Lozan’daki Barış Görüşmelerinde Yunanistan Savaş Tazminatı Ödemeyi Kabul Ettiği Hâlde Türkiye’nin Yunanistan’ın İçinde Bulunduğu Ekonomik Sıkıntı Nedeniyle Bu Paradan Feragat Ettiği İddiası Doğru Değil

 

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Türkiye’nin egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması ile ilgili daha önce, gizli maddelerinin olduğu ve 2023’te sona ereceği, Arıburnu’nun antlaşmayla İngilizlere verildiği, ABD tarafından tanınmadığı, antlaşmayla 12 adanın verildiği, Fener Rum Patriği atamasının antlaşma hükümlerine göre aykırı olduğu, imzalanmasından sonra İsmet İnönü’nün Yunanistan’a gittiği gibi iddialara değinmiştik.

Bugünkü konu, Lozan Barış Antlaşması ile Yunanistan’ın ödemeyi kabul ettiği savaş tazminatından Türkiye’nin feragat ettiği iddiası…

 

Lozan Barış. Antlaşması madde 54. Yunanistan savaş tazminatı ödemeyi kabul eder. Ama Yunanistan’ın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı nedeni ile Türkiye bu paradan feragat eder. 5 milyar TL = 470 ton Altın.. Bu günkü para ile 470 milyar dolar. Biz Yunanı denize mi dökmüştük.?

 

yunanistan-savas-tazminati-odemeyi-kabul-eder

 

Lozan’daki görüşmelerde Türk tarafının savaş tazminatı talebi Yunan tarafça kabul görmemiş olup, Yunanistan tarafından ödeme güçlerinin olmadığı ileri sürülerek reddedilen savaş tazminatı karşılığı Karaağaç Türkiye’ye bırakılmıştı. İddia edildiği gibi, Yunanistan tazminat ödemeye hazır olduğu hâlde Türkiye savaş tazminatından feragat etmedi. 

 

lozan imza

 

Lozan Barış Antlaşması’nın 54. maddesi, savaş tazminatları ile ilgili değil paylaşılan Osmanlı borçlarının geri ödeme takvimi ile ilgili.

Lozan Barış Antlaşması’nın Türkçe ve İngilizce versiyonlarından alıntıyla ilgili madde şu şekilde:

Madde 54 — İşbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde sayılan 1911, 1912 ve 1913 Hazine Tahvilleri, Sözleşmelerde saptanan ödeme gününden başlayarak, 10 yıllık bir süre içinde kararlaştırılmış faizleri ile birlikte ödenecektir.

ARTICLE 54. The Treasury Bills of 1911, 1912 and 1913 included in Part A of the Table annexed to this Section shall be repaid, with interest at the agreed rate, within ten years from the dates fixed by the contracts.

Mudanya Ateşkes Antlaşması müzakereleri öncesinde ve esnasında Edirne dahil, Meriç’in batısına kadar olan yerlerin hemen boşaltılarak Büyük Millet Meclisi’ne verilmesi gerektiği dile getirilmişti. Türk-Yunan kuvvetleri arasındaki çatışmayı sonlandıran Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması ile Meriç’in sağ kıyısı ve Karaağaç’ın antlaşma yapılıncaya kadar Yunanlılar tarafından terk edilerek itilaf devletlerinin işgali altında kalması kararlaştırılmıştı.

Savaş tazminatı konusu Lozan’daki görüşmelerin hararetli konularından biri olmuştu.

Türk tarafı, yol açtığı zarar sebebiyle Yunanistan’dan savaş tazminatı talebinde bulunurken, Yunan heyeti malî durumları gereği bu yönde bir ödeme yapamayacaklarını ileri sürmüştü.

İsmet Paşa anılarında bu duruma şöyle değinmişti:

“Bu ikinci devrede tamirat meselesinden dolayı Türk-Yu­nan münasebetleri bir aralık tekrar gergin bir hale girmişti. Biz Yunan or­dusunun Anadolu’da yaptığı tahribatın tamiri için bir harp tazminatı talep ediyorduk. Venizelos Yunanistan’ın mali vaziyetinin son derece bozuk ol­duğunu ileri sürerek, bu imkânsızdır, hiçbir şey ödeyemeyiz, diyordu. Mösyö Venizelos ile bu meseleyi aramızda birçok defa görüşmüşüzdür. Neticede müttefik devletler başmurahhaslarının uzlaştırıcı aracılığı ile konferansın inkıta yapması önlenebilmiştir.”

