Tımarhane Kelimesinin Kökeninin Osmanlı Devleti Döneminde Atları Tımarlayan Akıl Hastalarının İyileşmesi Nedeniyle Tımar Yaptırılan Yerin Rehabilitasyon Merkezi Olarak Kullanılmasına Dayandığı İddiası Doğru Değil

Tımarhane kelimesi Farsça kökenli “bakım” anlamındaki “timar” ve “ev” anlamındaki “hane” kelimelerinin birleşimiyle oluşmuş.

 

Gün geçmiyor ki günlük hayatımızda sıklıkla kullanılan bir kelimeye dair uydurulan bir etimolojik açıklama gerçek sanılmasın.

 

“Tımarhane” kelimesinin Osmanlı döneminde atların bakımı ile görevli kişilere verilen “tımarcı” kelimesinden türediği, tımarhanelerin ilk olarak akıl hastalarının değil, atların bakımı için kurulduğu sanılmaktadır.

 

Örneğin, psikolog olduğunu belirten Mehmet Çetin adlı, Yeis Sensura mahlaslı sosyal medya kullanıcısının paylaştığı bir videoda tımarhane kelimesinin kökeninin Osmanlı Devleti döneminde at tımarlayan “delilere” dayandığını şu sözlerle ileri sürmüş:

“Osmanlı döneminde at birinci ulaşım aracı. Ama atların her gün düzenli olarak 45 dakika 1 saat boyunda tımarlanması yani taranması gerekiyor. Ama herkesin işi gücü var kim yapacak bunu? İşte psikolojik rahatsızlığı olan zihinsel geriliği olanlar. Yani topluma katkı sağlaması çok zor durumda olan kişilere diyorlar ki sen hiçbir işe yaramıyorsun bari git bu atı tımarla diyorlar. Ve at o kadar büyülü bir hayvan ki… Adamlar şunu fark ediyor. Bu atın başına hangi deliyi verdiysek zamanla iyileşti diyorlar. Daha sonra psikolojik problemi olan insanları atı tımar etmesi için oraya gönderiyorlar. Ve orası bir rehabilitasyon merkezine dönüşüyor. Ve akıl hastanesi yerine kullanılan tımarhane kelimesi günümüze böyle gelmiş.”

 

 

 

M.Ö. 460-375 yılları arasında yaşadığı düşünülen Hipokra Antik Yunan’da atların terapötik amaçlı kullanılabileceğinden yazılarında bahsetmiş.

Atların, “destek tedavisi” olarak kullanıldığı, “hippoterapi” ile zihinsel ve bedensel engelli hastaların algı ve fiziksel fonksiyonlarının geliştirilmesinin amaçlandığı da biliniyor.

Ancak, tımarhane kelimesinin kökeni “at” ya da “tımar” ile ilgili değil.

Farsça kökenli olan tımarhane sözcüğünün atları tımarlayıp iyileşen akıl hastalarına dayandığı tamamen uydurma bir bilgi.

Osmanlı döneminde akıl hastalarının at tımarlatılarak iyileştirilmesi nedeniyle tımarhane adı verilen tedavi merkezlerinin kurulduğu da…

Tımarhane sözcüğünün at tımarlayan akıl hastalarının iyileşmesine dayandığına dair muteber bir etimolojik kaynakta aktarım bulunamıyor.

Tımarhane kelimesi, Farsça “tīmār” (bakım, gözetim) kelimesinden türetilmiştir.

Farsça “bakım, gözetim” anlamına gelen “timar” ve “ev” anlamındaki “hane” kelimelerinin birleşimiyle “insanlara bakım yapılan, insanların gözetildiği yer” anlamına gelen “tımarhane” sözcüğü oluşmuş.

Tımarhane sözcüğü (Osmanlı Devleti kurulmadan önce) 13. yüzyılda dahi tedavi merkezi anlamında kullanılmış.

TDK Güncel Sözcük “akıl hastanesi” anlamındaki “tımarhane” kelimesinin kökeninin “Farsça tīmār + ḫāne” ifadesine dayandığını belirtmektedir.

Nişanyan Sözlük, “hane” ve “tımar” sözcükleri için şu anlam ve köken açıklamasını sunmuş:

Hane

Köken

Farsça χāne خانه “1. ev, konut, 2. Arap rakamlarında basamak” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Orta Farsça χānag “ev” sözcüğünden evrilmiştir.

