Bir Takım Ol, Mesela Beşiktaş Gibi. De ki; Şerefim Bitene Kadar Seveceğim Seni” Sözünün Cemal Süreya’ya Ait Olduğu İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Bugün, kaleme aldığı şiirlerle İkinci Yeni gibi ismiyle müsemma bir akım oluşturacak denli yeni ve karakteristik bir dil inşa eden Cemal Süreya‘yı (1931 – 1990) ve kendisini atfedilen “Bir takım ol, mesela Beşiktaş gibi. De ki; şerefim bitene kadar seveceğim seni” sözünü ele alacağız.

 

bir-takim-ol-mesela-besiktas-gibi

 

Cemal Süreya’ya ait olduğu iddiasıyla paylaşılan “Bir takım ol, mesela Beşiktaş gibi. De ki; şerefim bitene kadar seveceğim seni” sözünün sosyal medyadadaki yansımalarına dair birkaç örneğe bakalım;

 


 

Bahse konu olan iddianın, Vodafone Park Stadyumu’nun duvarlarında “Bir takım ol, mesela Beşiktaş gibi. De ki; şerefim bitene kadar seveceğim seni” sözünün Cemal Süreya imzasıyla yer almasından sonra yaygınlaştığı biliniyor:

 


İddianın 2014 yılından beri dolaşımda olduğuna şahit oluyoruz:

 

Kaynakça gösterilmeden yapılan bu paylaşımlar şairi işaret etse de “Bir takım ol, mesela Beşiktaş gibi. De ki; şerefim bitene kadar seveceğim seni” sözünün Cemal Süreya’ya ait olduğu iddiası gerçeklik payı taşımıyor. Hem Cemal Süreya’nın tüm şiirlerinin bir araya getirilmesiyle oluşan Sevda Sözleri kitabında, hem de düzyazı yapıtlarında yaptığımız taramalarda ilgili ifadeye dair bir bulguya ulaşamadık.

 

Bir takım ol, mesela Beşiktaş gibi. De ki; şerefim bitene kadar seveceğim seni” sözünün -Cemal Süreya’ya izafe edilmemekle beraber- farklı versiyonlarına da rastlıyoruz. İfadenin, “Bir şehir ol, mesela… ” şeklinde başlayan kalıp kullanılarak (Antalya, Ankara, Diyarbakır, Bursa, İstanbul gibi şehirlerimiz için) mizahî amaçla oluşturulan çeşitli varyasyonları mevcut:

 

“Bir şehir ol, mesela Antalya gibi. De ki; denizim kuruyana kadar seveceğim seni”.

 

 

“Bir şehir ol, mesela Ankara gibi. De ki; sokaklarım denize çıkana kadar seveceğim seni”

 

 

“Bir şehir ol, mesela Diyarbakır gibi. De ki; surlar yıkılıncaya kadar seveceğim seni.”

 

 

“Bir şehir ol, mesela Bursa gibi. De ki; yeşilim bitene kadar seveceğim seni.”

 


Bu çeşitlemelerden İstanbul için olanı ise şöyle:

 

“Bir şehir ol, mesela İstanbul gibi. De ki; boğazım kuruyana kadar seveceğim seni.”

 


İfadeyi taradığımızda, sözün Cihan Suat Alkan’ın “İstanbul” başlıklı şiirinden alıntılandığını görüyoruz.

 

İlgili şiirin tamamı:

 

“Bir şehir ol.

Mesela,

İstanbul gibi..

De ki;

Boğazım kuruyana kadar seveceğim seni.

Bir şehir ol..

Mesela İstanbul gibi..

Uzaktan bakanlar seni hiç bilmesinler.

Sen İstanbul gibi dur olduğun yerde ama sana gelmeye çalışanlar sana gelemesinler.

Uzaktan güzel görün herkese ama hiçkimse bilmesin içini.

Sen bir şehir ol İstanbul gibi ; herkes imrensin sana ama fethedemesin hiçkimse benden başka..

Sen İstanbul gibi bir şehir ol..

Sahillerinde martılar öterek alsın simitleri ellerimden.

Kız Kulesi kıskansın beni bu sefer senin gözlerinden.

Köprünün üstünden bakarken şehre sadece diz çökeyim Ortaköy için, Sultanahmet için.

İstanbul ol mesela..

Konuş benimle ve her kurduğun cümle için Galata’dan Çelebi’ler uçsun gökyüzüne.

İki yaka bir kez olsun bir araya gelsin.

Sen konuş.. Susma..

İstanbul ol mesela..

