Tarhana Çorbasının Adının Yavuz Sultan Selim’in Edirne’de Yaşadığı Bir Hadise Üzerinden Geliştirilen “Darhane” Kelimesine Dayandığı İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

“Anadolu” sözcüğünün savaştan dönen Osmanlı / Selçuklu askerlerine ayran ikram eden bir Ana’ya askerlerin “Ana Dolu” demesinin ardından oluştuğu hurafesine benzer bir anlatıya değineceğiz.

Unlu, yoğurtlu, göceli, irmikli, yumurtalı ve sebzeli kurutulup saklanan, mutfağımızın baş tacı tarhana çorbasının adının Osmanlı Padişahı I. Selim, bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim’in (1470-1520) Edirne’de gerçekleştirdiği bir aile ziyaretine dayandığı iddia edilmektedir.

Yavuz Sultan Selim’in Edirne’de Ramazan ayında bir aileye misafir olmasının akabinde “dar hane” çorbasının “tarhana” adıyla saray mutfağına girdiği ise şöyle iddia edilmişti:

tarhana çorbasının adının “darhane” kelimesinden geldiğini biliyor musunuz?

bir akşam yavuz sultan selim ve vezirinin edirne’de ramazan ayında kılık değiştirip sokaklarda gezmek isterler. o dönemde edirne’de ramazan ayında misafirperverlik çok fazla. bir esnaf dükkanı kapatıp evine giderken bir çok eve iftara çağrılıyormuş; ‘gel bizde iftar yap’ diye. sultan yavuz bunu bildiği için böyle bir şey yapıyor. dar gelirli bir mahallede akşam saatlerinde dolaşırken top patlıyor. eski bir evin önünde yaşlı bir kadın seslenir ‘gelin evlatlarım top patladı. karnınız açtır. allah ne verdiyse yiyelim.’ sultan yavuz ve vezir içeri girer ve selam verirler. yer sofrası ve bir yaşlı amca görürler içeride. sofraya otururlar ve sofraya sadece çorba gelir. çorbalar içilir. sofraya başka bir yemek gelmez. sultan yavuz ve vezir başka bir şeyleri olmadığını anlar yaşlı ailenin. vezir o sırada ‘padişahım gördünüz mü ne kadar lezzetli bir çorbaydı’ der. yaşlı karı koca padişah olduğunu anlayınca çok üzülürler. ‘aaa siz padişah ve vezir misiniz?’ derler. ‘kusura bakmayın biz yoksul ve dar gelirli insanlarız. bu dar hanemizde ancak bu çorbamız var. dar hane çorbası ikram edebildik size. başka bir şey ikram edemedik’ derler. sultan yavuz evden ayrılır ve çok etkilenir durumdan. mahalle halkına ciddi bir yiyecek yardımında bulunur. dar hane çorbası, zamanla tarhana çorbasına dönüşür.

 

Aynı hikâye Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferinde gerçekleştiği iddiasıyla şöyle paylaşılmakta:

“Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’na giderken ordunun kamp kurup istirahat ettiği bir bölgede tebdil-i kıyafet ederek derviş kılığına girer. Kimseye haber vermeden geç saatte ordugâhtan ayrılır. Köylülerin hayat şartlarını merak etmektedir.

 

Bir köye girer ve gözüne kestirdiği bir evin kapısını çalar. Hane sahibi kapıyı açınca karşısında peşmürde bir derviş ile karşılaşır. Gerçi kendi halleri de pürmelâldir ama Allah’ın misafirine buyur etmemek olur mu?..

 

Hane halkı yaslağaç etrafında akşam yemeği yemektedirler.Sofrada sadece kara ekmek ve bir çorba kasesi vardır. Allah’ın misafiri hemen sofraya oturtulur. Ancak hane halkı Yavuz’un davranış ve hazametinden şüphelenir. Ordugâh da yakındadır. Padişah olduğunu anlarlar, sofralarının fakirliğinden utanıp “af buyurun padişahım somun ve darhane çorbamızdan başka yiyeceğimiz yoktur” derler.

 

Çorbanın lezzeti padişahın çok hoşuna gitmiştir. Hane halkına iltifatta ve ihsanda bulunur. İstanbul’a dönünce lezzetini unutamadığı bu çorbadan devamlı yaptırır. İşte bu fakir evin ‘Darhane’ çorbası halk ağzında olur ‘Tarhana’ çorbası.

 

Tarhana çorbası gibi nice lezzetleri dünya mutfağına katan ülkemiz insanı, en yüksek damak zevkini yakaladığı Türk Mutfağı’nı, dünyanın beğeni kazanmış sayılı mutfakları arasına sokmuştur.