 

Tımar

Köken

Farsça ve Orta Farsça tīmār تیمار “bakım, gözetim, tedavi” sözcüğünden alıntıdır.

Tarihçe

[anonim, Mukaddimetü’l-Edeb terc., y. 1300]

baka aylanu turdı ekin yériŋe = tīmār kıldı ekinge

tımarhane “her türlü hastane, özellikle deli hastanesi” [anonim, Tezkiretü’l-Evliya terc., 1341]

dünya bir tīmār-χānedür [tedavi evidir] ve χalāyıḳ [mahluklar] anıŋ içinde delüler gibidür

“Osmanlı devletinde bir beyin bakımına tevdi edilen miri arazi” [Fatih Sultan Mehmed, Kanunname-i Al-i Osman, 1481 yılından önce] Çāşnīgīrlerden soŋra tīmār müteferrikasıdur

 

Etimoloji adlı sosyal medya hesabı da at tımarlayan akıl hastalarının iyileşmesinden hareketle tımarhane sözcüğünün oluşturulduğu iddiasının yanlışlığını şu ifadelerle aktardı:

“Etimoloji bu değil! #neduyduğunuzubilin 🙂

Tımar bakım demek, hane ise ev. Tımarhane de bakım evi. İki kelime de Farsçadan. Türkçede 700 yıldır kullanılıyor tımarhane kelimesi ama böyle bir anlam vermek kimsenin aklına gelmemiştir.”

 


Farsça “hasta” anlamına gelen “bīmār” بیمار)) sözcüğünden türeyen “bimarhane” ile marhane ve darüşşifa sözcüklerinin de tımarhanenin yanı sıra akıl hastaneleri için kullanıldığı biliniyor.

Tımarhane sözcüğünün Farsça bîmarhâne’ye benzetilerek Türkçemizde türetildiği de aktarılmaktadır.

Ayşe Sarı ve Sezgin Zabun “Bimarhaneler Hakkında Alan Yazın Çalışması” başlıklı makalelerinde bu hususa şöyle yer verilmiş (Uluslararası Sağlık Yönetimi ve Stratejileri Araştırmaları Dergisi. Cilt 7. Sayı 3. Sf: 585-599. 2021):

“Bimarhane; Farsça bir kelime olup, “bimar” hasta anlamına gelmekte ve “hane” kelimesi debugünkü anlamıyla “ev” olarak tanımlanmaktadır. Hastane anlamına gelen bimarhane, 17.yy öncesine kadar maristan, bimaristan, darüşşifa kelimeleri aynı anlamda kullanılmıştır. Benzer şekilde Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’ta da bimarhane; “hastane”, “tımarhane”, “delileryurdu” şeklinde tanımlanmaktadır. Asırlardır günümüzdeki hastane kavramını ifade eden“bimarhane” kelimesinin 17.yy sonrası Osmanlı’da “tımarhane” olarak yalnızca akıl hastaları için kullanılan bir yer olarak benimsendiği ve kullanıldığı kabul edilmektedir. Sonrasında da, 18.yy sonuyla 19.yy başlarında “darüşşifa” binalarının anlamının özelleşerek sadece delilerin bulundurulduğu yeri tanımlayan, “bimarhane” şeklinde kullanılmakta olduğu görülmektedir. (Emlak Ansiklopedisi, 2013).”

“Bimarhane kelimesi ile aynı anlamda kullanılan “mâristan’ sözcüğünün “bimâristandan” bozma bir sözcük olduğu ve yine hastane anlamında kullanıldığı savunulmaktadır (Devellioğlu, 2006). Farsça’da “mâr” kelimesinin yılan anlamı taşıdığı ve bu bakışla, yılanların bulunduğu bir yer anlamında da olabileceği de düşünülmektedir (Turkish and English Lexicon, 2011). Bununla birlikte bilindiği üzere yılan kelimesi tıbbın sembolü olarak kullanılmaktadır. “Tımâr” sözcüğünün de “bakım” anlamına geldiği ve bu yapıdan türeyen “tımârhane” sözcüğünün ise yaygın olarak, hastane anlamında kullanıldığı bilinmektedir (Yılmaz, 2014).”

“Bimarhane kavramı önceleri genel bir hastaneyi tanımlasa da daha sonraları halk dilinde tımarhane şeklinde telaffuz edilmesiyle delilerin kapandığı, tedavi edildiği yer anlamında kullanılmıştır.”