 

(İsmet İnönü Hatıralar (Lozan Bölümü) S 313/S 426. Hazırlayan: Sabahattin Selek. Bilgi Yayınevi. Tek Cilt halinde. 2006)

Lozan’daki barış antlaşması görüşmelerinde Yunanistan temsilcisi Venizelos savaş tazminatı ödemesi yerine Karaağaç’la Meriç ve Arda ırmakları arasında bulunan üçgen şeklindeki arazinin Türkiye’ye bırakılmasını önermişti.

Lozan Barış Antlaşması’nda Yunanistan sınırı, Mudanya Antlaşması’nda olduğu şekliyle kabul edilirken Yunanistan, savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bırakmıştı. Anadolu’ya verdiği zararlardan ötürü tazminat ödemesi talep edilen Yunanistan’ın malî durumu nedeniyle antlaşma ile Türkiye tarafı tüm savaş tazminatı isteklerinden vazgeçmişti.

Savaş tazminatına dair Lozan Antlaşması’nın 59. maddesi şu şekildeydi:

Madde 59 — Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu’da Yunan Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımı yükümünü tanır.

Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu gözönünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükümetine karşı her türlü istemlerinden kesinlikle vazgeçer.

ARTICLE 59. Greece recognises her obligation to make reparation for the damage caused in Anatolia by the acts of the Greek army or administration which were contrary to the laws of war.

On the other hand, Turkey, in consideration of the financial situation of Greece resulting from the prolongation of the war and from its consequences, finally renounces all claims for reparation against the Greek Government.

Lozan’da ise Yunanistan’ın savaş tazminatı ödemeye gücü olmadığının kabulü ile Meriç Nehri’nin Yunan tarafında Batı Trakya’da kalan Karaağaç Türkiye’ye savaş tazminatı olarak verilmişti.

Lozan Antlaşması’nın aşağıdaki maddesiyle çizilen sınırlar ile Karaağaç Türkiye’nin olmuştu:

1. TOPRAKLARA İLİŞKİN HÜKÜMLER :
Madde 2 — Karadeniz’den Akdeniz’e dek Türkiye’nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır. (Ekli bir numaralı haritaya bakılması) :
Birincisi – Bulgaristan ile :
Rezvaya ağzından Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının Meriç üzerinde kesiştiği noktaya dek;
Bulgaristan’ın bugün çizilmiş olduğu biçimde güney sınırı;

İkincisi – Yunanistan ile :

Oradan Arda ve Meriç ırmaklarının birleştiği noktaya dek;

Meriç yatağı;

Oradan Arda kaynağına doğru bu ırmak üzerinde ve Çörek -Koyun hemen çevresinde olmak üzere, toprak üzerinde belirlenecek bir noktaya dek;

Arda yatağı :

Oradan güney – doğu doğrultusunda Bosna Köyün bir kilometre yukarısında Meriç üzerindeki bir noktaya dek;

Bosna Köyünü Türkiye’de bırakan belirgin ölçüde düz bir çizgi. Çörek köyü, beşinci Maddede anılan Komisyonca halkın çoğunluğunun Türk ya da Rum olarak belirlenmesine göre, Türkiye’ye, ya da Yunanistan’a verilecektir. 11 Ekim 1922 gününden sonra bu Köye göç etmiş olan halk bu konuda hesaba katılmayacaktır.

Oradan Adalar Denizine dek;

Meriç yatağı :

Madde 3 — Karadeniz’den Iran sınırına dek Türkiye’nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır.

 

Savaş tazminatı talep eden tek taraf Türk heyeti değildi. İtilaf devletleri de Birinci Dünya Savaşı nedeniyle Osmanlı Devleti bakiyesi Türkiye’den savaş tazminatı talebinde bulunmuştu.

İnönü, Lozan Konferansının kesintiye uğramasına ilişkin Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı 21 Şubat 1923 tarihli konuşmada Yunan tarafından Batı Anadolu ve Trakya’da yol açtıkları zararlar karşılığında maddî tazminat olarak 4 milyon altın para istendiğini, karşı tarafın Türkiye’den 30 milyon altın istediğini şöyle ifade etmişti (İsmet İnönü Lozan Barış Konferansı Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj, Anı ve Söyleşileri. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi. Hazırlayan: İlhan Turan. Gözden Geçirilmiş Baskı. 2010):

“Bundan başka olarak iktisadî mesail namı altında malî mesailden maada tamirat mevzuubahis idi. Onların bizden istediği tamirat ve bizim Yunanlılardan istediğimiz tamirat, Müttefiklerle yapılan müzakerede asıl kasdettikleri mesaili esasiyeyi nazardan kaçırmak istiyorlardı.

