4 Nisan 1953 Tarihinde Çanakkale Boğazı’nda Naboland Adlı İsveçli Yük Gemisi İle Çarpışarak Batan Dumlupınar Denizaltısı’nda Şehit Olan Denizcilerin Son Anlarında “Ah Bir Ateş Ver” Adlı Türküyü Dinlediği ya da Söz Konusu Türkünün İçin Dumlupınar Faciası Ardından Yazılan Bir Ağıt Olduğu İddiası Gerçek Dışı

 

DÜZELTME: Yazının ilk versiyonunda kapak görseli olarak kullanılan aşağıdaki fotoğraf hakkında Savaş Karakaş’tan aldığımız “Sayfadaki Dumlupınar İtalyan yapımı 1. Dumlupınar olup 4 Nisan 1953 tarihinde batan denizaltı 2. Dumlupınar’dır. Dolayısıyla ilk görsel yanlıştır.” uyarısıyla birlikte değişiklik yapılmış olup, yerine yine kendisinin nezaket gösterip ilettiği fotoğraf kullanılmıştır.

 

dumlupinar denizaltisi

 

Dumlupınar Faciası ardından sözleri kaleme alınarak yazıldığı ve bestelendiği sanılan “Ah Bir Ataş Ver” adıyla tanınan türküye değineceğiz…

Türkiye Cumhuriyeti Donanması bünyesinde hizmet eden TCG Dumlupınar (D-6), katıldığı tatbikattan dönerken 3 Nisan 1953’ü 4 Nisan 1953 gününe bağlayan gece su üstünde seyrederken Çanakkale Nara Burnu’nda Naboland isimli İsveçli gemiyle çarpışmasının ardından hızla batmıştı. 3 gün boyunca yürütülen tüm çabalara rağmen bir sonuç alınamamıştı. Zaman tükenmiş ve kurtarılmayı bekleyen denizaltıdakiler için umutlar tükenmişti. “Dumlupınar Faciası” olarak anılan bu elim hadisede 81 denizci şehit olmuştu.

 

dumlupinar denizaltimiz batti

 

dumlupinar kurtarilamadi

 

81 denizcimiz sehit oldu

 

sehitler yarin torenle selamlanacak

 

Her yıl 4 Nisan günü anılan 81 şehide mâl olan bu facia Tarih Dergi e-bülten’de şöyle özetlenmişti:

“Dumlupınar, ABD’deki tersanelerde inşa edilmiş ve 23 Nisan 1944’te Blower adıyla suya indirilmiş, 1950’de Marshall Yardımı kapsamında Türk donanmasına devredilmişti. Son katıldığı Mavi Deniz Tatbikatı, 3 Nisan 1953 günü sona ermiş; Dumlupınar da donanmaya ait diğer gemilerle birlikte Gölcük’e dönmek üzere Çanakkale Boğazı’na girmiş, karanlık sularda ilerliyordu. Saat 02.10 civarında denizaltının gözcüsü acı acı bağırarak önlerinde büyük bir geminin olduğunu haber verdi. Karşıdan süratle yaklaşan gemi, Naboland isimli şilepti.

 

1946’da İsveç’te inşa edilen 124 metre uzunluğundaki Naboland, Dumlupınar ile Çanakkale Boğazı’nın en dar ve kavisli noktalarından Nara Burnu civarında karşı karşıya gelmişti. Birkaç dakika sonra, saatler 02:15’i gösterdiğinde denizaltı, kaçmaya çabaladığı şileple korkunç bir şekilde çarpıştı. Naboland, denizaltının gövdesinde derin bir yara açmış ve neredeyse 50 metre sürüklemişti. 8 denizci denizaltının güvertesinden suya savrularak kurtulsa da denizaltıdaki denizciler o kadar şanslı olmayacaklardı. Su alan denizaltı ağır ağır boğazın karanlık sularına gömüldü. Saatler süren kurtarma çalışmaları ne yazık ki sonuç vermedi. Kaza esnasında denizaltıda bulunan 86 personelden yedisi denizden toplanmıştı.

Dumlupınar battıktan sonra temas kurulduğunda kıç torpido dairesinde mahsur kaldığı anlaşılan 22 denizci ise saatlerce kurtarılmayı bekleyeceklerdi.

