Atatürk’ün “gereğinden fazla merhamet vatana ihanettir” şeklinde bir söz sarf ettiğine dair bir delile rastlanamıyor
Öte yandan, Atatürk’ün -ordu disiplinini korumak ve bozgunculuğu önlemek adına- savaş döneminde merhamet göstermenin zayıflık olduğunu söylediği biliniyor.
Geçmişte, Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk’e ait sanılan sözleri derleyip, bir sözün Atatürk’e ait olup olmadığının nasıl incelenebileceğini aktarmıştık.
Bugünkü konumuz, iç karışıklık dönemlerinde yaygın şekilde Atatürk’e atfedilen “Gereğinden fazla merhamet, vatana ihanettir” sözü.
Kayseri’de Suriye uyruklu bir erkeğin küçük yaştaki (amcasının kızı) Suriyeli kız çocuğuna yönelik tacizde bulunduğu iddiasının yayılmasının ardından 30 Haziran 2024 gecesi başlayan gerginlik hızla tırmandı. Bu süreçte kalabalık gruplar belli noktalarda toplanarak yabancı uyruklulara ait olduğu belirtilen işyerlerine ve araçlara hasar verdi, polis olaylara müdahale etti. Yayılan iddia Suriyeli göçmenlere yönelik öfkeyi körükleyerek infiale neden oldu. “Suriye uyruklu bir çocuğa yönelik taciz sonrası” gözaltına alınan şüpheli tutuklandı. Ancak gerilim diğer illere de sıçradı. Hatay, Gaziantep, Kayseri, Konya, Bursa ve İstanbul Sultanbeyli’de de gece boyu Suriyelilere ait bazı işyerleri hedef alındı. Bu sırada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşme ihtimalinin Suriyeli muhaliflerde yarattığı rahatsızlığın da etkisiyle Suriye’nin El Bab ve Azez bölgelerinde Türk tırlarına yönelik saldırılarda bulunuldu. Tırları taşlayan Suriyeliler, Türk askerine ait araçlara ateş açıldı. Farklı noktalarda araçlar, binalar ve Türk bayrakları yakıldı.Olayların büyümesi sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri, bölgeye takviye kuvvet gönderdi. Yaşanan gergin süreçte taşkınlık yapan Suriyeli sığınmacılara merhamet gösterilmemesi çağrısıyla Atatürk’e atfedilerek “Gereğinden fazla merhamet, vatana ihanettir” sözü yaygın şekilde paylaşıldı.
CHP İstanbul Gençlik Kolları (@chpgencistanbul): ““Gereğinden fazla merhamet, vatana ihanettir ” Mustafa Kemal Atatürk”
Mustafa Sandal (@mustinetnet): “Gereğinden fazla merhamet, vatana ihanettir.”
“Gereğinden fazla merhamet, vatana ihanettir” sözünün Mustafa Kemal Atatürk’e ait olduğu iddiası doğru değil.
Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri arasında, Kaynak Yayınları’ndan çıkan 30 ciltlik Atatürk‘ün Bütün Eserleri adlı külliyatta, Nutuk’ta, Not Defterleri’nde bu şekilde bir cümleye rastlanamıyor.
Bahsi geçen vecizenin 2011 yılında Atatürk’e atfedilmeye başlandığı anlaşılıyor.
Her ne kadar “Gereğinden fazla merhamet, vatana ihanettir” sözü kelimesi kelimesine Atatürk tarafından kullanılmış olmasa da, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk’ün ordu disiplinini sağlamak ve bozgunculukla mücadele için merhamet gösterilmemesi gerektiği yönünde görüş beyan ettiği biliniyor.
