Hiçbir Müslüman Atatürk’ü sevmez niye sevsin ki yaptığı hiçbir şey İslam’ın lehine değildir. Eğer bir Müslüman hem Atatürk’ü seviyor hem de Müslümansa ya ahmaktır ya sahtekar ya da cahildir.” sözünün Aziz Nesin’e (20 Aralık 1915 – 6 Temmuz 1995) atfedilerek yaygın şekilde paylaşıldığı görülüyor.

 

hicbir-musluman-ataturku-sevmez

 

Sözün geçmişini taradığımızda 1990’lı yıllardan aktarımlara rastlayabiliyoruz.

 

“Aziz Nesin: ” Müslümanlar Atatürk’ü sevmezler. Atatürk’ü sevmemekte haklıdırlar. Çünkü Atatürk Müslümanların seveceği hiçbir şey yapmamıştır” diyerek, Atatürk’e hakaret etmiştir. Ve Müslümanları Atatürk’e karşı kışkırtmış.

 

Cengiz Özakıncı (1995). İletişim Çağında Aydın Kirlenmesi. Bellek Yayınları. Sf: 211

 

Kadir Mısıroğlu’nun Geçmiş Günü Elerken adlı kitabında (1993. Sebil Yayınevi. Sf: 62) Aziz Nesin’in bu sözüne şöyle yer verdiği görülüyor.

“Böyle ahmaklara verilebilecek cevapların en güzelini bir dinsiz olan Aziz Nesin bakınız nasıl veriyor: “Gerçek müslümanlar Atatürkü sevmez!..” dedikten sonra ilâve ediyor: “Atatürk müslümanlar acısından sevilecek bir şey yapmadı, Türkiye’de Atatürk’ü sevdiğini söyleyen müslümanlar yalancıdır!..”(Bkz. Hürriyet Gazetesi 13 Ocak 1993 tarihli nüsha.)”

 

İnternet taramasında bahsi geçen 1993 yılından Hürriyet gazetesi haberinin aşağıdaki küpür olduğu anlaşılıyor.

 

ataturk-muslumanlar-acisindan-sevilecek-bir-sey-yapmadi

 

Hürriyet Haber Ajansı’ndan Oğuz Uçar (Abant (Bolu)) imzalı haberin ilgili bölümünün metni şu şekilde:

“AZİZ NESİN: ‘Gerçek müslümanlar Atatürk’ü sevmez’

ÜNLÜ yazar Aziz Nesin, ‘Kara Ses’ olarak tanınan Cemalettin Kaplan’ı ‘İşte Gerçek Müslüman’ olarak tanımlayarak, gerçek Müslümanların Atatürk’ü sevmemelerinin normal olduğunu söyledi.

Abant’ta tatil yapan Nesin, ‘Atatürk, Müslümanlar açısından sevilecek bir şey yapmadı. Türkiye’de yaşayan ve Atatürk’ü sevdiğini söyleyen Müslümanlar, yalancıdır. Ben Atatürk’e hayranım, ama bu tapıyorum anlamına gelmez’ dedi.”

 

Metinden görülebileceği üzere Aziz Nesin’in “gerçek Müslüman”ı, “Cemalettin Hocaoğlu (Kaplan)” üzerinden tanımlamış.

‘Kara Ses’ lakabıyla tanınan Cemaleddin Kaplan, Kaplancılar olarak bilinen Anadolu Federe İslam Devleti (AFİD) isimli örgütün kurucusudur. Adana müftülüğü yaparken lâiklikle uyuşmayan fetvalar verdiği için emekliliğe sevk edildikten sonra 1980 darbesinin ardından yurt dışına kaçan Cemaleddin Kaplan, 1984 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmıştı. Cemalettin Kaplan, Türkiye’yi “Darü’l-Harp” olarak ilân etmişti. Yerine geçen oğlu Metin Kaplan, halifeliğini ilan edip, Türkiye’ye yönelik cihat çağrısında bulunmuştu. Metin Kaplan, Almanya’dan Türkiye’ye iade edilmesinin ardından yapılan yargılamasında “Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış ve 2016 yılında sağlık gerekçesiyle tahliye edilmişti.