 

Kurtarma ekiplerinden gelen talimata göre telsizin başındaki Astsubay Selami Özben haricindeki denizciler, oksijeni tüketmemek için aralarında konuşmamış, sigara bile içmemişlerdi. Ne var ki çalışmalar bir sonuç vermemiş, ilk adımda denizaltının “battı şamandırası” koparılmış ve Dumlupınar’la irtibat kesilmişti.

 

https://www.youtube.com/watch?v=bSI0a46pEBQ

 

Dumlupınar’ı kurtarma çalışmaları kapsamında dalış yapan Donanma Dalgıcı Yılmaz Süsen, denizaltının şamandıranın kopmasının ve boğazdaki şiddetli akıntının çalışmaları akamete uğrattığını belirtmişti.

 

 

Dumlupınar Denizaltısında mahsur kalan denizcilerin, kurtarılamayacakları ve şehit olacakları anlaşıldığında “rahatça konuşabilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz, sigara içebilirsiniz.” anonsunun geçilmesinin ardından sigara yakıp hep bir ağızdan bu türkü söyledikleri ileri sürülmüştü.

Ali Kırca’nın yorumu eşliğinde Jülide Gülizar Dumlupınar faciasını anlatırken bu iddiayı şöyle dile getirmişti:

 

“Çanakkale Boğazı, Nağra Burnu açıkları
4 Nisan 1953, Saat 02:15

Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile çarpıştı.

Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece. Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü. Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı.

Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu. Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı.

Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, her şey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler.

Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi.”

 

 

Kazanın olduğu tarihte yayımlanan gazetelerde Dumlupınar’daki denizcilerin son anlarında “Ah Bir Ataş Ver” adlı türküyü dinledikleri yönünde bir aktarıma rastlayamadık, kazaya tanık olanların beyanlarında da bu yönde bir ifade göremedik.

Kurtarma operasyonu başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Dumlupınar personeline “konuşabilirsiniz, sigara içebilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz” şeklinde yüzeyden bir talimat geçilmesinin teknik olarak imkânı bulunmuyordu. Çünkü, Dumlupınar’ın kurtarma çanının indirilmesi için kullanılan ve telefon kablosunu da taşıyan şamandırası koptuktan sonra batık denizaltıyla tekrar irtibat sağlanamamıştı. Hâliyle, Dumlupınar’da yaşamını yitiren denizcilerimizin son anları hakkındaki aktarımlar aslında kurguydu…

 

Orhan Birgit, “Evvel Zaman İçinde” adlı kitabında ilgili dönemde basına yansıyan Dumlupınar’daki şehitlerin son sözlerine dair aktarımı kurguladığını şöyle ikrar etmişti (2006. Doğan Kitap. Sf: 126):

“O bildiri varlığını hemen her 4 Nisan’da yeniden anımsatan masum fakat o gün için gerekli bir yalanı içerecekti. Denizaltıda kalan seksen bir şehidimiz adına Astsubay Selami’nin adı bilinçaltımda öne çıktı. Nara Burnu’ndaki denizin altından gelen sesin sahibi olarak, Barbaros’un çocuklarının son sözlerinin ‘vatan sağolsun’ olduğunu, telefonla konuşmanın daha sonra mümkün olmadığını kâğıtlara döktüm.”

 

Hazırladığı “Dumlupınar’a Dönüş” adlı belgeselde batışının 50. yıl dönümünde sualtı çekimiyle batık Dumlupınar görüntüleyen ve “Son Söz Vatan Sağolsun” adlı belgeselde Dumlupınar’ın kurtarma operasyonunu ele alan Savaş Karakaş, bu aktarımla ilgili mantık hatasını şöyle vurgulamıştı:

“Dumlupınar’la irtibat kurmaya çalışanlar şimdi telefon ahizesinden sadece dua ve inilti sesleri duymaktadır. Bu sesler de kurtarma çalışmalarında telefon kablosuyla bağlı olan şamandıranın koparılması sonucu kesilecektir. İşte bu durumda Orhan Birgit ‘Astsubay Selami’nin son sözleri vatan sağolsun’ oldu diye yazacaktır ve bu tüm gazetelerde manşet olacaktır.

