* Mustafa Solak tarafından kaleme alınmıştır.
MHP Lideri Devlet Bahçeli, Türk Ocakları İstanbul şubesinin düzenlediği İslam Dünyası Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu’nda CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Karl Marx’ın adını anması dolayısıyla tepki göstermiş ve tepkisini şöyle belirtmişti:
“Kılıçdaroğlu’nun ‘din halkın afyonudur’ diyen, üstelik İslam dünyasıyla ilgili bir sempozyumda, Karl Marx’tan alıntı yaparak salonda hazır bulunanlara hitap etmesine nasıl katlandınız? O salondan mesela Ziya Gökalp, mesela Erol Güngör, mesela Mehmet Eröz’ün yerine Marx’ın görüşlerinin kamuoyuna yansımasını içinize nasıl sindirdiniz?”[1]
Kılıçdaroğlu’nun sempozyumdaki sözleri şu şekildeydi:
“Böylesine önemli bir buluşmada, önemli bir isimden alıntı yapmak istiyorum. Bu ismi yadırgamayacağınıza inanıyorum. Karl Marx. Marx, ‘Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır. Oysa sorun onu değiştirmektir’ der. Elbette filozof ve bilim insanı olan sizlersiniz, ancak bu cümlenin geniş yorumuna atfen şunu söylemeliyim; sizlerle birlikte biz siyasetçilerin de öncelikli görevi ülkesini ve dünyayı daha iyiye ve güzele doğru değiştirmektir.”[2]
Devlet Bahçeli, Marx’ın “din halkın afyonudur” sözünün bağlamını yanlış ele alarak sanki Marx dini hedef alıyormuş gibi yansıtmış. “Din halkın afyonudur” sözünün tarihsel kökeni 1800’lerdeki tartışmayla ilgilidir. Bu tartışmayı ele aldığımızda mesele anlaşılacaktır.
1840’larda Almanya’da din üzerine köktenci tartışmalar yapılıyordu. Marx, Yahudi Sorunu adlı eserinde öğretmeni Bruno Bauer’le bu yöndeki tartışmalarını anlatmaktadır. Prusya, kilisenin denetiminde feodal ve katı bir monarşiydi. Prusya’daki liberaller 1789 Fransız Devrimiyle sağlanan hakların kendi ülkelerinde de olmasının özlemini duyuyorlardı. Parlamenter seçimler, kilise ile devletin ayrılması gibi konularda mücadelelerini yoğunlaştırmışlardı. Almanya’da Yahudi cemaati siyasal ve dinsel kısıtlamalardan kurtulmayı talep ediyordu. Bauer’e göre din insanların icadıydı ve halkın aydınlanmasını önleyen bir “afyon” haline gelmişti. Bauer, iki dini (Hıristiyanlığı ve Museviliği) ortadan kaldırmakla meselenin çözüleceğini sanıyordu. Böylece Almanlarla Yahudiler “eşit vatandaş” olacaklardı. Bauer’e göre, laik devlet anlamına gelen dinin politik alandan tasfiyesi, dinin bütünüyle kaldırılışı demekti. Marx, öğretmeni Bauer’in dine bu şekilde yaklaşmasına karşı çıkarak dini, yoksulluğa karşı bir protesto, acıları dindiren bir “afyon” olarak görür:
“Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin [ruhun] dışlandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.”[3]
Din, kölenin efendisinden gördüğü eziyetin, marabanın ağadan yediği dayağın, işçinin emeğinin sömürülmesinin, işine yabancılaşmasının acısını gidermeye yarayan afyon işlevine sahipti. Afyon, Marx döneminde acıları dindiren bir ilaçtı. Dinin afyon olma özelliği, ezilenlerin sömürülmelerine karşı başkaldırmalarını önleyen, halkı uyutan bir nesne olarak değil, acılara karşı bir protesto ve ağrı kesici olarak düşünülmesinden ileri geliyordu. Dolayısıyla Marx, hedefini dine yöneltmiyordu.
