Atatürk’ün kendi cebinden parasını vererek Elmalılı M. Hamdi Yazır’a Kur’an’ı tercüme ettirdiği iddiasına değindiğimiz yazımızda İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Âkif Ersoy’un varlığı yıllarca hep tartışma konusu olan Kur’an-ı Kerim mealine ucundan değinmiştik. İşbu yazıda Mehmet Âkif’in Kur’an mealinin akıbetine odaklanalım istedik…

 

mehmet-akif-ersoy

 

TBMM’de alınan 21 Şubat 1925 tarihli kararla Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere kimi “âsâr-ı İslâmiye”nin Türkçe’ye tercüme edilmesi için bütçe tahsis edildi. Akabinde Diyanet İşleri Başkanlığı (Riyâseti), Kur’an’ın tefsirinin Elmalılı Hamdi Yazır, mealinin Mehmet Âkif Ersoy tarafından hazırlanması için bir sözleşme imzalandı.

 

Mehmet Akif Ersoy ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın Diyanet İşleri Başkanlığı ile imzaladığı sözleşme

 

 

Diyanet ile imzalanan sözleşme gereği meal çalışmasına başlayan Mehmet Akif Ersoy, Mısır’a gittiğinde hazırladığı ilk tercümeleri Elmalılı Hamdi Yazır’a iletmesine rağmen, sonrasında Diyanet İşleri Başkanlığı ile düştüğü anlaşmazlık sonucu aldığı parayı iade ederek tercüme işinden vazgeçtiğini ilgililere bildirdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı ile yapılan anlaşmanın sonlanmasına rağmen Mehmet Âkif, Kur’an meali üzerinde çalışmalarını sürdürdü.

1926 yılında başladığı mealinin ilk taslağını 1928 yılında tamamlayıp, akabinde 4 yıl yıl boyunca düzeltmeler yapan, meali baştan sona yeniden gözden geçiren Âkif, çalışmasını 1932 yılında tamamladı.

Kur’an mealini tamamlasa da, yayımlanmasına kani olamayan Mehmet Âkif Ersoy, 1936 yılı Haziran ayında İstanbul’a dönmeden önce Kuran mealini içeren defterlerini (Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası) Yozgatlı Müderris İhsan Efendi’ye “Ben sağ olursam da gelirsem, noksanlarımı ikmal eder, ondan sonra basarız. Şayet ölür de gelemezsem, bunu yakarsın” şeklinde bir vasiyetle teslim etti. 27 Aralık 1936 günü vefat eden Âkif’in vasiyeti 1961 yılında yerine getirildi. Müderris İhsan Efendi, Âkif’in mealini kimseye vermeyip yaktığını söylese de kendi sağlığında yakmaya kıyamadı. İhsan Efendi 1961 yılında ölüm döşeğindeyken oğlu Ekmeleddin’e çalışma odasındaki çekmeceyi gösterip içindekini yakmasını vasiyet etti. Âkif’in Kur’an mealinin yakılması sürecine İsmail Hakkı Şengüler, Ekmeleddin İhsanoğlu, Osman Saraç, Ali İhsan Okur, (Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu) İbrahim Sabri Bey gibi isimler tanıklık etti.

İhsan Yılmaz, Hürriyet’te 19 Ağustos 2024 tarihinde yayımlanan “Mehmed Âkif’in Kuran-ı Kerim tercümesi nasıl yakıldı?” başlıklı köşe yazısında Mehmet Âkif Ersoy’un Kuran mealinin yakılması vasiyetinin yerine getirilişini İsmail Hakkı Şengüler’in hatıratından alıntıyla şöyle gündeme getirdi:

MİLLİ Mücadele’nin kazanılmasından sonra İstiklal Marşı’mızı yazan Mehmed Âkif’e verilen bir başka görev de Kuran-ı Kerim’i Türkçe’ye tercüme etmesiydi.

Her ne kadar kendisini bu görevi yapacak yetkinlikte görmeyip “Kuran’ı tercüme etmek için ya çok âlim ya da çok câhil olmak lâzım” diyerek reddetse de ısrarlar karşısında direnememişti.

Hem Arapçaya ve edebiyata hakimiyeti hem de Kuran-ı Kerim bilgisi nedeniyle bu görevi en iyi yapacak kişilerin başında geliyordu Âkif.

26 Ekim 1925 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’yla imzalanan mukavele ile Kuran-ı Kerim tercümesi Mehmed Âkif ile Elmalılı Hamdi’ye verildi.

Bu hizmetleri karşılığında altışar bin lira alacaklardı ve biner lira avansla işe başlamışlardı.

