini başlattı. «1938 yılında, Dilbilim Tarihi dersini okuttu. «1942 yılında, “Türk Ansiklopedisi” danışmanlığına getirildi. «1951 yılında “Vartanansm 1500 y ılı”, “Yeni Erm enice İn cil” çalışmalarını bitirdi. «1956 yılında, “Türk A nsiklopedisi” başdanışmanı oldu. Aynı yıl “Türk A nsiklopedisi” başredaktörü görevini üstlendi. • 1961 yılında, “Eım eni Kültürünün G enel Görünüm ü” adlı gazete yazı dizisini kitaplaştırdı. «1964 yılında, “Türk D iline Genel B akış”, 1968 yılında, “Dil, D iller ve D ilcilik”, 1972 yılında, “Kutatgu Bilig İncelem esi”, 1978 yılında, “A nadili İlkeleri ve Türkiye D ışında Başlıca U ygulam alar” adlı yapıdan çıktı. • 1979 yılında, 84 yaşında, Türk Diline hizmet verenleri anlatacak bir ansiklopedik çalışmayı sürdürürken “Türk Dilbilim cilerinin Resimli Sözlüğü “nü yayımlatamadan aramızdan ayrıldı. «Büstü Robert Kolej’e, Boğaziçi Üniversitesi bahçesine dikildi.«”
Oğlu Vahe Dilâçar, Bütün Dünya adlı dergide (Nisan 2002. Sf: 26-27) yayımlanan “Babam Agop Dilâçar” başlıklı yazısında babasının yaşam öyküsünü şu şekilde özetlemişti:
“Agop Martayan, 1895 yılında Ermeni kökenli bir ailenin oğlu olarak İstanbul’da doğar. Eğitimini, anaokulundan başlayarak İstanbul’daki Robert Kolej’de tamamlar. Birinci Dünya Savaşı başlar, yedek subay olarak askere alınır. Diyarbakır’dan Kafkas cephesine gönderilir. Daha sonra Halep’e alınır, oradan da ordu merkezi Şam’a gider. Yıllar sonra tekrar biraraya geleceği ve tüm yaşamını değiştirecek olan 7. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal’i ilk kez orada görür.
Birinci Dünya Savaşı sona erer, Agop Martayan ailesi ile birlikte Bulgaristan’a göçer. Sofya’ya yerleşir, yıl 1922. Sofya’da Suaboden Üniversitesi’nde eski doğu dillerini, daha sonra da Osmanlıca okutmaya başlar. Bu arada, babamın Tevfik Fikret’in öğrencisi olduğunu anımsatmak isterim. 1932 yılında Mustafa Kemal’in çağrısı ile tekrar İstanbul’a gelene kadar orada kalır. Gazi Mustafa Kemal Saraybumu Parkı’nda, gecenin geç saatinde yaptığı konuşmasında yurttaşlarına yeni Türk harflerini bildirmesi üzerinden yaklaşık dört yıl geçer. Mustafa Kemal bu süreçte, tasarladığı dil devrimini gerçekleştirecek örgütlenmenin hazırlıklarını tamamlar. 11 Eylül 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasından hemen sonra, 26 Eylül’de Birinci Türk Dili Kurultayı toplanır.
“Türk dilinin kendi milli kudretleri içerisinde inkişafını aramak.”
Maarif Vekili Reşit Galip Kurultay’ı açış konuşmasında, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin amacını bu sözlerle belirtir. Yıl 1932, 26 Eylül, Pazartesi, Dolmabahçe Sarayı, Muayede Salonu. Kurultay’ın açılış günü Agop Martayan sarayın giriş salonunda beklerken, birden içeri Mustafa Kemal girer. Yanında İsmet İnönü ve diğer çalışma arkadaşları vardır. Tanıdığını belirtir bir biçimde kafasını sallar. Bu, Mustafa Kemal’i ikinci görüşü olur. O’nun vefatına kadar da daima Atatürk’ün yanında olur.
1. Türk Dili Kurultayı sona erince, Atatürk onun Türkiye’de kalmasını ister. Hemen Maarif Vekaleti’ne atanır, devlet hizmetine girer. İlk görevi İstanbul Erkek Lisesi İngilizce öğretmenliği olur. 1935’de Atatürk’ün seçtiği “Dilâçar” soyadını alır. Babam daima Dilâçar soyadını kullanmıştır. Yıllar boyu A. Dilâçar olarak bilinen odur. 29 Ekim ve 10 Kasım günleri genelde TRT’nin yayınladığı, Atatürk’ün yaşamından kesitler veren belgesellerin dil devrimi bölümünde, Atatürk’ün yanında elinde jebeşir, kara tahta başında görünen kişi de Dilâçar’dır.
Türk dili ile olan çalışmalarına Atatürk’le birlikte başlayan Agop Dilâçar’ın yaşamı boyunca hiç ayrılmadığı ilke, Türkiye’ye Atatürk’ün çağrısına uyarak geldiği ve O’nun isteği üzerine Türk Dil Kurumu Topluluğu’na girmiş olmasıydı. Bunu hiç unutmadı. Amerika ve Avrupa’daki birçok üniversitenin Türkoloji bölümlerinden gelen önerileri bu nedenle hep geri çevirdi. Kurum merkezinin Ankara olduğunu ileri sürerek, çok sevdiği İstanbul’a bile taşınmadı. Atatürk’ün isteği üzerine katıldığı Türk Dil Kurumu’ndan bir an olsun ayrılmadı. O’nun gösterdiği güveni asla kötüye kullanmadı. O’nun ilkelerinden hiç sapmadı, daima Atatürk’ün Dilâçar’ı olarak kaldı.
Dilâçar’ın Türk Dil Kurumu’ndaki son ve en süreli görevi baş uzmanlıktı. İşini her zaman gururla ve istekle sürdürdü. Kurumun temelini Atatürk atmış, devamlılığını sağlamak için de vasiyetinde mirasından Türk Dil Kurumu’na bir gelir ayırmıştı. Kendi konusunda Türkiye’nin en iyisi olan kitaplık da Atatürk’ün emekli aylığı ile kurulmuştu. O, bununla da yetinmemiş, her fırsatta Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını izlemiş, direktifleri ile yol göstermiş, hatta kendi bulduğu bazı geometri terimlerini kullanarak dil devrimine öncülük etmiştir.
Babam Türk Dil Kurumu uzman kadrosunda olmasına karşın Maarif Vekaleti ile ilişkisini kesmedi. Ankara’ya gelişinden kısa bir süre sonra Ankara Gazi Lisesi’ne İngilizce öğretmeni olarak atandı. Ankara Üniversitesi’ne bağlı Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde genel dilbilim okuttu. 1943 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımına başlanan İnönü Ansiklopedisi’nin genel redaktörlüğüne atandı. Dilâçar 1979 yılında vefat etti.”