İstanbul ol, sahip olduğun tüm merdivenleri önce ben çıkayım.

Üç aşağı beş yukarı..

Sonra sen çık ardımdan eksiklerimi tamamla.

Gülerek tartışalım 6’yı, 7’yi..

Sonra sen kazan ve ben tüm merdivenleri bir daha sayayım fazla fazla..

Sen İstanbul ol mesela..

Bir şehir ol..

İstanbul ol..

Bu kez boğazların kuruyana kadar ben seveyim seni..”

 

Bir takım ol, mesela Beşiktaş gibi. De ki; şerefim bitene kadar seveceğim seni” sözünün, Antoloji.com’da yer alan “İstanbul” şiirindeki kalıptan esinlenerek oluşturulması ihtimal dahilindeyse de tarihler uyuşmadığından ve birinci el kaynağa sahip olmadığımızdan, mevzubahis şiiri bir kaynak olarak sunmak mümkün ve makul görünmüyor.

 

Diğer yandan, Zûhal Tekkanat, kendisiyle yapılan 05.01.2015 tarihli röportajda eşi Cemal Süreya’nın Fenerbahçeli olduğunu aktarmıştı.

– Süreya, “Atatürkiye” isimli yazısında “Atatürkçü olmamak suç mu” derken sizin evinizin duvarında Atatürk posteri var. Bu anlaşamadığınız bir konu muydu?

 

Çok iyi uyuştuğumuz bir konuydu Atatürkçü olmamız; 1- Ecevitçi, 2- Atatürkçüydük. Bir de Fenerbahçe’yi tutardık. Karşı tarafın da düşüncesinin olabileceğini söylemiş orada. Atatürk’ü sevmeyebilirsin, “Hayatta bir tek Atatürk mü var” diyebilirsin ama Atatürk’e karşı gelemezsin!

 

Cemal Süreya’nın, doğrudan hangi takımlı olduğunu belirtmese de, üç büyüklere dair görüşlerini; ilk baskısı 1991 yılında yapılan, portrelerden mürekkep 99 Yüz isimli yapıtından bizzat okumak da mümkün.

Kitapta yer alan denemelerden birkaç pasajla sonlandıralım yazımızı:

 

Galatasaraylı” denemesinden:

 

Galatasaray taraftarı ayrık kişidir; çoğu zaman da toplum içinde “ayrılmış” ya da kendini “seçilmiş” sayan bir kişi. Köşeye itilmiş değil, ayrı düşmüş.

 

Roman kişisi.

 

Posterini Fenerbahçeli gibi başucuna koymaz; Beşiktaşlı gibi arabasının camına yapıştırmaz. Hem posteri değil, albümü var onun; yastığının altında saklar. Albümünü kıskanır. Bu yönleriyle ilginçtir ve öbürlerinden hemen ayrılır.

 

Bütün Fenerbahçelilerin ve bütün Beşiktaşlıların ortalaması alınabilse, ortalama yurttaşın profili çıkar karşımıza.

 

Ortalama Galatasaraylı üzerine düşünüyoruz ya, gerçekte, Galatasaraylı tip Türkiye yüzeyinde hiçbir ortalamaya girmez. Bir marjinal, bir Vatikan, bir Halet Efendi, bir yara, bir düş kırıklığı, bir üstünlük, bir başarılar zinciri, bir doğal yapaylık, bir insan sesi… Maç günleri dışında enikonu soğukkanlıdır. Kibardır; hiç küfretmez; şemsiyesi her an hazır.

 

Gizli çılgın. Drama içindedir.

 

Bilir; Fenerbahçe’nin baba’ları, Beşiktaş’ın dayı’ları,Trabzonspor’un sahipleri vardır; kendi kulübünün ise, yöneticileri… Galatasaraylı kendini kulübüne ilişkin görmez, sanki kulüp ona ilişkindir.

 

Fenerbahçeli doğulur.

 

Galatasaraylı olunur.

 

 

Galatasaraylıda seçkinlik ve dışlanma duyguları iç içedir. Milletvekilleri, tiyatrocular, eşcinseller, bankacılar (özellikle

özel bankacılar), yayımcılar… Bütün bir Galatasaraylılar kitlesi için de bu duygunun belirleyici öğe olduğunu söyleyebiliriz. Galatasaraylı güç ve güçsüzlük gerçeğini, bencillik ve panik duygularını birbirine sarmalamıştır.

 

Fenerbahçelilik bir dindir. Galatasaraylılık bir tarikat.

 

Ortalama Galatasaraylı Nakşibendi’dir; Sünni mason; Tanrıtanımaz mürit.

