Hurafe, Yalan ve Yanıltma

 

* Dr. Ceyhun İrgil tarafından kaleme alınmıştır.

 

İletişim çağında bilgi ve haber hazine gibi.

Çağın yaşama dair tüm temasında neredeyse vazgeçilmez öge iletişim. İletişim nesnesi bilgi ve haber olunca, niceliksel büyümesi tartışmasız bilginin ve haberin niteliği artık çok önemli. Artık bilgi ve haber, toplumları yönetmek, yöneltmek, gerçeği bükmek, hakikati eğritmek, algı yaratmak için kullanılıyor.

Hızla artan ve yayılan bu bilgiler için 3 ciddi sorun var; doğru mu? Yanlı mı? Ne kadar gerçek?

Bilgi gerçeği tam yansıtmayıp kısmen doğru olabilir. Yani eksik, yanlı yansıtma söz konusudur.

Bilgi doğrudan yanlı, çarpıtılmış, gerçek paylaşanın inancına ve görgüsüne göre eğilip, bükülmüş olabilir.

Son olarak da, doğrudan yanlış, yalan, yanıltmaya ve algı oluşturmayı amaçlayan bilgi olabilir.

 

————————–

 Pew Enstitüsü’nün 2018 verilerine göre

Amerikalı yetişkinlerin çoğunluğu YouTube (%73)

ya da Facebook (%68) kullanıyor

ve Facebook kullananların yarısından fazlası

hesaplarını günde birkaç kez kontrol ediyor.

—————————

 

Son 20 yıldır sosyal medyanın yaygınlaşması ve etkin güç kazanması ile iletişim ve haberin etiği, birçok araştırmanın konusu oldu. Çünkü artık “sağlıksız iletişim” hayatlarımızı doğrudan etkilediği gibi siyaset ve iktidarı da belirleyen veya sürekliliğini sağlayan bir araca dönüştü.

İnternet ve sosyal medya, bireylere birden fazla kimlik ve benlik sahibi olma olanağı sağlıyor. Sosyal medyaya sahte hesap ve anonim ortamın kimliksizliğinin güveni ile ölçüsüz davranabilme cesareti veriyor.

Kullanıcıların hiçbir ahlaki ve vicdani süzgece gereksinim duymadığı ortam, yalan, iftira, algı ve çarpıtma için uygun vasatı sağlıyor.

Kişiler gerçek isimleri ve kimlikleri ile hesap açmış olsalar bile, sanal ortamın uzaysal mesafesi, fiziksel temasın riski ve yüzleşme gerçekliği olmaksızın “herkesin herkese” sınırsız ulaşabilme olanakları, kanıt ve sorumluluk zorunluluğu olmayan ortamı; yalan, çarpıtma, kışkırtma, nefret söylemi, kutuplaştırma, siyasal algı oluşturma, hedef gösterme, linç ve karalama için sınırsızca kullanılabilmektedir.

Sosyal medyada her kullanıcı, “üretici” olduğu kadar “ürün”. “Avcı” ama aynı zamanda “av”. Herkes “okçu” ama “hedefin” de ta kendisi…

“Dilin kemiği yok”, sosyal medyada bir dile bile ihtiyaç yok.

Küfür ve hakaretin kültürel kodlarını ve ağız alışkanlıklarını bir yana bırakırsak, tam olarak “acizliğin” ifadesi. İnsanın aklının, vicdanın, bilgisinin, gücünün yetmediği ruh hali. Bir başka nedeni ise; öfke ve suçluluk halinin bastırılması.

İsteyen her kullanıcı kendi medyasının yazarı, yorumcusu, savcısı, yargıcı olabiliyor. Bu özelliği ile sosyal medya, kullanıcıya hiçbir insani ve vicdani ölçüte sığmayan kavramları yaratma, imgeleri “kendince” istediği gibi kullanma şansı veriyor.

