Lev Nikolayeviç Tolstoy’un Bir Tren Garında Donarak Öldüğü İddiası Doğru Değil
Ünlü Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy’un (1828-1910) “bir tren garında donarak ölmesinden önce çekilen son fotoğrafı” olduğu iddiasıyla paylaşılan görselin 1886 yılında Tolstoy’un Moskova’dan Yasnaya Polyana’ya doğru yürüyüşü esnasında kaydedildiğine daha önce değinmiştik. Bugünkü konumuz, Tolstoy’un vefat süreci ile ilgili asılsız iddialar…
Tolstoy’un bir tren garında donarak yokluk içinde donarak öldüğü yönündeki gerçek dışı iddiayı içeren paylaşımlar şöyle örneklenebilir:
“”Hareket etmezsen zincirlerini fark edemezsin.” Bir tren garında donarak ölen Lev Tolstoy’un bilinen son fotoğrafı.”
“Tolstoy’un bir tren istasyonunda donarak ölmeden önce çekilmiş son fotoğrafı bu. Kont bir baba ve soylu bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Düşünmekle, sorgulamakla, arayışla, yazmakla geçen ömrünün son yıllarında “hiç kimse” olmayı başarmış Tolstoy.”
“Bir tren garında donarak ölen, dünya edebiyatının en önemli isimlerinden Tolstoy’un bilinen son fotoğrafı”
Tolstoy’un ölümüne dair internet sitelerinde ve sosyal medyada paylaşılan “tren istasyonunda -fakru zaruret içinde- donarak öldüğü” iddiası gerçeği yansıtmıyor.
Varsıl bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Tolstoy, girdiği ruhsal bunalımın etkisiyle yaşamın amacını sorgulama ve varlığın manasını anlama çabasıyla bir çok kez inzivaya çekilmişti. 1884 ve 1897 yıllarında 2 defa çok arzuladığı “uzaklara kaçma” girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 1910 yılında 82 yaşındaki girişimi ise hayatının son günlerinde gerçekleşmişti.
Aristokrat yaşam tarzını reddedip resmî Hristiyanlık inancını sorgulayan Tolstoy, huzur içinde ölümü karşılayacağı bir yer arayışı için 28 Ekim (10 Kasım) 1910 gecesi malikânesini terk etmiş ve 7 Kasım (20 Kasım) 1910 tarihinde Astapovo tren istasyonunda vefat etmişti (Rusya’da 1910 yılında kullanılan eski takvim sistemi 13 gün geriden geliyordu. Ekim Devrimi’nin ardından takvim değişikliği gerçekleştirilmişti. Böylelikle Jülyen takvimi bırakılıp Gregoryen (milâdi) takvime geçiş yapılmıştı. Bu nedenle parantez içerisindeki tarih günümüzde kullandığımız takvime göre aktarım içermektedir).
Lev Tolstoy evini terk etmesinin ardından yaşadığı yerden olabildiğince uzaklaşmak istemiş fakat yolda zatürreye yakalanmıştır. Abartıldığı gibi donarak ve yalnız değil, hastalanmasının sonrasında gittikçe ağırlaşan bir tablo sonrasında bir istasyon şefinin mütevazı çalışma odasında son günlerini geçirmiş ve orada yaşamını yitirmiştir.
Tolstoy vefat ettiğinde yalnız değildi. Yanında özel hekimi Makovitski de vardı. Kızı Aleksandra da konumunu, nereye gitmek istediğini biliyordu.
Romain Rolland’ın Tolstoy’un Hayatı adlı biyografisinde Tolstsoy’un ölüm süreci şöyle özetlenmişti (1969. Varlık Yayınları. İstanbul. Çeviren: Tahsin Yücel. Sf: 130):
Tolstoy 28 ekim (10 kasım) 1910’da, sabah saat beşe doğru, birdenbire İasnaya Poliana’dan yola çıktı. Doktor Makovitski de kendisine eşlik ediyordu; Çerkov’un “Tolstoy’un en yakın yardımcısı” olarak nitelediği kızı Aleksandra gidişini biliyordu. Aynı gün, akşamın altısında daha önce de birkaç kere geldiği Optina manastırına, Rusya’nın en ünlü tapınaklarından birine geldi. Geceyi burada geçirdi, ertesi sabah, ölüm cezası üzerine uzun bir yazı yazdı. 29 ekim (11 kasım) akşamı, kızkardeşi Marla’nın rahibe olduğu Şamordino manastırına gitti. Akşam yemeğini onunla yedi, hayatının sonunu “kiliseye gitmeye zorlanmaması şartıyla, en basit işleri yaparak” Optina·da geçirmek istediğinden söz etti. Şamordino’da yattı, ertesi sabah, komşu köyde bir gezinti yaptı, burada bir ev tutmayı düşünüyordu. Öğleden sonra kız kardeşiyle bir kere daha görüştü. Saat beşte, beklenmedik bir sırada, kızı Aleksandra geldi. Hiç şüphesiz, yerinin bilindiğini arkasına düştüklerini bildirdi ona: geceleyin, hemen yola çıktılar. Anlaşılan, günü illerine, oradan da Balkanlar’a, Bulgaristan’a, Sırbistan’a geçmek düşüncesiyle Tolstoy, Aleksandra ve Makovitskl Koselsk istasyonunun yolunu tuttular. Tolstoy yolda, Astapovo istasyonunda hastalandı ve yatmak zorunda kaldı. Burada öldü.”