 

Kaynak: Bursa Araştırmaları Dergisi, Sayı:4 – Şubat 2004, sayfa:40″

 

Herhangi bir hükümdar ismi zikredilmeksizin genel atıfla çorbanın isminin kökenine dair anlatı şöyle rivayet edilmektedir:

“Vaktiyle bir hükümdar, seferlerinin birinde, fakir bir aileye misafir olmuş. Ne ikram edeceğini şaşıran köylü kadın, sıkıntı içerisinde, çarçabuk bir çorba kaynatıvermiş. Hükümdar, kendisine ikram edilen çorbayı çok beğenip evsahibi köylü kadına övgüler yağdırarak ‘Bu, ne çorbası?’ diye sormuş. Çorbayı hazırlayan köylü kadın, ferahlayarak ‘Dar hane çorbasıdır. Kusura bakmayın, afiyetle yiyin’ demiş. Darda olan ev anlamına gelen darhane, zamanla değişikliğe uğrayarak tarhana adını almış.”

 

Toz haline getirilip taşınabilen ve istenilen her yerde bir miktar sıcak suya katılarak pişirilebilen bir yiyecek olan “tarhana” adı, Yavuz Sultan Selim döneminde dolaşıma girmiş ya da saray mutfağına dahil olmuş olamaz. Çünkü bu, anakronik bir durum olurdu. Tarhana, 16. yüzyıldan önce halk dilinde, eserlerde ve saray mutfağında kullanılan bir sözcüktü.

Türk Dil Kurumu ve Dil Derneği, “içine domates, biber, soğan, kokulu otlar, süt veya yoğurt katılan, bulgur, mayalanmış ve kurutularak ufalanmış hamur vb.nden yapılan çorba malzemesi” olarak tanımladıkları “tarhana” sözcüğünün kökeninin Farsça olduğunu aktarmaktadır.

Farklı birçok kaynakta tarhana sözcüğünün kökeni olarak Farsça “terḥāne” kelimesi işaret edilmektedir.

Öte yandan, Farsça “sahip olan, elinde tutan” anlamındaki “dar” ve ev anlamına gelen “hane” sözcüklerinin bileşiminden oluştuğu da ileri sürülmektedir.

Nişanyan Sözlük ve Etimoloji Türkçe‘de tarhana sözcüğünün kökenine dair sunulan açıklamalar sırasıyla şu şekilde:

Tarhana

[ Danişmend-Name, 1360]
Ağaç çanaklar-ıla getürür kor / Kimi tarχāna gendüm kimi bulġur[ anon., et-Tuhfetu’z-Zekiyye fi’l-Lugati’t-Türkiyye, <1400]
kaşk [Ar.-Fa.]: tarχāna

Fa tarχīna/tarχʷāne ترخينه/ترخوانه kurutulmuş yoğurttan yapılan çorba § Fa tar تر yaş, ıslak +a Fa χʷān خوان yemek

 ter2

Not: Farsça sözcük en erken 12. yy ilk yarısında al-Zamaχşari’nin Mukaddimetü’l-Edeb’inde anılır. Yun trēgana/tráχanas (a.a.) biçimleri Türkçeden alıntı olmalıdır.

Tarhana

Fa tarīne/tarχīne/tarχʷāne ترينه/ترخينه/ترخوانه kurutulup saklanan bir tür çorba

Tarihte En Eski Kaynak

[ Danişmend-Name (1360) ]

Önemli Not: Bu kaynak kayıtlara geçmiş ve bu kelimenin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.

Kelime Kökeni

Farsça tarīne veya tarχīne veya tarχʷāne ترينه/ترخينه/ترخوانه  “kurutulup saklanan bir tür çorba” sözcüğünden alıntıdır.

Ek Bilgi

Yeni Yunanca trēgana (aynı anlamda) biçimi Türkçeden alıntıdır.

Kökeni Pers kültürüne dayandırılan tarhananın isimlendirilmesinde hangi kriterlerin rol oynadığının henüz netlik kazanmadığı, çalışmaların Pers dilindeki terhâne ile Latince tracta üzerine yoğunlaştığı, basit girdilerle hazırlanabilen tarhananın ortaya çıktığı zaman dilimi olarak kaynakların ortaya koyduğu M. S. 12. yy. oldukça geç bir dönem olduğu belirtilmektedir (Ali Güveloğlu (2019). “An Approach on Tarhana and its Similarity to Hittite word GA tarašganna” (“Tarhananın Hititçe GA tarašganna Kelimesi İle Benzerliği Üzerine Bir Yaklaşım”). Journal of History and Future (Tarih ve Gelecek Dergisi). Cilt 5. Sayı 1. Nisan 2019). Tarhananın Orta Asya’dan göç eden Türklerle Anadolu’ya geldiği ve yakın doğu ülkelerine yayıldığı da tahmin edilmektedir (Bahriye Siyamoğlu (1961). “Türk tarhanalarının yapılışı ve terkibi üzerinde bir araştırma”. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları:44, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir). Orta Asya’dan göç eden Türkler ve Moğollar tarafından Anadolu, Orta Doğu, Macaristan ve Finlandiya’ya getirilerek tanıtıldığı, bu ülkelerde de tüketilmeye başladığı, Finlandiya’da “talkuna”, Irak’ta “kışk”, Türkistan’da “göce” gibi isimlerle bilindiği aktarılmaktadır (Ayşe Özfer Özçelik, Yahya Özdoğan (2007). “Tarhananın Türk Beslenme Kültüründeki Yeri ve Önemi”. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38), 10-15).