Aynı yılın sonunda siyasi baskılar nedeniyle dönmemek üzere Mısır’a yerleşen Âkif, 13 Ocak 1926’da Kuran-ı Kerim Meali üzerinde çalışmaya başladı. Elmalılı Hamdi Efendi ise tefsir çalışmalarına İstanbul’da devam etti.

Mehmed Âkif Bey tercümeleri Hamdi Efendi’ye gönderecek o da altına tefsiri ekleyecekti.

Mehmed Âkif, 24 Şubat 1927 tarihine kadar Elmalılı’ya Meal’in Araf Suresi dâhil 178 sayfalık kısmını iletti fakat bu tarihten sonra hiçbir şey göndermedi. Daha sonra avans olarak aldığı bin lirayı da iade etti.

Mehmet Âkif’in Mısır’da en yakın dostlarından biri Müderris Yozgatlı İhsan Efendi’ydi. İhsan Efendi, 1924’te çıktığı Mısır yolculuğu esnasında Mehmed Âkif’le aynı gemide seyahat edenlerden biriydi. Âkif Mısır’a yerleşince, yaşça kendisinden küçük olmasına rağmen İhsan Efendi en yakın dostu ve sırdaşı olmuştu. Âkif 1936’da hastalığı ilerlemiş vaziyette Mısır’dan ayrılırken başta Kuran-ı Kerim Meali olmak üzere birtakım evrak, şiir müsveddeleri ve kendisine gönderilmiş mektupları İhsan Efendi’ye emanet etmişti. İyileşirse kendisine iade etmek, ölürse yakmak şartıyla…

Mehmed Âkif’in sağlığı, 1936 yılının Haziran ayında geldiği İstanbul’da gösterilen her türlü ihtimama rağmen gün geçtikçe kötüleşmiş ve 27 Aralık’ta vefat etmişti.

Âkif’in emanetini 1936 ile vefat ettiği 1961 yılları arasında muhafaza eden Müderris İhsan Efendi sırrını kimseye açıklamasa da akıl almaz baskı ve takibe uğrar. Devlet de peşine düşenler arasındadır, hatta dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bizzat kendisini ziyaret ederek tercümenin durumunu sorar. Aldığı cevap aynı olur: “Onun öldüğünü haber alır almaz yaktım.”

Yıl 1961. Bugün hepimizin tanıdığı ünlü bilim insanı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu Kahire’de Ayn Şems Üniversitesi Fen Fakültesi birinci sınıfında öğrencidir. Babası Müderris İhsan Efendi üçüncü kalp krizini geçirmiş ve hayli zayıf düşmüştür.

Son günlerinde hasta yatağında oğlunu yanına çağırıp çalışma masasının kilitli sağ üst gözünü göstererek şunları şöyler:

“Oğlum, bu dünya fanidir, hepimiz ölümü tadacağız. Sana, ben öldükten sonra yerine getirmeni istediğim önemli bir vasiyetim var. Gördüğün şu gözde iki tomar defter var. O gözün anahtarı orta gözdedir. Ben ölünce o gözü açıp oradaki defterleri yakacaksın.”

Babasının vefatından sonra aile dostları ve çok sayıda talebesi onları yalnız bırakmaz. Bu günlerden birinde, amca diye hitap ettiğim İbrahim Sabri Bey ve babasının sevdiği öğrencilerinden İsmail Hakkı Şengüler, Ali İhsan Okur ve Osman Saraç’a durumu anlatır.

O gün yaşananları İsmail Hakkı Şengüler şöyle anlatacaktır daha sonra hatıralarını yazdığı kitabında:

“Bir ara Ekmeleddin’in, bu zatın (İbrahim Sabri) yanına yaklaşarak, alçak sesle bir şeyler anlattığını, onun da heyecanlandığını gördük. Meğer babasının o vasiyetini anlatmış ve henüz masanın gözünü açmadığını da ilave etmiş. İbrahim Sabri Bey’in heyecanı da, gözdeki defterlerin Mehmed Âkif’e ait olabileceğini tahmin endişesinden kaynaklanmış. Durum açıkça ortaya döküldü. Hepimiz heyecanlanmıştık. Ekmeleddin, saygın bir büyüğü ve babasının vefakâr dostu olarak, vasiyetin yerine getirilmesini İbrahim Sabri Bey’e havale ediyordu. İbrahim Sabri Bey, o anda orada bulunan Türk öğrencilerinden beni, Osman Saraç’ı ve Ali İhsan Okur’u beraberine alarak Ekmeleddin’le birlikte merhumun yatak odasına götürdü. Ekmeleddin masanın sağ üst gözünü açtığında, iki tomar hâlinde urganla bağlanmış okul defterleri gördük. Urganları çözüp masanın üstünde defterleri kontrol etmeye başladık.