Özellikle sahte kimlikli hesaplar sayesinde eğitimsiz, fanatik ve saplantılı kullanıcılar, saldırgan, hakaretamiz ve doğrudan suçlayıcı paylaşımları daha sık yapıyorlar. Az takipçisi olan bu paylaşımların toplumsal etkileri düşük ancak hedeflediği kişi açısından yarattığı travma daha büyüktür.

İlginç bir paradoks ise, dindar ve milliyetçi kimlikli “güzel ahlak” ve “hoşgörü” savunucusu hesapların en galiz küfürleri ve hakaretamiz paylaşımları sıkça yapabilmesidir.

Asıl önemli olan grup, takipçi sayısı fazla kanaat önderleri, yazar, çizer, sanatçı ve siyasetçilerin trol gibi tutum almaları ve algıya yönelik paylaşımlarının toplumsal etkileri çok daha tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

Bu konuda yazılan ciddi eserlerden biri olan Mete Kazaz ve  Selman Selim Akyüz’ün yazdığı “Sahte Haber” (L-T, 2019) adlı kitabında, “Yalan haberler neden bitmiyor?” sorusuna yanıt olarak yazdıkları tespitler şöyle;

“Yeni medyada ise ideoloji haberin benliğini ele geçirmiştir.

Yeni medya ya da sosyal medya, anonim olmaya imkân sağladığı için geleneksel medyadaki yanlış ve üretilmiş bilginin doğuracağı sonuçlardan, hukuki ve etik kaygılardan büyük bir uzaklaşma söz konusudur.

Gerçeğin ortaya çıkması bile artık önem arz etmemektedir. Çünkü yalan, gerçekten daha çok alıcı bulmakta, daha hızlı yayılmakta, gerçek ilgi görmemektedir.

(…)

Sahte haberler toplumlardaki ayrışmanın hem nedeni hem sonucudur.

Ayrışmalar, sınırların belirginleşmesi terör örgütlerine, marjinal ideolojik gruplara ve siyasi hareketlerin işine yaramaktadır. Düşmanlaştırma ve şeytanlaştırma kendi taraftarlarının bağlılığını adeta garanti etmektedir.

(…)

Alabildiğine kontrolsüz bir alan haline gelen yeni medya özgürlük alanlarını genişlettiğinden çok daha fazla insanların hem fikir ve haysiyet alanlarına hem de can güvenliklerine tehdit oluşturan bir mecraya dönüşmektedir.”

*

Ancak dediğim gibi 50 yıldır az çok okuyorum, izliyorum ve aynı yanlış, yanıltıcı, yalan bilgilerin, hurafe ve masal öykülerin, ideolojik yanıltma ve algı amaçlı paylaşımların çığ gibi arttığını görüyorum. Elbette saf ve mutlak gerçeğe ulaşmak kolay değil. Hatta olanaksız.

 

Yalan ve uydurma bilgi/haberin kısa tarihi

 

Yalan haberin mağara resimleri ile başladığını söylesek abartmış olmayız. Ancak bilinen ve belgelenen ilk örneklerinden biri Amerika’da yayınlanan New York Sun gazetesinin 1835 yılında “Great Moon Hoax” yazı dizisidir. Gazete bu haberinde ayda insanların yaşadığını ve bir medeniyet olduğunu yazar. Henüz daha aya bile gidilmemişken, bu haber çok ilgi ve merak uyandırır. Düzmece bilgiler ve uzman görüşleri ile renklendirilen bu yalan haber ile gazetenin tirajı patlar. Sonunda yalan haber olduğu ortaya çıktı ama bu habere bugün bile inanlar var ve inanmaya devam edecekler.

Hiç kuşkusuz, “sansasyonel” haberin en çarpıcı örneği ünlü sinemacı Orson Welles’in 30 Ekim 1938 günü bir radyo programında yaptığı “yalan” anonstur. Radyo gibi (artık TV, internet TV, platformlar ve sosyal medya gibi) iletişim araçlarının kitleler üzerindeki etkisi açısından önemli bir örnektir.

