Yapılan bilimsel araştırmada kadınların cinsel birliktelik yaşadığı erkeklerin DNA’sını hayat boyu vücudunda taşıdığının tespit edildiği iddiası doğru değil

2012 yılında yayımlanan makalede kadınların beyinlerinde tespit edilen erkek DNA’sının büyük olasılıkla önceki hamilelikte erkek fetüsten kalmış olabileceği belirtilmekle birlikte, kadınların cinsel ilişkiye girdiği erkeklerin DNA’sını aldığı yönünde bir bulgudan bahsedilmemiş.

Cinsel ilişkinin kadınların vücudunda tespit edilen erkek hücrelerin kaynaklarından biri olma ihtimâlini dile getiren bilimsel çalışmalar mevcut olsa da, bu hipotez derinlemesine araştırılıp kesin bir bulguyla ortaya koyulmuş değil.

 

 

Bugünkü konumuz, yavrunun dişi ebeveynin önceki bir eşinin özelliklerini miras alabileceğini savunan bir kalıtım teorisi olan telegoni ile ilgili.

Kadınlar cinsel ilişkiye girdikleri her erkeğin DNA’sını alıp taşıdığı iddiası 2017 yılında dolaşıma girdiğinde büyük ilgi çekti.

Seattle Üniversitesi ve Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi tarafından yapılan araştırmanın kadınların cinsel ilişkiye girdikleri her erkeğin yaşayan DNA’sını aldığını ve taşıdığını aktardığı iddiası haber sitelerine ve sosyal medya platformlarına yansıdı.

Bu iddiayı içeren yabancı internet sitelerindeki metinleri Türkçemize çevirerek aktaran basın organlarının kullandığı metin şu şekildeydi:

Araştırmaya göre, kadın beyni “erkek mikrokimerizmi” barındırıyor; başka bir deyişle farklı bir bireyden gelen, kadını oluşturan hücrelerden genetik açıdan ayrı olan erkek DNA’sının varlığı.

Çalışmaya göre, “Test edilen kadınların %63’ü (59 kişiden 37’si), beyinlerinde erkek mikrokimerizmi barındırıyor. Erkek mikrokimerizmi, birden fazla beyin bölgesinde bulunuyor.”

Elbette ki araştırmacılar erkek DNA’sının nereden geldiğini merak ettiler. Kadınların babalarından mı? Hayır. Babanın DNA’sı anneninki ile birleşerek özgün DNA’nızı yaratır. O halde bu DNA’lar nereden geliyor?

Araştırma boyunca, bilim insanları en makul yanıtın şu olduğunu farz ettiler: kadın beyninde yaşayan erkek DNA’larının tümü erkek çocuğa gebelikten geliyor. Bu, en güvenli ve politik doğru varsayımdı. Ancak araştırmacılar bir tür inkar içerisindeydiler.

Çünkü bırakın erkek çocuk doğurmayı, daha önce hiç hamile kalmamış kadınların beyinlerini bile incelediklerinde erkek DNA’sının mevcut olduğunu gördüler.

Bu noktada, araştırmacılar neler olduğunu anlayamadılar. Kafaları karışmış bir halde, anlayabilene ve açıklayabilene dek kanıtları saklamak için ellerinden geleni yaptılar. Bulguları sayısız alt çalışmanın ve makalenin altına gömdüler; ancak bunları incelediğiniz takdirde, bu erkek DNA’larının nereden geldiklerini açık bir şekilde görebiliyorsunuz.”

 

Pandemi dönemindeki ilginç söylemleri ile dikkat çeken Oytun Erbaş gibi bazı kişiler de bu iddiayı dile getirdi.

 

Oytun Erbaş: “Kadınların kanına bakıldığı zaman beraber olduğu erkeklerin DNA’sını bulabilirsiniz. Her kadın beraber olduğu erkeğin DNA’sını kanında taşır bir süre sonra kalbinde ve beyninizde taşımaya başlıyorsunuz. Yani bir kadın bütün partnerlerinin DNA’sını taşır. Eğer prezervatifsiz ilişki olursa spermin DNA’sı size geçer. Bir analiz yapsaydım bir kadının kaç kişiyle beraber olduğunu DNA’nızdan bulabilirdim. … Kıratın yanında yatan ya huyundan ya suyundan demişler.”