Marx’a göre Yahudilerin eşit vatandaşlık talebi dinlerin yok edilmesi ile değil tüm insanlığı ilgilendiren daha derin bir sorunun parçasıydı. Marx da Almanya’nın “din devleti” olmasını istemiyordu ama bu, dinlerle kavgayı gerektirmiyordu. Dinin eleştirisini diğer bütün siyasal kaygılarının önüne koyan liberalleri eleştiriyordu. Marx’a göre Bauer, sadece siyasal-hukuki boyutta kalmış sorunun ekonomik, sosyal boyutunu göremiyordu. Siyasal-anayasal planda “eşit vatandaşlık” statüsünde ifade edilen özgürleşme, gerçek özgürleşmenin sadece bir parçasıydı. Marx düşüncesini “politik özgürleşme” ve “insanî özgürleşme” kavramlarını ortaya atarak açıklar. Politik özgürleşme devletin Yahudilikten, Hıristiyanlıktan ve genel olarak dinden özgürleşmesidir. Yahudi veya başka dini inançlardan insanların politik özgürleşmesi, devletin din hükümlerine göre yönetilmemesi yani laikleşmesidir. İnsani veya gerçek özgürleşme ise üretim araçlarının azınlık kesimini oluşturan burjuvaziden alınıp tüm topluma mal edilmesiydi. Dinin kendisine karşı mücadele mülkiyet temeline dayanan eşitsizliği ortadan kaldırmıyor sadece dini, yönetim katından toplumsal hayata indiriyordu. Bu ise eşitsizliğin din kılıfına bürünmesinin esaslı olarak önüne geçen bir yol değildi. Eşit vatandaşlık dine değil, emek sömürüsüne dayanan mülkiyet ilişkilerine dokunularak sağlanabilirdi. Marx, Bauer’in Yahudilerin veya başka inançtaki insanların yaşamda karşılaştıkları sıkıntılarının nedeninin din olduğu iddiasını şöyle eleştiriyordu:
“Din artık bizim için neden değil, tersine yalnızca dünyasal sınırlılığın fenomeni olarak söz konusudur. Bu yüzden biz özgür yurttaşların dinsel sıkıntılarını onların dünyasal sıkıntılarıyla açıklıyoruz. Dünyasal kısıtlamalardan kurtulabilmeleri için dinsel sınırlılıklarının üstesinden gelmek zorunda olduklarını öne sürmüyoruz…Biz dünyasal sorunları teolojik sorunlara dönüştürmüyoruz, teolojik sorunları dünyasal sorunlara dönüştürüyoruz.”[4]
Marx’a göre Yahudiler dinlerinden vazgeçmeksizin de siyasal planda özgürleşebilir yani eşit yurttaşlık elde edebilirlerdi. Dahası burjuva sınıfına karşı mücadele içinde kendilerini özgürleştirebilirlerdi. Aynı bağlamda Marx, ideolojileşmiş bir dinin toplumsal sınıflaşma temelinde “afyon” işlevi görebileceği gibi, “kalpsiz dünyanın ruhu ve esprisiz bedenlerin esprisi” şeklinde “yoksulluğa karşı bir protesto” olma işlevi de görebileceğini söylüyordu. Dinin eleştirisinden daha önemli olan dinin toplumsal ve ideolojik yönü üzerinde durulmasıydı. Dolayısıyla çare de üretim ilişkilerine ve onun büründüğü üretim tarzına müdahale edilmesindeydi. Ona göre insanın acı çektiği, ezildiği, emeğinin sömürüldüğü gerçek dünyanın koşullarını düzeltmek gerekiyordu. Dahası siyasal bir araç kullanılan dinin, devlet yöneticilerinin ellerinden alınmasıyla dinin rahatlayacağını şöyle savunmuştur:
“İncil’i kutsal ruhun lafzından farklı olarak politikanın lafzıyla konuşturan devlet, insani gözlerin önünde olmasa da onun kendi dinsel gözleri önünde kutsallığa karşı saygısızlık etmiş olur.”[5]
Görüldüğü gibi Marx, dinin kendisini değil, sömürüye, baskıya karşı bir protesto, acı dindirme aracı olmasını afyona benzetmektedir. Yukarıda gösterdiğimiz üzere bunu, “dünyasal kısıtlamalardan kurtulabilmeleri için dinsel sınırlılıklarının üstesinden gelmek zorunda olduklarını öne sürmüyoruz” sözüyle açıkça belirtmektedir. Dinin patronca, yönetenlerce ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını yansıtan, bu anlamda afyon gibi acıları dindiren özelliğine, insanları pasifliğe, yılgınlığa düşmesine isyan ediyordu. İnsanları, kendilerini ezenlere karşı yılgınlıktan kurtararak mücadeleye yöneltmeye çalışıyordu. Dahası dinin, onu kullananın elinden alınmasıyla kalplerdeki gerçek yerinin alacağını, bu anlamda dinin rahatlayacağını savunarak aslında dinin, samimi yaşanmasının yolunun nasıl açılacağını göstermektedir.
Not: Marx’ın din konusundaki görüşleri için “Laikliği Doğru Anlamak” kitabım okunabilir.
[1] “Devlet Bahçeli’den Türk Ocakları’na Kılıçdaroğlu tepkisi: Hiç mi vicdan azabı çekmediniz?”, Haber 7, 28.06.2022, https://www.haber7.com/siyaset/haber/3236893-devlet-bahceliden-turk-ocaklarina-kilicdaroglu-tepkisi-hic-mi-vicdan-azabi-cekmediniz
[2] “Bahçeli’den Türk Ocakları’na ‘Karl Marx’ tepkisi”, Veryansın tv, 28.06.2022, https://www.veryansintv.com/bahceliden-turk-ocaklarina-tepki/
[3] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, 1997, s.192.
[4] Karl Marx, Yahudi Sorunu, çev. M. İlhan Erdost, Sol Yayınları, Ankara, 1997, s.14.
[5] Age, s.25.