Tam Cadılar Bayramı öncesi ve radyonun yıldız olduğu bir dönemdi. Milyonlarca Amerikalı radyonun başında o günlerin yıldızı Orson’u dinliyordu. Programın konusu “Uzaylılar ve Uzayda Hayat” idi.

Program bir anda kesildi ve heyecanlı bir anons yapıldı ve Mars’tan bir göktaşı yağmuru başladığı duyuruldu. Panikle herkes birbirine radyo dinlemesi için çağrı yapınca, programı dinleyenlerin sayısı katlandı.

Akşam saatlerinde başlayan program ve gecenin karanlığı ilerledikçe, 6 milyon dinleyici radyo başında “gerçek” sandıkları bir uzay programına kilitlenmişti. Her geçen dakika programda heyecan ve merak yükseltildi.

Sonunda sunucu Orson Welles, radyo başındaki tedirgin milyonlarca insana o inandırıcı ve tok sesi ile seslendi;

“Sevgili dinleyiciler, Mars’tan düşen metalimsi göktaşının yanından canlı yayın yapıyoruz. Aman tanrım… Durun bir dakika. Bir şeyler oluyor.

Uzaylı bunlar! Tuhaf canlılar!

Aman tanrım! Bunlar dünyayı istilaya gelmiş Marslılar…

Bu bir işgal ordusu…”

Radyo başındaki yüz binlerce Amerikalı panik halinde sokaklara döküldü. Herkes kaçmaya çalışıyor. Evlerinde kalanlar çıldırmış halde ailelerini, devlet kurumlarını arayıp yardım istiyor, birbirlerini uyarıyordu.

Panik gittikçe büyüdü.

Tüm çabalara rağmen, yaşam felç oldu. Binlerce insan silahlarını, acil ihtiyaç duydukları eşyaları ve çocuklarını alarak şehirlerden kaçmaya başladılar. Yollar tıkandı.

Kimileri silahları alıp mevzi hazırlarken, binlerce insan kiliselere sığınıp dua etmeye başladılar.

Sonunda polis radyo istasyonunu bastı. Program durduruldu. Defalarca bunun gerçek olmadığı, sadece bir şov programı olduğu anons edildi.

Bir gün sonra gazeteler olayın sadece bir radyo şovu olduğunu ve Marslıların istilasının yalan olduğunu duyulana kadar kaos saatlerce sürdü, halk sakinleşmedi.

*

Çağımızda sosyal medyanın yaygınlığı, etkinliği, geçişkenliği, kontrolsüzlüğü ve kullanıcıların bilgi/gördü/etik değerleri ciddi bir sorun.

Bunların ötesinde daha ciddi sorun ise; yalan, sahte ve çarpıtılmış bilgi ve haberlerin artık devletler, kurumlar eliyle, çoğu zaman organize edilmiş “profesyonel” kadrolar (trol, ücretli propagandist ve fanatikler) tarafından, bir amaca yönelik  “bilinçli” olarak yapılmasıdır.

Yalan, sahte ve çarpıtılmış haber ve bilginin faciası ise, özellikle otoriter yönetimler, şirketler ve sermaye gücü ile organize edilerek, gücün ve iktidarın sürdürülmesinde “meşru” bir yol olarak görülmesi, bu trol etkinliğine, yaygın medya ve etkin yorumcuların da aktif olarak katılmasıdır. ABD dahil tüm ülkelerde seçimlerde ve seçim sonrası iktidarın kullanılması sürecinde, yeni medyaların bizzat meşru yönetimlerce de kullanılması, halkın gerçek, doğru ve iyi olanı bulmasını, ayrıştırmasını ve sağlıklı analiz yapma yetisini patolojik boyutta etkilemektedir.

Halkın ve kitlelerin sağlıklı karar vermesi ve doğru analiz yapabilmesi için temel koşul; doğru ve yeterli bilgi sahibi olmasıdır.