Defterler, Kur’ân-ı Kerîm’in tercümesini ihtiva ediyordu. Temize çekilmişti, ancak bazı yerlerde kenarlara çıkıntılar çekilerek tashihler de yapılmıştı. Mehmed Âkif’in yazısını tanıyan İbrahim Sabri Bey gözyaşlarını tutamadı. Hepimizin gözleri dolmuş ağlıyorduk.

Defterler hemen yakılacaktı. Karar kesindi. Ancak Mısır’ın evlerinde ne soba var ne de ocak… Böyle bir evrak da sokakta yakılamazdı. Aklıma benim ev geldi… Geniş balkonunda yakma işini rahatlıkla yapabilecektik.

Defterleri tomar hâlinde tekrar bağladık, merhum Mehmed İhsan Efendi’nin göz nuru döküp el yazısıyla naklettiği o ciltli kalın nüshayı da tomarlarla birlikte alarak, beş kişi bir taksiye binip Abbasiye’ye gittik. Evde bizden başka kimse yoktu. Balkona çıkardığımız alüminyum çamaşır leğeninin içinde defterleri birer birer parçalayarak yaktık. Sanki görev eksiksiz yerine getiriliyor mu diye birbirimizi kontrol ediyor gibiydik. O, ciltli ikinci nüsha da dâhil, elde en küçük bir parça kâğıt kalmamacasına hepsini yakıp kül ettik.”

Henüz on yedi yaşında üniversite birinci sınıf öğrencisi olan Ekmeleddin İhsanoğlu hem Âkif’in babasına olan itimadına halel getirmemiş hem de vasiyetini yerine getirmiştir.”

 

Uzun yıllar, 1961 yılında yakılmasıyla Âkif’in Kur’an mealinin tamamen yok olduğu sanıldı. Halbuki, Âkif’in sair ayet tercümeleri ve meal çalışmasının kopyaları mevcuttu.

Mehmed Âkif’in Kur’an Meali’nden önceki yıllarda 500 kadar ayetin tercümesini çeşitli yazı ve eserlerinde yaptığı biliniyor. Âkif’in 1910 yılından itibaren yaptığı tercümeler, Dücane Cündioğlu tarafından “Bir Kuran Şâiri”  ve “Mehmet Akif’in Kuran Tercümeleri” adlı eserlerde yayımlanmıştı.

2012 yılında ise Mehmet Âkif’e ait olduğu belirtilen bir Kur’an mealinin yayımlanması ve akabinde 2016 yılında Âkif’in el yazısıyla Kur’an mealinin bulunduğu haberi büyük ses getirdi. Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Mehmed Âkif’in hayatının son on yılı boyunca üzerinde çalıştığı Kuran mealinin yazılı olduğu defteri babasının terekesinde bulduğunu açıklaması heyecan uyandırdı.

Bahse konu neşriyat ve haberlerle birlikte (Soner Yalçın gibi bazı isimler) “Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı Kur’an meali Türkiye’de kitapçılarda satılıyor! Fiyatı 28 Türk Lirası! Peki, Ekmel Bey neyi yaktı?..” sorusunu yöneltti.

Yukarıda izah edildiği üzere, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ve beraberindekilerin 1961 yılında yaktığı Kuran meali, Âkif’in Yozgatlı İhsan Efendi’ye emanet ettiği nihâi çalışması.

İsmail Hakkı Şengüler’in mealin akıbetiyle ilgili açıklamaları, Âkif’in Kuran mealinin orijinal nüshasının yok edildiğini ortaya koyuyor.

2012 yılında neşredilen ise, Yozgatlı İhsan Efendi’nin öğrencisi Mustafa Runyun’a intikal eden ve yakılma hadisesinden kurtulup ailesi tarafından muhafaza edilen bölümler.

Yozgatlı İhsan Efendi’nin talebesi olan Mustafa Runyun’dan (oğlu Ali Yahya Runyun vasıtasıyla) Recep Şentürk’e geçen Mehmed Âkif Ersoy’un hazırladığı Kur’ân-ı Kerîm’in Fâtiha, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En’âm, A’râf, Enfâl sureleri ile Berâe Suresi’nin 129. ayetine kadarki bölümünü kapsayan, eski yazıdan yeni yazıya daktilo edilmiş 153 sayfalık metin Prof. Dr. Recep Şentürk ve Prof. Dr. Âsım Cüneyd Köksal tarafından yayımlandı.