 

Mesela tamirat diye sarahaten ifade ettiğimiz bu kelime konferansın nihayetine kadar ifade edilmedi. Diyorlardı ki harpte tarafeyn tebaası zarar görmüştür. Binaenaleyh tebaamızın zararlarını ödeyeceksiniz. Nihayetine kadar buna mukavemet etmek için harpten dolayı tarafeyn zarar görmüşse yine tarafeyn ödesin. Nihayet münasip bir şekilde müttefikler tebaalarının zararlarını telafi için tamirat bedeli olarak otuz milyon lira altın istediler. Nihayet bunu on milyon lira olarak talep ettiler ve bu parayı 1337 [1921] senesi zarfında ödeyeceğiz. Senevi dokuz bin lira vereceğiz. Malî mesailden olarak borçların taksimi gibi bir de tamirat meselesi vardır.

 

Müttefiklere vereceğimiz para Yunanlılarla bizim aramızdaki tamirata gelince; Yunanlılar memleketimizi işgal ettikleri esnada tahrip etmiş oldukları her nevi gerek alıp götürdükleri, gerek öldürdükleri hayvanat ve her cins eşya ve zahire gibi vücuda getirdikleri maddî zararları alelmüfredat heyeti mecmuasının esmanını tamirat parası olarak istedik ki dört milyon altun para olarak istedik. Yunanlılardan biz istedik. Onlar gerek vaktiyle ve gerek bu zaman tehcir edilmiş olan hıristiyanların emlak ve arazisi olmak üzere el’an tediye etmekte oldukları masarif namı altında külliyetli para istediler. Bir çok münakaşatı siyasiye olmuştur. Bu, müttefiklerin istedikleri Türklerle Yunanlıların tamirat parasını yekdiğerine bağışlayacak şekilde ifade ettiler. Bunun da nihayetine kadar hali ihtilaftayız.”

 

(Yazar notu: tamirler, düzeltmeler, onarmalar anlamındaki tâmîrât kelimesi bu anlamları da içererek, tazminat, savaş tazminatı anlamında da kullanılmış).

 

Söz konusu oturumdaki konuşmasının ardından yapılan görüşmede İtilaf Devletleri’nin taleplerini 12 milyon altına indirdiğini ve Yunanistan üzerine savaş tazminatı bırakılmaması ısrarlarını sürdürdüğüne ise şöyle değinmişti:

Bu memleketlerin istiklali uğrunda fedakârlık etmiş olanlar için affı umumî yapılsa çok iyi olur, dedik. Muahhedeyi bize verdikleri vakit bir çok propaganda yaptılar. Filan böyle böyle olmuş, Ermeniler şöyle olmuş. Bir çok şeyler söylediler. Bu muahhedeyi şimdiye kadar konuşulmuş olan muhtelif mesailin hulasası ve levhası olmak üzere alıyoruz, buna mütalaa için en aşağı bir hafta zaman lazımdır. Bir hafta sonra mütalaamızı arz ederiz dedik. Hususi bir celse yaptılar ve sonra İngiliz murahhası dedi ki şahsi olarak size bir mazeret arz edeyim, İngiliz hükümeti memleketinin birtakım hususatı için kendisinin daha ziyade burada kalmasını muvafık görmeyerek bir an evvel azimet istirarında [ıstırarında] bulunduğunu söyledi. Bu çarşamba günü oluyordu. Cuma günü hareket etmek için her şeyi taarrür ettirmiştir ve her şeyi hazırlamıştı. Şimdi daha muahhede üzerinde çalışıp ta cevap vermek için müsaade istiyorsunuz, arkadaşlarınız çalışkandırlar. Daha iki gün tehir etmekle çıkarabilirler.