Halkın seçimler veya siyasal bir konuda karar vermesini, bir doktorun “tanı” koymasına benzetirsek, doğru tanı için, doğru ve yeterince bilgi, test, muayene ve tetkik yapılması şarttır. Eğer hasta şikayetlerini tam ve doğru ifade etmezse, tetkiklerinin tamamını doktora göstermezse, tahlil sonuçlarını saklarsa, hastalığı için konacak teşhisin yanlış ve eksik olma olasılığı artacaktır.

Doğru tanı yoksa, doğru reçete, tedavi ve çözüm de mümkün değil. Bu koşullarda tedavi ya eksik ya da yanlış olacaktır.

Bu açıdan bakıldığında medyanın fonksiyonu, haber ve bilginin doğru, eksiksiz ve çarpıtılmamış olması yaşamsal önemdedir. Aynen doktorlardan, eksik ve yanlış anlatılmış şikayet, çarpıtılmış bulgu ve eksik verilmiş tetkiklerle doğru reçete almak ve iyileşmek mümkün değilse, medyada toplumu doğru ve yeterli bilgilendirmezse, sağlıklı sonuçlar almak, toplumun doğruyu-yanlışı ayırt etmesi beklenemez.

Doğru veri, doğru sonuç. Yanlış bilgi yanlış sonuç.

Yetersiz tetkik, eksik bilgi, yanlış tanı.

Sonuç; ya kötü tedavi ya da ölüm.

İşte, medyanın toplumsal yaşam ve siyasetin sağlıklı olması için görev/ödevi bu kadar önemli, değerli ve vazgeçilmezdir.

*

Gazete, dergi ve radyoların yaygınlaşması ile yalan ve düzmece haber (asparagas) her dönem her ülkede ilgi uyandırmak, daha çok satış yapmak veya kamuoyunu yönlendirmek için sıkça başvurulan bir yöntemdir.

Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü’nün 2018 yılında yayınladığı Dijital Haberler Raporu’na göre Türkiye araştırmaya konu olan 37 ülke arasında dezenformasyon ve yalan haberin en çok görüldüğü ülke olduğu belirtildi.

 

————————-

Yazar Emek Erez, Fahrettin Biçici tarafından çevrilen, yazar Lee Mcintyre’nin, “Hakikat Sonrası” adlı kitabını, Gazete Duvar’da değerlendiren makalesinde ülkelerin politik algı ve yanlış bilgilendirmeleri için yaptığı analiz değerli bir tespit;

“Gerçeklik artık rağbet görmüyor, duygulara ve inançlara dokunmuyor çünkü amiyane tabirle “gerçekler acı” bu da politikacıların işine geliyor, özellikle din, milliyet, militarizm gibi konularda yalan siyasetinin bu kadar karşılık bulmasını da açıklayabiliyoruz böylece.

Bu kavramın (Hakikat Sonrası – Post Truth ‘Gerçeklik Ötesi’) politik simalar üzerinden tartışılması da boşuna değil çünkü:

“Macaristan, Rusya ve Türkiye’deki siyasetçilerin kendi halklarına karşı gitgide artan dezenformasyon kampanyaları yürütmesiyle birlikte, pek çok kişi hakikat-sonrasını, bazı kişilerin (kanaatlerini hakikatle uyumlu hale getirmektense) hakikati kendi kanaatlerine uydurmak için bükmeye cesaret bulduğu, giderek gelişen uluslararası bir trendin parçası olarak görüyor.”

————————-

 

Post-Truth; Hakikatin Hakikatsizliği

Öznel Gerçekleme

 

Burada biraz ara verip, karşımıza çıkan şu popüler “post-truth” kavramına bir bakalım.

Çok yeni bir terim. 1992 yılında bir Sırp yazar tarafından ilk kez kullanılmış. Sonra Oxford Sözlük 2006 yılında “yılın sözcüğü” seçmiş.