 

Recep Şentürk, mealin giriş bölümündeki yazısında Mısır’da yaşadığı yıllarda Yozgatlı İhsan Efendi’nin öğrencisi olan Mustafa Runyun’un 1961 yılındaki yakımdan kurtulan Âkif’in Kuran mealinin bir nüshasını sakladığını, metnin Latin alfabesine çevrildiğini, 1988 yılında Mustafa Runyun’un oğlu Ali Yahya Runyun’dan aldığı bu meali neşrine kadar muhafaza ettiğini şöyle belirtti (Kur’an Meali Fatiha Sûresi – Berâe Sûresi Mehmed Âkif Ersoy. Mahya Yayınları):

Nitekim, İhsan Efendi’nin kendi eliyle yazdığı (ve maalesef Akif’in elyazmalarıyla birlikte yakılan) kopyadan başka, Mealm üçte birlik bir bölümünün aslından latinize suretiyle daktilo edildiğini okuyucularımız artık bugün öğrenmiş bulunuyorlar. Sözkonusu daktilo metin, uzun yıllar Mısır’da yaşayan ve orada tahsil gören, Mısır’da yaşadığı yıllarda Yozgatlı İhsan Efendi’nin ders ve sohbetlerinden istifade eden merhum âlim Mustafa Runyun6 tarafından muhafaza edilmiştir.

Mustafa Runyun un oğlu Ali Yahya, babasının sağlığında onun evrakları arasından teksir kâğıtlarına daktilo ile yazılmış bir dosya bulup babasına bunun ne olduğunu sorar. Mustafa Runyun “Bunları nereden buldun? Bu Akif’in mealidir!” der. Mustafa Runyun un vefatına kadar bu dosya aile içerisinde muhafaza edilir. Ali Yahya Bey, babasının vefat ettiği 1988 yılında, Erenköy’deki evlerinde taziye ziyaretimiz esnasında bu dosyayı tarafımıza intikal ettirmiştir.

Yıllar boyunca bu metni çeşitli endişelerle hiç kimseyle paylaşmadan muhafaza ettim. Ancak bir vesileyle bu sırrımı paylaştığım Asım Cüneyd Koksal kardeşimin teşvik ve ısrarı yayınlama konusunu gündemime almama sebep oldu. Başta Hayreddin Karaman ve Raşit Küçük Hocalarımız olmak üzere istişare yaptığımız âlimler, hac ve umre esnasında yaptığımız istihareler neticesinde benim için gerçekten zor bir karar olan yayınlama kararı kesinleşmiş oldu.”

 

Mustafa Runyun tarafından Âkif’e ait olduğu belirtilen mealin gerçekten ona ait olup olmadığı, yayımlanan mealin Âkif’in nihayetlendirdiği versiyon olup olmadığı noktalarında şüpheler de hâliyle hasıl oldu.

 

M. Ertuğrul Düzdağ, yayımlanan meali takdim yazısında, yaptığı incelemeler sonucunda çalışmanın Mehmet Âkif’e ait olduğu görüşünü aktardı.

Düzdağ’ın -kırk yıllık bir hasrete kavuşmanın sevinciyle kaleme aldığını belirttiği- takdim yazısından ilgili kısım şöyle:

“Seksen yıldır merak edilen, otuz yıl “gerçekten yakıldı mı, yoksa bir yerlerde saklı duruyor mu” diye endişeli temennilerle anılan, nihayet yirmi yıl önce, “yakanların” açık itirafı sonucu, üzüntüler içinde varlığından hemen hemen ümid kesilen “Meal”, şimdi -üçte biriyle de olsa- işte karşımızda…

Mehmed Akif Bey’in hayatı ve eserleri üzerinde -kendimce- epey bir zamandır meşgul bulunduğumu dikkate alan arkadaşlar, görüşümü almak üzere, nezaket gösterip, bir ay kadar önce daktilo ilk metinle birlikte yeni dizilmiş olan metni bana da verdiler. Tahmin olunacağı üzere merakla, heyecanla ve dikkatle okudum. Daha sonra kitap sayfası olarak tertip olunduğunda da -yayınevinin isteği üzerine- tekrar gözden geçirdim.

Evet, Meal metninin Akif Bey’e ait olduğunda şüphe yoktu.