 

“Bimarhane kelimesinin “tımarhane” yani akıl hastalarının tedavi edildiği yer şeklinde ki kullanımı daha çok 17. yy ve sonrasında yaygınlaşmıştır.”

 

İsmet Zeki Eyüboğlu ise “Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü” adlı eserinde “bimarhane” sözcüğünün “tımarhane”den sonra dilimize yerleştiğini şöyle belirtmiş (1988. Sosyal Yayınlar. İstanbul. Birinci Baskı. Sf: 330):

“TIMAR-HANE, fars, timâr-hâne (sayrı evi, özellikle akıl hastalarının bakıldığı yer, sonraları bimâr-hâne dendi ki, bu da sayrı evi anlamında olup, bütün sayrılıkların bakımıyla uğraş kurumdu.”

 

 

Tımarhane kelimesinin Arapça kökenli “timar” (aklını kaçırmak) fiilinden türediğini öne süren bir iddia da mevcut.

 

Evliya Çelebi de ünlü Seyahatnamesi’nde gezdiği şehirlerdeki “tımarhanelere” ve tedavi yöntemlerine değinmiştir.

Seyahatname’de “tımarhane” atfı içeren bölümlerden bazı örnekler:

“Biri dahi Bâb-ı Hümâyûn dâhilinde hâlâ cebehâne olan kubbe-i köhne bünyâddır kim ilâyevminâ cebehâne-i Âl-i Osmân ile mâl-â-mâldır kim hisâb [u] kitâbdan hâric ve âric bir dahme-iEfrâsiyâb-misâl bir âlât-ı silâhhânedir. Bu gûne kubâb-ı azîmler ve dâr-ı şifâlar ve dâr-ıulûmlar ve dâr-ı müsâfirîn ü mücâvirîn ve mihmânhâne ve tîmârhâneler ile Ayasofya etrâfınârâste ve şehr-i Makdonya’yı pîrâste edüp mezkûr bin bir kubâbların tâ vasatında Tavukbâzârı nâm mahalde evc-i âsumâna ser çekmiş seng-i sumparadan bir serâmed amûd-ımüntehâ inşâ edüp tâ zirve-i a‘lâsına beyâz mermer-i hâm üzre bir tuyûr timsâlin ihdâs etdirüpher sene ol murg-ı bî-rîğ te’sîr-i vefk ile sayha urup perr [ü] bâlin küşâde edince azamet-i Hudâekâlîm-i seb‘ada ne kadar murg-ı zeyrek ve tuyûr-ı sığırcık-ı pür-reng var ise cemî‘i dünyâhadîkalarına müstevlî olup minkârlarına birer zeytûn ve nâhuneynlerine ikişer zeytûn alup hertayr üçer dâne zeytûn hedâyâ ile İslâmbol’a gelüp mezkûr amûdun zeylinde olan kilarkubbesinin zirvesindeki delikden zeytûnları bırağup edâ-yı hidmet edüp giderlerdi. Acebte’sîrât-ı mutalsamâtdır. Ve bu zeytûnları cemî‘i ruhbânlar tenâvül edüp def-i cû‘ ederlerdi. Bugûne niçe bin mutalsamât-ı acîbler olduğu mahallinde tahrîr olunur.”

“Der-beyân-ı aded-i mahallât-ı şehr-i Ahsarây

Cümle otuz iki mahalledir. Evvelâ mahalle-i Kârhâne ve mahalle-i Cuvallakı ve mahalle-i Sofular ve mahalle-i Çömlekçiler ve mahalle-i şeyhli ve mahalle-i Timarhâne ve mahalle-i Kızılca ve mahalle-i Kalınlar ve mahalle-i Vildân Gülü ve mahalle-i Meydân ve mahalle-i Bilecik ve mahalle-i Pamukcılar ve mahalle-i şeyh Gaznevî ve mahalle-i Terhâcı ve mahalle-i Paşacık ve mahalle-i Gergî ve mahalle-i Câmi‘-i Kebîr ve mahalle-i Bâb-ı Sagîr ve mahalle-i Hacı Fikreddîn ve mahalle-i Borabâzârı ve mahalle-i Ereğli Kapusu ve mahalle-i Yandili ve mahalle-i Zencîrli ve mahalle-i Kaval ve mahalle-i Taşbâzârı ve (—) (—) (—).”