İddialara geçecek olursak…
Agop Martayan’ın Türk Dil Kurumu Başkanı olarak atandığı ve Dilâçar soyadını aldığı ileri sürülmüştü (Nazlı Ilıcak da 28 Eylül 2009 tarihli yazısında bu hatalı bilgiye yer vermiş).
“M.Kemal’e ATATÜRK soyadını, bir ERMENİ olan AGOP MARTAYAN tarafından verildiğini, bu şahsın daha sonra Türk Dil Kurumu Başkanı yapılarak, DİLAÇAR soyadını aldığını biliyor musunuz? “Ne mutlu Türküm diyene” cumhuriyetinde Ermeniler cirit atıyor! #5816SayılıKanunKaldırılsın”
Agop Martayan Dilâçar sanılanın aksine hiçbir zaman Türk Dil Kurumu başkanlığı yapmadı.
TDK’nın kurucuları ve başkanları şöyle listelenmektedir:
- Kurucular
- Kurucu ve Koruyucu Genel Başkanımız Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk
- Koruyucu (Hami) Başkan İsmet İnönü
- Sâmih Rifat
- Ruşen Eşref Ünaydın
- Celâl Sahir Erozan
- Y. Kadri Karaosmanoğlu
- Başkanlar
- Sâmih Rifat
- Esat Sagay
- Dr. Reşit Galip
- Dr. Refik Saydam
- Y. Hikmet Bayur
- Abidin Özmen
- Saffet Arıkan
- Hasan Âli Yücel
- Reşat Şemsettin Sirer
- Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu
- Avni Başman
- Tevfik İleri
- Hakkı Tarık Us
- Prof. Dr. Macit Gökberk
- Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu
- Agâh Sırrı Levend
- Prof. Dr. Gündüz Akıncı
- Prof. Dr. Macit Gökberk
- Prof. Dr. Seha L. Meray
- Prof. Dr. Şerafettin Turan
- Prof. Dr. Hasan Eren
- Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun
- Prof. Dr. Hamza Zülfikar
- Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
- Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin
- Prof. Dr. Gürer Gülsevin
Agop Dilâçar, Türk Dil Kurumu “Başkanlığı” değil, “Başuzmanlığı” görevinde bulunmuştu.
Agop Dilâçar, 1-3 Ağustos 1932 tarihli Arevelk gazetesinde Orhon Yazıtlarının 1200’üncü yılını kutlamak amacıyla yayımladığı “Türk Yazıtlarının 1200. Yıl Dönümü” (“Turk Kraganuçyun 1200 Amyagı”) başlıklı yazının ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti Genel Yazmanı Ruşen Eşref Ünaydın’ın tavsiyesi ve Atatürk’ün onayıyla dilde sadeleştirme çalışmalarına hazırlık olması için 26 Eylül 1932 – 5 Ekim 1932 tarihleri arasında düzenlenen Birinci Türk Dili Kurultayı’na davet edilmiş ve katılım sağlamıştı (Ekrem Beyaz (2019). “Agop Dilâçar ve Dil Yazıları“. Türk Dili. Ocak 2019). İkinci Türk Dil Kurultayı’na katılımının ardından Agop Dilâçar, 1. Türk Dil Kurultayı’nda komisyon üyeliği yapmış olup, 1942 yılı sonrasında Türk Dil Kurumu Başuzmanlığı görevine getirilmiştir
Atatürk soyadını bulan kişinin Agop Dilâçar olduğu, Arapça olan Mustafa ve Kemal isimlerinin yerine “Kamal Atatürk” ismini önerdiği de ileri sürülmüştü.
İddiayı içeren aktarım örnekleri şöyle sunulabilir:
Arlet Natali Avazyan’ın 19 Mayıs 2018 tarihli paylaşımı:
“Atatürk” imzasını bulan ve sunan Vahram Çerçiyan’dır. Atatürk’ün terzisi Levon Kordonciyan’dir. ‘Atatürk’ soyadının verilmesini, TBMM’ye teklif eden kişi Agop Dilaçar, (Martayan) .dır DAHA NE OLSUN 😍😍”
Soner Polat’ın Ulusal.com.tr’deki “Atatürk ve Dilaçar” başlıklı 17 Haziran 2016 tarihli yazısından:
“Hani biz Mustafa Kemal Paşa’ya “Atatürk” diyoruz ya… İşte bu Agop Martayan, Mustafa Kemal Paşa’ya “Atatürk” soyadını teklif eden kişidir.”
Yalçın Bayer’in Hürriyet’teki “Agop Martayan’ı biliyor musunuz?” başlıklı 27 Ocak 2012 tarihli yazısı:
“Hani biz Mustafa Kemal Paşa’ya ‘Atatürk’ diyoruz ya… İşte bu Agop Martayan, Mustafa Kemal Paşa’ya ‘Atatürk’ soyadını teklif eden adamdır. Agop Martayan, Mustafa Kemal Paşa’ya ‘Atatürk’ dediği için biz O’na Atatürk diyoruz. Çünkü Mustafa Kemal vatanı kurtarıp cumhuriyeti kurduktan sonra her alanda olduğu gibi Türk dili üzerinde de derinlik ve genişliğine çalışmalara başlar. 22 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirilen Türk Dili Konferansı’na Agop Martayan ile birlikte İstepan Gurdikyan ve Kevork Şimşyikyan da uzman olarak davet edilirler. Çünkü Agop Martayan devrin en büyük dil alimlerinden biridir. İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bildiği gibi, ‘Türkçe gramer’ kitabı da yazmıştır. ‘Türk-Sümer ve Hitit Dilleri Arasındaki İlişkiler’ bildirisini Agop bu kurultayda sunar. Ve 1934 yılında Atatürk tarafından TDK Başuzmanı olarak atanır. Yabancı sözcüklerin kökünü açmada uzman olduğu için Atatürk tarafından kendisine “Dilaçar” soyadı teklif edilir, o da bu soyadını memnunlukla kabul eder. “Beni buraya Atatürk getirdi, ölünceye kadar O’na ve Türkçe’ye layık olmaya çalışacağım” diyen Agop Dilaçar, TDK Başuzmanı olarak 45 yıl görev yaptı. Soyadı Kanunu’nda Mustafa Kemal’e Atatürk soyadını teklif eden de oydu.”
“Atatürk’ün soy isim babasının Agop Martayan Dilâçar olduğu”, “Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “Atatürk” soyadını almasını Agop Dilâçar’a borçlu olduğu” yönündeki iddialar gerçeği yansıtmıyor.