Güzel bir Türkçe, akıcı bir dil, Kur’ân’a gönül vermiş bir mü’minin göz yaşlarıyla yazılmış ve elbette gözleri yaşartan samimi bir ifade…

Metin, şekil olarak da, Eşref Edib Bey merhumun 1932’de Kahire’de Akif Bey’in yanında Meal’i okuduktan sonra yazdığı gibidir: Konu birliği olan âyetler, geniş paragraflar halinde ele alınmış, hatta kesintiye sebep olmasın diye -aslında olduğu gibi- âyet sıra numaraları da konulmamıştır. Kitapta Akif Bey’in geniş paragrafları aynen korunmuş ve satırbaşı yapılarak belli edilmiş, ancak âyet numaraları, -karşısındaki asıl metinde takip olunabilmesi için- konulmak zorunda kalınmış. Okunurken, numaralar “yok” farzolunmalıdır.

Ele geçen ve “Giriş”te anlatıldığı gibi epeyi tamire muhtaç olan “daktilo edilmiş metnin, kimin tarafından ve Âkif Bey’in “Meal”inin hangi nüshasından istinsah olunduğu” konusu da düşünülüp araştırılacak bir mesele olarak karşımızda durmaktadır.

Bakalım gelecek günler ne gösterecek… …”

 

Hayrettin Karaman da takdim yazısında mealin Mehmet Âkif Ersoy’a ait olduğuna inandığını şu satırlarla belirtti:

“Sevgili Recep Şentürk beni odasına davet etti, odanın kapısını arkadan kilitledi, kesin olarak gizli kalması kaydıyla bana bir şey göstereceğini ve onunla ilgili danışmada bulunacağını söyledi. Tabii merak ettim. Dolabı açtı, daktilo ile yazılmış, her tarafından eski olduğu anlaşılan bir metin çıkardı, bunun merhum Mehmed Akif Ersoy’un yaptığı Kur’an mealinin bir kısmı olduğunu söyledi. Hemen elinden aldım ve hızlı bir şekilde bazı nirengi noktalarına baktım. İlk dikkat çeken husus, farklı bir meal ile karşı karşıya olduğumuz idi. Bu meali yapanın hem Türkçe’yi, hem Arapça’yı, hem de Kur’an dilini iyi bildiği anlaşılıyordu.

Peki bunun “O tercüme-meal olduğu nasıl biliniyor, bunu nereden ele geçirdiniz, aidiyetine nasıl inanıyorsunuz?” diye soruları sıraladım. Sizin de elinizdeki baskının giriş kısmında okuyacağınız bilgileri bana verdi. Doğrusu bu bilgiler bana oldukça inandırıcı geldi.

Danışma faslına geçtik; danışma konusu “eserin yayınlanması” idi. Düşündüm: Meal tam değildi, yaklaşık Kur’an-ı Kerim’in üçte biri kadardı (Tevbe Sûresi’nin sonuna kadar), ama merhum mütefekkir, âlim şairimize ait olma ihtimali kuvvetli görünüyordu, ayrıca kısa bir sürede az da olsa okuyabildiğim kısımlara göre karşımızda “farklı, görülmesi ve okunması gereken bir meal” vardı. Yayınlayacak olanlar (Prof. Dr. Recep Şentürk ve Yrd. Doç. Dr. Âsim Cüneyd Koksal) Kur’an meali konusunda doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek, değersiz bir eseri yayınlamayacak kadar maddi ve manevi donanıma sahip kişilerdi. Görüşümü açıkladım: “Bu eseri, gerekli hizmeti yaparak yayınlayın”.

İşte kitap elimizde, insan bir okumaya başlayınca “acaba şurayı nasıl çevirmiş, şu ifadeyi nasıl Türkçeye aktarmış” diye oradan oraya atlayarak okumaya doyamıyor. …”

 

Âkif’in meali üzerinde tekrar terar çalıştığı, metinleri sürekli olarak yeniden düzenlediği, yani tashih ve tebyize son ana kadar devam ettiği, yayımlanan mealin çalışmanın son evresine ait bir metin olmasının kuvvetle muhtemel olduğu, ancak kesin bir görüş belirtmenin mümkün olmadığı yönünde kanaati belirtenlere de rastlandı.

 

Daha sonra Mehmed Âkif’in hazırladığı mealin ilk 2 cüzü kendi el yazısıyla bulunup “Mehmed Akif Ersoy’un Kur’an Meali Akif’in Kendi El Yazısıyla İki Cüzlük Meali” adıyla neşredildi.

Akademisyen Necmi Atik, Mehmed Âkif mealinin (Kur’an’ın başından Bakara 252. ayete kadarki kısmı içeren) kendi el yazısıyla iki cüzünü (1926 yılında gönderdiği) Elmalılı Hamdi Yazır’ın arşivinde buldu.

Atik, Mehmet Âkif’in vazgeçip üstünü çizdiği kelimelerin yansıtıldığı tenkitli neşir niteliğindeki ilk 2 cüzlük kısmı buluş sürecini Yeni Şafak’a verdiği röportajda şöyle aktardı:

Başka neler vardı?

