“Düzenim Bozulur, Hayatımın Altı Üstüne Gelir, Diye Endişe Etme. Nereden Biliyorsun Hayatın Altının Üstünden Daha İyi Olmayacağını?” Sözünü İçeren “Aşkın Kırk Kuralı” Metni Şems-i Tebrîzî’ye Ait Değil
“Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir, diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” sözü, Elif Şafak’ın Aşk adlı romanında roman kahramanlarından biri olarak karşımıza çıkan Şems-i Tebrîzî’nin kırk kuralından on dördüncüsü olarak geçer. Şafak kendisiyle yapılan birçok söyleşide Şems’in kırk kuralını kendisinin yazdığını belirtmiştir.
Bugünkü yazımızda Elif Şafak’ın Aşk adlı romanında geçen “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir, diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” sözünün Şems-i Tebrîzî’ye atfedilmesini ele alacağız.
Tarihi kişiliklerin roman kahramanı olduğu metinlerde bu kahramanların kurgu gereği dile getirdiği sözlerin gerçek kişiliklerine atfedilmesine daha önce de değinmiştik (Örnekleyecek olursak, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihat metni, bazılarınca gerçekten tarihi karakterlerin ağzından çıkmış gibi kabul görse de aslında Tarık Buğra’nın Osmancık adlı romanından alıntıydı.).
Benzer şekilde, Elif Şafak’ın 2009 yılının Mart ayında Doğan Kitap’tan çıkan Aşk adlı romanında yer verdiği “kırk kural”, Şems-i Tebrîzî’ye ait sanılarak paylaşılmaya başlanmıştı.
“Aşık 40 Kuralı” olarak nitelenen bu metin arasında 14.sü ise bir hayli ünlenmişti:
“On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. ‘Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir’ diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
Elif Şafak – Aşk
Aşk‘ın yayımlanmasından sonra sosyal medyada paylaşılmaya başlanan sözün 2011 yılında Şems-i Tebrîzî imzasıyla aktarılmaya başlandığı görülüyor. Hatta sözü Mevlânâ Celaleddin Rumî’ye izafe edenlere de şahit olunabiliyor.
Atiye adlı dizide aşağıdaki diyalogla yer almasının ardından mezkûr sözün Şems’e ait olduğu algısının daha da kuvvetlendiği anlaşılıyor:
+ “Sen ortaya çıktığından beri her şey alt üst oldu.”
– “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir, diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
+ “demiş Şems-i Tebrizi.”
Halbuki, Elif Şafak’ın Aşk adlı kitabında geçen Şems-i Tebrîzî’ye ait sanılan bu söz ve “aşkın 40 kuralı” Şems’in ağzından “kurgulanmıştır”, dolayısıyla Elif Şafak’a aittir.
On5yirmi5 adlı internet sitesinden Feyza Bayıdır, Aşk’ın yayımlanmasının ardından Elif Şafak’la bir röportaj yapmıştı. Bayıdır’ın “Kitabı yazarken belli bölümlerinin mutaassıp kesimi rahatsız etmesinden endişe ettiniz mi?” sorusunu cevaplayan Şafak, anlattıklarının tamamen kurgu olduğunun altını çizerken kendi hayal dünyasındaki Şems ve Mevlâna’yı yazdığını belirtmiştir. Şems ve Mevlâna hakkındaki okumaların roman kurgusunu besleyen bir etken olduğunu söyleyen Şafak’ın Şems’in kurallarının da dâhil her şeyin kurgu olduğunu vurguladığını görüyoruz.
“ON5YİRMİ5: Kitabınızı okuyan mutaassıp bir kesim de var, kitabı yazarken belli bölümlerinin mutaassıp kesimi rahatsız etmesinden endişe ettiniz mi? (Endişe derken verdiğiniz mesajı en güzel şekilde almalarına engel olabileceğini düşündünüz mü?)
ELİF ŞAFAK: Herkes kendi gözündeki perdelerden mesul. Hepimiz aynı esere bakarız ama farklı görürüz çünkü bakan göz farklı. Ben Türkiye’de çok iyi bir edebiyat okuru olduğunu düşünüyorum. Bu bana umut ve ilham veriyor. Öte yandan benim için şu önemliydi. Anlattığım tamamen bir kurgu. Ella da Aziz de hatta Şems ve Mevlâna da kurgu. Kendi hayalimdeki Şems’i yazdım, kendi hayal dünyamda gördüğüm Mevlana’yı yazdım. Esas Mevlana budur diyemem. Tabii ki kendi okumalarımdan, Mesnevi’den etkilendim. Onları damıtarak bir imbikten geçiriyorsunuz, sonra ben bende kalan algıyı yazıyorum. Hepsi kurgu. Hatta Şems’in kuralları da öyle. Benim bulduğum şeyler”
2010 yılında bu kez CNN Türk’te yayımlanan bir söyleşide Aşk’taki kırk kuralı çok hissederek yazdığını dile getiren Elif Şafak, kuralların okurlarca elden ele dolaştırıldığını vurgulamıştır. Röportajında öne çıkan husus kırk kuralın Şems’in ya da Mevlâna’nın değil kendisinin sözleri olduğudur.