 

Kendi yarattığı efsaneyi yine kendi elleriyle yıkmak adına, Birgit 1953 yılında bu habere yalan kattığını 45 yıl sonra itiraf etmiştir. Bu konuyla ilgili söylenen tek yalan da bu değildir. Ali Kırca aşağıdaki askerleri kurtarma şansı olmadığı anlaşılınca sigara içmelerine izin verildiğini söyler hatta daha da ileri gider ‘kurtarılma ümidiyle o kadar uzun süre bekledikten sonra bir yardım gelmeyince aşağıdan bu iş daha fazla uzamasın artık deyip kendi kendilerine battı şamandırasının telefon kablosunu kopardılar’ diye açıklamada bulunur.

 

 

Şamandıra koptuktan sonra aşağıya nasıl sigara için dendiğini veya kurtarma çalışmalarında bir aksilik sonucu kopan şamandırayı Dumlupınar’dakilerin kopardığını düşünmek yerine biz acı da olsa gerçekleri bu belgeselde açıklıyoruz.

 

Kazadan yaklaşık on saat sonra olay yerine gelen kurtaran gemisi hemen çalışmalara başlamak yerine üst düzey askeri ve sivil erkanı karşılamak için kullanıldı. Ve kurtarma çalışmanın ilk adımında denizaltının battı şamandırası koparıldı. Dumlupınar’la irtibat kesildi ve denizaltının yeri kaybedildi. Çan kılavuz teli olmayan denizaltıya ulaşmak daha da imkansız bir hal aldı. Zorlu dalış şartları için hem dalgıçlar hem de donanımları yetersizdi. bu en azından 22 kişinin diri diri sulara gömülmesi demekti.

 

Ayrıca kazanın nasıl olduğu da bir muammaydı bugüne kadar. Bu belgesel kaza anında köprü üstünde nöbetçi bulunan üsteğmen hasan yumuk ile sonradan köprüye çıkan ve emir komutayı devralan gemi komutanı Kıdemli Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu arasında yaşanan emir komuta krizini ve Dumlupınar’ı Naboland’ın altına atan zıt emirleri açıklıyor. Denizaltı komutanının hatası bu kazaya davetiye çıkarmış idi.”

 

 

Kurtarma ekiplerinin denizcilerle yaptığı son konuşmanın kayıtlara şu şekilde geçtiği belirtilmektedir:

““-Alo… aşağıdan… alo…. Dumlu…”

“-Evet Dumlu…”

“-Ben Üsteğmen Suat…”.

“-Evet efendim, ben Selami…”

“-Selami nasılsınız? Biz geldik, şimdi bana durumu anlat”.

“-Efendim dizellerden yara aldık, manevra dairesinde yangın çıktı.

Bataryayı sıfıra alarak kıç torpido dairesine geçtik. Şimdi manevra dairesi suyla dolu…”

“-Kaç kişisiniz orada…?”

“-Diğer dairelerle irtibatınız var mı?”

“-Yarım saat evvel kıç batarya dairesi ile konuştum, şimdi cevap vermiyorlar”.

“-Merak etmeyin, Kurtaran geldi, biz buradayız”.

“-Efendim manometre 267 kadem gösteriyor, doğru mu?”

“-Selami, Kurtaran geldi. Şimdi kurtarma işlemine başlanıyor. Ben biraz sonra yine gelirim”.

“-Peki efendim…”.

Üsteğmen Suat, bu konuşmayı komutanlarına rapor ettikten sonra yeniden şamandıraya dönüp denizaltıdakilere moral vermeye çalıştı.

Ama durum biraz daha kötülemişti:

“-Alo… Dumlu…?”

“-Evet… Dumlu…”

“-Efendim hava biraz fenalaştı.”

“-Morallerinizi bozmayın. O hava size daha 2 gün yeter. Sen çocukları yatır. Sigara içmeyin”.

“-Yok efendim, hepsi yatıyor. Sigara da içmiyoruz. Işık da yok. karanlıktayız”.

“-İhtiyaç lambalarını kullanmayın, ileride lazım olacak”.

“-Kullanmıyoruz zaten. Birinin ışığı çok zayıfladı”.