Neler yoktu ki metrukâtta. Masanın üzerindeki evraklar, bir devre adını yazdırmış Elmalılı’nın metrukâtıydı. O hafta tasnifle gelip geçmişti. Elmalılı merhumun torunu M. Hamdi Yazır, uluslararası bir şirketin çok başarılı bir yöneticisi. Randevu almak ve çalışmalarıma kaldığım yerden devam etmek için kendisiyle devamlı haberleşiyorum. Elmalılı’nın metrukâtını 3-4 günlük kısa bir zaman diliminde tarayıp, bir daha ki buluşmamıza kadar Arapça, Farsça ve Osmanlıca olan taradığım evrakları tercüme ve transkript yapıyordum. Elmalılı, çok yönlü bir şahsiyet olduğundan, kimi zaman hüsn-i hat eserlerini, kimi zaman meal ve tefsir çalışmalarını, kimi zaman makalelerini, mektuplarını, kimi zaman tercümeleri, mantık, felsefe ve İslam hukuku alanlarında yazdıklarıyla meşgul oluyordum. Bu meşguliyetim sırasında taramaya bile fırsat bulamadığım Elmalılı’nın kendi el yazısıyla tefsir müsveddelerine de hazin hazin bakıyordum. 2015 yılındaki son görüşmemizde M. Hamdi Yazır Bey, dedesine ait bir kolinin daha olduğunu ve koli ofise geldiğinde beni arayacağını söyledi.

Adım adım yaklaşıyoruz yani Akif’in mealine…

Evet. Birkaç ay sonra kolinin ofiste olduğunu haber verdiğinde 2016 başıydı, müsait olduğu bir tarihte buluştuk. Kolinin içerisindekileri yine büyük bir merak ve hassasiyetle tasnif etmeye ve evrakları taramaya başladım. Evrakları bir an önce tarayayım derken bazı şeylerin farkına varamıyorsunuz. İki gün hemen geçivermişti. Hamdi Bey’den ayrıldıktan sonra evrakları yavaş yavaş inceledim. İki ay önceki görüşmemizde taramayı sona bıraktığım tefsir müsveddelerine sıra gelmişti. Elmalılı’nın tefsirine ait her ne varsa bir araya getirmiştim. Tasnif ve incelemeye başladığımda, binlerce sayfalık tefsir müsveddeleri içerisinde Mehmet Akif Ersoy’un iki cüzlük mealini ihtiva eden bir defter bulmuştum. Defterin üzerinde “Eşref Edip Bey Vasıtasiyle Elmalılı Hamdi Efendi Hazretlerine” yazıyordu.

Nasıl bir defterdi bu?

Defter, 18×23 cm ebatlarında, Mehmet Akif’in kendi el yazısıyla temize çektiği Fatiha Sûresi ve Bakara Sûresi’nin başından itibaren 252. âyet-i kerimeye (Lâkin işte şunlar Allah’ın âyatıdır ki sana hak olarak bildiriyoruz ve sen, şüphe yok, peygamberlerdensin) kadar, 40 sayfalık, yani 2 cüz meâli içeriyordu. Defterin üzerinde “Eşref Edip Bey” ve “Elmalılı Hamdi Bey Hazretlerine” yazması, karton kabının üzerinde öğrenci bilgileri için Arapça yazıların olması, Mehmet Akif Ersoy’u işaret ediyordu.

Defterdeki yazının Akif’e aidiyetinden nasıl emin oldunuz?

Daha önceden yazı karakterini bildiğim ve tanıdığım halde, şiir ve yazılarındaki el yazmasıyla karşılaştırdım. Hattat olmamız hasebiyle hamdolsun kısa sürede yazının Akif’e ait olduğu ortaya çıkıverdi. Diğer karşılaştırmayı ise, Mustafa Runyun’un daktilo ettiği nüshayı edisyon-kritik ederek yaptım. Sonuç kesindi, meal Mehmet Akif Ersoy’a aitti. Daha sonra bir makale yazarak Ali Ayçil Bey’e Dergâh’ta yayınlanmak üzere gönderdim.İlgisinden dolayı kendisine teşekkür ediyorum.

Meal üzerinde Akif’in herhangi bir tashihi vs. var mı?