“Aşk’taki 40 kuralı çok hissederek yazdım. Bugün okurlar da kuralları elden ele dolaştırdıklarında mutlu oluyorum. Ama ben kendim bu 40 kuralın 40’ını da hayatıma uygulayabilsem aşmış olurdum her şeyi. Öyle değilim tabii ki. Yazmak başka, hayata geçirebilmek ise bambaşka bir olgunluk. Nefis sınavları bir değil, bin tane. Birinden geçip bir sonrakinde takılıyorsunuz. Benim de çok iniş çıkışım var. Ama insan ancak böyle ilerleyebilir diye düşünüyorum. Tasavvufun en çok sevdiğim özelliklerinden biri öz eleştiriye dayalı olması. Hani genelde insanlar hep başkalarını eleştirir ya. Sufiler eleştirmez. Onlar kendilerini eleştirir. Kendi içlerini tamir ederler. Birinde kusur görürlerse o kusuru örterler. Muazzam bir edep ve ahlak var. Bunları ben fikren ve zihnen biliyorum ama yaşamaya gelince tabii ki zorlandığım oluyor. Zaten mesele bilgiyi hayata geçirmekte.”
Elif Şafak, Aşk adlı romanında yer verilen söyleşide, tasavvuf kaynaklarından esinlendiğini; ancak, “aşkın 40 kuralı”ndaki cümlelerin Şems’e ait olmadığını, kendi kurgusu olduğunu belirtmişti.
Aşk’ta verilen Kırk Kural okurlardan büyük ilgi gördü. Hatta bunların hakikaten Şems-i Tebrizi’nin yazılı kuralları olduğunu zannedenler var. Bu kurallar kurgu mu?
Tabii ki kurgu. Bu kuralları romanı yazarken, hikâyenin akışı içinde oluşturdum. Ama elbette kendi tasavvuf okumalarımdan da beslendim.
Günümüz ve 13. yy olmak üzere iki katmanlı ilerlediğini gördüğümüz roman kurgusuna baktığımızda Şems yaşamda geçtiği her badireden ve tecrübeden sonra, hiçbir kitapta yazılı olmayan, sadece can defterine nakşettiği kurallara bir yenisini ekler ve bunlara “Gönlü Geniş ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı” adını verir. Şems’in kurallarla ilgili cümlelerinden biri “Bu kurallar, benim için tabiat kanunları kadar evrensel, onlar kadar temeldir. Bu kuralların kırkını birden tamama erdirmek, uzun senelerimi aldı. Nicelerini silip silip yeniden yazdım. Şimdi artık eklenecek ne bir virgül kaldı, ne bir nokta. Ne bir harf, ne yeni bir kelime. Artık kırk kural da bittiğine göre, ömrü hayatımın son faslındayım.” şeklindedir. Şems’in yaşadığı tecrübelerden oluşan ve hayat karşısında sergilediği duruşu gösteren bu kurallar, romana serpilmiştir. Roman kırkıncı kuralın yazılmasıyla son bulur. Mehmet Bakır Şengül “Elif Şafak’ın Aşk Romanında Tasavvuf” başlıklı makalesinde, yazarın tasavvuf ile ilgili düşüncelerini Şems üzerinden aktardığı tespitinde bulunmuştur. Dolayısıyla kırk kural da Şafak’ın tasavvuf okumalarından süzülmüş düşünceleridir.
Elif Şafak, roman içinde yer alan Şems’in kurallarının çokça paylaşılması ve beğenilmesi üzerine 2019 yılında kitaptaki kırk kuralı Aşkın Kırk Kuralı adıyla ayrıca kitaplaştırmıştır. Kitabın sunuş kısmında ise Aşk romanını yazma sürecini okurlarıyla paylaşır. Tasavvuf gibi derya deniz bir alana eğilmesi nedeniyle kendisini küçümseyenlere karşı Pinhan’dan itibaren birçok romanının görünen ya da görünmeyen konusunu tasavvufun oluşturduğunu belirtir. Yine romanın disiplinli bir çalışmayla kendi ürünü olduğunu vurgulamıştır.