 

 

Kadınların cinsel ilişkiye girdikleri her erkeğin DNA’sını alıp taşıdığı iddiası sosyal medyada farklı kullanıcılar tarafından da paylaşıldı.

 

Bazı örnekler:

 

Canlı Su VE Manyetik Etkileşim: “Kadınlar erkeklerle yattığında, DNA’LARININ bir kısmını emerler. Erkeklerin genleri depolanıyor Kadınların beyinleri. Kadınlar Seks yaptığı erkeklerin DNA’sını emer. Bir vücutta farklı DNA Bu kadınların farklı DNA’ları var. Bu fenomen, bir vücutta genetik olarak farklı iki hücre türü bulunduğunda, Mikrokimerizm olarak adlandırılır. “Her cinsel eylemde Çakraların enerjileri değiş tokuş edilir. Bu, eşlerin yıllar içinde görünüşte de aynı hale gelmesinin nedenlerinden biridir. Bir insanla son cinsel Karşılaşmanızdan yaklaşık 7 yıl sonra, bu kişiden tamamen ayrıldınız. Şimdi, birçok insanla ılişki, fiziksel – ruhsal – zihinsel olarak inanılmaz bir yük, çünkü insanların büyük çoğunluğu ağır, karanlık bir ruh taşıyor. Bu aynı zamanda fiziksel olarak çizilmenizi ve daha hızlı yaşlanmanızı sağlar. Bağışıklık sisteminiz çok zayıflar, bu nedenle hastalığa karşı savunmasız kalırsınız.  Fuhuş yapan insanlar genellikle en geç 10 yıl sonra bitkin olurlar ve böyle görünürler. Cinsel güç bizi manevi yüksekliklere götürebilir, sadece Kutsallığın/helalin bilincinde uygulanan – nadir – cinsiyete değil, aynı zamanda cinsel gücün saf sevgiye dönüştüğü dış Yoksunluğa da – 2. Çakradan kalp Çakrasına, 3. göz ve taç Çakrasına. Böyle bir arzu içten, yürekten gelmelidir. Bu arzu, gelişimlerinin belirli bir noktasına ulaşmış olan insanlarda uyanır. Daha sonra, tüm yaşamlarını, neşe ve SEVGİDEKİ tüm güçlerini manevi yola, başkalarına yardım etmeye, kaynağa teslim olmaya adamak için derin, içsel bir ihtiyaç duyarlar. Ayrıca, bir kişinin “karizması” cinsel çakra ve orada üretilen cinsel enerji ile ilgilidir. Cinsel çakra saf olduğunda, güçlü bir şekilde saf cinsel enerji üretebilir ve yayabilir – bu, diğer insanları “gizemli bir şekilde”, yani karizmatik olarak etkiler. Eric Ebensperger”

 

Sedef.A (@KirazZaman): “Hey Kadınlar‼️ Her ilişkide bulunduğunuz erkeğin DNA sını kanınızda taşıyorsunuz Bununla ilgili kandan yapılacak. Dna testi bu ilişkiyi ortaya koyuyormuş. Kadınlar doğurdukları çocuklarında dna larını bedenlerinde taşıyorlar erkek çocuğu doğuran kadınlar Alzheimer olmuyor muş. Kız çocuğu doğuran kadınlar otoimmün hastalıklarını daha fazla yatkın oluyormuş. Eşcinsellerde kadınlar gibi partnerlerinin genlerini taşıyormuş. Tabi bu duruma zoofililerde dahil ç bedenlerinde kimerya meydana geliyor. Efsaney di”

 

⚜️ ⚜️ (@ilay_1984): “Kadınlar cinsel ilişkiye girdikleri her erkeğin yaşayan DNA’sını alıyor ve taşıyor.” Ne demek bu? Şu demek: O insanın karmasını,deneyimleyeceklerini yüklenmek demek. Bu yüzden bu konu derin,hassas…Ruhun mahremiyetinin işgali.Mahremini herkese açamazsın demek… Her şeyi Beden üzerinden okumaya o kadar alıştık ki,ruh’la bağlantımız koptu.Cinsel perhiz de bu makalenin sonucu olarak karşımıza çıkıyor.Ruhsal konularda bilim çok geriden geliyor…Yine de ruhsal deneyimlerin bilimsel veri olarak yer alması güzel…

 

Agah Beyoğlu (@oblomovilic): “Her insan biyolojik olarak cinsel ilişki yaşadığı partnerinin DNA’sını taşıyor ömrü boyunca buna mikro kemerizm denir.”