 

Her şeyde kendine göre bir düzey arar. Yalnız ödül kazanmış kitapları alır. Cüzdanındaki yüz liraları bile törenle çıkarır. Çalıkuşu’ndaki Kâmuran’ı anımsatır. Beşiktaşlıyı nedense küçümser; Fenerli dostlarının yanında hoşgörü sözcükleriyle konuşur. Aslında diyalog değil, sayrılı bir monolog içindedir. Kulüp yönetimini başkalarına karşı her zaman savunur.

 

Geçmişiyle fazlaca övünür. Ve geçmişi, mutlaka okula bağlar. Evliya Çelebi’nin anlattığı öyküyü kendi adına zenginleştirmek için çırpınır. Gül Baba, Fatih Sultan Mehmed’e güller sunmuş; bunlar sarı, kırmızı güllermiş… Oysa Evliya’da sarı-kırmızı diye bir şey yok. Ama Galatasaraylı geçmişe sahip olmak için çok şey yapabilir. Hakkıdır da. Evet, roman kişisi.

 

Fenerbahçeli bağıra bağıra çoğalır; Beşiktaşlı çığlıklarla tükenir. Galatasaraylınınsa ağzında, yerine göre alaycı, yerine göre çocuksu bir gülümseme vardır. O gülümseme alt dudağın bir yanını aşağı çeker. Galatasaraylı o sırada aynaya bakmaktadır: Cici Necdet mi, Cesare Borgia mı?

 

“Metin Oktay” denemesinden:

 

Cemil ise Fenerbahçe’de bir Metin tasarımıdır. Cemil de büyük futbolcu. Ama tasarım tutmadı. Cemil’i hazırlayan öğeler de. Bir Ziya, bir Alpaslan yeni maya olarak var oldular. Cemil’de de, Ziya’da da, Alpaslan’da da Fener’in geleneksel kişiselliği hiçbir zaman yitmedi. Mehmet Ali’den, Küçük Fikret’ten, Selahattin’den Lefter’e ondan Can’a geçen bir virtüozluk var ki, şu anda bize şu cümleyi söyletecek: Brezilya dünyanın Fenerbahçesi’dir… Ancak bununla anlatabilirim. Fenerbahçe’de her zaman kişisellik önde oldu. Galatasaray ise ekip çalışması gerçeğiyle futbolu adamakıllı centilmen bir boks maçı olarak benimsedi: boks dansı… Seyirci buna yalnızca dans bölümüyle katılır

 

Galatasaray’da futbol gerçeği. Fenerbahçe’de ise Türkiye gerçeği ağır basar.

 

Beşiktaş ise özlemler ve öncelemeler takımıdır. Şükrü’yü (enişte) düşünüyorum. Lefter kadar zariftir. Öyle ki filin en zarif yaratıklardan biri olduğunu kanıtladı. Ondaki hız kimsede görülmedi. Kornerden attığı dolaysız gollerde özür dileme, şaka, biraz da Baba Hakkı’dan kalma bir son an küfrü vardır. Bilinenin tersine, hemen her zaman en temiz futbolu Beşiktaş oynamıştır. Beşiktaş’ta yıldız sporcuyla ikinci adam birbirine karışmıştır. Beşiktaşlı sporcu başka takıma geçse de Beşiktaşlılığını yitirmez.

 

“Baba Hakkı” denemesinden:

 

Baba Hakkı hem başkan, hem kaptan, hem oyuncuydu. Aynı zamanda da seyirci. Hakemin ürküttüğü tek futbolcu da o oldu sanırım.

 

Beşiktaş’ın Mao Zedong’u.

 

Beşiktaş’a ne kaldı ondan? Tek kişiden kalabilen en çok şey… Bugün, Fenerbahçe’yi zaman içinde var olmuş birçok oyuncuyu yan yana koyarak tanımlayabiliriz. Galatasaray’ı da. Beşiktaş’ı ise yalnız onu düşünerek de açıklayabiliriz. Bu bir olay. Mutlaka bir adı olmalı.

 

Bulaşıcı güç.

 

İkinci devrede 6 gol atarak ve attırarak bir maçı 6-3 alabilen kaptan.

 

Beşiktaş, sermayesi insan olan bir kulüp. O yarattı bunu.

 

“Bir Takım Ol, Mesela Beşiktaş Gibi. De ki; Şerefim Bitene Kadar Seveceğim Seni” Sözünün Cemal Süreya’ya Ait Olduğunu Zanneden Yazarlar

 

Yorumunuzu yazınız...