Şimdi Akif’in müsvedde olarak çalıştığı nüshaları daha sonra temize çektiği biliniyordu. Fakat temize çektiği nüshalarda tekrar çalışmalar yaptığını elimizdeki orijinal nüshada görüyoruz. Akif, âyet-i kerîmelerin en güzel ifade şeklini bulabilmek için kelime kelime çalışmış, daha iyi bir ifade yakaladığında, temize çektiği nüshanın üzerinde de karalamalar yapmaktan çekinmemiş. Bazı yerlerde eşdeğer mânâlarla tercüme yaptığında iki veya üç mânâyı da zikretmiş, birini öne alarak diğerlerini parantez içerisinde devamında göstermiş. Eş mânâlı cümlelerin aynı yerlerini noktalarla gösterip tekrar yazmamış, sadece farklı kullandığı kelimeleri yazmış. Akif, kullandığı çizgili okul defterine kendi el yazısı ve rik’a hattıyla yazdığı tercümede, âyet-i kerîmelerin, âyet numaralarını yazmamış. Kur’ân’ın sayfa numaralarına göre “Sahife 1, Sahife 2” başlıklarıyla tercümesini yazmış, tercümesini yaptığı sahife nerede biterse, yeni sahifeye kaldığı yerde, ara boşluk verip bu boşluğa “Sahife …” notunu yazdıktan sonra yeni bir paragrafla devam etmiş. Sayfa numaraları olmayan defterin üst orta yerine sayfa numaralarını yazmış, dördüncü ve beşinci sayfaya hatâen iki defa dört rakamını yazmış, diğer sayfalarda herhangi bir tekrar olmadan defterin elli üç sayfasını numaralamış. Gerçekte iki cüzlük tercümesini elli dört sayfada bitirmiş. Defterin ilk sayfasına Fatiha Sûresi’ni yazdıktan sonra boşluk bırakmış ve diğer sayfaya geçerek Bakara Sûresi’ne başlamış, sahife başlangıç boşlukları dışında bir boşluk bırakmadan tercümesine devam etmiş.

 

Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu da Mehmet Âkif Ersoy’un babası İhsan Efendi’ye “Mısır’a dönmezsem yakın” diyerek bıraktığı Kuran Meali’nin bazı kısımlarını 64 yıl sonra evindeki dosyaların arasında tesadüfen bulduğu açıkladı.

İhsanoğlu, Yapı Kredi Yayınlarından çıkan, Fatma Şen ile kaleme aldığı “Akif’ten Emanetler” adlı kitapta Mehmet Âkif Ersoy’un Kuran Meali’ne çalışırken alim Elmalılı Hamdi Yazır ve Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’ye birer nüsha gönderdiğini aktardı.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Âkif’in mealinden bir bölümü evinde dosyalarının arasında bulduğunu AA’ya verdiği röportajda şu ifadeleri kullandı:

Akif’in Kuran Mealini aile dostlarınızla yaktığınız zaman 17 yaşındasınız. O günü hatırlıyor musunuz?

Çok net hatırlıyorum. Babam, vefatından birkaç gün önce 5 gözlü çalışma masasının gözlerini işaret ederek, ‘Şu gözde şunlar var’ dedi. ‘Bana emrihak vaki olursa, bunları yakacaksınız’ dedi. 1961 senesinin yaz aylarıydı babamın vefatı. Açtım çekmeceleri ve Kur’an tercümesini gördüm. 17 yaşındayım. Akif Bey’in mealin yakılmasını istediğinden haberdar değilim. Babamın neden 1936’dan 1961’e kadar sakladığını bilmiyorum. Hatta babam temiz bir nüshasını çekmiş. Maalesef hepsi gitti. Bugünkü bu aklımla olsaydım, aynı şeyi yapar mıydın diye sorarsanız, hayır yapmazdım. Tarih maalesef öyle akmıyor. O bakımdan o günü çok iyi hatırlıyorum.

“Yakılmadan önce nüshaları alındı mı? Başkalarının eline geçti mi?” gibi rivayetler dolaşıyor. Bir gün siz babanız ve kendi kitaplarınızın bir kısmını Yozgat Bozok Üniversitesine göndermeden önce bir evrak bulmuşsunuz. Bize bulduğunuz belge ve sonrasından bahseder misiniz?

Kahire, İskenderiye, İstanbul, İngiltere, Ankara, Almanya derken tekrar Türkiye’ye yerleştik ve 15 bin ciltlik kütüphanem var, şimdi daha da arttı. Onları tasnif ederken, hangi kitap Yozgat’a gidecek, hangisi başka kütüphanelere gidecek derken, bir gün bir dosya içerisinde eflatun renkli karton kapaklı bir defterde, Mehmet Akif Ersoy’un yazısı, tashihleri, Fatiha, Bakara, Al-i İmran suresinin başı… Hadise bu.

Bulunca ne hissettiniz? Bu defter o evrakların arasında nasıl yer almış olabilir?