“Bu mertebe takrîr u tavsîfden murâd [u] me’âloldur kim bu timarhâne-i Bâyezîd Hân gibi Edirne’debir dârü’ş-şifâ yokdur. Gayrısının evkâfları harâbolmuşdur. Hâlâ bu cârî kadîmdir. Ve şeb [u] rûz üçerkerre eğer dîvânelere ve eğer hastalara matbâh-ıKeykâvûs’undan her marîzının derdine göre ta‘âm-ınefîselerden keklik ve turaç ve süglün ve güvercin veüğeyik ve kaz ve ördek ve bülbüle varınca cemî‘imurğânı sayyâdlar mütevvellîye getirüp hukemâlarmurâd [u] merâmları üzre tabh etdirüp hastalaraverirler.”

“Evvelâ tîmârhâne-i Ebü’l-feth Sultân Mehemmed, yetmiş hücre ve seksen ade[d] kubbe iki [63] yüz huddâmları vardır. Dersiâm, hekîmbaşısı ve cerrâhbaşısı vardır. Âyende ve revendegândan bir âdem haste-hâl olsa tîmârhâneye getirüp ana hidmet ederler. Vaziyyetine münâsib edviyeler verirler. Dîbâ ve şîb ü zerbâf harîr câmehâbleri vardır. Rûz-merre merreteyn hastalara gûnâ-gûn et‘ıme-i lezîzeler tabh olup ehl-i derde bezl-i ta‘âm ederler. Eyle evkâf-ı kavîdir kim matbahında keklik ve turac ve süğlün murglarının eti bulunmaz ise bülbül ve serçe ve kebûter pişüp hastalara bezl oluna deyü evkâfnâmelerinde eyle tahrîr olunmuşdur. Ve hastalara ve dîvânelere def‘-i cünûn içün mutrıbân hânendegân ta‘yîn olunmuşdur. Ve avretler ve kefereler içün başka bir köşe tîmârhânesi vardır. Andan bîmâristân-ı Süleymân Hân. Bu dârü’ş-şifâ eyle bir kân-ı devâ-yı hevâdârdır kim biemrillâh üç günde hasta şifâ bulur. Ve gâyetü’l-gâye üstâd-ı kâmil fassâd-ı âmil hukemâ ve cerrâhları var. Bu dâr-ı menâsın evsâfında lisân kâsırdır. Ammâ Bâyezîd Hân ve Selîm Hân’ın bîmârhâneleri yokdur. Andan bîmârhâne-i Sultân Ahmed Hân. Bu dahi cümleden a‘lâ evkâf-ı metîn olduğundan ekseriyyâ fukarâ ve dîvâneleri bu dâr-ı şifâya getirirler. Zîrâ bunun dahi hevâsı hûbdur ve huddâmları mahbûb ü mergûb âdemlerdir kim dâ’imâ hastalara cân u gönülden hidmet ederler. Zîrâ nâzır-ı nuzzârı kızlar ağası olmağile her bâr gelüp hastaların hâllerin su’âl eder. Timârhâne-i Hâsekî Sultân kurb-ı Avretbâzârı. Bu dahi ta‘rîf ü tavsîfden müberrâ bir dârü’ş-şifâdır. (—)”

“Esnâf-ı tîmârhâneciyân: Pîrleri Dîvâne Hurûm’dur, Selmân-ı Pâk nazar-gerdesidir, Hazret-iHamza yâr-ı gârlarıdır. Kabri (—) medfûndur. İslâmbol içre beş aded tîmârhânenin ne kadardîvâneleri var ise iki yüz aded bîmârhâneciler iki üç yüz yeri göğü bilmez dîvâne zir-zop bel-hopdîvâneleri altun ve gümüş yaldızlı demir zencîrler ile hekîmbaşı halîfeleri ellerinde şîşeler içremecnûnlara devâ olacak eşribeler verüp ba‘zısın ser-tîmârhâneci gülâbîler al aşağı edüpdeyenek çalup sille-i pehlivânîler urarak her bir dîvâne ejder-misâl zencîr kırarak herbiri birerevzâ‘ [u] etvâr ile kimi uryân ve kimi giryân ve kimi nâlân ve kimi handân olup halt-ı kelâmederek seyirciler üzre hücûm edüp halkı gürûh gürûh kaçırarak kimi na‘ra urarak âdemejderhâsı-misâl ubûr ederler. Eğer bunların evsâfların ol alay gününde tahrîr etsek bir mücelledolur. Andan,”

 

Yorumunuzu yazınız...