Bilindiği üzere İsviçre’den alınarak düzenlenmesinin akabinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen 21 Haziran 1934 tarihli 2525 sayılı Soy Adı Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir soyadına sahip olmaları yönündeki yükümlülük getirilmişti.
Soyadı Kanunu’nun kabulünün 5 ay akabinde TBMM tarafından oybirliği ile kabul edilen 24 Kasım 1934 tarihli ve 2587 sayılı kanun ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verilmişti. “Kemal öz atlı Cumhur Reisimize verilen soy adı hakkında kanun“un maddeleri şu şekilde idi:
Madde: 1-Kemal öz adlı cumhur reisimize ATATÜRK soyadı verilmiştir.
Madde: 2-Bu Kanun neşri tarihinde muteberdir.
Madde: 3-Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.
1934 tarihinde Soyadı Kanunu’nun kabulüyle Türk Dil Kurumu baş uzmanı Hagop Martayan’ın soyadı Atatürk’ün önerisiyle, dil konularını açıklar anlamında “Dilâçar” olmuştu.
Yaşadığı dönemde Agop Dilâçar’ın Atatürk soyadını kendisinin bulduğu yönünde bir söylemi olmamıştır. İddia, Dilâçar’ın vefatının ardından dolaşıma girmiştir.
Yaşadığı dönemde Agop Dilâçar, Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadının verilmesi teklifinin Konya milletvekili Naim Onat’tan geldiğini aktarmıştı. TRT’de 1979 yılında yayımlanan “Atatürk’ten Anılar” adlı programın 31. bölümünde Agop Dilâçar bu hususu şöyle dile getirmişti:
“Ondan sonra Kurultay toplandı. Soyadı Kanunu çıktı. Orada Atatürk’e uygun bir soyadı arandı. Ona önce Türkata demek istediler. Fakat Konya Mebusu Naim Hazım Onat ‘arkadaşlar’ dedi son dakikada Atatürk’ün huzuruna çıkmadan Atatürk üst katta biz aşağıda. Atatürk’e uygun bir soyadı arıyoruz. ‘Arkadaşlar’ dedi ‘Türkata yerine Atatürk desek nasıl olur’ dedi. Ruşen Eşref de bunu kabul etti hemen gitti yukarı sordu. ‘Çok daha iyi olur’ dedi Atatürk. Yukarı çıkarak resmi bir vazife gibi Atatürk’e soyadını verdik. Atatürk oldu soyadı. O da bize birer soyadı verdi. Öbür arkadaşlara uygun … Fakat bana “Dilaçar” dedi. Dilaçar soyadım olmuştur. Dilaçar soyadım olmuştur. Bugüne kadar Atatürk’ü anarak soyadımı kullanıyorum.”
Konya Milletvekili Naim Onat’ın teklifinden önce Türk Dili Tetkik Cemiyeti (TDTC) Başkanı Saffet Arıkan’ın 26 Eylül 1934 tarihinde 2. Dil Bayramı açılış konuşmasında kullandığı “Ulu Önderimiz Ata Türk Mustafa Kemal” hitabının Atatürk soyadına esin kaynağı olduğu tespit edilmişti (Mehmet Ö. Alkan (2011). “En Doğru Bildiğimizden Kuşkulanmak-3: “Atatürk” Soyadı Nasıl Bulundu?”. Toplumsal Tarih Dergisi. Sayı 205. Ocak 2011. Sf: 4-14).
Atatürk sözcüğünün ilk kez Saffet Arıkan’ın 26 Eylül 1934 tarihli İstanbul Radyosunda yaptığı konuşma metninde geçtiği, Atatürk’ün Saffet Arıkan’ın kullandığı metindeki Atatürk sözcüğünü beğendiği, metnin ertesi gün Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayımlandığı, Atatürk’ün bu soyadını 2 ay sonra aldığı biliniyor.
Saffet Arıkan’ın Hakimiyeti Milliyet’de 27 Eylül 1934 tarihinde yayımlanan bahsi geçen konuşmasının başlangıç bölümü şu şekildeydi:
“Hanımlar, Beyler; Bugün, Büyük önderimiz atatürkün, budunumuza armagan ettiği bayramlardan birini yaşıyoruz: dil bayramını … Kutlu olsun yurttaşlar; Başbuğ, on beş yıl önce, yatları, yurdun dokunulmaz arıklığında boğacağını budunumuza adadı, onu gür sesi ile bütün acuna haykırdı. O günkü bu engin düşüncenin budunumuzu hangi amaçlara ulaştırmak istediğini, geçen yıllar içinde, birer birer, gördük; türlü yatlar ana yurtta boğuldu; yurdu kemiren yabanlar koğuldu; türklüğün benliğini saran paslı ağlar koparıldı; buduna yıkılmaz bir temel olarak laik türk cümhuriyeti kuruldu. Okuma yazmadan uzak burakılmış ulusumuz, yeni alfabeye kavuştu. Bu güzeyde, uluaun kafasını yaltırmak kolaylaştı; ulusluk türesi daha iyi anlaşıldı. bütün ülkeye yayıldı. Budunumuzun öz benliğini bilmesi için en güvenli açar, bilirsiniz, gerçek ulus tarihidir. Bu en değerli gömüç; özlüğünden uzaklaşmış, gerçeğe karşı gözleri kepenklenmiş kişilerin yat bitiklerden topladıklan dipsiz, değersiz işin yürüyeceğine ve dilimizin artık en medeni diller arasına gireceğine kimsede tereddüt kalmamıştı. …”
Saffet Arıkan’ın vefatının ardından kardeşi Baha Arıkan tarafından kaleme alınan ve Ulus gazetesinde 26 Kasım 1949 tarihinde yayımlanan “Atatürk Soyadı ve Arıkan” başlıklı yazıda Atatürk soyadını Saffet Arıkan’ın buluşu şu şekilde aktarılmıştı:
“Rahmetli ağabeyim Saffet Arıkan’ın ölümü üzerinden bugün, iki yıl geçmiş bulunuyor: (…) zannediyorsam 1335 senelerinde, Galatasaray Lisesinde iken Edebiyat Tarihi Hocam bulunan, merhum İbrahim Necmi Dilmen (…) bana; “Atatürk, soyadını, ağabeyinin bir nutkunda ilk defa kullandığı Atatürk kelimesini beğenerek almıştır.” dedi. Bunun üzerine rahmetli ağabeyimden bu meseleyi sordum. (…) Kütüphanesinden, klişesini sunduğum müsveddeyi çıkardı. Müsvedde itina ile bir zarfa konulmuş, sarılmıştı. (…) Anlattı:
“Maarif Vekili olmadan evvel, 1934 senesi dil kongresinde, dil tetkik cemiyeti başkanlığına getirildim. Kongreden bir müddet sonra, 26 Eylül tarihi, dil bayramı idi. Bunun için bir nutuk hazırlamam lâzım geliyordu. Bu nutuk, müsveddede de görüldüğü gibi, “Ulu Önderimiz Atatürk Mustafa Kemal..” diye başlıyordu. (…) Atatürk o tarihe kadar, soyadı kanunu çıktığı halde (…) henüz soyadı almamıştı. Nutku kendisine gösterdim. Atatürk kelimesini görür görmez üzerinde durdu. Bir çok kereler bu kelimeyi tekrar etti. (Çok güzel bir buluş, yalnız fazla iddialı) dedi. Ancak müsveddede tashihler yaptığı halde, Atatürk’e dokunmadı. Müsveddenin sonlarında, bir de Türk Atası diye bir terkip kullanmıştım. Bunu daha fazla iddialı bularak, Atatürk tarzında tashih etmemi emretti. Başka bir şey söylemedi. Ben nutkumu verdikten (27.9.1934 Hakimiyeti Milliye No:4735) epey sonra, Gazi Mustafa Kemal, Atatürk’ü soyadı olarak aldı.”