Henri Troyat “Lev Tolstoy” adlı kitabında ünlü yazarın son anlarını şu şekilde aktarmıştı (2004). İletişim Yayınları. İstanbul. 2020. Sf: 935-936):
“İhtiyarın cılız elleri örtünün üzerinde sürünerek ilerliyor, göğsüne kadar çıkıyor, görünmez örtüleri bir kenara itiyordu. Kulaklarında, dudaklarında, tırnaklarında yeniden mor lekeler belirdi. Akşam saat onda soluğu tıkanmaya başladı:
“Çok zor nefes alıyorum,” dedi.
Doktorlar ona oksijen verdi ve kalbini canlandırmak için kafur yağı iğnesi yapmaya karar verdiler. Lev Tolstoy mırıldandı:
“Tüm bunlar saçmalık! .. iyileşmek neye yarar? .. ”
Ama iğnenin ardından kendini daha iyi hissetti ve Sergey’i çağırttı. Oğlu yanına geldiğinde, gözlerini kocaman açtı ve yüzü, söyleyeceği şeye verdiği önemden ötürü gerginleşmiş bir halde şöyle dedi:
“Hakikat… Çok seviyorum… Sanki…”
Bunlar son sözleri oldu. Yatıştı, gevşedi, acısı dindi. Hastalı ğın seyrinde bir gerileme olduğu sanılabilirdi bu. Oda yan karanlığa gömülmüştü. Başucundaki masada tek bir mum yanıyordu. Yandaki kalabalık odadan kimi zaman bir mırıldanma, bir iç çekiş, bir somyanın gıcırtısı işitiliyordu. Camlı kapı açılıyor, bir doktor parmak ucunda içeri girip, hastaya yaklaşıyor, güçlükle soluk alışını dinliyor ve başını sallayarak geri çıkıyordu. Sessizlik ve karanlık içinde giderek ağırlaşan dakikalar geçmek bilmiyordu. Bitkin düşmüş olan Saşa üzerindekileri çıkarıp, bir divana uzanırken, Sergey ve Çertkov nöbeti devralıyordu.
Gece yarısını biraz geçe Saşa’yı uyandırdılar. Lev Tolstoy’un durumu çok kötüydü. Kıpırdanıyor, anlaşılmaz bir şeyler mırıldanıyor, harfleri yan yana getiremiyordu. Saat sabahın ikisine doğru nabzı daha da zayıfladı, boğuk ve hızlı hızlı nefes alı yordu. Gözleri kapalı, sırt üstü uzanmış bir halde üzücü bir meseleyi düşünür bir hali vardı. Dr. Ussov, diğer doktorlarla görüştükten sonra Saşa’ya annesini çağırmasını salık verdi. Bu kez ne genç kız ne Çertkov söyleyecek bir şey bulabildi: hastanın karısını bile tanımayacağını düşünüyorlardı.
Sonya oğullarının yardımıyla vagondan indi ve gecenin karanlığında pencereleri ışıl ışıl olan küçük eve doğru hızlı adımlarla ilerledi. Ondan nefret eden insanların önünde kocasının yanına yaklaşmaya cesaret edemeyerek, odanın kapısında kararsız bir şekilde durdu. Bir deri bir kemik, yanakları çökmüş, ak sakallı, hayatının aşkı ufak tefek yaşlı adama uzaktan bakı yordu. Nihayet kararını verdi, doğrudan yatağa doğru ilerledi, Liovoçkasını alnından öptü, diz çöktü ve “Affedersin! Beni bağışla! ” dedi. Ama kocası onu duymuyordu. Solumakta güç lük çekiyordu. Sonya, sevgi dolu sözlerle sitemleri ve yeminleri iç içe geçirerek, bağıntısız bir şekilde onunla konuşmaya devam ediyordu. Soğukkanlılığını yitirmeye başladığında doktorlar ondan yan odaya geçmesini rica ettiler.
Yeni kafur yağı enjeksiyonlarına rağmen Lev Tolstoy’un bilinci yerine gelmiyordu. Yine de yüzüne yanan bir mum yaklaştırıldığında kaşlarını çattı. Dr. Makovitski yüksek sesle ona seslendi:
“Lev Nikolayeviç !”
Donuk bakan gözlerini açtı. Doktor, şaraptan ötürü kırmızılaşmış bir bardak su uzattı ona. Ses çıkarmadan hepsini bir dikişte içti. Saat sabahın beşiydi. Kısa bir süre sonra ölüm döşeğindeki adamın nefesi kesildi. Uzun bir sessizlik…
“ilk kesilme,” dedi Dr. Ussov.