Mehmet Akif’e ait defteri bulduğumda büyük heyecan duydum. Çok sevindirici bir şeydi. Keşke başka defterler de kurtulsaydı. Oradan oraya evrakların arasına karışmış. Tasnif edince evrakları, ‘Bunların yayımlanması lazım’ dedim. Şahsa mal olan şeyler değildi. Bunlar arasında Kuran Meali var. İkincisi Gölgeler şiir kitabının müsveddeleri ve orada hiç başka bir yerde görülmeyen Akif Bey’in İstiklal Marşı şiirini kendi el yazısıyla buldum. Kitap kapağında yer aldı ve de ilk defa bu kitapta yer aldı. Akif’e yazılmış 30’a yakın mektup var. Abbas Halim Paşa’dan, kızı Prenses Emine Hanım’dan, bestekarlardan, şairlerden, Şerif Muhittin’den, Teşkilatı Mahsusa’nın Başkanı Eşref Kuşçubaşı ve aile fertlerinden gelen mektuplar. Bunlar doğrusu büyük sürprizdi. Akif Bey’in bilinen hayat tarzından farklı bir hayat yaşadığı, zorluklar içerisinde… Bir arkadaşından borç istiyor. Diyor ki, ‘Üniversiteye gideceğim, tramvay metro parası, bileti bulamıyorum, ödeyemiyorum’ diyor. Bunu Akif yazıyor, İstiklal Marşı şairi, milli şair. Bu mektuplar ilk kez yayınlanacak.

Mehmet Akif’in Kuran Meali’nin bulunabileceği beklentisi yazılıyordu ve bu daha çok sizden bekleniyordu. Okuyucu bu kitapla aradığını bulabilecek mi?

Akif Bey’in yazdığı mealin kime gittiği açık. Öyle ezbere bir yere gitmez. Eksik kalan bir şey var. Benim pederime intikal eden metin, rahmetli Mustafa Runyun’un eski yazıdan yeni yazıya çektikleri metin ve Elmalılı Hamdi’nin metni. Burada eksik olan Diyanetteki metin. Mustafa Runyun’un aldığı metin benim kanaatime göre, Akif Bey’in Diyanet İşleri Başkanlığına gönderdiği metindir, o metnin ortaya çıkması lazımdır?

Türk din adamı Mustafa Runyun’dan oğluna kalan ve 2012’de basılan Mehmet Akif Ersoy’un Kuran Meali’nin kısa bir bölümü yayınlandı. Bu kitap düşünüldüğünde sizin kitabınızdaki mealle aynı mı, paralellik gösteriyor mu?

Biz bu konuyu ilmi bir şekilde inceledik ve şu neticeye vardık, üç nüsha tek metin. Akif’in yaptığı tercümeler, Fatiha, Bakara ve Al-i İmran suresinin başı. Benim bulduğum meal ile diğer metinleri karşı karşıya koyduğumuz zaman cümle yapıları hemen hemen aynı. Bir kelimenin yerine başka bir kelime kullanıyor. Bazı ifadelerde değişiklik yapıyor, çizmiş üstüne yazmış. Bu mühim, Akif’in Kur’an-ı Kerim’i nasıl anladığını göstermesi bakımından zengin bir malzeme. Yani üç nüsha var. Biri Akif Bey’in babama verdiği meal, ikincisi Elmalılı Hamdi Efendi’nin tefsiri ve Mustafa Runyun’un Akif Meali’ni inceledik. Zaten Elmalılı Hamdi Efendi ile Mehmet Akif arasında bir anlaşma var. Birbirlerine gönderiyorlar ve bir nüsha da Diyanete gönderiyorlar. Bu anlaşma da kitapta yer alıyor. Biz üçünü bir araya getirdik. Aralarındaki farklılıkları tespit ettik, üslup, kelime bakımından inceledik. Nüshalar arasında çok az farklılık var.

Mehmet Akif Ersoy’un Kuran Meali’ne çalışırken alim Elmalılı Hamdi Yazır ve Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’ye birer nüsha gönderdiği kitabınızda yer alıyor. Bu zamana kadar neden Diyanetten nüshalar çıkmadı?

İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri olduğum dönemde eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in makamında ‘Reis Bey, bunu araştırınız, muhakkak bir takım şeyler çıkacaktır.’ dedim. Bilmiyorum araştırdılar mı? Diyanet İşlerinden Mehmet Akif’in Kuran Meali’ni araştırmadılarsa rica ediyoruz, yapın diyoruz ve bu hikaye tamamlansın.

 

* Kapak görselinde Halil Solak’ın paylaşımından yararlanılmıştır.

Yorumunuzu yazınız...