Naim Hazım Onat, 3 Aralık 1949 tarihinde Ulus gazetesinde yayımlanan “Atatürk soyadı üzerine birkaç hatıra” başlıklı yazısında Atatürk soyadının Saffet Arıkan’ın buluşu olduğunu şöyle aktarmıştı (Türk Dili. 60. .467. Kasım 1990. Sf: 252-254):
“Arıkan’ı çok severdim, onun da bana içten sevgisi vardı. Bir akşam, gene Atatürk’ün sofrasında yan yana oturuyorduk. Atatürk’ün soyadı üzerinde konuşuluyordu. Bunun çok güzel bir buluş olduğundan bahsedilirken Büyük Önder, Arıkan’ı göstererek: ‘Beyefendinin armağanlarıdır’ demişlerdi. O sırada kendisinden öğrenmek istemiştim: Arıkan, bunu siz mi buldunuz? gülümsiyerek cevap verdi: ‘iltifat buyuruyorlar.’.
Atatürk bundan epeyce zaman önce de bana sormuşlardı:
‘Atatürk mü Türkata mı’ hangisini daha iyi bulursunuz? ben birincisinin daha güzel olduğunu sebepleriyle arza çalıştım. O zaman Arıkan’ca bulunmuş olduğunu henüz bilmediğim bu şekillerden birincisinin kendilerince de uygun görüldüğünü bir müddet sonra bunu kullanmış olmalarından anladım. Atatürk sözünü Arıkan’ın bulduğundan şüphem kalmamıştı. …
Atatürk soyadının Agop Dilâçar tarafından önerildiği iddiasının kökeninin Dilâçar’ın vefatından 2 yıl sonra 1981 yayımlanan Süreç dergisinin beşinci sayısında Aytunç Altındal’ın Dilâçar için kullandığı “Mustafa Kemal’e, Türklerin Babası anlamında kullanılması kaydıyla Atatürk adının verilmesini öneren üç kişiden biri, hatta birincisi olarak tanınır.” cümlesine dayandığı tespit edilmişti (Cengiz Özakıncı (2017). “Atatürk Soyadı Konusunda Uydurmalar ve Gerçekler“. Bütün Dünya. Mart 2017. Sf: 15-20).
Cengiz Özakıncı, yukarıda alıntılanan yazısında Atatürk’ün soyadının kökenine dair iddianın arka planını şu şekilde özetlemişti:
“Atatürk’ün istemiyle 12.07.1932’de kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin Başkanı Saffet Arıkan’ın, Birinci Türk Dil Kurultayı’nın açıldığı 26.09.1932 günü, İstanbul radyosunda bir konuşma yapmış; bu konuşmanın metni, ertesi gün Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayımlanmıştı: “Hanımlar, Beyler. Bugün, büyük önderimiz ata türkün, budunumuza armağan ettiği bayramlardan birini yaşıyoruz: dil bayramını… Kutlu olsun yurttaşlar…” İşte Atatürk sözcüğü, Mustafa Kemal’in bu soyadını almasından yaklaşık iki ay önce ilk kez Saffet Bey’in bu radyo konuşmasında kullanılmıştı.
“Atatürk” sözcüğü, ilk kez Saffet Arıkan’ın 26.09.1934 günü İstanbul Radyosu’nda yapacağı konuşma metninde yer almış; Mustafa Kemal, üzerinde kendi elyazısıyla düzeltiler yaptığı bu metinde Saffet Arıkan’ın kullandığı “Atatürk” sözcüğünü beğenmiş; Saffet Arıkan bu metni radyoda okumuş; metin ertesi gün Hakimiyeti Milliye’de yayımlanmış ve Mustafa Kemal bundan iki ay kadar sonra “Atatürk” sözcüğünü soyadı olarak almıştır. Gerçek bu iken ve Agop Martayan Dilaçar sağlığında yayımladığı yazılarda “Atatürk soyadını ben buldum” gibi bir iddiada bulunmamışken; onun 1979’da ölümünden iki yıl sonra, hiç bir somut veriye dayanmaksızın “Atatürk’ün İsim Babası Agop Martayan Dilaçar’dır” diyenler, bu yalanı 36 yıl boyunca yineleye yineleye, sonunda işi “Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “Atatürk” adını almasını Türk milleti Agop Martayan’a borçludur.” noktasına getirmişlerdir.”
Özakıncı bu tespitlerini katıldığı TV programlarında da aktarmıştı.
1928 yılında gerçekleştirilen Harf İnkılabı’nın fikir babasının Agop Martayan Dilâçar olduğu da iddia edilmişti. Dilâçar’ın Harf İnkılabını etkileyen isim olduğuna dair bir bulgu mevdut değil. Ayrıca, 1922-1932 arası Bulgaristan’da bulunan ve yurda 1932 yılında Atatürk’ün izniyle dönen Dilâçar, (Atatürk’ün resmî hayatını içeren kayıtları yansıtan 1 Kasım 1931-10 Kasım 1938 tarihleri arasındaki nöbetçi yaverlerin günlüklerini kapsayan Atatürk’ün Nöbet Defteri adlı eserdeki kayıtlara göre) Atatürk’le sadece 9 kez (24.9.1932-18.8.1936-5.9.1936-13.9.1936-31.3.1937-30.4.1937-29.8.1937-27.12.1937-29.12.1937) tarihleri arasında görüşmüştür (Tespit: Cengiz Özakıncı).