 

Aziz Nesin’e atfedilen söze dönecek olursak…

 

Nesin’in farklı pek çok yerde “Müslüman – lâik” arasındaki farkı vurguladığı görülüyor.

 

Aziz Nesin, eserlerinde ve demeçlerinde bir Müslümanın lâik olamayacağını ileri sürmüş ve farklı gördüğü bu 2 kesimin ancak hoşgörü ile bir arada barış içinde yaşayabileceğini belirtmişti:

 

Bir insan hem Müslüman hem de laik olabilir mi ? Bana göre olamaz. (…) Müslümanın laik olamayacağı Kuran’dan bellidir, şeriattan bellidir. Kuran şeriattır çünkü. Şeriatı değiştiremezsiniz. Değiştirmek mümkün değildir zaten.”

Çuvala Doldurmuş Kediler: 173

 

“Laik olmanın biçok koşulu vardır ; ama başat koşul, din işleriyle dünya işlerinin birbirinden ayrı olmasıdır. Müslüman olmanın da biçok koşulu vardır. Ama Müslümanlığın başat koşulu, Allahın kelamı olan Kuran’a inanmak, iman etmektir ; yani bu, din işleriyle dünya işlerinin birbirinden ayrı olmamasıdır. Bütün yasalar ve anayasalar zamanla değişir ama İslamın anayasası olan Kuran değişmez ve bu anayasaya (Kuran’a) göre, dünya işleriyle din işleri birbirinden ayrılamaz. Çünkü Kuran, hem bu dünyanın hem öbür dünyanın değişmez kurallarını, yasalarını koymuştur. Müslümanlıkla laiklik arasındaki en büyük çelişki de burdadır. Hem Müslüman hem laik olunamaz. Bu yüzden laikliği kabul etmeyen, hatta laikliğe düşman olan gerçek Müslümanlar kendi açılarından kesin haklıdırlar.

 

Bir Tutam Aydınlık: 44-45

 

“Müslüman, tek kitabı olan Kuran hükümlerini uygulamakla yükümlüdür. Bu hü­küm­ler şeriatın yasalarıdır. Hiçbir Müslüman şeriat yasalarının dışına çıkamaz. Oysa görüyoruz ki demokrasiyle şeriat hiçbizaman bağdaşamazlar. İşte buyüzden, bir Müslümandan laik olması beklenemez. Bir insan ya Müslüman değildir, ya laik değildir. Günümüzde ne yazık ki laik Müslüman yada Müslüman laik gibi uydurma kavramlar yaygındır. Aslında bu, tam Müslüman olmayan Müslümanların şeriatçılara verdiği bir ödündür. Düşünülmesi gereken şudur : Bir Müslüman laik olamayacağına ve şeriat hükümleri uygulamakla yükümlü olduğuna göre laiklerin Müslüman düşmanı, Müslümanların da laik düşmanı olması gerekmiyor mu ? İşte sorun budur. Nasıl Müslümanlar, örneğin başka dinden olanlarla üzerinde yaşadıkları dünyayı paylaşmak zorundaysalar laiklerle de bu dünyayı paylaşmak ve birarada insanca yaşamak durumundadırlar. Bunun yolu salt hoşgörüdür. Ancak hoşgörüyle Müslümanlarla laik olanlar ve başka dinden olanlar birarada ve barış içinde yaşayabilirler. Yoksa laik Müslüman yada Müslüman laik uydurma kavramlarıyla değil.”

 

ÇDK: 167-168

 

“Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’ye Batı’dan alınan üstyapı kurumları arasında bir de “laiklik” kurumu sokulmuştur. Ve sanılmıştır ki ileri Avrupa devletlerinde nasıl bir laiklik varsa, bizde de böyle bir laiklik olabilir. Bu sanıda olanlar, Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasındaki büyük ayrımı anlayamadıkları için, yaşamın acı gerçekleri karşısında durmadan yanıldıklarını görmüşlerdir. Oysa laiklik salt Hıristiyanlığa uygun bir kurumdur ; bir Müslüman’ın laik olabilmesi olanaksızdır. Çünkü laikliği, şöyle tanımlıyoruz : “Dünya işleriyle iman işlerinin birbirinden ayrılması.” Bir Hıristiyan için, dünya işlerini din işinden ayırmak kolaydır ; çünkü onun dini, İslamlığa göre dünya işleriyle daha az ilgilidir. Oysa Müslümanlık tümüyle dünya işlerinin düzenlenmesi üzerine kurulmuş bir dindir.”