 

Kadınların vücutlarında erkek DNA’sının bulunabileceği doğru; ancak, bunun sebebinin cinsel ilişki olduğunu gösteren (henüz) bir kanıt bulunmuyor.

Kadınların cinsel birliktelik yaşadığı erkeklerin DNA’sını hayat boyu kanında taşıdığını ispatlayan bir bilimsel araştırma (işbu tarih itibarıyla) mevcut değil.

Yanlış algının kökeni 2012 yılında yapılan bir araştırmanın bulgularının 2017 yılında hatalı şekilde aktarılmasına dayanıyor.

Bahsi geçen bilimsel araştırma, kadınların korunmasız seks yaptığı erkeğin genetik materyalini veya hücresel bileşenlerini aldığı ve ömrünün sonuna kadar taşıdığını ortaya koymamış.

Yaşlı kadınların beyinlerinde erkek DNA’sının kanıtlarını bulan 2012 yılında yayımlanan çalışmanın sonuçları hatalı şekilde sunularak kadınların cinsel ilişkiyle edinilen erkek DNA’sını sakladığını tespit ettiği ileri sürülmüş.

İddianın odak noktası, William F. N. Chan, Cécile Gurnot, Thomas J. Montine, Joshua A. Sonnen, Katherine A. Guthrie, J. Lee Nelson imzasını taşıyan 2012 yılında yayımlanan “Male Microchimerism in the Human Female Brain” (“İnsan Kadın Beynindeki Erkek Mikrokimerizmi”) başlıklı makalenin bulguları.

 

Mikrokimerizm Nedir?

Mikrokimerizm bir bireye ait az sayıda hücre veya DNA’nın başka bir bireyde bulunması anlamına gelir. Organ transplantasyonu, kan nakli, gebelik, doğum ya da emzirme gibi durumlar, iki farklı birey arasında DNA ve hücre geçişini sağlayabilir. Mikrokimerizm genellikle anne ve fetus arasında, özellikle hamilelik sırasında gerçekleşir. Hamilelik sırasında, annenin ve fetüsün kanları arasında mikrokimerizm meydana gelebilir. Fetüsün hücreleri, annenin dolaşım sistemine geçebilir ve orada bir süre boyunca varlıklarını sürdürebilir. Fetüste az miktarda bulunan maternal hücre veya DNA materno-fetal mikrokimerizm olarak bilinmektedir.

 

Bahsi geçen makalenin özetinin Türkçemize çevirisi şöyle aktarılabilir:

“İnsanlarda birçok doku ve organda doğal olarak edinilen mikrokimerizm gözlemlenmiştir. Ancak fetal mikrokimerizm insan beyninde araştırılmamıştır. Son zamanlarda fare beyninde fetal ve anne kaynaklı mikrokimerizm rapor edilmiştir. Bu çalışmada, insan dişi beynindeki erkek DNA’sını, fetal kaynaklı mikrokimerizmin (yani, erkek bir fetüs doğururken bir kadın tarafından erkek DNA’sının edinilmesi) bir belirteci olarak ölçtük. Y kromozomuna özgü DYS14 genini hedef alarak, klinik veya patolojik nörolojik hastalık kanıtı olmayan kadınların (n = 26) veya Alzheimer hastalığı olan kadınların (n = 33) otopsi yapılmış beyinlerinde gerçek zamanlı kantitatif PCR gerçekleştirdik. Test edilen kadınların %63’ünün (59 kişiden 37’si) beyinde erkek mikrokimerizmi barındırdığını bildirdik. Erkek mikrokimerizmi birden fazla beyin bölgesinde mevcuttu. Sonuçlar aynı zamanda nörolojik hastalığı olmayan kadınların beyinlerine kıyasla Alzheimer hastalığı olan kadınların beyinlerinde erkek mikrokimerizm prevalansının (p = 0,03) ve konsantrasyonunun (p = 0,06) daha düşük olduğunu gösterdi. Sonuç olarak, erkek mikrokimerizmi insan kadın beyninde sık ve yaygın bir şekilde dağılmıştır.”