Agop Dilâçar, 1922 yılında Méliné Martayan ile evlenmiş ve Svaboden Üniversitesinde eski Doğu dillerini öğretmek ve yayımlanan ilk veriler ışığında eski Türkçe, Uygurca ve Köktürkçeyi anlatmak üzere Sofya’ya gitmişti (Ekrem Beyaz (2019). age). Ancak Dilâçar daha önce Türkiye’de yaşamakta iken bazı nedenlerden dolayı Türk makamlarınca vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Gittiği ülkeden de pasaport alamamıştı. 1932 yılındaki Birinci Dil Kurultayı’na davet edilen Dilâçar, pasaport problemine rağmen Atatürk’ün müdahalesi ile Sofya Konsolosluğu’nun gerekli işlemleri yapmasının ardından ancak ülkemize dönebilmişti (Muhammet Erat (2020). “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’deki Ermenilerin Faaliyetleri (1923-1945)“. Troyacademy. Yıl 2020. Cilt 5. Sayı 2. Sf: 295 – 328. 15.11.2020). 1932 yılı öncesinde ülkeye girişi dahi sorunlu olan Agop Dilâçar’ın 1928 yılında gerçekleşen Harf İnkılabı’nı etkilemiş olduğuna dair bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır.
Atatürk’e “başöğretmen” unvanının verilmesinin Agop Dilâçar tarafından teklif edildiği ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünün de Agop Dilâçar’a ait olduğu da ileri sürülmüştü.
Hatalı aktarım örneği şöyle sunulabilir:
“Mustafa Kemal Paşa’ya ‘Atatürk’ soyadının verilmesini teklif eden,kendisine de Dilaçar soyadı verilen Agop Martayan.”
“TDK’nın ilk Gn.Sekreteri olan Agop Martayan, M.Kemal Paşa’ya “Atatürk” soyadının verilmesini TBMM’ye teklif etmiştir”
“Atatürk tarafından ‘Dilaçar’ soyadı verilen Agop Martayan, Atatürk’ün ünlü ‘Ne mutlu Türk’üm diyene” diye biten nutkunu da hazırlayan kişidir”
“Agop Martayan (Dilaçar), Atatürk’e “Baş Öğretmen” unvanının verilmesini teklif eden kişidir ve Okullar’a “büstünün” konulması onun arzusudur”
1922-1932 yılları arasında Türkiye’de bulunmayan Agop Dilâçar’ın Atatürk’e “başöğretmen” unvanının verilmesini teklif ettiği ya da “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü Atatürk için kaleme aldığına dair bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesi Atatürk’e aittir.
Atatürk, 1933 yılı Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle hazırladığı Onuncu Yıl Nutku’nu “Ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesiyle sonlandırmıştı.
Cumhuriyetin onuncu yıldönümü nedeniyle 29 Ekim 1933 günü Atatürk’ün Türk milletine hitaben yaptığı ünlü konuşmanın Atatürk tarafından Cevat Abbas Gürer’e kurşun kalemle yazdırılan taslak metnin eş yazılı ve sonradan daktilo edilmiş versiyonları arşivlerde yer almaktadır. Bu süreçte Agop Dilâçar’ın müdahiliyetine dair en ufak bir emareye dahi rastlanamamaktadır.
“Başöğretmen” unvanının da Agop Dilâçar tarafından verildiği iddiası da tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır.
Latin alfabesine dayalı yeni Türk alfabesinin kabul edildiği 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı Kanun ile başlayan Harf İnkılabı kapsamında okuma yazma seferberliğini desteklemesi için Millet Mektepleri’nin açılması kararlaştırılmıştı. Millet Mektebi Talimatnamesi, İcra Vekilleri Heyetinin (Bakanlar Kurulu) 11 Kasım 1928 tarihli toplantısında kabul edilmişti.
Atatürk’ün Millet Mektepleri’nin başöğretmenliğini kabul ettiği 8 Kasım 1928 tarihli oturumda İsmet İnönü tarafından şu sözlerle duyurulmuştu:
“Türk harflerinin bütün vatandaşlara kapılarının önünde, ve işlerinin başında öğretilebiimesi için daha bu sene içinde millet mektepleri teşkilatı yapacağız. Bu teşkilat şehir ve köy, bütün yurdu kaplayacak, vatandaşların işlerinin maişetlerinin en müsait devirlerinde ve yanlarında ya iki aylık ya dört aylık kurslar açılacak, şehirde ve köyde mektepler, muayyen içtima mahallerine gelmeye vakitleri müsait olmayan vatandaşlar için seyyar muallim teşkilatı yapılacak; Devletin en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün memurları millet mektepleri teşkilatının ihtiyaca göre çalışacakları. Reisicumhurumuz Hz. millet mektepleri teşkilatının Umumi Reisliğini ve Başmuallimliğini kabul buyurmuşlardır.“
Millet Mektebinin işleyişine dair kararname, 24 Kasım 1928 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlanarak yürürlüğe girmişti (Öğretmenler Günü her yıl 24 Kasım’da Atatürk’ün başöğretmenlik sıfatını kabulünün yıl dönümünde değil, Millet Mektebi Talimatnamesinin yürürlüğe girdiği tarihin yıl dönümünde kutlanmaktadır).
Söz konusu talimatnamenin 4. maddesinde Atatürk’ün Millet Mektebinin başöğretmeni olduğu şu şekilde aktarılmıştır:
“Madde 4- Bu teşkilatın reis-i umumisi ve Millet Mektebinin Başmuallimi Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal hazretleridir. “
Yani, Atatürk’e başöğretmen unvanı Bakanlar Kurulu’nun teklifiyle verilmiştir. Bu unvanın kabulüne dair süreçte Agop Dilâçar’ın esamesi dahi geçmemektedir.
Mine G. Kırıkkanat’ın Cumhuriyet’teki “Vasatlığın iktidarı” başlıklı 16 Ocak 2022 tarihli yazısında Agop Dilâçar ile ilgili yer verdiği iddiaların üzerinden gidelim…
"1895 doğumlu bir İstanbul Ermenisi olan Agop Martayan, bugün konuştuğumuz Türkçenin temellerini atan, dünya çapında bir dil uzmanıdır."
Agop Dilâçar’ın Türk dili aşığı olduğu ve Türkçemiz odaklı önemli çalışmalarda bulunduğu su götürmez bir gerçek.
Türk dili araştırmalarına, yaşamı boyunca önemli çalışmalar kazandırmış olan A. Dilaçar’ın çeşitli dil konularını işleyen yazıları Türk dili kaynakçamızda önemli bir yer tutmaktadır (Kaya Türkay (1982). A. Dilaçar).