Soluma, hırıltılı, düzensiz bir şekilde yeniden başladı. Hasta hırıltılar çıkarıyordu. Evdeki herkes yatağın etrafına toplandı. Sonya yeniden kocasının önünde diz çöktü ve dua etmeye başladı. Kocası ölümle boğuşuyordu ! Her bir nefesin ardından, korku içinde bir sonrakini bekliyordu. Aniden odanın içinde büyük bir sessizlik oldu. Dr. Makovitski, Lev Tolstoy’un üzerine eğilip usulca gözlerini kapattı. Saat altıyı beş geçiyordu.”
Rosamund Bartlett ise “Tolstoy Bir Rus Hayatı” (“Tolstoy: A Russian Life”) adlı eserinde Tolstoy’un vefat sürecini şöyle aktarmıştı (2010. Everest Yayınları. İstanbul. Türkçesi: Zafer Avşar. 1. Basım. Mart 2017. Sf: 416-417):
“Sonya’yla aralarında daha fazla düşmanlık olmasın diye Çertkov’la olan arkadaşlığını yine mektupla yürütmek zorunda kaldı. Eylülde Çertkov’un kötü ruhunu kovmak için cin çıkarma duası yapmak üzere Yasnaya Polyana’ya bir papaz davet etti Sonya. Ekim sonunda çalışma odasının Sonya tarafından altının üstüne getirildiğini anlayan Tolstoy, sonunda oradan ayrılmaya karar verdi. Epeydir sadece üzerindeki giysilerle evi terk edip gezgin olarak yollara düşmeyi istiyordu. Sonunda bunu yaptı, batıl bir inanca kapılıp 28 Ekim’de seksen iki yaşındayken, Sonya peşinden gelmesin diye gecenin bir yarısında Dr. Makovickfyi yanına alıp evi terk etti. Ortodoks Kilisesi’yle hep düşmanca olan ilişkilerine karşı, ilk hedefinin Optina Pustın Manastırı olması Tolstoy’un çelişkili karakteriyle tamamıyla uyuşuyordu. Optina Pustın ihtiyarlarından manevi bir ışık alamayacağını anlayınca, manastırdaki kız kardeşini ziyaret etti, sonra da Kafkasya’ya giden bir trene bindi. Kocasının ayrıldığını anlar anlamaz, Sonya kendini göle atıp boğmaya çalıştı.
Tolstoy oraya ulaşamadı. 31 Ekim’de, Dr. Makovicky ve (bu arada onlara katılmış) Saşa’ya birlikte, güneye, Rostovna Donu’ya giden bir trene bindiler ama hastalanınca Astapovo’da inmek zorunda kaldılar. Tolstoy istasyon şefinin evine yatırıldı. Saşa’nın haber göndermiş olduğu Çertkov, 2 Kasım’da yanında sekreteriyle çıkıp geldi, onu Sergey izledi, ardından da yanına Tanya, Andreyve Mişa’yı alıp özel bir kompartıman kiralayarak Sonya geldi. Bir gün sonra İlya’nın yanı sıra Gorbunov-Posadov ve Goldenweiser oraya ulaştı. 5 Kasım’da zaten orada yerleşmiş gizli polis saflarına altmış subay daha katıldı. Haber basına ulaşır ulaşmaz, olan biten hemen manşetlere çıktı. Çok geçmeden bütün dünya Ryazan ilinde, ıssız bir tren istasyonunda neler olduğunu öğrendi. Tolstoy, 1he Times’ta ardı ardına çıkan manşetlerden, Pathe marka kameraların vızıltısından, ölümünün yarattığı uluslararası cinnetten habersiz, 7 Kasım 1910’da bu dünyadan göçüp gitti. Sonya’ya yalnızca, bilincini yitirdikten sonra kocasını görme izni verildi. Kilise’yle bir uzlaşma olmadı. Kilise aforoz yüzünden halkla ilişkilerde bir felaket yaratmış olduğunun farkındaydı, ama ölüm döşeğindeki Tolstoy’a sözünü geri aldırma çabaları alçaltıcı bir hataydı. Optina Pustın’dan Peder Varsonofıy geldi ama Saşa onun babasının yanına gitmesine izin vermedi, ne var ki kendisi daha sonra Kilise’ye döndüğünde bu yaptığından büyük bir vicdan azabı duydu. Tolstoy’a yağ sürme töreni yapılmadı, 9 Kasım’da çabucak gömüldü.”