Makalenin tamamı incelendiğinde, iddia edildiği gibi cinsel ilişki esnasında erkeğin boşaldığı spermin kadının kan dolaşımına karıştığı, beyninde ve omurgasında toplandığı, erkeğin DNA’sının kadının DNA’sına karıştığı, bu durumun kadın ölene dek sürdüğü gibi bir aktarımın yer almadığı görülüyor.

Uzmanlar, kadınların vücudunda rastlanabilen erkek DNA’sını çoğunlukla erkek çocuk dünyaya getirdikleri hamilelik sürecinde aldıklarını belirtiyor.

Ancak, erkek çocuğu olmayan kadınların vücutlarında da erkek DNA’sı bulunabililiyor.

Öte yandan, cinsel ilişkinin kadınların vücudunda tespit edilen erkek hücre kaynaklarından biri olma ihtimâlini dile getiren bilimsel çalışmalar mevcut

Cinsel ilişkiyi mikrokimerizm için olası bir kaynak olarak aktaran (yukarıda alıntılanan makalenin atıf yaptığı) 2005 yılından bir makale ile 2016 yılında Danimarka’da yapılan bir araştırmanın sonuçlarını paylaşan makale bu varsayımı dile getirse de bu hipotezi derinlemesine araştırmadı ve konuyla ilgili kesin bir bulgu aktarmadı.

2005 yılında yayımlanan, Zhen Yan, Nathalie C Lambert, Katherine A Guthrie, Allison J Porter, Laurence S Loubiere, Margaret M Madeleine, Anne M Stevens, Heidi M Hermes ve J Lee Nelson tarafından hazırlanan “Male microchimerism in women without sons: quantitative assessment and correlation with pregnancy history” (“Erkek çocuksuz kadınlarda erkek mikrokimerizmi: niceliksel değerlendirme ve gebelik öyküsü ile korelasyon”) başlıklı makale erkek çocuğu olmayan 120 kadınla yapılan testte katılımcıların %21’inde erkek mikrokimerizmi bulunduğunu aktardı. Makalede, kadının vücudunda bulunan erkek DNA’sı için cinsel ilişki, erkek fetüs içeren gebelikler, erkek ikiz kardeşin varlığı, kendinden önce dünyaya gelen erkek kardeşinden annenin kan dolaşımına geçen hücreler de dahil olmak üzere olası kaynaklar sıralanmış.

Söz konusu makalenin özetinin Türkçemize çevirisi şöyle yapılabilir:

“Erkek mikrokimerizmi erkek çocuğu olmayan kadınlarda da nadir değildi. Bilinen gebeliklerin yanı sıra, erkek mikrokimerizminin diğer olası kaynakları arasında tanınmayan spontan düşük, kaybolan erkek ikiz, anne dolaşımıyla aktarılan ağabey veya cinsel ilişki yer alır. Erkek mikrokimerizmi diğer gebelik geçmişi olan kadınlara göre isteyerek düşük yapmış kadınlarda anlamlı derecede daha sık ve düzeyleri daha yüksekti. Kadınlarda erkek mikrokimerizminin spesifik kökenlerini belirlemek için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.”

Amanda Cecilie MüllerMarianne Antonius JakobsenTorben BaringtonAllan Arthur VaagLouise Groth GrunnetSjurdur Frodi Olsen ve Mads Kamper-Jørgensen tarafından 2016 yılında yayımlanan Microchimerism of male origin in a cohort of Danish girls” (“Danimarkalı kızlardan oluşan bir grupta erkek kökenli mikrokimerizm”) başlıklı makalenin özetinin Türkçemize çevirisi şu şekilde:

“Kadınlarda az sayıda erkek hücresinin bulunması anlamına gelen erkek mikrokimerizmi, daha önceki gebeliklere atfedilmektedir. Bununla birlikte, erkek mikrokimerizmi, yalnızca kız çocuğu olan kadınlarda, doğum yapmamış kadınlarda ve ergenlik öncesi kızlarda da rapor edilmiştir; bu, erkek mikrokimerizminin başka kaynaklarının da mevcut olması gerektiğini düşündürmektedir. Bu çalışmanın amacı, tam kan hücrelerinden (buffycoats) ekstrakte edilen DNA’yı kullanarak 10-15 yaşlarındaki sağlıklı, doğum yapmamış Danimarkalı kızlardan oluşan bir kohorttaki erkek mikrokimerizminin varlığını incelemek ve potansiyel erkek hücre kaynakları ile ilişkiyi bildirmektir. Toplam 154 kız üzerinde çalışıldı ve bunların 21’inde (%13,6) erkek mikrokimerizm testi pozitif çıktı. Anneleri daha önce kan nakli almış, erkek çocuk doğurmuş veya spontan kürtaj yapmış olan kızların erkek mikrokimerizm testinin pozitif çıkma ihtimalinin daha yüksek olduğu yönünde bir eğilim vardı. Dahası, en yaşlı kızların erkek mikrokimerizm testinin pozitif çıkma olasılığı daha yüksekti. Ancak mikrokimerizm pozitifliğinin yarısından azı bu faktörlere atfedilebilir. Sonuç olarak, veriler genç kızlarda erkek mikrokimerizminin büyük erkek kardeşten, tam doğmuş veya durdurulmuş bir hamilelikten veya hamilelik sırasında yapılan transfüzyondan kaynaklanabileceğini göstermektedir. Cinsel ilişkinin önemli olabileceğini düşünüyoruz ancak genç kızlarda muhtemelen başka erkek hücre kaynakları da mevcut.”

2005 ve 2012 yıllarında yayımlanan bahsi geçen çalışmaların yazarlarından biri olan mikrokimerizm uzmanı biyolog Dr. J. Lee Nelson, konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Yetişkin bir kadında erkek DNA’sının en yaygın kaynağı, bir erkek çocuğunun önceki hamileliğidir.” ve “Erkek DNA’sının cinsel partnerlerden rutin olarak saklandığına dair herhangi bir önerinin herhangi bir bilimsel çalışmadan desteği yoktur.” ifadelerini kullanmış.

Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nin Klinik Araştırma Bölümü üyesi olan Nelson, hamilelik kaybı yaşayan veya hamileliği tanınmayan kadınlarda da erkek DNA’sının oluşabileceğini ve bazı kadınların ikiz erkek kardeşlerinden ana rahminde erkek DNA’sını aldıklarını belirtmiş.

Nelson ayrıca -her ne kadar henüz bilimsel çalışmalarla ortaya koyulmuş olmasa da- kadınların kendilerinden önce dünyaya gelen erkek kardeşlerinin DNA’sını almasının olası olduğunu, abilerine hamileliğinden kalan hücreleri taşımaya devam eden annelerinden aldıkları hücrelerin düşük düzeyde de olsa barındırmaya devam edebileceğini eklemiş.

2012 yılında yayımlanan makalenin yazarlarından biri olan William F. N. Chan iddiayla ilgili verdiği demeçte mikrokimerizmin cinsel ilişki yoluyla kurulmasına dair bir olasılık mevcut olsa da ilgili makalede bu duruma dair bir tespite yer verilemdiğini, bu olasılığın test edilmediğini ya da kanıtlanmadığını söylemiş.

 

Spermler ne kadar süre canlı kalabilir?

Sperm hücrelerinin ömrü kısadır. Boşalma sonrası spermin ömrü çeşitli koşullara bağlıdır. Bir sperm hücresi en fazla 5 gün canlı kalabilir. Sperm hücreleri, yumurta ile birleşmedikçe yaşayamaz ve kadın vücudunda dolaşamaz. Kadının üreme kanalında birkaç gün canlı kalan sperm bu sürenin sonunda vücut tarafından parçalanır. Döllenme, sperm canlı kaldığı sürece mümkündür. Spermler dondurularak uzun süre saklanabilir.

 

 

Ezcümle, an itibarıyla cinsel ilişkiden sonra kadının kanına erkek DNA’sının geçtiği iddiası bir hipotezden ibaret olup, doğruluğu kanıtlanmamıştır.

 

Yorumunuzu yazınız...