TDK dil başuzmanı Dilâçar’ın Türkçeyle ilgili çalışma yapanlar için temel kaynak oluşturan çalışmalarından bazıları şu şekilde sıralanabilir:
- “Oxford İngiliz sözlüğünün leksikografi metodu” (1938), “
- “Prag lenguistik mahfili ve yeni fonoloji disiplini” (1939),
- “Yeni semantik terimleri” (1939),
- “Büyük Alman sözlüğü hakkında rapor” (1939),
- “Azeri Türkçesi”, “-lar, -ler cemi eki hakkında garp türkologlarının nazariyeleri” (1939),
- XV. ve XVI. asırlara ait bazı Türk gramerlerinin yeni kritik neşirleri (1939),
- “Dilin menşe ve teşekkülünde kamerin âmil olduğunu iddia eden bir eser” (1938),
- “Rus yafetidoloji ekolünün esasları ve usul hakkında rapor” (1939),
- “Alpin ırk ve Türk etnisi, ve Hatay halkı” (1940)
- “Dilin özleşmesi” (1949),
- “Batı Türkçesi” (1953),
- “Lehçelerin yayılma tarzı ve Türk dil ve lehçelerinin tasnifi meselesi” (1954),
- “Türk lehçelerinin meydana gelişinde genel temayüllerin koyulaşması ve körlenmesi” (1957),
- “Dile müdahale meselesi” (1960),
- “Devlet dili olarak Türkçe” (1962),
- “Thomsen” (1963),
- “Türk diline genel bir bakış” (1964),
- “Türk Diline Genel Bir Bakış” (1964),
- “Dil, diller ve dilcilik” (1968),
- “Dil, Diller ve Dilcilik” (1968),
- “Orta İranca-Türkçe ilişkileri” (1968),
- “Türkiye’de dil özleşmesi” (1969),
- “Bize mânevî cihazlanmayı öğreten: Kutadgu Bilig” (1970),
- “Gramer: tanımı, adı, kapsamı, yöntemi, eğitimdeki yeri ve tarihçesi” (1971),
- “1612’de Avrupa’da yayımlanan ilk Türkçe gramerinin özellikleri” (1971),
- “Türkiye Türkçesinin tarihsel sözlüğü” (1972)
- “Karahanlı Türkçesi kılavuzu” (1972),
- “Kutadgu Bilig İncelemesi” (1972),
- “Anadili ilkeleri ve Türkiye dışındaki başlıca uygulamalar” (1978),
- “Orhun yazıtları nasıl okundu”,
- “Türkbilimcilerin Resimli Sözlüğü”,
Dilâçar, Dil Kurultaylarına bildiriler sunan, 1936’da açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde “genel dilbilim, dilbilim tarihi” dersleri veren, TDK bünyesinde birçok çalışma gerçekleştiren, bilimsel makaleler ve kitaplar yayımlayan bir isim. Ancak, 1895 doğumlu Dilâçar’ın Türkçemizin temellerini attığı iddiası afaki bir söylem. Dilâçar öncesinde Türkçe üzerine değerli çalışmalarda bulunan birçok isim mevcut. Binlerce yıllık geçmişi bulunan dilin temellerinin 20. yüzyılın başlarında doğduktan sonra 1930’lu yıllarda dilbilim alanında çalışma üretmeye başlayan bir isim tarafından atıldığı iddiası gerçeği yansıtmıyor.
Öte yandan, Dilâçar “yaşayan Türkçe yerine uydurma Türkçe dayatması” ile suçlanmıştı.
"Ve bugün bizler, Orhun Yazıtları ve Kutadgu Bilig’e dair ne biliyorsak Agop Martayan Dilaçar’a borçluyuzdur."
Agop Dilâçar’ın Kutadgu Bilig ve Orhun Yazıtları hakkında çalışmalar gerçekleştirdiği, “Kutadgu Bilig İncelemesi”, “Orhun yazıtları nasıl okundu” ve “Thomsen” başlıklı eserleri yayımladığı biliniyor. Ancak sanılanın aksine, Agop Dilâçar, Orhun Abideleri ve Kutadgu Bilig’e dair tüm bilgilerin kaynağı değil.
Türk tarihinin ilk yazılı kaynağı olan Orhun Yazıtları, Orhun Abideleri, Göktürk Kitabeleri, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları olarak adlandırılan yapıtlar, 1889 yılında bulunmasının ardından Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen ve Alman asıllı Rus Türkolog Vasili Vasilyeviç Radlof tarafından çözülmüştü. Yusuf Has Hacip’in 11. yüzyılda kaleme aldığı Kutadgu Bilig‘in nüshalarının 15. yüzyılda istinsah edildiği, 1839 yılında İstanbul’da Avusturya elçiliği müsteşarı ünlü Türkolog ve tarihçi Von Hammer tarafından Viyana İmparator Sarayı kütüphanesine hediye edilen nüshasının bir bölümünün 1870 yılında Almanca’ya tercüme edildiği, 1910 yılında Vasili Radlof tarafından transkripsiyonunun ve Almanca tercümesinin neşredildiği bilinmektedir.
Orhun Yazıtlarını okuyarak günümüz Türkçesine kazandırdığı sanılan Agop Dilâçar, “Orhon Yazıları Nasıl Okundu?” başlıklı çalışmasında Yenisey’de Alman tabiatçılarından D. Masserchmidt tarafından keşfedilmesinden sonra Thomsen’in Orhun Yazıtlarını okuma süreci detaylandırılmıştı. İlgili çalışmada V. Thomsen’in harfleri ve karşılığı olan sesleri nasıl tespit ettiğine ve bu çözümlemede Türk dilindeki hangi özelliklere başvurduğuna değinilmiş ve Thomsen’in hayatına ve çalışmalarına da ayrıntılı bir şekilde yer verilmişti. Kutadgu Bilig üzerine çalışmalarında ise kitabın içeriği ve yapısı, nüshaları, eserin Türk dili ve kültürü açısından önemi ele alınmıştı (Ekrem Beyaz (2019). age).
"Oysa Dilaçar’ın 1979 yılındaki ölümünü, TRT’den Agop dememek için “A.Dilaçar” diye ilan etmişizdir!"
Vefatının ardından TDK’nın gazeteye verdiği ölüm ilanlarında, Anadolu Ajansı ve Hürriyet Haber Ajansı kaynaklı gazete haberlerinde de Adil Dilâçar’ın isminin “A. Dilaçar” şeklinde aktarıldığı belirtilmektedir.