Tolstoy’un kalabalıktan kaçmasına rağmen yine kalabalığın ilgisine mazhar şekilde vefat ettiği şu şekilde aktarılmıştı (1962. Tolstoy Hayatı Sanatı Eseri. Varlık Yayınları. Sf: 13)
“Öyle ya, Tolstoy hep o fazlasiyle rahat evde yaşıyordu hala. Ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın, halkın, yoksul insanların dışındaydı. Kaçmadıkça katılamıyacaktı onlara. Sessizce kaçıp giderek halkın arasına karışmayı denememiş değildi. 1884 yılındaki ilk deneme başarısızlıkla bitmişti. 1897 yılında bunu ikinci bir kere daha denemiş, gene başaramamıştı. 1910 yılında seksen iki yaşındaydı. Çok yaşlıydı ama bütün gücünü göstermesi gerekiyordu. Temmuz başlarında şöyle yazmıştı günlüğüne: “Kaçmaktan başka çare yok. Şimdi bunu ciddi olarak düşünüyorum. Şimdi göster hristiyanlığını! Ya şimdi, ya hiçbir zaman!” 28 Ekim günü ortalık ağarmadan kalktı, giyindi, öteberilerini topladı. Özel hekimi Makovitski’yi uyandırdı. Arabacısına bir araba koşmasını söyledi. Karısı da, çocukları da onu pek ciddiye almıyor, son yıllardaki büyük yalnızlığını artırıyorlardı ama kendisine inanan biri vardı ailede: kızı Aleksandra. Meseleyi o da biliyordu. Tolstoy hekimiyle birlikte uzun bir araba yolculuğu yaptıktan sonra, akşam saat altıda, Rusya’nın en ünlü tapınaklarından biri olan Optina manastırına geldi. Geceyi burada geçirdi. Ertesi sabah, ölüm cezası üzerine uzun bir yazı yazdı. 29 ekim sabahı Şamordino manastırına gitti, burada rahibe olan kızkardeşi Mari ile görüştü. Akşam yemeğini onunla yedi. Gece Şamordino’da yatıp ertesi sabah komşu köyde bir gezinti yaptı. Burada bir zaman kalmak niyetindeydi. Ama saat beşte, beklenmedik bir zamanda, kızı Aleksandra geldi. Kaldığı yerin öğrenildiğini, kendisini almaya geleceklerini haber verdi. Tolstoy, kızı ve doktoru, geceleyin yola. çıkıp Koalks istasyonunun .yolunu tuttular. Anlaşılan;· güney illerine varmak, oradan da Bulgaristan, Sırbistan gibi İslav memleketlerine gitmek istiyolardı. Ama yolda, Astapovo istasyonunda, Tolstoy hastalandı. Yola devam edebilecek durumda değildi, ) yatırılması gerekiyordu. Ama bu küçük istasyonda, kim olduğu hemen anlaşılıverdi. İstasyon şefi dairesini ona ayırdı. Tolstoy hasta. yatağında, ateşler içinde kıvranırken, dünyanın bütün gazeteleri onun kaçış hikayesini .anlatmıya başlamışlardı. Karısı, kızları, oğulları, Çehov başla olmak üzere dostları, fikir arkadaşları, meraklılar, gazeteciler, sinema operatörleri, jandarmalar, var hızlarıyla küçük istasyona koşuyorlardı. Bu arada hükumet, bir ayaklanmadan korkuyor, onu yeniden dine dönmüş, daha doğrusu Ortodoks kilisesine boyun eğmiş gibi göstermek için çabalar harcıyordu. Hükümet, hatta çar, Rus ortodoks kilisesine baskı yapmış, o da Tolstoy’un başucuna büyük bir temsilci seçip yollamıştı. Ama bu çaba kesin bir başarısızlığa uğradı: Tolstoy inançlarını öyle kolayca değiştiriverecek bir insan değildi. Bu arada polis de işi sıkı tutup gelenleri saati saatine izliyerek büyüklere haber ulaştırdı, Tolstoy’u görmeye gelenlerle halkı birbirinden ayırmaya çalıştı. Ama çevrilen bu dolaplar çok sonra anlaşılacaktı. Kalabalıktan, şandan şöhretten kaçan Tolstoy, işte gene kalabalığın ortasında, şanın, şöhretin en yüksek noktasındaydı. ”Yeryüzünde acı çeken milyonlarca insan var; ne diye hep birden burda yalnız Lev Tolstoy’la ilgileniyorsunuz?” diye inledi. Ama durum değişmeyecekti, gitmeyeceklerdi başından. Halkı, acı çekenleri gene yalnız Tolstoy, ölüm döşeğinde kıvranan Tolstoy düşünecek, 4 kasım gecesi, “Ya köylüler, köylüler nasıl ölürler ki?” diye mırıldanacaktı. İki gün sonra da, güç anlaşılır bir sesle: “Hep ben… Hep bu gösteriler… Gösteri yeter, işte bu kadar,” diye söylendi Ertesi gün, 7 kasım 1910 günü, saat sekizi beş geçe, küçük istasyondaki yatağında, Tolstoy son nefesini verdi.“
Tolstoy’un vefatına dair Stefan Zweig, Tolstoy biyografisinde şu satırlara yer vermişti (Stefan Zweig. Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar (Casanova / Stendhal / Tolstoy). Çeviren: Dr. Ayda Yörükan. İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul. Sf: 846-848):
“… 31 Ekim’de, sabahın saat dördünde birdenbire kızını uyandırıyor ve daha uzağa, nereye olursa olsun, Bulgaristan’a, Kafkasya’ya, yabancı ülkelere, insanların ve şan ve ünün artık kendisine ulaşamıyacağı, sonunda yalnız kalabileceği, kendini ve Tanrıyı bulacağı yerlere gitmek için ısrar ediyor.