 

Hal edelim ve bitirelim dediler. Cevap verdim; Üç dört gün içinde değil bir iki saat içinde bile hal etmek için sarfı mesai ederiz. Fakat bu muahhedede kabili tadil olan nedir ve ne dereceye kadar kabili tatbiktir? Bu üç dört gün içinde bir birimizle temas ederek kararımızı vereceğiz. Fakat zan etmiyorum ki, bu maddeten üç dört gün içinde hal olunabilsin. Binaenaleyh, sizin hususi ve şahsi vaz’iyetinizi nazarı dikkate alarak şunu söyleyebiliriz ki üç dört gün içinde mütalaa için sarfı mesai ederiz. Fakat üç dört gün içinde cevap vereceğim kaydına bağlanamam. Mümkün olduğu kadar bir haftayı maddî olarak kaydetmeyi muvafık görmüşümdür. Mümkün olmazsa meşguliyet deruhde edemem şeklinde ayrıldık. Bu pazartesi günü oldu ertesi Pazartesi günü de gidecekleri. Perşembe günü bir Boğazlar konferansı olmuştur, öğleden sonraya kadar onunla uğraştık. Perşembe günü öğleden sonra İngiliz murahhasiyle görüştüm. Orada ifade ettiği büyük mesaili saydım. Şöyle bir takım mesail var. Arazi mesaili. Böyle mesailde nasıl anlaşacağız, bu mesail olduğu gibi duruyor. Bir defa bu mesail üzerinde, ana hatlar üzerinde esaslı ihtilaflar var. Bunlar var. Bunlarda anlaşırsak teferruatında maddelere tevafuk eden şeylerde de anlaşabilmek kabilidir. Bir defa esasda ihtilaf vardır. Nasıl anlaşılır, dedim? Arazi meselesini açtılar. Ben de bu mesele üzerinde israr ettim. Çünki o arazi meselesi kendilerine aittir. Bilahere adlî, malî, iktisadî meseleler üzerine taalluk eden bir takım mütalaattan sonra ve tarafımızdan bir tarzı hal gösterildikten sonra, diğer muhtelif mesail üzerinde çalışacaklarını ve müttefikler tekrar vaz edecekleri bir takım mevaddı söyleyecekler. Ben de pekala dedim. Bu Cumartesi günü çağırdılar, yapacakları son şeyleri söylediler. On beş milyon altın istiyorlar. On iki milyon lira altına kadar inmişlerdir. Borcumuzu sermaye üzerinde taksim etmelerinden vaz geçiyorlar. Esas üzerine kabul ediyorlar. Esas üzerinde muahhedeyi değiştiren ve hasredilen bir iki noktadadır. O da Trakya’da Tahaddus eden askeri mesail vardı ki ondan da vaz geçtiklerini bildirdiler. Cumartesi sabahı 24 saate kadar cevap bekleriz, dediler. Bundan başka bir şey yok mudur dedik? Cevaben yoktur, dediler. Şimdi bu muahhedeyi aldım tetkik ettim. Neticei tetkikatımda gördüm ki bir iki noktayı tadil etmişler. Bizden tamirat parası istiyorlar, arazi meselesine gelince onu da olduğu gibi muhafaza ediyorlar. Malî mesele de bizden para istiyorlar. Fakat Yunanlılara verdirmiyorlar. Sonra iktisadî meselede şimendiferler, şirketler ve diğer imtiyazat olduğu gibi muhafaza ediliyor.

 

İsmet Paşa, ara verilen görüşmeler akabinde Lozan’dan İstanbul’a dönüşünde 16 Şubat 1923 günü İtilaf devletlerinin savaş tazminatı talebini şöyle aktarmıştı:

Lozan Dönüşü İstanbul’da Konferans Hakkında Verilen Demeç (16. 02. 1923):

 

“İktisadi meseleler pek çoktur. Büyük kısmı iki taraf arasında uzun uzadıya görüşüldü, fakat aradaki noktai nazar ihtilafları halledilemedi. Verdikleri muahedeye bu meselelere dair hiç görüşülmemiş maddeler ilave etmişlerdi. İktisadi meselelerde kati ısrar gösterdim, buna mecbur idim. Hakikatta bizce toprak meselesi ikinci derecededir. İktisadi bakımdan kurunuvusta memleketi olamayız. Bizi bu derekede görmelerine de tahammül edemeyiz. Yeni Türkiye’nin yaşamak azminde olduğunu söyledim. Hasarat ile mali meselelerde henüz uyuşamadığımız kısımlarına ait bir çok maddelerin hususi müzakereler sonunda muahededen çıkarılması kararlaştı. Bununla beraber yine üzerinde anlaşılmayan maddeler kalmıştır. Bunlar hakkında mukabil teklifler yaptık. Neticede mesela düyunu umumiye idaresinin vereceğimiz imtiyazları tasvip etmesi kaydı kaldırıldı. Müttefikler hususi müzakereler sonunda harp hasaratı ve tazminat meselesinden tamamen vazgeçtiler. Evvela 15 milyon altın lira istiyorlardı. Bu parayı senede 900.000 altın lira ödeyerek 37 senede vermemizi teklif ettiler. Sonra bunu 12 milyon liraya indirdiler. ‘Bu talepten vazgeçmezseniz sulh olmaz. Memleketime bir kuruş bile borç götüremem.’ dedim. Lord Curzon Fransızları bu istekten vazgeçirmeye çok çalıştı. Nihayet bu meselede, biz de, birinci tertip evrakı nakdiye karşılığı olarak Viyana bankasında iken müttefiklerce el konan beş milyon altın lira ile İngiltere’ye bedelleri verilmiş dretnotların iadesinden vazgeçtik, bu suretle takas yaptık. Yunanlılardan istediğimiz tazminat meselesi son ana kadar halledilmişti. Kararlaştırılan nihai şekle göre biz ve Yunanlılar aramızda anlaşacağız.

