“Milleti Mahveden, Esir Eden, Harabeden Fenalıklar Hep Din Örtüsü Altındaki Küfür ve Kötülükten Gelmiştir” Sözünün Atatürk’e Ait OlMAdığı İddiası Doğru Değil
Sahipliği bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından paylaşılan “Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir” sözleri Mustafa Kemal Atatürk’e ait.
Atatürk’ün inanç dünyasına ilişkin sözlerini manipüle ederek, söylemediği hâlde vecize uydurarak Atatürk’e söz atfederek, menkıbe uydurarak kendi düşünce sistemlerine ve inançlarına Atatürk’ten destek arayan hurafeci zihniyetin çabalarına ilişkin Malumatfuruş‘ta kayda değer sayıda yazı kaleme aldık. Atatürk’e ait olduğu zannedilen yığınla vecizenin yanı sıra Atatürk’ün “Filistin’e El Sürülemez” dediği, Atatürk’ün tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair vecizesi, Atatürk’ün Ortadoğu halklarının isyanına ilişkin kehanet vecizesi, Atatürk‘ün vefatından 50 yıl sonra açılmak üzere hazırladığı gizli vasiyeti ve Atatürk‘ün Suudi Kralına mektubu uydurulan asılsız iddialardan sadece bir kaçı (Benzer yazılarımıza “şehir efsaneleri” sayfamızdan ulaşabilirsiniz).
Bugün ele alacağımız hurafe ise Mustafa Kemal Atatürk’e ait olan “milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir” sözünün aslında şahsına ait olmadığı iddiası.
“Kaç Saat Oldu” adlı popüler sosyal medya profili tarafından paylaşılarak yaygın şekilde sosyal medyada paylaşılır hâle gelen ve birçok köşe yazarında yazısında yer verilen sözler şu şekildedir:
“Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir”
Bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından bu sözlerin Yaşar Nuri Öztürk’e olduğu ya da Atatürk’ün söylediği varsayılan bu sözlerle ilgili elle tutulur bir kaynak olmadığı iddiası doğru değil. Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ocağında Esnaf Cemiyetinin çayında 16 Mart 1923 tarihinde Heyeti İdare Reisi Ahmet Remzi Yüregir’in konuşması üzerine bu sözleri sarf etmiştir.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri derlemesinde yer alan bu sözlerin sarf edildiği konuşmanın tamamı şu şekildedir:
Adana‘nın muhterem sanatkârları,
Hepinizi samimiyetle, takdirle, muhabbetle selâmlarım. Arkadaşımızın verdiği izahattan fevkalâde memnun oldum. Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lâzımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, fakat ve alil bir kimse gibidir. Hattâ kasdettiğim mânayı bu söz de ifadeye kâfi değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur. Yalnız şunu söyliyeyim ki, milletlere ferden sanatkâr yetiştirmek kâfi değildir, insanlar ferdî olarak çalışırlarsa muvaffak olamazlar. Çünkü Allah insanları yaratırken onlara öyle bir hacet vermiştir ki, her insan hemcinsi insanlarla çalışmağa mecbur ve mahkûmdur. Bu iştirak faaliyeti âdeta bir ihtiyacı ilâhi olunca, maksatları birleştirmenin nasıl zaruret olduğunu kolayca anlarız. İlk hakikat olarak anlarız ki, herhangi sanatta emniyetle terakki arzu edilirse aynı meslek ve sanatta bulunan insanların mütesanit bir şekil altına girmesi lâzımdır. Sizlerin bir sene evvel kendi sanatlarınız dahilinde birer şekil aldığınızı işitmek ve teşkil ettiğiniz cemiyetle bu şekillerin böyle umumî bir mecmua husule getirdiğini görmek, benim için en ciddî ve en fahrâver bir bahtiyarlıktır. Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur. Birçok unsurlar o felâketin derecesini farketmez. Farkettiği gün de ne kadar müthiş bir faaliyetle çalışmak lâzım geldiğini tahmin eyleyemez. Artık tarihe karışan Osmanlı hükümeti, maatteessüf asırlarca yanlış bir zihniyet sahibi oldu. Çünkü onlar sanatı ve sanatkârları kendi milletlerinden yetişmiş görmekten zevk almazlardı. Hattâ en şevketli Osmanlı padişahlarından biri, zannedersem Kanunî Sultan Süleyman, askerlerinden bir Türk müslümanın saraçlık sanatına sahib olduğunu görünce, fevkalâde meyus müteessir olmuştu. Onların nazarında sanatkârların gayri müslimden olması müraccahtı. Onlar sanattaki hayat menbalarını başka milletlerin elinde bulundurmanın zararlarını göremiyorlardı. Asîl milletimiz sanattan mahrumdu. Sanatkârlar azdı. Mevcut olanlar da icabeden derecede sanatta mahir değildi. Arkadaşımız beyanatında demişlerdir ki, Adanamıza müstevli olan anasırı saire, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir vaziyet almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türktü, o halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşiyacaktır. Gerçi bu güzel memleket kadim asırlardan beri çok kere ecnebi istilâlarına maruz kalmıştı. An‘asıl Türk ve Turanî olan bu ülkeleri İranîler zaptetmişlerdi. Sonra bu İranîleri mağlûp eden İskender‘in eline düşmüştü. Onun ölümiyle memalik taksim edildiği vakit Adana kıt‘ası da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istilâ etmiş, sonra ġarkî Roma yani Bizanslılar eline geçmiş, daha sonra Araplar gelip Bizanslıları koğmuşlar; en nihayet Asya‘nın göbeğinden tamamen kaynıyan Türkler soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi, hayatı sabıka ve asliyesine iade ettiler. Memleket en nihayet yine sahibi aslilerinin elinde takarrür etti. Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir. Arkadaşlar, bu memleketin halkı üzerinde kimsenin hak ve salâhiyeti olmadığı gibi bu memleketi harice muhtaç ettirmemek de size terettüp eden bir vazifedir. Sanatın ehemmiyetini takdir etmeli ve bu takdirin bugünün icabatına göre, lâzım gelen vesaite tevessül ile olacağını, anlamalıyız. Sizler ki çok çalışıyorsunuz. Çok çalışanlar o nisbette havaya, sükûna, istirahata muhtaçtırlar. Cuma günlerini teneffüs ve tatil günü yapmakla çok makul bir iş yapmış oldunuz. Birer haftada bir günlük tatil hem sıhhatiniz için, hem de din icabı olarak lüzumludur. Biliyorsunuz ki, şeriatte Cuma namazından maksat herkesin dükkânlarını kapatarak, işlerini bırakarak bir arada toplanmaları ve İslamların umuma ait meseleler hakkında dertleşmeleri idi. Cuma günü tatil yapmak şeriatın da emri icabıdır. Bu kadarcık bir hakikati size herhangi bir zatın, meb‘us olsun, ben olayım, hacı olsun, hoca olsun ―bu yapılan şey mugayiri dindir‖ demesi kadar küstahlık, dinsizlik, imansızlık olamaz. Muhterem sanatkârlar, aziz arkadaşlar, bizi yanlış yola sevkeden habisler bilirsiniz ki, alelekser din perdesine bürünmüşler, sâf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harab eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, elhamdülillah hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız, artık bizim dinin icabatını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esasatını anlatmağa kâfidirler. Buna rağmen hafta tatili dine mugayirdir gibi, hayırlı ve akla, dine muvafık meseleler hakkında, sizi iğfal ve izlâle çalışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin içinde hakikî ve ciddî ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasiyle müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin. ―Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz?‖ deyiniz. Fakat sureti umumiyetle buna da ihtiyaç yoktur. Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyar ile hangi şeyin bu dine muvafık olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, menfaati âmmeye muvafıktır; biliniz ki o bizim dinimize de muvafıktır. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, islâmın menfaatine muvafıksa kimseye sormayın. O şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın tetabuk ettiği bir din olmasaydı ekmel olmazdı, âhir din olmazdı. Arkadaşlar, cemiyetinizi teşkil edeli henüz bir sene olmuş, bir sene uzun bir zaman değildir ve düşününüz ki, bu bir seneyi de harb içinde geçirdiniz. Buna rağmen bir sene içinde elde ettiğiniz neticelerden memnun ve müsterih olmalısınız. İnşaallah harb muvaffakiyetle biter. Sulh günleri gelecektir. Çalışmanızın semeratını asıl o zaman göreceksiniz. Yalnız gördüklerimizle iktifa etmiyelim. Bu görgü bugün için kâfi değildir. Babalarımız, babalarımızın babaları sanatla, millete hayat ve saadet verecek sahalarla lüzumu kadar iştigal ettirilmemiş, kendi evlerini ve kendi işlerini bırakmışlar; yabancıların bekçiliğini yapmışlar. Halbuki bizi mahvetmek istiyenler sanatın her şubesinde terakki etmişlerdir. Bugünkü tezgâhla Amerika ve Avrupa‘ya karşı mücadelenin nasibi mağlûbiyettir. Kendi derecemizi bilelim. Munsif olalım. Neyi öğrenmek lazımsa onu öğrenelim. Bize din de Allah da bunu emrediyor. Büyük dinimiz çalışmıyanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler asrî olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı, İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. Bu gece milletin hakikî tabakasına mensup siz esnaf ve sanatkârlarla bir sofrada bulunmakla çok memnun ve mes‘udum. Bu memnuniyet ve saadetim asıl siz sanatkârların ufak dükkânlarınız yerine muhteşem fabrikalar yapıldığını gördüğüm gün, en hakikî ve en yüksek derecesini bulacaktır. Bir senelik faaliyetiniz, yaptığınız teşkilât bana bu neticeye varacağımız emniyetini verdi. Şimdiden memnuniyetlerimi izhar ederim.
Hâkimiyeti Milliye: 21 Mart 1923
Hamiş: İşbu yazı “Milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir” sözünün Mustafa Kemal Atatürk’e ait olmadığı yönündeki “teyitçi önyargısı” ile hazırlanmaya başlanmış olup, gerçek kavrandıktan sonra bu şekle büründürülmüştür.
2 Yorumlar
Koyu İslam düşmanını müslüman göstermeye çalışıyorsunuz ya dünyada artık ne çıkar elde ediyorsanız bundan ölünce İslam’a savaş açmış olduğunuzu görekcesiniz amelleriniz önünüze getirildiğinde İslam düşmanlarınızın safında savaşmış olduğunuzu göreceksiniz
yahudide aynı siz gibi ne farkınız kalıyor onlarla aynı siyaseti izleyerek