Ama hayatının ve doktrininin korkunç düşmanı olan şan ve ün –ona eziyet etmek ve onu sınamak için yaratılmış olan bu ifrit–henüz kurbanının peşini bırakmıyor. Dünya sevgili Tolstoy’unun yalnızca Tolstoy’a ait olmasına, iradesinin bilerek ve isteyerek vermiş olduğu kararı gerçekleştirmesine fırsat vermiyor. Daha kaçak, kasketini alnına eğip, kompartımanına yerleşmeden yolculardan biri büyük ustayı tanıyor; ve hemen trendeki herkes bunu öğreniyor; sırrı meydana çıkıyor; çok geçmeden, dışarıda vagonun kapısı önünde, onu görmek için erkekler ve kadınlar toplanıyorlar. İnsanların yanlarında taşıdıkları gazetelerde, zindanından kaçan bu değerli vahşi yaratık hakkında sütun sütun yazılar yayımlanıyor; artık kim olduğu ortaya çıkmış ve etrafı kuşatılmıştır; bir kere daha ve son defa olmak üzere, şan ve ün, Tolstoy’un, mükemmelliğe giden yolunu kesmiştir. Homurdanan trenin gittiği yollar boyunca uzanıp giden telgraf telleri vızır vızır işliyor ve sağa sola telgraflar yağdırıyor; polis her istasyona haber veriyor; bütün memurlar seferber ediliyor; ailesi, onun için özel trenler hazırlattırıyor, Moskova’dan, St. Petersburg’dan, Nijni Novgorod’dan, rüzgar gülünün dört yönünden gelen gazeteciler onun peşine düşüyor, kaçan bir av hayvanının peşine düşer gibi. Saint Synode, tövbekara ulaşmak için bir papaz gönderiyor ve birdenbire yabancı bir bey trene biniyor ve hiç durmadan, her seferinde başka bir kılıkla kompartımanın önünden geçiyor. Bu da bir dedektiftir: Hayır, şan ve ün, mahpusunun kaçıp kurtulmasına fırsat vermiyor. Leon Tolstoy kendisiyle yalnız kalamaz ve kalmamalıdır; insanlar onun kendisine ait olmasına ve kendini kutsallaştırmasına katlanamıyorlar. Tren sınıra geldiği zaman, bir memur Leon Tolstoy’u nezaketle selamlıyor ve geçmesine izin vermiyor.
Ama birdenbire kızı, ihtiyarın vücudunun bir ürpermeyle sarsıldığını fark ediyor. Tükenmiş bir halde sırtını sert tahta sıranın arkalığına dayıyor. Titreyen varlığının her tarafından ter fışkırıyor ve alnından da ter boşanıyor. Kanından çıkan bir humma, bir hastalık –onu kurtarmak için– üzerine çöküyor. Ve ölüm, kendisine işkence edenlerin bakışlarından onu gizlemek için daha şimdiden karanlık mantosunu geriyor. Küçük bir tren istasyonu olan Astapova’da, durmak gerekiyor; hasta daha uzağa gidemeyecek. Onu misafir edebilecek ne bir saray var, ne bir otel, ne de bir han. Ne yapacağını şaşıran istasyon şefi, istasyona ait tek katlı ahşap evin içerisindeki çalışma odasını teklif ediyor (burası o zamandan beri hacca gidercesine ziyaret edilen bir yer olmuştur). Soğuktan titreyen ihtiyarı oraya götürüyorlar ve birdenbire her şey, tıpkı hayal ettiği gibi gerçek oluveriyor: İşte basık tavanlı, ağır bir havayla ve kapalı yerlere özgü bir koku ve yoksullukla dolu küçük oda. İşte demir karyola, gaz lambasının kısık ışığı; kaçtığı lüks ve konfor bu sefer çok uzaklarda. Can çekişirken, son anlarında, her şey tıpkı o derece içten bir şekilde istemiş olduğu gibi; temizlenmiş, arınmış, yüce bir sembol sayesinde ölüm onun sanatçı eline tam olarak boyun eğiyor. Doktrinini muhteşem bir şekilde doğrulayan, insanların haset duygusunun artık sarsamıyacağı, bozamıyacağı ve yıkamıyacağı bu ölümün yüce binası, ilkel çağlara yaraşan sadeliğiyle, birkaç gün içerisinde göklere doğru yükseliyor.
Dışarıda, kapalı kapının önünde, soluk soluğa ve büyük bir açgözlülükle şan ve ün boşuna nöbet tutuyor, gazeteciler ve meraklılar, gözcüler, polisler ve jandarmalar, Saint Synode’un gönderdiği papaz ve çarın gönderdiği subaylar boş yere bekliyorlar ve itişip kakışıyorlar; onların utanmadan yarattıkları bu gürültülü kargaşa, bu yüce ve kesin yalnızlığa karşı bir şey yapamaz artık. Can çekişen ihtiyarın yanında yalnızca kızı –doktoru ve bir dostu ile birlikte– nöbet tutuyor; alçakgönüllü ve sakin bir sevgi, onu sessizce kuşatıyor. Baş ucundaki masanın üstünde günlük notlarını yazdığı defteri duruyor –sesini Tanrıya duyurabilmek için kullandığı bir araç olan defteri– ama ateşli elleri artık kalemi tutamıyor. Bunun için, soluk soluğa, nerdeyse sönmeye yüz tutan bir sesle son düşüncelerini kızına yazdırıyor; -insanın kendini sınırlı bir parçası olarak hissettiği bu sınırsız bütüne ve bu bütünün zaman, mekan ve madde içerisindeki görünüşüne–Tanrı- adını veriyor ve yeryüzündeki varlıklar arasındaki birliğin ancak sevgiyle gerçekleşebileceğini öne sürüyor. Ölümünden iki gün önce, en üstün gerçeği, ulaşılmaz gerçeği kavrayabilmek için bütün duyularını gergin bir hale getiriyor ve sonra, bu pırıl pırıl beynin üzerine yavaş yavaş karanlık çöküyor.