Oxford Sözlüğe göre, “gerçek-sonrası” toplumu şekillendirmede “objektif gerçeklerden daha çok duygu ve kanaatlerin etkili olduğu durumlara atfen, yani bariz yalanlar üzerine kurulu siyaseti” tanımlıyor. Sonra da popüler olup, yürüyüp gitmiş.

Post-truth; gerçek ötesi, hakikat sonrası diye çevrilebilir. Oldukça moda bir terim.

Gerçek gibi inanılanlar. Gerçeğimsi. Tezvirat belki biraz.

Öznel gerçekleme.

İnanılan yalanlar ya da yalanın gerçekliği.

Kanıtsız inanç.

Hakikatin hakikatsizliği.

Algıladığımız/algılatılan.

Manipülasyon.

Somutlaşmış güncel gerçekliği “Trump ve yönetimi”… Trumpizm.

İnanılan ama kanıtlanamayan… artık hakikatin dert edinilmediği, hakikati aramak gerçekliğinin bile hissedilmediği gerçeklik hali.

Unicorn (tek boynuzlu at), satir (yarı keçi yarı insan), Tepegöz’ün varlığına inanan düz dünyacıların evreni.

Hakikatin değersiz, bilginin kıymetsiz olduğu,

sorgulamadan inanmışların, hakikatin huzursuzluğu olmadan, yalanın sevinci ile

mutlu mesutların cühela cennetindeki “post-truth” yaşamı. Duygu çok, bilgi yok ya da zırnık, zerre dozunda.

 

———————————————————-

İnsan inanabileceği gerçek-dışılıkları inanamayacağı gerçeklere yeğler.

Dücane Cündioğlu  (Felsefeci -Yazar)

———————————————————-

 

Rasyonel bilgi olmayınca, nesnel gerçeklere karşı post-truth “müritlerinin” temel refleksi, öncelikle “sağır ve kör kalmaktır” ancak bir yolla ulaşıldığı hallerde, önce “kesin ret”, çok çabalanırsa özneyi “aşağılama, küçümseme”, bilgiyi kanıtlanırsa  “kayıtsızlık” veya “ölü taklidi” yapmaktır.

Siyasal örnek çoktur. Ama kendi tarihimizde Demokrat Partili (DP) ve milletvekilliği, DYP genel başkanlığı yapan bir siyasetçinin, İnönü’nün askerlik yapmadığını halka inandırması çok ilginç bir öyküdür.

İstiklal Savaşı, İnönü savaşları kahramanı ve Osmanlı ordusunda birçok cephede komutanlık yapan 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için, Anadolu’daki seçim çalışmalarında askerlik yapmadığı söyleminin kullanılması ve halkın ciddi ciddi bu katmerli yalana inanması “yerel” post-truth hallerimiz için güzel bir örnektir. Ayrıca daha Batıda “Post-truth” terimi bulunmadan önce bile bizde ata sporu olarak “post-truht” kavramının tillahının olduğunu söyleyebiliriz.

 

——————-

“Hakikatin yerini yalanların, dürüstlüğün yerini duyguların,

teyitli bilginin yerini kişisel analizlerin,

birden çok görüşün yerini ise tek bir görüşün aldığı bir devirdeyiz.”

 

Ahmed El Şeyh

Al Jazeera Arapça ve BBC Arapça Editörü

——————-

 

Özellikle asparagas ve algı haberler, savaş dönemlerinde iktidarların halkın moralini yüksek tutmak veya iktidarların yanlışlarını gizlemek, toplumu istedikleri amaç ve hedeflere ikna etmek için, savaşsız dönemlerde ise totaliter yönetimlerde ve diktatörlüklerde en çok başvurulan yöntem oldu.