Örneğin Atatürk, 16 Mart 1923 günü Adana’da Türk Ocağı’nda çiftçilere yaptığı konuşmada “düşmana merhamet aciz ve zaaftır” sözünü sarf etmişti (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III):
“Arkadaşlar; felâketler, elemler, mağlûbiyetler milletler üzerinde bir takım âmiller vücut bulmasına sebebiyet verir. Bu âmillerin başlıcası, öyle kara günlerinden sonra milletlerin intibah ve vakarını bulması, kendi benliğini duymasıdır. Uzun asırların elemli netayici nihayet bizim milletimizde de bu havası tevlit eyledi. Kemali emniyetle söylerim ki, milletimiz baştan başa böyle bir intibaha nail olmuŞ, tamam ve kâmil bir millet halindedir. Vuzuhla ve kemali iftiharla ilân ederim ki, bu millet millî benliğini idrâk ve bunu bütün dünyaya ispat eylemiştir. Milletimiz son zaferleri hep bu havası, bu idrâki gayesinde kazandı. Milletleri yükselten bu havasa bir âmil daha ilâve edelim; intikam hissi… Milletlerin kalbinde hissi intikam olmalı. Bu alelade bir intikam değil, hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmiyecektir. Düşmana merhamet aciz ve zaaftır. Bu, insaniyet göstermek değil, insanlık hassasının zevalini ilân etmektir. Arkadaşlar, milletleri kurtaran bu havası ve âvamilin inkişafını en ziyade çiftçilerimizden temin etmeliyiz. Çünkü çiftçi ve çoban bu millet için unsuru aslidir. Vakıa diğer unsurlar bu unsuru asli için lâzım ve faydalıdır. Lâkin hiçbir tevehhüme kapılmadan bilmeliyiz ki o unsuru asli olmazsa diğer anasır da yoktur.”
Atatürk, makam sahiplerinin şahıslara merhamet etmesini ordunun selahiyeti açısından “kalp zayıflığı” olarak nitelemişti.
Selanikli Kardeşim” olarak nitelediği Kurmay Binbaşı Nuri Bey’e Sofya’dan 1914 yılında gönderdiği mektupta bu hususa şöyle değinmişti (Atatürk’ün Bütün Eserleri. Cilt: 1. 1905-1915. Kaynak Yayınları. Sf: 162):
“Selanik’te 327 senesi Haziran’ının 17. günü (30 Haziran 1911) Kolordu Kumandanı’na takdim edilmiş olan resmi bir raporun bazı noktalarını, ibret almak, geçmişteki derin uykumuzu şimdi ve gelecekte devam ettirmemek için hep beraber bir daha gözden geçirelim:
“Madde 1: … Dolayısıyla, acemi eğitimi devresine netice ve ürün alınmadan son verilmiştir.
Madde 2: … Alay Kumandanı teftiş edeceği talim devresi neticesinin ne olması ve nasıl olması gerektiğinden habersizdir.
Madde 3: … 13. Tümen Kumandanı kıtalar karşısında aldığı bir seyirci vaziyeti ile… yokluğundan daha zararlı hisleri doğurduğu… vazifesinin cahili olduğu…
Madde 4: … Alay ve Tümen Kumandanı’nın teftiş ve eleştirideki cehaletleri subaylarda hayret, alay ve itimatsızlık hisleri uyandırıyor…
Madde 5:… Bu zihinde ve bu ilimde alay ve tümen kumandanlarının, bugünkü askeri gelişmelerle orantılı olarak yetiştirilmesi mecburi olan kıtaları yetiştiremeyecekleri ve onlara hüküm ve kumanda ve icabında onları sevk ve idare edemeyecekleri, şüphe ve tereddüt kabul etmez açık hakikatlerdendir. Bu noktadaki hakikatleri görüp söylememek ise ordunun ataletine, kıymetsiz kalmasına, harpte vatanı kurtarmak için istenecek önemli vazifeyi yapamamasına kalp nzasj göstermektir ki, bu hıyanetle isimlendirilir.
Madde 6: Bu duruma bir an önce çare bulmaya girişmek, her namus ve vicdan sahibinin vazifesidir.
Emir ve kumanda yeterliliğine sahip olmayanların bu husustaki hizmetleri, gözlem ve araştırmalarını icraat sahibi olanlara arz etmektir.
Makam ve icraat sahibi olanların, şahıslara merhamet etmek kalp zayıflığında bulunarak ordunun çökmesine yardım etmemeleri…”
Bu raporumu takdim ettiğim makamda o zaman -baba ocağım Selanik’i muharebesiz Yunan ordusuna teslim eden kuvvetin başında bulunmuş olan- Tahsin Paşa oturuyordu.”
