Eski Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun TBMM’de yaptığı bir konuşmada “Din zehirdir. Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene daha lazım.” cümlelerini kullandığını ortaya koyan bir kaynağa rastlanamıyor. İddianın kökeninin eski Başbakan Recep Peker’in TBMM’de 24 Aralık 1946 tarihli oturumda yaptığı konuşmasına dayandığı anlaşılıyor. Peker, komünizmi ve şeriatı zehir olarak nitelediği konuşmasında “Komünizm denen bir ictimaî zehirden bünyeyi korumak için onun yanında yavaş yavaş genişleyecek bir şeriat hayatının ikamesi ihtimalini bir tedbir diye düşünmek aşağı yukarı bir öldürücü zehrin lâakal onun kadar öldürücü olan başka bir zehirle tedavi edileceğini zannetmekten ibarettir. (…) Solumuzda kızıl uçurum, sağımızda kara ve karanlık irtica uçurumu. Bu iki uçurumdan birini ötekine tercih etmek veya birini ötekine tedbir saymak manasına gelen bir ifadede isabetli bir müşahadenin hükmü yoktur sanıyorum.” ifadelerini kullanmış.

 

 

 

Geçmişte, Karl Marx’ın “Din afyondur” sözünün bağlamına değinmiştik. Bugünkü konumuz, eski Başbakan Şükrü Saracoğlu’na atfedilen “Din zehirdir” sözü.

 

Şükrü Saracoğlu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) yaptığı bir konuşmada “Din zehirdir. Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene daha lazım” ifadelerini kullandığını ileri süren paylaşımlar şöyle örneklenebilir:

 

Hatırla CHP (@HatirlaCHP): “CHPli Eski Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun, “Din zehirdir” dediğini HATIRLA!”

Filiz’in Düşünceleri (@filiz175): “1CHP ve DİN: CHP Milletvekili ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu: Din zehirdir. Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene lazım. CHP Vekili ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya: Dinler işlerini bitirmiş, vazifeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayatiyet bulamayan müesseselerdir.”

Erdal Tursun (@erdaltursun23): “‘Din zehirdir.Türkiyeden dini tamamen atabilmek için bize 30 sene daha lazım.” -CHP’li Basbakan Şükrü Saraçoglu (1946)”

 

Sebilürreşad adlı dergide “Türkiye’de sabık bir Başvekil de Büyük Millet Meclisi kürsüsünde: ‘Din zehirdir’ demişti.” cümlesine yer verilmesiyle bu iddia yaygınlık kazandı.

 

Sebîlürreşâd, 1908 yılı Ağustos ayında İstanbul’da Sırât-ı Müstakîm adıyla yayın hayatına başladı. 183. sayıdan itibaren dergi Sebilürreşad ismiyle yayımlandı. Mehmet Âkif Ersoy’un başyazarlığını, Eşref Edip Fergan’ın yayımcılığını üstlendiği dergi Millî Mücadele yıllarında öncü bir rol oynadı. 1925’e kadar yayım hayatını haftalık 641 sayıyla sürdüren dergi Takrir-i Sükûn Kanunu’yla birlikte kapatıldı. Eşref Edip, Sebilürreşad’ı 1948 yılında Latin alfabesiyle yeniden çıkardı. 1948-1966 yıllarında 362 sayı daha neşredildi. 1966 yılında yayımı sonlanan dergi 50 yıl sonra 14 Ağustos 2016 tarihinde yeniden yayımlanmaya başladı.

 

 

Sebîlürreşâd’ı çıkaran Eşref Edip, “CHP ve Din 1948-1960” (Sf: 244) adlı kitabında yer verilen, Sebilürreşad’da (Kasım 1950. IV/91. Sf: 342-347) yayımlanan “Kara İrtica, Sarı İrtica, Kızıl İrtica” başlıklı yazısında “‘Dini memleketten kaldırmak için otuz sene daha lazımdır, benim dinsizliğim taassup derecesindedir’ diyen silindir şapkalı Saraçoğlu, ‘din zehirdir’ diyen melon şapkalı Recep Peker sıfatı şer’iyeyi haiz sarıklı Diyanet Reisini tayin ediyor, emri ve baskısı altında tutuyordu. Bunun adı da laiklik idi.” iddiasına yer verdi. Edip, “Kara Kitap – Milleti Nasıl Aldattılar, Mukaddesatına Nasıl Saldırdılar?” gibi diğer eserlerinde de bu aktarımda bulundu.