Totaliter yönetimler, kötülüğün sıradanlığı ve otorite konularında uzmanlaşmış bir felsefeci ve yazar olan H. Arendt, 1973 yılında, ORTF televizyonu tarafından yapılan bir röportajında, baskıcı rejimlerde neden yalan söylediğini açıklarken;

“Totaliter ya da başka türden bir diktatörlüğün hüküm sürmesini olanaklı kılan şey, insanların bilgilendirilmemesidir.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilir misiniz?

Herkes size devamlı yalan söylüyorsa, bunun sonucu, yalanlara inanmanız değil, artık hiç kimsenin hiçbir şeye inanmaması olur.

Artık hiçbir şeye inanamaz hale gelmiş bir halk da hiçbir konuda karar veremez.

Sadece eylemde bulunma yeteneğini değil, düşünme ve muhakeme etme yeteneğini de yitirir. Bu hale gelmiş bir halka dilediğiniz her şeyi yapabilirsiniz / yaptırabilirsiniz.”

 

Örneğin, 1.Dünya Savaşı’nda en az 50 milyon insanın öldüğü (ki bazı kaynaklara göre 100 milyon ölüm) İspanyol Gribi salgınında, savaş nedeniyle İspanya basını dışında (salt İspanyol basını yazdı çünkü İspanya 1.Dünya Savaşı’na girmemişti. Zaten bu nedenle salgının adı İspanyol Gribi olarak kaldı) savaşan ülke medyaları salgını gizlemeyi başardı. Halkı salgın konusunda bilgilendirmedi.

Milyonlarca insan salgından habersiz neden öldüğünü bile anlayamadı.

Aynı şekilde 2.Dünya Savaşı boyunca ve savaşın sonuna doğru milyonlarca asker kaybı ile sonuçlanan yenilgilerine rağmen Hitler, Alman halkını savaşı kazandıklarına inandırdı. Yoğun propaganda ile yıllarca tüm ülkeyi aldatmayı, uyutmayı başardı.  Rus orduları Berlin’e girdiğinde bile savaşın kaybedildiğine inanmayan binlerce Alman vardı.

Batı ülke iktidarlarının Körfez Savaşı’nda halklarını ikna etmek için ürettiği resmi yalanlar, yanıltıcı raporlar da yakın zamanda yaşadığımız ciddi kamusal aldatmalardan biri. ABD ve İngiliz yönetimleri resmen yalan raporlarla, “Irak’ta nükleer silahlar var” diyerek savaş çıkartılar. Sonuçta bir milyon masum Arap yok yere savaş kurbanı oldu.

Bir başka örnek ise politik yanıltma veya yalan bilgilendirme ile ilgili. Güney Afrika devlet başkanı Thabo Mbeki, antiviral ilaçların Batı’nın oynadığı bir oyun olduğunu, AIDS’in sarımsak ve limon suyuyla tedavi edilebileceğini söylediğinde, devlet başkanına inanan 300 bin insan tedaviyi reddederek yaşamını yitirdi.

ABD başkanı Trump’ın korona virüsün bir Çin sorunu ve basit bir grip olduğunu söylemesi, iklim değişikliğinin de ABD ekonomisini çökertmek için Çin tarafından uydurulmuş bir yalan olduğunu iddia etmesi de benzer örneklerdir.

 

————————-

“Doğru olmadığı besbelli bir şey söylemek, sonra da adamlarınızın aynı yalanı yüzleri kızarmadan tekrar etmesini sağlamak, onlar üzerinde özellikle ürkütücü bir güç gösterisidir.

 

Bu durum totaliter rejimlerde sık rastlanan bir durum.

 

Açık bir yalanı tekrar etmek durumunda kalmak insana net bir şekilde kendisini güçsüz hissettirir, üstelik suça da ortak eder.

 

Şeref ve haysiyetinizin çiğnenmesidir.

Ahlâken kendi ayaklarınız üzerinde durma, direnme ve yalanı ifşa etme becerinizi yitirirsiniz.”

 

Prof. Y. T. Levy

Montreal – Kanada

McGill Üniversitesi

————————-

 

Yorumunuzu yazınız...