Atatürk, Kurtuluş Savaşı döneminde bozgunculuğa meyledenlerin merhamet edilmeden idam edilmesi gerektiğini belirtmişti (Atatürk’ün Bütün Eserleri. Cilt: 21. Nutuk III Vesikalar. Kaynak Yayınları. Sf: 75 & 81):
“Askeriye ve mülkiye tarafından en son alınmış olan tedbirlerin izah buyurulmasını rica ederiz. Bu adamların aileleri iyi şekilde muhafaza altında bulundurulmalıdırlar. Taraftarları tereddütsüz ve derhal tutuklanmalıdırlar; zerre kadar engelleme ve bozgunculuğa cüret edenler merhamet edilmeden derhal idam olunmalıdırlar. Hilafet ve saltanatın dokunulmazlığı ve milletin hakları ve mukaddesatı bugün bu tarzda hareketi emretmektedir.”
“Aynı şekilde namus ve hamiyet sahibi diğer bir zatın da Harput’ta valilik makamını süratle işgal etmesi, Malatya ve Harput’taki hükümet kuvvetlerini tamamen ele alarak millet ve vatan aleyhinde hiçbir icraata meydan verilmemesi, Kürtlük cereyanının kökünden sökülüp atılması ve firari hainlerin İngiliz parasıyla Kürtleri aldatarak Padişah ve asker aleyhine sevke çalıştıkları, bunlara uyanların amansızca ve merhametsizce imha edileceği her tarafa müsait suretlerle tamim olunarak saf ve namuslu halkı hakikatten haberdar eylemek gibi tedbirlere bir an evvel başvurulması pek mühimdir.”
ABD’li gazeteci Gladys Baker’la 26 Mayıs 1935 tarihli görüşmenin yayımlanan metninde Boğazların akıbetinin saldırgan unsurların merhametine bırakılamayacağını söylemişti (Atatürk’ün Bütün Eserleri. Cilt: 27. 1934-1935. Kaynak Yayınları. Sf: 259):
“Türkiye neden Boğazlar’ı tahkim etmek istiyor? ” somsıınu sordıım. “Türkiye’nin Boğazlar’ı açık bırakmaya razı olduğu Lozan Antlaşması’ndan beri dünya vaziyeti ve bazı şartlar değişmiştir. Boğazlar Türk arazisini iki kısma ayırır. Bundan dolayı bu deniz geçidinin tahkimi Türkiye’nin emniyeti ve müdafaası için çok ehemmiyetlidir. O, aynı zamanda, milletlerarası münasebetlerin can alıcı bir unsurudur. Anahtar vaziyetinde böyle mühim bir yer, herhangi maceracı bir saldırganın keyfine ve merhametine bırakılamaz. Türkiye, muhtemel barış bozucularının, birbirleriyle harp etmek için Boğazlar’dan geçmesine mani olmaya mecburdur.” Kusursuz smokininin altında geniş omuzları doğruldu.”
Atatürk’ün Hilali Ahmer Cemiyeti Riyaseti Aliyesine hitaben “İslam Alemine Beyanname” başlıklı 25 Eylül 1923 bildirgesinde”merhamet” sözcüğü şöyle geçmişti:
“Türk milleti, Allah’ ının yardımına güvenerek hayatını kurtarmaya, yaşamak hakkına sahip olduğunu dünyaya göstermeye azmettiği gün, biliyorsunuz ki, bütün vasıtalardan mahrum, yalnız iman ve bağımsızlık aşkı kuvvetine sahip idi. Türkler bu sayede kazandıkları zaferle mücahedelerini taçlandırırken islam aleminin pek ulvi bir alaka ile mütehassis olduklarını şükranla görmüş ve bunu daima minnetle yad etmekte bulunmuştur. İşte bu alakaya dayanarak şimdi de bütün din kardaşlarımızdan yine kendi kardaşları için şefkat ve merhamet ricasında ve aracılığında bulunacağım. Türk milleti zafere kavuştu, fakat şimdi muazzam bir iş karşısındadır: Yunan idaresi altındaki mazlum dindaşlarımızın mübadelesi ve Türk toprağında iskânları…
Bu kardaşlarımız bugün Yunan zulmü altında inliyor. Bütün gün muhtelif mahatlerden gelen feryatnarneler her Müslüman kalbinde merhamet yaratacak, her Müslümanı ağiatacak derecede acıklıdır.”
* Kapak görseli: Mustafa Kemal Atatürk Batı Cephesi’nde Büyük Taarruz öncesi denetlemelerde bulunurken, Akşehir, Konya, 20 Ağustos 1922