Kurtaran gemisi kurtarma çalışmalarını sürdüredursun yarım saat sonra denizaltıyla yeniden bağlantı kuruldu. Suat Üsteğmen yeniden Dumlu… Selami…” diye seslendi.

Ancak bu kez duyulan, sadece iniltiler ve “Allah…” sesleriydi.”

 

Savaş Karakaş, “ağızdan ağıza yayılan binlerce hikâye ile ihmal kelimesinin kafalardan silindiği” vurgusunu içeren Son Dalış adlı belgesel için verdiği demeçte Dumlupınar’ın “hikâyeleşmesine” şöyle değinmişti:

“Dumlupınar battıktan sonra pek çok kitaplar yazıldı, pek çok şiirler yazıldı, pek çok törenler yapıldı. Bunun gibi bir de film yapıldı. Önemli bir anı filmiydi. Refik Kemal Arduman’ın yönettiği Kahraman Denizciler filmi. İşte Beyoğlu’nda galası yapıldı. Bandolar geldi bütün insanlar saygı duruşunda bulundu ve Deniz Kuvvetleri’nin vermiş olduğu tüm destekle Dumlupınar’ın hikâyesi anlatılmaya çalışıldı. Filmi bugüne kadar gören bilen duyan pek kimse yok maalesef çünkü kopyası yanmış durumda. Ama oyuncularıyla konuştuğumuz kadarıyla tam anlamıyla Dumlupınar’daki denizcilere bir saygı duruşu olduğunu söyleyebiliriz. Onların hikâyeleri unutulmasın diye yapılmış bir film bu. O dönemde radyoda pek çok radyo tiyatrosu Dumlupınar’la ilgili yapıldı oynandı. O dönemde pek çok şiirler yazıldı. Acıklı türküler Âşık Veysel’in bile türküleri vardır Dumlupınar’la ilgili. Bu bir nebze bugüne işte ‘vatan sağolsun dediler ve kahramanca öldüler’ mitinin oluşması için bir nevi yapı taşlarını oluşturdu. Bugün bile insanlar ben radyoda duydum onların son seslerini. Aslında duydukları bir radyo tiyatrosuydu.”

“Dumlupınar Denizaltısı ile ilgili bugün internete girdiğiniz zaman ya da kitapları filmleri incelediğiniz zaman yapılmış olan eserlerin çoğunda gerçekten çok uzakta çeşitli efsanelerin anlatıldığını görürsünüz. Bunun tek bir sebebi var. O da gerçeğin acısını dindirmek. Gerçek acı. Gerçek üzücü. O zaman ne yapıyoruz? Morfin basıyoruz. Morfin ne? İşte duygusal romantik hikâyeler. Veyahut da bir kahramanlık destanı. Bunlar insanların gerçekleri görmeyip kendini iyi hissetmelerini sağlıyor. Ama yeni bir trajedi aynı minvalde yeni bir trajedi yaşandığı zaman bu defa daha büyük bir moral bozukluğu daha büyük bir üzüntü çekecekler. Gerçekleri söyleyip insanları hazırlamak lazım esasında. Dumlupınar’da yaşanan aksilikleri anlattığınızda yeni bir deniz kazasında bu tip aksiliklerin olmasının önüne geçersiniz. Burada çeşitli hatalar vardı. O hataları gösterdiğinizde bunların tekrarlanmasıının önüne geçersiniz. Bence filmcilerin belgeselcilerin yapması gereken budur. Gerçekleri göstermek ki, ders alınabilsin. Yoksa hataların üzerini örtmek değil. Bir kahramanlık destanı ‘vatan sağolsun’ hikâyesiyle altına neleri süpürüyoruz. Altına neleri süpürdüğümüz belli.”

 

 

Uğur Esmer, “Dumlupınar Faciası ve Facia Hakkında Asılsız İddialar” başlıklı yazısında şamandıranın kopmasına ve ilgili iddianın asılsızlığına şöyle değinmişti:

“Dumlupınar, Balao sınıfı bir denizaltıydı. Bu gemilerde biri baş torpido dairesinde, diğeri kıç torpido dairesinde iki battı şamandırası bulunur. Bu şamandıralar hem batan gemiyle iletişimi sağlar hem de batığın konumunu belirler. Üstlerinde bulunan kapak açıldığında içinde bir ahize bulunmaktadır. Kurtarma çalışmasına başlanmadan önce geminin durumu hakkında bilgi almak için bu telefon hattı önem taşır. Dumlupınar hakkındaki çalışmaları incelediğimizde şamandıra aracılığıyla yapılan konuşmalara çokça yer verildiğini görüyoruz.