Said Nursi de Şuâlar adlı eserinde bu iddiaya şöyle yer vermiş:

“Dini ve terbiye-i Muhammediyeyi zehir diyen Saraçoğlu’nu bırakıp, hakikat-i Kur’âniyeyi güneş gibi gösteren ve nev-i beşerin yaralarına tam tiryak olduğunu ispat eden Siracü’n-Nur ile münakaşa ederek, Nurun o mecmuasının âhirine ilhak edilen bir risalede zayıf hadîslerin te’villeri var diye, o mecmuanın müsaaderesine yardım etmek çıkmaz mı? Bizler siz gibi zâtlardan yaralarımıza merhem sürmek ve ferasetinizle yardım bekler ve cüz’î tenkitlerinizden gücenmeyiz.”

 

Açık kaynak taramasında, eski Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun TBMM’de yaptığı bir konuşmada “Din zehirdir. Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene daha lazım.” cümlelerini kullandığını ortaya koyan birinci elden bir kaynağa rastlayamıyoruz. TBMM zabıtlarında yapılan taramada da bu yönde bir ifade bulunamıyor.

 

Şükrü Saracoğlu (1887-1953) Kimdir?

Doğumu ve Eğitimi:

Şükrü Saraçoğlu, 1887 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ödemiş’te tamamladıktan sonra İzmir İdadisi’ne girdi. Buradaki eğitimini birincilikle tamamlayarak Ankara’daki Mülkiye Mektebi’ne (Siyasal Bilgiler Okulu) kaydoldu. 1909 yılında buradan mezun olduktan sonra İzmir Valiliği Maiyet Memurluğu görevine başladı.

Kariyerinin Başlangıcı:

Aynı zamanda İzmir Sultanisi’nde matematik öğretmenliği yaptı. 1911 yılında İttihat ve Terakki Ticaret Mektebi Müdürlüğü görevine getirildi. 1914 yılında devlet bursu kazanarak öğrenim için önce Belçika’ya, ardından Cenevre’ye gitti. Cenevre Üniversitesi’nde İktisadi ve Siyasi İlimler eğitimi aldı.

Siyasi Hayatı:

I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Türkiye’ye döndü ve siyasete atıldı. 1923 yılında İzmir Milletvekili seçildi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. 1927 de İsmet İnönü Hükümetinde Maliye Vekili olmuş, 1933 de Adliye Bakanı olmuş, 1938 de Celal Bayar ve Refik Saydam Hükümetinde Hariciye Vekili olmuş 1942 tarihine kadar bu görevde kalmıştır. 1942 yılında Başbakanlık görevini üstlendi ve 1946 yılına kadar bu görevde kaldı. Başbakanlığı döneminde II. Dünya Savaşı’nın zorlu koşullarında Türkiye’nin tarafsız kalmasını sağlamaya çalışmış ve ülkenin ekonomik politikalarını yönetti.

Fenerbahçe:

Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1934-1950 yılları arasında başkanlığını yaptı ve kulübün gelişimine önemli katkılarda bulundu. Adı, Fenerbahçe Stadyumu’na verilerek ölümsüzleştirildi.

Şükrü Saraçoğlu, 27 Aralık 1953 tarihinde Ankara’da hayatını kaybetti.

 

 

Şükrü Saracoğlu’na atfen paylaşılan ve kendisinin bu yönde bir sarf ettiğine dair kaynaklarda bir atfa rastlanamayan “din zehirdir” sözünün kaynağının aslında 1931-1936 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Sekreterliği ve 7 Ağustos 1946 – 10 Eylül 1947 tarihleri arasında da başbakanlık yapan Recep Peker’in TBMM’deki bir konuşmasına dayandığı anlaşılıyor.