Agop Dilâçar’ın yaşamını yitirdiği haberinin 1979 yılında faaliyetteki tek radyo olan TRT’de saat 13:00 haberlerinde “Türk dili başuzmanı A. Dilaçar öldü” şeklinde aktarıldığı ileri sürülmektedir. Bu aktarımı dile getirenler TRT’nin kökeni nedeniyle “Agop Dilaçar” yerine ismini “A. Dilaçar” şeklinde anons ettiğini iddia etmektedir. Spikerin haber sunumu esnasında “A. Dilaçar” yazısını “Adil Açar” olarak okuduğu da bir başka iddia. Bahse konu radyo ve TV yayın kayıtlarının arşivi bulunmadığı için rivayet edilen bu haber aktarımını günümüzde doğrulamak hâliyle mümkün değil.
TRT’de yayımlanan programlara katılan Agop Dilâçar’ın adının kısaltılmadan kullanıldığı biliniyor.
Vefat ettiği 1979 yılında katıldığı Atatürk’ün dil çalışmaları, yeni kelimeler türetilmesi ve soyadlarının bulunmasına dair çalışmaları konusunda anılarını anlattığı “Atatürk’ten Anılar” adlı programın 31. bölümünde Agop Dilâçar’ın ismine yönelik bir sansürün söz konusu olmadığını işaret ediyor.
Öte yandan, Agop Dilâçar’ın yazılarına çoğunlukla “A. Dilâçar” şeklinde imza attığı biliniyor.
Kaya Türkay’ın Türk Dil Kurumu’nun Türk Diline Emek Verenler Dizisi içinde, 1982 yılında yayımlanan “A. Dilâçar” adlı kitabından istifade edilerek hazırlanan Dil Derneği internet sitesinde yayımlanan “A. Dilâçar” başlıklı metinde bu durum şöyle aktarılmıştı:
“Türkçeye ve Türkiye’ye tutkun bir bilgindi. Atatürk’e, Türk Devrimine yürekten bağlıydı; anadili Türkçe olanların kimisi de Türkçeyi onun gibi sevseydi, Dil Devriminin önüne dikilmezlerdi. Dilâçar, yazılarına çoklukla “A. Dilâçar” diye imza atardı; kimilerinin sandığı gibi, Ermeni olduğu ve “Agop”u kullanmaktan sakındığı için değil. Dilâçar soyadını ona Atatürk vermişti; kendi deyişiyle bu soyadı, onun gerçek adıydı. Bu adı yaşamı boyunca Atatürk ve Türkçe sevgisiyle birlikte taşımış; Atatürk’ün isteği üzerine üstlendiği Türk Dil Kurumu’ndaki “başuzman” sanını onurla korumuştur. TDK’de birlikte çalıştığı genç dilciler onun ağzından şu tümceyi sıklıkla duymuştur: “Yaşamım burada, Türk Dil Kurumu’ndaki masamda bitsin isterim.””
Yaşadığı dönemde TDK’nın yayımladığı eserlerinde isminin “A. Dilâçar” şeklinde kullanıldığı görülebiliyor.
Cengiz Özakıncı’nın Mine G. Kırıkkanat’ın söz konusu yazısında tespit ettiği hatalara ilişkin yorumlarını aktaralım:
“Agop Martayan Dilaçar’ın bugün konuştuğumuz Türkçe’nin temelini atan kişi olduğunu yazmışsınız. Oysa temel, Yunus Emre vs. bilgelerin Türkçesidir. Dil Devriminin temeli, halkın yüzyıllardır kullanageldiği Türkçe’nin yaşamın her alanına egemen kılınmasıdır.”
“ORHUN YAZITLARI ile ilgili ne biliyorsak Agop Martayan Dilaçar’a borçluyuz, diyorsunuz. Oysa Orhun Yazıtları dünyada ilk kez 1894-1895’te Radloff, 1896’da Thomsen ve Türkiye’de 1936’da Hüseyin Namık Orkun tarafından yayınlanmıştır. Bilgilerinize.”
“KUTADGU BİLİG’le ilgili ne biliyorsak Agop Martayan Dilaçar’a borçluyuz, diyorsunuz. Oysa Kutadgu Bilig 1890’da Radloff’ça yayımlanmış, 1932’de I.Türk Dil Kurultayı’nda Samih Rıfat Bey’ce tanıtılmıştır. (Agop Bey’in Kutadgu Bilig İncelemesi, 1972 tarihlidir.)”
“Agop Martayan Dilaçar 1979’da öldüğünde TRT’nin bu haberi AGOP dememek için A.DİLAÇAR (Adil Açar) diyerek duyurduğunu yazmışsınız. Bu sol maskeli etnik ayrılıkçılarca yayılmış bir yalandır. TRT 1979’da ondan AGOP adıyla sözetmiştir.”
İLAVE:
İşbu yazının ilk versiyonunda yer verilen “Atatürk tarafından Türk Dil Kurumu başuzmanlığı görevine getirildi.” cümlesine dair Uğur Can tarafından iletilen tashihler şöyle:
1932-1938 arası yayınlanan Türk Dil Kurultay yayınlarında ya da Türk Dili Tetkik Cemiyeti bültenlerinde Agop Dilaçar’ın başuzmanlığa getirildiğine dair hiç bir bilgi yok. O yıllarda kurum başuzmanı olarak sadece Abdülkadir (Süleyman) İnan gözükmektedir.
Öncelikle Agop Dilaçar 1933 yılında hiç bir TDK heyet listesinde gözükmez. Sadece oluşturulan komisyonlar içinde yer alan üyelerden biri olarak gösterilir.
İlk defa “İhtısas kâtibi” unvanı Ekim 1933’de kullanılıyor.
Daha sonra “İhtısas Kâtibi” unvanı Eylül 1934’de kullanılıyor ve bu göreve olan kişinin Abdülkadir (Süleyman) İnan’ın olduğu belirtiliyor.
Fakat aynı kaynakta Agop Dilaçar sadece “muallim” olarak gözükmekte.
Kaynak: Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteni – Eylül 1934 – Sayı 8 – Sayfa 6 – “Agop Martayan Bey – Muallim”
Nisan 1936’da bazı kelimeler Türkçeleştirilmiş ve “İhtısas Kâtibi” unvanı “Başuzman” olarak değiştirilmiş ve Abdülkadir İnan için kullanılmaya devam edilmiş.