 

 

Kaza haberi yayıldıktan sonra denizaltı mürettebatının yakınları Çanakkale’ye gelmişlerdi. Astsubay Selami’nin ağabeyi de gelenler arasındaydı. Kendisi Çanakkale’ye varmadan birkaç saat önce şamandıranın kablosu Kurtaran gemisinin pervanesine dolanarak kopmuş, denizaltıyla irtibat kesilmişti. Gümrük motoru baş çarkçısı Selim Yoludüz, Astsubay Selami’nin ağabeyine moral vermek için, “Keşke daha erken gelebilseydiniz, sizi görüştürürdük. Kablo koptu. Kardeşinle son görüşmeyi ben yaptım, durumu iyiydi. Biz iyiyiz, ailelerimiz bizi merak etmesin, vatan sağ olsun, dedi.” demiştir. O esnada ikilinin yanında bulunan ve askerliğini Genelkurmay Basın Bürosunda yapmakta olan Gazeteci Orhan Birgit, bunu “astsubayın son sözleri” şeklinde haber yapmıştır. Kendisi, olaydan 45 yıl sonra Savaş Karakaş’a yalan haber yaptığını itiraf etmiştir. Denizaltıyla kurulan son temasta, karbondioksit zehirlenmesi belirtileri göstermeye başlayan mürettebatın güçlükle nefes aldığı duyulmuştur.

 

Sıkça kullanılan ama doğru olmayan bilgi ise, ümitler kesilince gemidekilere, “Konuşabilir, sigara içebilir, şarkı, türkü söyleyebilirsiniz.” denerek kurtulamayacaklarının söylendiği diyalogdur. Genel kurtarma prosedürü gereği denizaltıdakilere oksijen sarfiyatının azaltılması adına gerekmedikçe konuşmamaları ve sigara içmemeleri gerektiği söylenir.  Bu, personel tarafından da bilinmektedir. Gemiyle ilk görüşmede de bu hatırlatılmıştır. Dolayısıyla, “Sigara içebilir, konuşabilirsiniz.” diyaloğunun yaşanmış olma olasılığı yoktur. Çünkü kurtarma işleminden ümidin kesilmesinin sebebi, kurtarma çanının indirilmesi için kullanılan şamandıra telinin kopmasıdır. Bu tel aynı zamanda telefon kablosudur. Şamandıra üzerinde açık bir şekilde kablonun ince olduğu ve botla şamandıraya tutunulmaması gerektiği yazar. Bu, şamandıra ilk bulunduğunda Astsubay Selami tarafından da muhataplarına hatırlatılmış, “Bu ince bir telefon kablosudur, botla tutunmayınız.” diyerek Selim Yoludüz’ü uyarmıştır.

 

Kazadan sonra sadece kıçtaki şamandıranın atılabilmiş olması batığın tam mevkiinin tespitini zorlaştırdığı gibi, çanın indirilebilmesi için tek umuttu. Yüksek akıntı söz konusu olduğundan, dalgıçların bir kılavuz tel yardımı olmadan dalış yapmaları imkânsızdı. Bu yüzden, kopan tel yerine yenisi takılamazdı. Dumlupınar overhole görmediği için şamandıraları değiştirilmemişti. Yeni şamandıralar takılsaydı yüzeye ulaştığı anda kendini sabitleyecek mekanizmaya sahip olacaktı. Şamandıra kilitlenmediğinden, akıntıyla birlikte 150 metre aşağıya sürüklenmişti. Bu yüzden Kurtaran yanlış yerde konumlanmıştı. Kurtaran’ın yeniden konumlandırılması sırasında tel pervaneye dolandı ve koptu. Telin kopması sonucunda çan indirilemediğinden kurtarma faaliyeti sona ermişti. Yeni bir çelik halat takmak için dalan dalgıçlar da bahsettiğimiz gibi yüksek akıntı nedeniyle başarısız olmuşlardı. Sonuç olarak, bu son tebliğin gemiye iletilmesi imkânsızdı. Gemiyle tek iletişim aracı kaybedilmişti.  22 genç denizcinin hayatının ince bir telefon kablosuna bağlı olması ne de trajiktir…”

 

“Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım” adlı türkü de bu facia ile adeta özdeşleşmiş hâlde.