Dışarıda, insanlar meraklı ve saygısız bir şekilde kaynaşıp duruyorlar. O artık onların varlığını fark etmiyor. Pencerenin önünde, gözlerinden sel gibi boşanan yaşlarla, karısı Sofya Andreyevna, odanın içine bakmaya, kırk sekiz yıldır birlikte olduğu insanın yüzünü, uzaktan da olsa bir kerecik daha görmeye çalışıyor: Ama Tolstoy artık onu fark etmiyor. Hayatla ilgili şeyler, onun için gitgide yabancılaşıyor, kanı, çatlayan damarlarında gittikçe daha ağır ve daha koyu bir şekilde dolaşıyor. 4 Kasım gecesi, son bir kere daha kendine geliyor ve içini çekiyor: -Peki ama, köylüler nasıl ölüyorlar?- diye soruyor. Bu ölümsüz adama ölüm ancak 7 Kasımda ulaşıyor. Bembeyaz bir haleyle süslenmiş başı yastıklara gömülüyor, gözleri sönüp gidiyor, o gözler ki, dünyayı herkesten daha açık ve seçik bir şekilde görebilmişlerdi. Ve işte ancak o zaman, sabırsız arayıcı, en sonunda gerçeği ve tüm hayatın anlamını kavrayabiliyor.”
Eşi Sofya Tolstaya (1844-1919) Lev Tolstoy’un vefatını günlüğüne şu şekilde not etmişti (Sofiya Tolstoy’un Güncesi (çev. Muzaffer Kuşuloğlu), İstanbul Düşün Yayınevi, 1985, s.715-717):
“25 Ekim Sabah erkenden kalktım, öğleye dek Natalya Almadingen ile beraberdim, yüz sayfa prova okudum. Bizim köy okuluna gittim, hiç deneyimi olmayan öğretmenin seksen sekiz öğrencisi var.
Akşam, oğlumuz Serioya geldi; babasıyla satranç oynadı, sonra da piyano çaldı. Onun bizi görmeye gelişi, bizi hep çok sevindiriyor. Natalya’ya genç kızlık ve evlilik yaşantımın Anılarını okudum, hoşuma gitti.
Bugün, L.N. ile Galya Çerkov yazıştılar. Birbirlerine ne yazdıklarını öğrenmek istiyordum ama yeni yeni bahaneler uydurdu. Belleğinin zayıflığını kötüye kullanıyor: Galya’nın mektubunu bana göstermesini istedim, sözde kaybetmiş; yalan tabi… «O mektubu görmeni istemiyorum» deyip itiraf etse daha iyi ederdi. Şimdi yalanlar, aldatmalar ve kaçamaklı sözler arasında yaşıyoruz… Ruhsal yönden öyle zayıfladı ki… iyilik, dinginlik ve içtenlikten öyle yoksun ki… Sıkıntılı ve üzgünüm… Beni gene sevmez oldu ve gözlerinde korkunç ve uğursuz birşey okunuyor. İçim kan ağlıyor. Yaşamak istemiyorum artık. Hiç cesaretim kalmadı.
Evimizde ve kocamda bir kötü ruh egemen. «Tanrının mahşer günü gelsin ve onun düşmanları dağılıp yok olsun.» Çektiğim acılan, geçirdiğim deneyleri dile getiren bu korkunç Günceyi şu anda bitiriyor ve mühürlüyorum. Tanrı beni bağışlasın, ama çektiklerime neden olan Çerkov’a lanet olsun.
7 Kasım L.N. bu sabah saat altıda öldü.
9 kasım 26 ve 27 ekimde neler olup bittiğini anlatmayacağım, ama 28 ekim günü sabahın beşinde L.N. doktor Makevitski ile gizlice evimizi terketti. Kaçışının bahanesi de, haber vermeden, geceleyin kağıtlarını karıştırmış olmam. Evet çok kısa birsüre çalışma odasına girdim ama hiçbir şeyine elimi sürmedim. Zaten çalışma masasının üstünde tek bir kağıt yoktu. Bana yazdığına göre, (bu mektup aynı zamanda tüm dünyaya yazılmış oluyor) böyle davranmasının nedeni, bizim şatafatlı yaşantımızdan kaçmak içinmiş, çünkü bir köylü gibi izbe bir kulübede yaşamak istiyormuş. Öyleyse, neden kızı Şaşa ile Varvara Feokritov’u, bu asalağı getirtti?