11. yüzyılın başında Anadolu Türkmen hükümdarı Melik Dânişmend ve Bizans Prensesi Gülnuş Banu’nun 7 gün süren düğün ziyafetinde tarhananın misafirlere sunulduğu aktarılmaktadır (Priscilla Mary Işın (2018). Avcılıktan Gurmeliğe Yemeğin Kültürel Tarihi. YKY Yayınları. Sf: 208).

12. yüzyılda sözlü olarak şekillenen 13. yüzyılda yazıya geçirilen Danişmend-Name’de tarhana sözcüğü geçmektedir (Necati Demir (2004). Dânişmend-nâme. Akçağ Yayınları. Ankara. Sf: 219-220) (Sıtkı Nazik (2019). “Dânişmend-Nâme’de Yer Alan Manzumeler Üzerine Bir Değerlendirme”. Journal of International Social Research . Apr2019, Vol. 12 Issue 63, Sf: 130-146).

Kâşgarlı Mahmud tarafından Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’te “tar” kelimesi “yazdan kış için toplanıp saklanan bir çeşit yoğurt” anlamıyla sunulmuştur (Besim Atalay (1985). Kaşgarlı Mahmud. Divan’ü Lügat-it-Türk Tercümesi Türkiye Türkçesi I-II-III-IV. Türk Dil Kurumu Yayınları. Ankara. Sf: 576).

 

tarhana Divani lugatit turk

 

Tarhana sözcüğü ilk olarak Kıpçak ve Mısır Memlûk Türklerine ait deyişler arasında “tarhanah” şeklinde yer almaktadır (Bahaeddin Ögel (1978). Öğel, B. (1978). Türk Kültür Tarihine Giriş. Türklerde Yemek Kültürü. İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları: 244. Kültür eserleri: 13. Milli Eğitim Basımevi). Et-Tuhfetü’z-zekiyye fi’l-lugati’t-Türkiyye’de “Ağaç çanaklar-ıla getürür kor / Kimi tarχana gendüm kimi bulġur” şeklinde geçtiği belirtilmektedir.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273) Dîvân-ı Kebîr aslı eserinde tarhana çorbasına şöyle değinmiştir (Mevlânâ Celâleddin. Dîvân-ı Kebîr: IV. Hazırlayan Abdülbaki Gölpınarlı. Kültür Bakanlığı Yayınları. 1982):

“Mademki şu dünyadan geçip can meyhanesine gitmiyorsun; şarap yerine tatsız – tuzsuz tarhana çorbası içedur.”

Kaygusuz Abdâl Divanı’ndan aktarılan beyit ve dörtlüklerde tarhana kelimesine rastlanabiliyor (Emine Atmaca (2019). “Kaygusuz Abdâl’ın Divanı’nda Eski Türkçe İzler“. Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi. Cilt: 7, Sayı: 16. Sf: 466 – 506. Mart 2019). 1444 yılında vefat eden Kaygusuz Abdal, tarhana sözcüğünü şöyle kullanmış:

Eger bir lûtf bana Hakk‟dan irişse şâd olur gönlüm
Eger bir mihnet irişse döyemen sabırum yokdur
KAD‟da dayanmak, katlanmak, tahammül etmek anlamında kullanılmıĢtır:
Yimege kalye pilav zerde hoşdur
Bulgur u tarhana döymez kötege

Tarhana çorbasının “terine” adıyla Fatih Sultan Mehmet dönemine ait saray muhasebe defterlerinde  yer aldığı aktarılmaktadır (Priscilla Mary Işın (2018). Sf: 236).

Adı bilinen ilk divan edebiyatı kadın şairlerinden Mihrî Hatun’un (1460/1461-1506) bir şiirinde “tarhana” şu şekilde geçmiştir (Ömer Özkan (2007). Osmanlı Toplum Hayatı – Divan Şiirinin Penceresinden. Kitabevi. İstanbul. Sf: 644):

“Şimdiki halkun katında Türklüktür itibar

Keşlü tarhanalarında sûm (sarımsak) olaydum kaşki”

Sultan II. Mahmud (1785-1839) dönemine (1808-1839) ve Hüdâyî Tekkesi Vakfı’na ait bir eser olan Mecmuâ-i Fevâid’de tarifi şu şekilde sunulmuştu (Güldane Gündüzöz (2016). “Osmanlı Tekke Mutfak Kültürü ve Mecmuâ-i Fevâid”. Cumhuriyet İlahiyat Dergisi. 20-2(2016). Sf: 195):

“Tarhana: Evvela pak francala yahut hünkârî has etmekden alıp miktâr-ı kifâye içlerinden bir vukiyye miktarına yüz dirhem miktarı torba yoğurdu konulup taş teknede çimşir kaşık (ve) el ile gereği gibi hal edip bir geceden sonra bir tencerede tavuk yahut et suyu ile aheste aheste ezip mutedil ateşte bir-iki saat pişirdikden sonra yine ol etmekden tereyağı yahut damla yağ ile lokum gibi kesip ve kızartıp üzerine koyalar. Eğer sütden kaymakdan bir miktar dahi izafe olunur ise ziyade latif olur.”

 

Yorumunuzu yazınız...