Türkünün sözlerini ve seslendirildiği versiyonları alıntılayalım:

 

Ah, bir ataş ver, cıgaramı yakayım

Sen salın gel, ben boyuna bakayım

 

Uzun olur gemilerin direği

Çatal olur efelerin yüreği

Yanık olur anaların yüreği

 

Vur ataşı gavur, sinem ko yansın

Arkadaşlar uykulardan uyansın

 

Türkünün Erol Göker yorumu şahanedir…

 

 

“Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım” adlı türkünün Dumlupınar Faciası’ndan esinlenerek sözlerinin kaleme alındığı ve bestelendiği ileri sürülmektedir. 

 

Bu aktarımı içeren paylaşımları örnekleyecek olursak:

“Ah Bir Ateş Ver”, 4 Nisan 1953 de Çanakkale Boğazı’nda Naboland isimli İsveç yük gemisi ile çarpışan Dumlupınar Denizaltısı’nın battığı kazada ölen askerler için yazılmış Ege Yöresi’ne ait bir ağıttır. Şehitlerimizin ruhu şad olsun. Tüm Kahramanlarımızın aziz hatırasını yaşatalım

“”Ah Bir Ataş Ver” türküsünün kaynağı olan #Dumlupınar’ın Çanakkale Boğazsının hırçın sularındaki kahramanlık öyküsü…”

“22 asker ölüme terkedilmişti. Türkiye’nin en karar günlerinden birisi 4 Nisan 1953 olarak tarihe geçti. “Ah bir ataş ver” türküsü ise buradan gelmektedir. Hikayesini bilen herkes her duyduğundan gözyaşlarına bu nedenle boğulur…”

 

Evet maalesef Dumlupınar Faciası, “Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım” türküsünün vücut bulmuş hâlidir. Dumlupınar Denizaltısı şehitleri yıllarca bu türkü ile anılır olmuştur. Ancak, anonim yapıdaki “Ah bir ataş ver” türküsünün Dumlupınar kazası sonrasında faciadan esinlenerek oluştuğuna dair bir delil bulunmuyor. Bahse konu türkü sözleri Dumlupınar’ın battığı 1953 yılından öncesinde de mevcuttu… Bu eski Ege türküsü zamanla, Dumlupınar Denizaltısı’nda son nefesini veren denizcilerle bütünleşmiş…

 

28.01.1973 tarihinde incelenen 63 Rept. No ile kayıtlı olan türkü, TRT’de “Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım” adıyla geçmektedir. TRT Arşivi’nde türkü için kaynak kişi olarak Çetin Bozalan, derleyen ve notaya alan kişi olarak da Durmuş Yazıcıoğlu gözükmektedir (Onur Akdoğu (1997). Ege’de Müzikçiler Ansiklopedisi: İzmir ve İlçeleri. Sf: 58). Ege yöresinden (İzmir ya da Aydın’dan) anonim bir parça olduğu bilinen türkü efelik ve zeybeklikle ilişkilendirilmektedir (Ersal Yavi (1991). Efeler: Kökenleri, Eylemleri, Töreleri, Dansları, Giysileri. Aydın Valiliği İl Özel İdaresi. Sf: 88) (Haydar A. Avcı (2004). Zeybeklik ve Zeybekler Tarihi. E Yayınları. Sf: 204) (“Bir ateş ver sigaramı yakayım” türküsünün Sandıklıdan Konya ya gelen bir kız üzerine Konya’da yakılmış bir türkü olduğu da aktarılmaktadır).