Mevlâna’nın anlatıldığı her yerde onun mütemmim cüzü olarak görülen Şems’e mutlaka değinildiğini görüyoruz. Hatta günümüz yazarlarının tasavvufu ele aldıkları romanlarını Mevlâna’dan çok Şems-i Tebrîzî üzerine kurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Prof. Dr. Soner Akpınar, son dönem romancılarının eserlerini Şems odaklı kurma eğilimlerini şöyle açıklamıştır: “Şems’in ölümündeki esrar, yaşamının bilinmezleri, döneminin çok ötesinde bir felsefi ve ahlaki görüşünün olması, modern roman sanatının estetik kriterleri düşünüldüğünde entrik unsuru yaratması ve duygusal gerilimi arttırması bakımından Şems’i kendiliğinden iyi bir roman kahramanı durumuna getirmiştir.” (Soner Akpınar (2011). “Modern Türk Romanında Şems-i Tebrizî ve Mevlâna Celaleddin-i Rûmî“. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2011 Bahar (14), 7-26).
Yaşamıyla iyi bir roman kahramanı olarak görülen Şems-i Tebrizî, günümüz yazarlarının eserlerinde tarihi bir karakter olarak ele alınmıştır. Fakat tarihe yönelen kurmaca metinlerde yazarlar, birçok kaynağı taramış, incelemiş, faydalanmış olsalar da ortaya çıkan metin özneldir ve tarihi kişileri bağlamaz. Tarih yazımı ve kurmaca anlatımın melez bir karışımı olarak ortaya çıkan tarihsel anlatı, roman kalıbı içinde yeni bir şekle bürünmüştür. Elif Şafak her ne kadar romanın sonunda “yararlanılan kaynaklar” adlı 39 kitaplık bir listeyi paylaşmış olsa da Aşk’ta geçen cümleler ona aittir. Tarihi gerçekliğin izinde gitmeye çalıştığını gördüğümüz yazar bu gerçekliğin üzerine kendi hakikatini inşa eder.
Akpınar, Elif Şafak’ın Aşk’ı kaleme alırken özellikle Şems-i Tebrîzî’nin Makalat’ından çokça faydalandığını belirtmiştir. Kırk kuralın oluşturulmasında Şems’in görüşlerinin etkisini yadsıyamasak da Makalat’ta geçmeyen bu cümleleri Şems adıyla paylaşmak ve belki de tasvip etmeyeceği düşünceleri Şems’e mal etmek doğru olmayacaktır. Söz sahibine teslim edilmelidir.
Elif Şafak’ın Aşk’ta yer verdiği ve sosyal medyada Şems-i Tebrîzî’ye atfedilerek paylaşıldığına şahit olduğumuz 40 kuralın tamamını Elif Şafak’ın yazdığını yinelemiş olalım. Kitapta yer alan kuralların Şems adıyla yaygın olarak paylaşıldığını görüyoruz.
“Aşkın Kırk Kuralı”
Bazıları bazen Şems bazen de Mevlâna’ya atfedilen “aşkın 40 kuralı” başlığıyla aktarılan metin (ve bazı hatalı aktarım örnekleri) şöyle:
1.Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
2. Hakk (Gerçek) yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzunun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil.
3. Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki batıni (içe ait, gizli) mana. Üçüncü batininin batinisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
4. Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.
5. Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakın kendini’ diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ‘Bırak kendini, koy gitsin!’ Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
6. Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.
7. Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
8. Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
9. Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
10. Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
11. Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
12. Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
13. Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir, tutup ona hayran olmaya değil.
14. Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
15. Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
16. Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.
17. Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
18. Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.
19. Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin, yakında gül yollayacak demektir.
20. Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün, gerisi zaten kendiliğinden gelir.
21. Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
22. Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.
23. Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde…
24. Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
25. Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. ikisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
26. Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucundaki tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
27. Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.
28. Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.
29. Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, ‘ne yapalım kaderimiz böyle’ deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir, öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
30. Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez, kusur örter.
31. Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
32. Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost… ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!
33. Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen bir hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
34. Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine böyle bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan, çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir beldede yaşar.
35. Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla; insan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
36. Hileden, desiseden endişe etme, eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!
37. Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
38. ‘Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?’ diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
39. Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için yeni bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı kalmaz; ölen her sufi için bir sufi daha doğar.
40. Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, mecazi mi yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma. Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tanımlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır Aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.