1937’de basılan Üçüncü Türk Dil Kurultayı Tezler Müzakere Zabıtları’nda yine aynı şekilde Abdülkadir İnan “Başuzman”, Agop Dilaçar ise “Öğretmen” olarak gösterilmiş.Agop Dilaçar için ilk defa “uzman” unvanı (başuzman değil) 1938 yılında Muzaffer Ramazanoğlu ile birlikte “Diyarı Bekir ve Diyarbakır adının tetkik komisyonu”nda kullanılmış.Atatürk’ün öldüğü ve Aralık 1938’de çıkarılan Milli Yas Sayısı Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteninde de Agop Dilaçar’ın başuzmanlığına dair hiç bir ibare yok.Agop Dilaçar için “Başuzmanlarından” ifadesi ilk defa 1942’de düzenlenen dördündü Türk Dil Kurultayında geçiyor.Fakat 1945’de düzenlenen Beşinci Türk Dil Kurultayında Agop Dilaçar için “TDK Başuzmanlarından” ifadesi kullanılırken Abdülkadir İnan için “TDK Başuzmanı” denilmiş. Abdülkadir İnan için “TDK Başuzmanı” denilirken Agop Dilaçar için neden hep “Başuzmanlardan” diye kategorize edilmiş bilmiyorum.Agop için Kaynak: Beşinci Türk Dil Kurultay 1945 – Sayfa 311 – Dil Kurultay Üyeleri “Dilaçar Agop – T.D.K. Başuzmanlarından”Abdülkadir için Kaynak: Beşinci Türk Dil Kurultay 1945 – Sayfa 315 – Dil Kurultay Üyeleri “İnan Abdülkadir – T.D.K. Başuzmanı”Genelde 2000 sonrası verdiğiniz kaynaklarda, özellikle TDK’dan referans aldığınız Ocak 2019 tarihli Türk Dili dergisinde şu yazıyor:“Bu araştırmalar sonucu İkinci Kurultay’da Türk dilinin köklü bir dil olduğunu kanıtlamaya dair devam etmekte olan tartışmalar esnasında yeni veriler ışığında hazırlanmış Türk-Paleoetimolojisi adlı dikkat çekici bir bildiri sunmuştur. A. Dilâçar, bu kurultayın sonunda Atatürk tarafından Türk Dil Kurumu Başuzmanlığı görevine getirilmiştir”Açıkçası ne ikinci dil kurultayında, ne de üçüncü dil kurultayında Agop Dilaçar’ın başuzmanlığa getirildiğine dair bir delil bulamadım. Zaten TDK’nın yayınladığı 1932-1938 dil kurultay zabıtlarında ya da Türk dili bültenlerinde böyle bir şey kayda alınmamış. Hatta 1945’e kadar Abdülkadir İnan “TDK Başuzmanı” olarak gözüküyor. Agop Dilaçar için ilk defa “başuzmalardan” ifadesi bile 1942 dördündü dil kurultayı ile kullanılmış.Kaynak olarak verdiğiniz 29 Ağustos 1936 tarihli Kurun ve Ulus gazetelerinde Agop Dilaçar’ın başuzmanlığa getirildiğine dair bir ibare yok.Sonuç olarak Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde Agop Dilaçar’a verilmiş bir “başuzmanlık” görevi yok. Agop Dilaçar ile ilgili bu görev 1942 dördündü Türk Dil kurultayı ile kayda alınmış. O da başuzman değil “başuzmanlardan” olarak. 1933’den 1945’e kadar Abdülkadir İnan’ın “TDK Başuzmanı” olarak kayıtlarda olduğu gözüküyor.
Agop Dilaçar’ın “başuzman” olarak görevlendirilme tarihine dair TDK tarafından şu yanıt sunulmuş (Yazışma için Uğur Can’a teşekkürlerimizle):
Konuyla ilgili sunduğunuz bilgiler, ayrıntılı incelemeniz ve hassasiyetiniz için teşekkür ederiz. Dönemle ilişkili toplantı tutanaklarını inceledik. Bu inceleme sonucunda Agop Dilâçar’la ilgili olarak şu ifadelerin geçtiğini tespit edilmiştir:14.12.1936 tarihli bir tutanakta “… ikinci aşama uzman olarak kadroya alınmasını …”,27.11.1937 tarihli bir tutanakta “Uzman Bay Dilâçar’ın bildirdiği …”,01.06.1938-31.05.1939 aralığını gösteren bir kadro cetvelinde “Garp Dilleri Başuzmanı – A. Dilâçar”,30.06.1938 tarihli bir tutanakta “Garp Dilleri Başuzmanı Bay Dilâçar’ın yazısı…”.Bu bilgiler ışığında Agop Dilâçar’ın 24-31 Ağustos 1936’da yapılan ve kendisinin de “Güneş-Dil Antropolojisi” başlıklı bildiriyi sunduğu Üçüncü Türk Dil Kurultayı’ndan sonra “ikinci aşama uzmanlığa” getirildiği, 1938 yılına ait tutanaklarda ise başuzman olarak anıldığı görülmektedir.Kaya Türker’in kitabında işaret edilen İkinci Kurultay’dan sonra başuzmanlığa getirildiği bilgisi sehven yazılmış olabilir veya o tarihlerde getirildiği “ikinci aşama uzmanlık” unvanındaki “ikinci” ile karışarak yine sehven “İkinci Kurultay” şeklinde yazılmış olabilir.Garp Dilleri Başuzmanlığı konusunda ise 1938-1939 aralığını gösteren kadro cetvelinde yer alan unvanlara bakıldığında Kurum’da bulunan uzmanların “Üçüncü aşama uzman, İkinci aşama uzman, Birinci aşama uzman, Garp dilleri başuzmanı, Başuzman” şeklinde ayrıldığı görülmektedir.
3 Yorumlar
islamcılar kadar iftiracı yalancı bir kitle yoktur. her gün yeni bir yalan uydurup etrafa saçarlar sonra gidip namaz kılarlar
Kemalistler kadar da bir insana bukadar tapan ve hakkında hikaye uyduran heryere put diken bi topluluk yoktur
Agop Dilaçar videonun tam 7. dakikasında “Atatürk’e soyadını verdik” diyor. Kendisinden başka iki kişinin ismini zikrediyor. Bu da ismi veren 3 kişiden biri olduğunun açık ispatıdır. İlginç tarafı “teklif ettik” de değil “verdik” demesi.
Diğer bir husus bu televizyon yayının yapılmasından sonra aynı yıl içinde vefat etmiş olması. Aynı yayında Agop Bey “Atatürk kafataslarıyla çok ilgilenirdi, insanlara bakıp kafatası şekillerine göre onlar hakkında kanaatlere sahip olurdu” gibi lâflar ediyor.
Bu şartlar altında başka sorular da sorulabilir: Acaba birileri “bu adam epey yaşlandı, ağzından laf kaçırmaya başladı” deyip bazı kararlar! mı aldılar? İlave olarak, yukarıda belirtildiği gibi vefatının (ve bu programın) üzerinden iki sene geçmesine rağmen şayialar bir türlü bitip tükenmeyince aynı çevreler! “süreç dergisinin beşinci sayısında Aytunç Altındal’a” bir yazı yazdırmak zorunda mı kaldılar?