 

Merhaba: 180

 

Aziz Nesin’in Bir Tutam Aydınlık adlı kitabında yer alan 24 Ağustos 1993 tarihli “Ne Yapmalıyız” başlıklı yazısında Diyanet görevlilerinin ve tarikat Müslümanlarının Atatürk’ü sevmediği yönünde yorumu şöyleydi:

“Peki ama sonuç ne oldu? Türklerin yaşadığı biçok Avrupa kentinde pekçok cami var. Bir camiye gidenler, öbür camiye gidenlere düşmandır. Tarikat Müslümanları, Diyanet İşleri Müslümanlarına ve Diyanet İşleri de tarikatçılara düşmandır. Camileri bile ayrılmış Müslümanlar! Asıl düşmanlık nerden kaynaklanıyor? Diyanet İşlerinin din görevlileri sözde Atatürkçü sayılır, öbürleri de Atatürk düşmanı. Bana göre ikisi de Atatürk’ü sevmez! Asıl sorun, çıkar sorunudur. Diyanet İşlerinden olanlar parayı (aylıklarını) devletten alıyor, kaçakçının, rüşvetçinin, genel kadının, Hıristiyanın, Yahudinin, dinsizin, yani hepimizin ödediği vergilerden toplanıp biriken devlet bütçesinden öbürleri de Müslüman saf Türk işçisinin gönüllü olarak cebinden verdiği paradan…

Peki ama bizi bize düşman eden kim? Bu düşmanlığı yok etmenin umarı nedir? Ne yapmalıyız? Sizin ne yapacağınızı bilemem ama bana göre bunun umarı ne yapmamız gerektiğini düşünmek, bir daha düşünmek, ille de düşünmek!”

 

aziz nesin musluman ataturk

 

Aziz Nesin, babasının Atatürk hakkındaki düşüncesini bir söyleşide şöyle aktarmıştı (Ahmet Kahraman (1990). İnsanlar ve İnsancıklar. Boyut. Sf: 28):

– Babanız çok dindarmış…

Aziz Nesin: Dindardı ama, yobaz değildi. Aydınlık düşünceliydi.

– Onun Atatürk’ü sevmediğini yazıyorsunuz.

Aziz Nesin: Bırakın sevmemeyi, düşmandı.

 

Nesin ayrıca, Türkiye’nin aslında lâik olmadığını da şöyle ileri sürmüştü:

“Türkiye’de Müslümanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla ve hükümet yoluyla devletin içindedir. Böyle olunca devletle din işleri birbirinden ayrılmıyor. Yani Türkiye laik değil demektir.”

 

Aziz Nesin / Bir Tutam Aydınlık: 1993

 

1993 yılında BBC’ye verdiği demeçte bu görüşünü şöyle detaylandırmıştı:

“Şimdi efendim sorunu genel almak lâzım. Şeytan Ayetleri önemli bir olay değil. Türkiye’nin girdiği bir bağnazlık ve köktencilik akımı var. Bu Şeytan Ayetleri bunun içerisinde bir parça ve güncel olan bir ufak durumdur. Yani tek başına Şeytan Ayetlerini ele alırsanız Türkiye’yi anlamamış olursunuz. Türkiye gericiliğe köktenciliğe bağnazlığa adım adım giderken şimdi koşar adım gidiyor. Bugün artık Türkiye lâik değil, açık olarak lâik değil, anti-lâik İslamcı bir devlet hâline geliyor. Ve kendi bünyesi içerisinde de İslamcılık Sünnilik Alevilik gibi 2’ye ayrılmış durumda. Biz lâik olarak yani demokrasinin laisizmden ayrılmayacağını düşünerek hareket ediyoruz. Şimdi bunların çevrilmesi yayımlanması o büyük olayın bir parçası olarak gösterilen tepkidir. Başka bir şey değildir.”

 

* Katkısı için Aziz Nesin Arşivi‘ne teşekkürlerimizle…

 

Yorumunuzu yazınız...