L.N. nin kaçtığım, bana yazdığı mektuptan ve Saşa’dan öğrenince, derin bir umutsuzluğa düştüm ve kendimi göle attım. Yazık ki, Şaşa ve Bulgakov gelip beni sudan çıkardı lar. Beş gün, ağzıma bir lokma yiyecek koymadım. 31 ekim sabahı saat 7.30 da Ruskoye Slovo’dan şu telgrafı aldım: «Leon Nikolayeviç Astapovo’da hastalandı, ateşi kırk.» Çocuklarım Tanya, Andrey ve ben, özel bir trenle Tula’dan Astapovo’ya gittik. Beni L.N. nin yanma sokmadılar, beni zorla tuttular, kapısını yüzüme kapadılar, bana işkence edip yü reğimi parçaladılar. Leon Nikolayeviç 7 kasım sabah saat altıda öldü. 8 kasımda, Iaznaya Poliana’da toprağa verildi”
Tolstoy eşi Sofiya Tolstoy’a şu veda mektubunu yazmıştı (Sofiya Tolstoy’un Güncesi. Sf: 715-716):
«Gidişim sana acı verecek, üzgünüm, bana inan ve başka türlü yapamayacağımı anla. Benim evdeki durumum çekilmezdi ve çekilmez oldu. Öteki nedenlerin yanı sıra, şatafatlı koşullar içinde, eskiden olduğu gibi, yaşamayı sürdüremedim ve benim yaşımdaki ihtiyarlarm göreneğine uyarak, dünyayı terkedip, yaşantımın son günlerini sessizlik ve yalnızlık içinde geçirmek istedim.
(…)
Bunu anlamanı ve nerede olduğumu öğrenecek olursan gelip beni aramamanı yalvararak rica ediyorum. Senin gelişin sadece ikimizin de durumunu kötüleştirir ama benim kararımı değiştiremez.
(…)
Benimle birlikte namusluca geçirdiğin kırksekiz yıllık yaşam için sana teşekkür ederim ve sana yapılan ve bana yüklenen suçlamalar için beni bağışlamanı dilerim, senin bana karşı yaptığın haksızlıkları da benim bağışladığımı bilmeni isterim. Benim gidişimle, senin için oluşacak değişiklikleri kabullenmeni öğütlerim. Bana bir haber iletecek olursan Saşa’ya söyle, o beni nerede bulacağını bilecek ve gerekeni iletecektir. Ama benim nerede olduğumu açıklayamaz, çünkü bulunduğum yeri hiç kimseye söylememek konusunda bana söz verdi.”
Vefat anında yanında bulunan kızları Tanya ve Şaşa ile oğlu Serioya, Tolstoy’un bilincini yitirmesinin ardından eşi Sofiya’nın yanına gelmesine izin vermişti. Tolstoy’un kızı Tatiana anılarında bu anı şu şekilde aktarmıştı (Sofiya Tolstoy’un Güncesi. Sf: 716):
“Annem yaklaştı, baş ucuna oturdu ve üstüne eğilerek ona veda etti ve suçlu olduğu her şey için bağışlanmasını yalvararak sevecenlik dolu ve gönül okşayıcı sözcükler mırıldandı. Aldığı tek yanıt, birkaç derin iç çekmeden ibaretti.”
Tolstoy’un bilinen son fotoğrafı vefatından önceki gün Astapovo’da ölüm döşeğinde kaydedilen aşağıdaki görseldir:
Mehmet Akif Koç da, Tolstoy’un vefat sürecini şöyle özetlemişti:
“Tolstoy’un bu tür gerçek dışı şeylerle yüceltilmeye ihtiyacı yok
Bu görsel ve Tolstoy’un ölümüne dair “romantik” olmayan gerçekler şöyle:
-Tolstoy zengin bir Kont idi, geniş mülklere sahipti. Son günlerine kadar da Moskova’nın güneyinde Yasnaya Polyana’daki malikanesinde yaşadı
-Kişisel hayatı zâhidâne idi, ama kitaplarının geniş telif ödemeleri vs sağlığında da ailesine aktı
-Hakikat arayışçısıydı ve herkesle kavgalıydı; ama derviş kıyafetleriyle yollara düşüp bir izbelikte donarak falan ölmedi
-Paylaşılan fotoğraf ölümünden birkaç yıl öncesine ait
-Sürekli bir “kaçış ve arayış” halindeydi, 28 Ekim’de konağından ayrıldı
-Yalnız değildi, yanında son altı yıldır özel hekimi olan Dr. Makovitski vardı
-Giderken hedefleri Besarabya veya Kafkasya’ya gidip uzlete çekilmekti
-31 Ekim’de güneydeki Rostov-Don’a tren bileti aldılar
-Yaşlılığından yola devam edemedi, birkaç saat sonra Astapovo’da trenden indiler
-İstasyon şefi, bir Tolstoycuydu (zamanın önemli bir cemaati). Evinin en iyi iki odasını Tolstoy’a ayırdı