 

Recep Peker, TBMM’deki 24 Aralık 1946 tarihli oturumda kelimesi kelimesine “din zehirdir” şeklinde bir söz sarf etmese de, komünizmi ve şeriatı zehir olarak nitelemiş. Konuşmasında “Komünizm denen bir ictimaî zehirden bünyeyi korumak için onun yanında yavaş yavaş genişleyecek bir şeriat hayatının ikamesi ihtimalini bir tedbir diye düşünmek aşağı yukarı bir öldürücü zehrin lâakal onun kadar öldürücü olan başka bir zehirle tedavi edileceğini zannetmekten ibarettir. (…) Solumuzda kızıl uçurum, sağımızda kara ve karanlık irtica uçurumu. Bu iki uçurumdan birini ötekine tercih etmek veya birini ötekine tedbir saymak manasına gelen bir ifadede isabetli bir müşahadenin hükmü yoktur sanıyorum.” ifadelerini kullanmış. Osmanlı İmparatorluğu’nda İkinci Meşrutiyet döneminde faaliyet gösteren, 5 Nisan 1909’da kurulduktan kısa süre sonra kapatılan Türkçesinde anlamına “İttihad-ı Muhammedî Fırkası” (günümüz Türkçesiyle “Muhammedçi Birlik Partisi”) adlı İslamcı siyasî partinin icraatlarını “yıkıcı” olarak nitelemiş.

(Daha önce, halka “açsanız b.k yiyin” dediği iddiasını ele aldığımız) Recep Peker’in bahsi geçen Meclis konuşmasından ilgili kısım şu şekilde (TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 22, Cilt 3, 24.12.1946, Sf: 445):

“Bütün dünyada devir, devir ve yer, yer din, ilâhi akidelerin kutsiyetine dayanan bir takım istismarcı zümrelerin dini menfaatleri lehine istismar eden âdi zümrelerin elinde oyun vasıtası olarak kullanılmış ve beşeriyet uzun esaret devirleri yaşamıştır. Türkiye’de bir peçenin kaç santim uzun olduğunu, bir çarşafın ne kadar geniş olduğunu Babı Meşihat tâyin eder ve onu Devletin polis müdürü tatbik ederdi.

Muhterem arkadaşlarım; din telâkkisini suiistimal ederek, vicdan ile Allah arasındaki irtibatını hududu dışına çıkararak dünyevi âleme de onun tesirini ikâ etmek istiyenler, cemiyet hayatına zehir katan insanlardır.  Burada bugün konuşulan sözler arasında mevcut bazı fena, içtimai tesirlerin ve akidelerin tahribatından cemiyetimizi korumak için bir takım mânevi, mefkurevi varlıklara istinat etmek lüzumundan bahsedildi. Evet ben fikri esas olarak takdir ediyorum, fakat bahsettikleri zehre karşı korunma vasıtası sadece ve sadece millet duygusundan ibarettir. Bir müslümanm, âbit, zahit, bütün mânevi akidelere derinden bağlı bir müslüman komünist olmıyacağını iddia etmek herhangi dinî akidenin komünizme mukavemet temin edeceğini iddia etmek, içinde yaşadığımız günün realiteleriyle tam tezat halindedir. Bugünkü Yunanlılar, Rumlar, mümin Ortodokslar değiller midir? Bugünkü Yunanistan’daki komünizm cereyanlarının tesirine bakınız.

Dün büyük, kanlı maceralara sahne olan İspanya kilisenin tesiri altında bulunan bir memleket değil mi idi? Orada bu akide kommünizmin memleketi yer yer tahrip etmesine mâni olacak esaslı bir kıymet ifade etti mi?