 

bir ataş ver cigaramı yakayım nota
Kaynak: notaarsivleri.com
bir ataş ver cigaramı yakayım notası
Kaynak: notaarsivleri.com

 

Hamit Çine, 1-3 Aralık 1999 tarihlerinde İzmir’de düzenlenen Türk Halk Oyunlarının Sahada Derlenmesinde Karşılaşılan Problemler Sempozyumu‘na sunduğu bildiride Durmuş Yazıcıoğlu’nun 1963 yılında derlediğini belirttiği türkünün anonim yapısına şöyle değinmişti (Hamit Çine (1999). Sazlı Sözlü Anılarım. Sf: 101):

““Bir Ataş Ver Cıgaramı Yakayım” Kiraz-İzmir, Çetin Bozalan’dan derleyen Durmuş Yazıcıoğlu 1963”. Aslı 9 zamanlı olup, 3+3+3 usulü gösteren ve oyunu olmayan bir ezgidir. Oynanması için, genel yapıya göre, 3+2+2+2 ölçüsünde, usulünde olması gereklidir. Ancak, hamasi ve yiğitlik gösteren ağır bir ezgidir. Gerçek metronomuna uyulmayıp hızlandırıldığından ve de son nota da nefes payı yetmediği için sonuna bir 4’lük nota eklenerek 10 zamanlı duruma sokulan bu ezgiyi isteseydi, bizlerden daha duyarlı, bilgili ustası onu bu hale kendisi getirirdi. Bu da gösteriyor ki, anonim nitelikteki sahipsiz, orta malı gibi görülen ezgileri, kendi eserleri imiş gibi, kendi duygularına göre yorumlamaları kişilere hak tanımaz. İşte, gerek oyunlarda, gerekse ezgilerde derleme yaparken göz önünde bulundurulacak husus, gelenekselliğe ve töreye uymak, yanlış yapanları uyarmak ve bu tarz çalışmalara imkân vermemek başlıca görevimiz olmalıdır.”

 

Türkünün sözleri tarandığında Dumlupınar Faciası’nın meydana geldiği 1953 yılının öncesinde (farklı türküler içerisinde) izlerine rastlamak mümkün.

 

Ahmet Caferoğlu, 1943 basımı “Anadolu ağızlarından toplamalar: Kastamonu, Çankiri, Çorum, Amasya, Niğde, Ilbayliklari ağızları, Kalaycı argosu ve Geygelli yürüklerinin gizli dili” (Bürhaneddin Basımevi. Sf. 158) adlı çalışmasında türkü sözlerine şöyle yer vermişti:

Yeşil olur gemilerin diregi

Yangın olur anaların yüregi

Gine gabil  oldu duşmannarın dileği

 

Halil Kadri Erdem’in 1937 basımı “Kütahya Mesireleri: Gezmeler, Oyunlar, Türküler” adlı eserinden (Vilâyet Matbaası. Sf: 83):

Bir ateş ver cigaramı yakayım

Sen salın gez ben ardından bakayım

Ak parmağa elmas yüzük takayım .

 

Sait Uğur’un 1947 basımı İçel folkloru, 1-3. Ciltler (Ulus Basımevi. Sf: 126) adlı kitabında, “Uzun olur gemilerin direği Yanık olur anaların yüreği” dizelerini içeren türkü sözleri, “asker türküsü” olduğu notuyla şöyle alıntılanmış:

Uzun olur gemilerin direği

Yanık olur anaların yüreği

Tarlayı kazdım vurdum küreği

Ol sebepten arzularım sılayı

 

“Yeşil M’olur Gemilerin Direği / Çatal M’olur Efelerin Yüreği” dizelerini içeren TRT repertuarına 481 numara ile kayıtlı, kaynak kişisi Seyyit Küçükbezirci olan, Muzaffer Sarısözen tarafından derlenen, Konya yöresinden derlenen “Yeşil M’olur Gemilerin Direği” adlı bir türkü de bulunmaktadır.

 

(Ey) Yeşil M’olur Gemilerin Direği (Ey Direği Hey)
Çatal M’olur Efelerin Yüreği (Aman Aman Yüreği Hey)

Yeşilim Yeşilim Yeşil Olalım
Yeşil Olalım Da Burda Kalalım

(Ey) Aba Da Ciba Da Bir Giyene (Ey Giyene Hey)
Çirkinde Bir Güzelde Bir Sevene (Aman Aman Sevene Hey)

Yeşilim Yeşilim Yeşil Olalım
Yeşil Olalım Da Burda Kalalım

 

 

“Uzun olur gemilerin direği / Yanık olur anaların (aşıkların, gariplerin) yüreği” dizeleri, Yozgat yöresinden derlenen “Ziya Türküsü”, “Çamlığın Başında Tüter Bir Tütün”, “Ziya’nın Atı”, “Ham Meyvayı Kopardılar Dalından” gibi isimlerle tanınan türküde de geçmektedir.