-Kaçışı Japonya’dan Arjantin’e büyük olay oldu
-Öldüğü 7 Kasım’a kadar 7 gün bu evde kaldı”
Tolstoy’un kısa özgeçmişi şu şekilde (Rosamund Bartlett. age. Sf: 9-11):
1828 Tula İli’ne bağlı Yasnaya Polyana’da doğar
1830 Tolstoy’un annesi ölür
1837 Aile Moskova’ya taşındıktan kısa bir süre sonra babası ölür
1841 Beş Tolstoy çocuğu Kazan’a taşınır
1844 Kazan Üniversitesi’nde öğrenci
1847 Miras kalınca diploma almadan Yasnaya Polyana’ya döner ve günlük tutmaya başlar
1851 Ağabeyi Nikolay’la Kafkaslar’a yolculuk yapar ve orduya yazılır
1852 Çocukluk basılır
1854 Görevli olarak önce Bükreş’e sonra Kınm’a gönderilir
1855 Aralıkta Sivastopol büyük bir övgüyle karşılarıır, St. Petersburg’a gider, ilk kez Turgenyev ve diğer yazarlarla buluşur
1856 Ağabeyi Dmitriy ölür, ordudan emekli olur
1857 Batı Avrupa’ya ilk gezi
1859 Yasnaya Polyana’da köylüler için okul açar
1860 Pedagoji okumak üzere Batı Avrupa’ya ikinci ziyaret, ağabeyi Nikolay ölür
1861 Köleler özgürlüğüne kavuştuktan sonra Sulh Hakimi olarak atanır, okul sayısını arttırır, eğitimle ilgili bir dergi çıkarır
1862 Tolstoy Samara’dayken gizli polis tarafından Yasnaya Polyana’ya baskın yapılır, Sofya Bers ile evlenir
1863 Savaş veBarış’ı yazmaya başlar (1869’de tamamlanır); ilk çocuğu -oğlu Sergey’in- doğumu.
1871 Samara ilinde bir konak alır
1872 Alfabe kitabı basılır; Yasnaya Polyana okulunu kısa süreliğine yeniden açar
1873 Anna Karenina’yı yazmaya başlar (1877’de tamamlanır)
1875 Yeni Alfabe kitabı yayımlanır
1877 Sofu olur – Optina Pustın Manastırı’nı ziyaret eder
1878 Turgenyev ile barışma, Samara’daki tarikatçılarla buluşmalar
1879 Ortodoks inancını terk eder
1880 İtiraflarım (1882’de gizlice dağıtılır)
1881 il. Aleksandr’ın suikastle öldürülmesinin ardından merhamet göstermesi için Çar’a başvururDört İncil’in Çevirisi ve Bağdaştırılması
Kış aylarını geçirmek üzere aile Moskova’ya taşınır
1882 Dogmatik Teolojinin Sorgulanması (189l’de yayımlanır)
İnancım Neden ibarettir (1884’te el altından dağıtılır)
1883 Vladimir Çertkov ile tanışır, Ôzlü İncil Fransa’da yayımlanır
1885 Tolstoy önceki dönem eserlerinin yayımlanması işini Sonya devralır, İtiraflarım, İnancım Neden İbarettir’in ilk İngilizce çevirileri
1886 O Halde Ne Yapmalıyız, İvan İlyiç’in Ölümü, Karanlığın Kudreti, Savaş ve Barış ile Anna Karenina’nın ilk İngilizce çevirileri
1889 Kroyçer Sonat – el altından çabucak dağıtılır, Tolstoy’un kızkardeşi Maşa rahibe olur
1890 III. Aleksandr ile ayarlanan görüşmenin ardından Sonya, Kroyçer Sonalı yayımlaması iznini elde eder, Tolstoy lanetlenir
1891 Telif hakkından feragat eder, mülkü karısı ve çocuklarına paylaştırır. Artık vejetaryen olmuştur, içki, sigara içmez, avı da bırakır
1892 Ryazan ilindeki açlığa yardım
1893 Tanrı’nın Egemenliği içinizdedir hemen çeviri olarak yayımlanır
1894 İlk Tolstoycu “şehidin” ölümü, Duhoborlar ile ilk kez buluşur
1895 Yedinci yaş gününü göremeyen İvan Tolstoy’un ölümü, Tolstoy bisiklete merak sarar
1896 İngiltere’de ilk Tolstoycu koloni kurulur
1897 Çertkov İngiltere’ye sürülür, Tolstoy’un kitaplarını yayımlamak için matbaa kurar
1898 Sanat Nedir?
1899 Diriliş – Telif gelirleri Duhoborların Kanada’ya göç masraflarına gider
1901 Aforoz edilir
1902 Ağır hastayken Kırım’da iyileşir
1904 Ağabeyi Sergey’in ölümü
1906 Çertkov’un sürgünden dönmesine izin verilir
1908 “Sessiz Kalamam!”
1910 Astapovo tren istasyonunda ölür
Tolstoy’un bir tren istasyonunda donarak ya da zatürreden ölmüş hâlde bulunduğunu sanan yazarlardan tespit edilebilenler: Orhan Selen, Şeref Oğuz, Yılmazcan Şare