 

“Ben en son olarak dedim ki: İktisadi meseleleri toptan muahededen çıkaralım ve diğer esaslı meseleleri çabucak müzakere ve imza edelim. Evvela red, sonra kabul ettiler. Fakat ihtirazi kayıtlar koymaya kalktılar. Bu maddelerin muahede projesinde kalmasını, fakat altı ay zarfında halledilmesini istediler. Bu teklife, bu şekilde bir muahedenin tamam olmayacağı cevabını verdim.

 

Tazminatla ilgili görüşmelerin akamete uğraması ile birlikte İsmet Paşa Ankara’dan konuyla ilgili görüş istemişti.

12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923 arasında TBMM İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı görevindeki Rauf Bey (Orbay), İsmet Paşa’ya çektiği telgrafta Karaağaç’a karşı tazminat talebinden vazgeçilmesi talebinin yerinde bulunmadığını aktarmıştı.

Çıkmaza giren görüşmelerin ilerleme kat edebilmesi için tazminat konusunun çözümünde Mustafa Kemal Atatürk önemli rol oynamıştı.

Nutuk‘ta Ankara – Lozan arasındaki gerginliğin çözülme sürecini Atatürk şöyle aktarmıştı:

YUNANLILARDAN İSTENEN SAVAŞ TAZMİNATINDAN DOLAYI İSMET PAŞA İLE HÜKÜMET ARASINDA ÇIKAN GÖRÜŞ AYRILIĞI VE GERGİNLİK

 

“Yunanlılardan istenen savaş tazminatından dolayı, Yunanistan gergin bir tavır takındı. İsmet Paşa ile Venizelos arasında bu konu ile ilgili görüşme ve tartışmalar kesildi.

İtilâf Devletleri’nin temsilcileri, İsmet Paşa’ya, Karaağaç’ın bize bırakılması ve tarafımızdan istenen onarımdan vazgeçilmesi suretiyle Yunan tazminatı meselesinin çözüme bağlanması teklifinde bulunurlar. İsmet Paşa, Karaağaç’ın, istediğimiz haklı tazminata bir karşılık tutulamayacağını, öte yandan, İtilâf Devletleri ile aramızda bulunan ve daha önce çözümlenmiş olan tazminat konusunun, bu konferansta yeniden ele alınıp tespit edilmediğini, her iki konuyu da Hükûmet’e bildirmek zorunda olduğunu belirtir. İsmet Paşa, bu durumu 19 Mayıs 1923 tarihli şifresiyle Hükûmet Başkanlığı’na bildiriyor ve: «Hükûmet kararının acele bildirilmesini istirham ederim» diyor.

İsmet Paşa, bu telgrafına üç gün geçtiği halde cevap alamaz… 22 Mayıs 1923 tarihinde «ivedi» kaydıyla, Hükûmet Başkanlığı’na şu şifreyi de çeker:

«Yunan tazminatına karşılık, Türkiye’ye Karaağaç ve yöresinin bırakılması ile ilgili olarak İtilâf Devletleri’nce yapılan teklif konusunda Hükûmet görüşünün bildirilmesini 19 Mayıs 1923 tarih ve 17 sayılı telgrafla istirham etmiştim. Zâtıdevletlerinin emirlerinin çabuklaştırılması istirham olunur.»

Rauf Bey, İsmet Paşa’nın iki telgrafına, 23 Mayıs 1923 tarihinde cevap veriyor.

Cevabın birinci maddesi şöyledir :

«Karaağaç’a karşılık tazminat parasından vazgeçemeyiz.»