 

“Ham meyvayı kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yarimden
Eğer yarim tutmaz ise salımdan
Onun için açık gider gözlerim

Benim yarim yaylalarda oturur
Ak elini soğuk suya batırır
Demedim mi nazlı yarim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir

Uzun olur gemilerin direği
Yanık olur anaların yüreği
Ne sen gelin oldun ne ben güveyi
Onun için açık gider gözlerim”

 

 

Ayrıca, türkünün kaynağı olarak ismi anılan Çetin Bozalan’ın aktardığı sanılarak türkünün kökenine dair bir hikâye de anlatılmaktadır. Halbuki, bu aktarım Çetin Bozalan’a değil Sunay Akın’a ait. Sunay Akın da türkünün Dumlupınar faciasıyla bir ilgisinin bulunmadığını söylemektedir.

Sunay Akın’ın “İstanbul’da Bir Zürafa” adlı kitabında, Yaşamdan Dakikalar ve Genç Bakış adlı programlarda ve Dumlupınar Son Dalış adlı belgeselde anlattığı aşk hikâyesi şu şekilde (Sunay Akın. İstanbul’da Bir Zürafa. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 2019. Sf: 9):

“Heybeliada’daki Deniz Okulu’ndan mezun olan İsmail Türe, kendi gibi Gelibolu’lu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler.

İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü. Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek, Çanakkale’den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir!..

 

Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür:

“Seni seviyorum”… Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe’ye bakarlarken, genç aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir…

 

Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur. Arkadaşları “Evlen şu kızla da, buralardan her geçişimizde selamlaşmayı bırak artık” diye takılırlar İsmail Türe’ye.

 

Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Boğazı’ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.

Yine bir gün, yirmiyedi yaşındaki Üsteğmen, Çanakkale’den geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan telefonla haber verir nişanlısına.

 

Ege Denizi’nden Boğaz’a giriş yapacaklarını ve en öndeki denizaltının kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi, o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de…

 

Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir …

Genç kız pencereyi açar ve gecenin karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.

 

“Seni Seviyorum…”

 

Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:

“Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi…”

 

Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını düşünerek, karşılık verilmesini emreder.

 

Yanındakilerin “Ne diyelim komutanım?” diye sorması üzerine de şunları söyler: “ebediyete kadar…”

O gece, Üsteğmen İsmail Türe’nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale Boğazı’na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu kıyılarına gelmeden, Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı “Naboland” adlı gemi tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu sesler çıkararak, Çanakkale’nin karanlık sularında kaybolmuştur.

 

Her şey bir kaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar’a çarpan geminin yanından habersizce geçerek, Gelibolu’ya ulaşan ilk denizaltı olur.

Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır “Ebediyete kadar” sürecek olan uykusuna!..”

 

 

Bu öyküdeki genç kızı bulduğunu ve tanıştığını belirten; ancak, özel hayatına saygı nedeniyle ismini yazmadığını söyleyen Sunay Akın, (türkünün Dumlupınar’a tarihlenmesine dair kendisine atıf yapılsa da) Ah Bir Ataş Ver’in Dumlupınar Faciası ile bir ilgisinin bulunmadığını şöyle belirtmişti:

“‘Ah bir ateş ver’ türküsüyle Dumlupınar’ın bir ilgisi yoktur. Bu sadece bir öyküleme, yakıştırmadır!

 

Ruhları şad olsun…

 

3 Yorumlar

  1. Havle Demirbiçen Reply

    Çok şaşırtıcı bir bilgi oldu bu. Ezber bozdu. Elinize sağlık.

  2. İsmail Uğural Reply

    Bu olayın gerçek olamayacağını yıllardan beri örnekler vererek anlatmaya çalışıyordum. Ancak siz mükemmel bir değerlendirme yapmışsınız. Tebrik ediyorum…

Yorumunuzu yazınız...