TÜRKÇEDE İLK NOKTALAMA İŞARETi KULLANIMI: ŞİNASİ’DEN ÖNCESİ
Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre noktalama işaretleri “Cümledeki unsurları birbirinden ayırmaya yarayan; nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta, üç nokta, soru işareti, ünlem işareti, parantez vb. işaretlerden her biri.” şeklinde tanımlanmaktadır. TDK Yazım Kılavuzu ise noktalama işaretlerinin kullanım gerekçesini “Duygu ve düşünceleri daha açık ifade etmek, cümlenin yapısını ve duraklama noktalarını belirlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmek üzere noktalama işaretleri kullanılır.” şeklinde aktarmıştır.
Noktalama işaretlerinin tarihi, milattan önce 2. yüzyılda yaşamış Yunan bilgini Aristophanes’e kadar uzanmaktadır. Noktalama işaretlerinin, metin okunurken nerede durulması gerektiğini göstermek için kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir. Milattan önceki dönemlerde noktalama işaretlerinin kullanımına dair bir kural bulunmadığı, bu işaretlerin kullanımının rastgele ve plansız şekilde olduğu bilinnmektedir.
15. yüzyılın ikinci yarısında William Caxton, bastığı İngilizce kitaplarda kelime gruplarını, cümle bilgisiyle ilgili duraklamaları ve bitiş işaretlerini kullanmıştır. 17. yüzyılın sonlarına doğru ise bu işaretler için kurallar netleşmeye başlamıştır.
Noktalama işaretleri, İslam coğrafyasında da Kur’an- Kerîm’in doğru ve anlaşılır bir şekilde okunması için birer yardımcı olarak kullanılmışlardır.
Sözünü ettiğimiz işaretlerin Türkçedeki kökenlerine inmek gerekirse, dilin bilinen en eski yazılı belgeleri olan Orhun Türkçesi’nden başlayarak Uygur Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Tanzimat dönemi metinleri noktalama açısından incelenmelidir.
Türkler ise, cümleyi bitirme anlamında farklı işaretler kullanmışlardır. Orhun Abidelerindeki yazılarda harfler birbirine birleştirilmemiş, birbirlerinden iki nokta ile ayrılmışlardır:
türk bodun : kanin bulmayin : tabgaçda : adrıltı : kanlantı : kanin kodup :
Uygurlarda noktalama işaretlerinin kullanımı hakkında ise Alman Türkolog Gabain, Eski Türkçe’nin Grameri’nde şunları söylemiştir:
“Noktalama işaretleri; nokta, iki nokta ve nadiren de ikiden fazla noktalardır. Bunlar, çoklukla, iki cümle arasına konur, çok kere de konulmaz, bazı zaman da, eşit iki tümce arasında bulunurlar. (Bu Budist metinleri için böyledir.) Mani metinleri ise siyah noktalamaların kırmızı olarak kullanılmasıyla anlaşılır.”
Türk edebiyatında noktalama işaretlerinin Tanzimat döneminde Türk gazeteci, yayımcı, şair ve oyun yazarı İbrahim Şinasi Efendi (1826-1871) ile birlikte kullanılmaya başlandığı iddiasının pek çok kişi tarafından sorgusuz şekilde doğru kabul edildiği görülmektedir.
Bu kanının aksine, her ne kadar noktalama işaretlerinin kullanımı Tanzimat döneminde Şinasi ve Namık Kemal gibi yazarlarla birlikte yaygınlaşsa da, Türk dilinin tarihî gelişim sürecinde, noktalama işaretlerinin zamanla şekillenerek kullanıldığı bilinmektedir. Eski Türkçe metinlerde, bazı noktalama işaretlerinin kullanıldığına dair örnekler bulunmaktadır.
Özellikle, Türk edebiyatının önemli ve değerli eserlerinden biri olan Dede Korkut hikayelerinin Dresden nüshasında, dikkat çeken bir noktalama örneği bulunmaktadır. Bu nüshada, cümle sonunda kullanılan büyükçe bir nokta işareti, ilk bakışta basit bir noktalama işareti gibi görünebilir. Ancak detaylı ve bilinçli incelemelerle, bu işaretin plansız şekilde yazıya yerleştirilmediği anlaşılmaktadır. Bahsi geçen nüshadaki nokta işareti, metnin birçok yerinde tamamlanmış bir yargıyı belirten bir işaret olarak kullanılmıştır. Bu kullanım, metnin yapısına noktalama işaretlerinin yöntemli ve organize bir şekilde işlenmesinin bir örneğini teşkil etmektedir.
İlaveten, eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış olan 14. yüzyıldan kalma Şeyyad Hamza’nın Yusuf ve Zeliha mesnevisinde, mısralar arasında virgüle benzeyen bir işaretin kullanıldığı dikkat çekmektedir.
Bu örnekler, noktalama işaretlerinin Türk dilindeki erken kullanımlarına dair önemli deliller sunmaktadır.
Tanzimat dönemi noktalama işaretlerinin ilk defa kullanımları incelendiğinde, Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1860) oyununda bu işaretlerin sistemli bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca, Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Beyle Rakım Efendi adlı eserinde de pek çok noktalama işaretinin yer aldığı dikkati çekmektedir.
Yine bu dönemde, batıdan yapılan çevirilerde de noktalama işaretlerinin kullanımı yaygındır. Örneğin, Yusuf Kâmil Paşa, Fransızcadan çevirdiği “Tercüme-i Telemak” adlı eserinde nokta, ayraç ve tırnak işaretlerini kullanarak, batılı metinlerdeki noktalama geleneklerini Türkçeye taşımıştır.
Dönemin önemli isimlerinden Şemseddin Sami de noktalama işaretlerinin kullanımını ele aldığı Usûl-i Tenkit ve Tertib adlı eserinde, bugün günlük dilde kullandığımız çoğu noktalama işaretini, farklı yazar ve şairlerden verdiği örneklerle ayrıntılı şekilde açıklamıştır. Bu eserdeki aktarımlar sonraki dönemlerdeki çalışmalara da ışık tutmaktadır.
Dolayısıyla, Türk edebiyatının tarihi sürecinde noktalama işaretlerinin kullanılmasının yalnızca Tanzimat dönemiyle ve Şinasi ile başlamış olduğu görüşü, geçerliliğini yitirmektedir. Şinasi ve Namık Kemal gibi Tanzimat dönemi yazarlarının eserlerinde noktalama işaretlerinin daha belirgin bir biçimde sistematik hale gelmesi, dilin modernleşme yolunda olmasının bir yansıması olarak değerlendirilse de, bu işaretlerin kökleri aslında çok daha eskiye uzandığı görülmektedir.
Bu anlamda, Türkçede noktalama işaretlerinin yalnızca Şinasi ile birlikte ortaya çıkmış bir yenilik değil, geçmişin edebi mirasıyla şekillenen bir dilsel evrimin izleri olduğunu fark etmemiz gerekir, noktalama işaretleri bu dilsel değişimin ve evrimin bir parçasıdır.