Arkadaşlar, bu konudaki sözümü pek çok uzatmak istemiyorum. Yalnız şu noktayı ehemmiyetle arzedeyim ki, kommünizm denen bir içtimai zehirden bünyeyi korumak için onun yanında yavaş yavaş genişleyecek bir şeriat hayatının ikamesi ihtimalini bir tedbir diye düşünmek aşağı yukarı bir öldürücü zehrin lâakal onun kadar öldürücü olan başka bir zehirle tedavi edileceğini zannetmekten ibarettir. Biz meşrutiyetteki İttihadı Muhammedi’nin bu memleketteki hayat yıkıcı tesirlerini görmüş insanlar değilmiyiz? Derviş Vahdettin’in cemiyeti koyulaşan güya Müslümanlık akidesine dayanan bir siyasi teşekküldü. Şimdiki sözlerle islenen şeyin böyle birşey olmadığı muhakkak olmakla beraber, derecesini idare etmek kaabil olmıyan ölçüsünü taşıyan bir yolun gidegide bir gün mesele kendiliğinden büyüyerek zararlı hacmine varabilir. Ve dediğim gibi bir zehiti başka bir zehirle tedavi etmek şekline varabilir sizler gibi. Ben müslümanım milletim Türk ve siyasi akidem Kemalist. C. H. P. sinin esaslarına inanmış bir adamım, yani lâyikim. Bu sıfatlarla …. dini s–rnigûn edecek ne bir fikir, ne de bir hareket sadır olamaz. Fakat yurdun huzuru için din propagandasına yol açmaktan kaçınırım.

Ben Bakanlar Kurulunda veya Mecliste çalışırken yanımda oturan ibadetine bağlı arkadaşımla tezat halinde değilim ibadet hakkındaki mübalatsızlığım yanımdaki arkadaşımı asla rahatsız etmediği gibi ben de o muhterem arkadaşımın kalkıp bu binanın cami odasına giderek ibadet etmesi ile meşgul olması Türkiye’de bu, o kadar tabiî bir hayat olmuştur ki, bu yurttaşlar dünya işlerinin dışında birbirinin akidesi hakkında fikir dahi edinmezler.

İşte bir cemiyet için ideal din akidesi bizde bu kadar tesamühlü, bu kadar realist bir mahiyet almıştır. Bugünün Türkiyesi hemen hemen diyebilirim ki medenî lâyik telâkkinin müstesna bir nümunesidir. Türiyede gizli din tedrisatınm yasak oluşu sadece iznin fesada alet edilmesini önlemek içindir. Arkadaşlar; bugün biliyorsunuz, biz bir plato üzerinde çalışıyoruz, Bu platonun önü, arkası, sağı solu uçurumdur. Solumuzda kızıl uçurum, sağımızda kara ve karanlık irtica uçurumu. Bu iki uçurumdan birini ötekine tercih etmek veya birini ötekine tedbir saymak mânasına gelen bir ifadede isabetli bir müşahedenin hükmü yoktur sanıyorum.”

recep-peker-zehir

Vatan gazetesinin 17 Ekim 1952 tarihli sayısında 9. sayfadaki “C.H.P. Fatih İlçesi Miting Yaptı” başlıklı haberin “Günaltay, İlk Okula Dini Ben Koydum, Diyor” alt başlıklı bölümde kendisine atfedilen “din zehirdir” dediği iddiasını yalanlamıştı.

Söz konusu haberde yer verilen ifadeler şu şekildeydi:

“İstanbul’da gazeteye benzer bir şey çıkıyor. Kimin nesidir bilmiyorum. Yazdıkları anarşizmdir. Bakın ne diyor: (Günaltay müesseselerini kapattı. Mekteplerden din derslerini kaldırdı. B.M. Meclisinde din zehirdir, dedi. Kuran yazısını kaldırdı.) Ben neler yapmışım da haberim yok. Eğer benden evvel Başbakan olanlar, mesela Celal Bayar zamanında böyle şeyler olmuşsa mesulü ben değilim. İlk mekteplere din dersini ben koydum. Memleket çocuklarının ahlaklı olmasını istedim. İmam hatip mekteplerini ben açtım, İlahiyat Fakültesini de ben kurdum.”

 

semsettin-gunaltay-din-zehirdir

 

 

Yorumunuzu yazınız...