Cevabın üçüncü maddesinde, bazı düşünceler ileri sürüldükten sonra «Yunanlıların bunu veremeyeceklerini

İtilâf Devletlerinin söylemesi, şaşılacak şeydir ve kabul edilemez» deniliyor.

Cevabın beşinci maddesinde, yine bazı düşünceler belirtildikten sonra, şu görüş ileri sürülüyor: «Bu işin

İtilâf Devletleri ile barışa engel olmaması için, bizi Yunanlılarla çözüm yolu bulmakta serbest bırakarak kendilerinin barış imzalamaları yerinde görülmüştür.

İsmet Paşa, 24 Mayıs 1923 tarihinde Rauf Bey’e yazdığı sonraki dört raporunda düşüncelerini açıklayarak şu bilgileri veriyor:

«Madde 1 — Bu gün, General Pellé geldi. Yunan hey’etinin, iki gün sonra, yani Cumartesi günü tazminat konusunun resmen konferansta görüşülmesini teklif ettiğini ve o zamana kadar tarafımızdan cevap verilmezse, Cumartesi günü konferanstan çekileceklerini bildirdiklerini söyledi. Ben, tazminat konusunda daha cevabınızı almamıştım. Hükûmetimden cevap gelmedikçe yapılacak bir şey olmadığını ve Yunanlılarca yapılan bu tekliften üzüntü duymadığımı bildirmekle yetindim.»

Durumun son devreye geldiği görüşündeyim. Ortalığa sızan yaygın söylentiler ve gazete haberleri genellikle kötümserdir.

Madde 2 — Çeşitli meseleler üzerinde yüksek başkanlığınızın cevaplarını aldım. Dikkate değer bir husustur ki, tazminat konusunda Ankara’nın red cevabı verdiği daha önce burada duyulmuştur. Bizim çevrelerden sızması ihtimali yoktur. Çünkü, teklifi ve cevabı daha kimse bilmiyor…»

İsmet Paşa, Yunan tazminat konusu üzerindeki görüşünü şöyle bildiriyor: «Karaağaç ve yöresini bize bırakan teklifi kabul ederek Yunan tazminatı konusunun kapatılması zaruretine uymak yerinde olur. İtilâf Devletleri’nce, Yunanlılara para ödetmek imkânsız denildiği gibi, bunların aradan çekilmesi halinde çıkabilecek bir savaşı kazandıktan sonra bile, para almak için zorlama imkânları olmadığından, ödetme ilkesinde ısrar etmek çıkmaz bir yoldur.

Her memlekette denenmiş ve sonucu görülmüştür… v.b.»

İsmet Paşa bu görüşünü pek akla yatkın ve basiretli düşüncelerle açıkladıktan sonra: «Konferansın bugünkü durumuna göre, iktisadî, ticarî ve yerleşim konuları ile ilgili maddelerle, diğer bütün maddeler büyük bir çoğunlukla, iyi bir şekilde sonuca bağlanmıştır ve bağlanmaktadır…»

«İşgal altındaki topraklarımızın boşaltılması konusu daha, bir çözüme bağlanamadı. Fakat istediğimiz gibi çözümlenmesi umulmaktadır ve öyle olması da gerekir» diyor.

Öteki konuların vardığı ve varabileceği sonuçları da bildirdikten sonra şunları yazıyor: «Düşüncem özet olarak şudur ki, hükûmet bize verilen talimatta yer alan temel maddeler içinde kaldığı ve Yunan tazminatı meselesi teklif ettiğim şekilde çözümlendiği takdirde, barışı gerçekleştirme ümidi gerçekten kuvvetlenir.

Eğer hükûmet, görüşmelerin Yunan tazminatı yüzünden kesilmesini göze alırsa ve bize verilen talimatta yer almayan beklenmedik şartlar ileri sürerek sabit düşüncelerinde ısrar ederse, barışın imzalanması şüphelidir.»

«Kabotajın kayıtsız ve şartsız olarak kaldırılmasını veya konunun barıştan sonraya bırakılmasını uygun gördük ve istedik. Ancak, bu meseleyi belirli şartlar altında, iki yıllık özel bir sözleşmeyle çözümlemek imkânını bulabildik. Oysa: bu konu üzerinde de yeniden değişmez şartlar içinde ısrar edilmesini bildiriyorsunuz. Ondan sonra İsmet Paşa şunu yazıyor:

«Kararımın özeti şudur: Millî çıkarlarımıza uygun ve elde edilebilecek en iyi şartları içine alan bir barış antlaşması hazırlanmaktadır. Gerek Yunan tazminatı konusunda gerek diğer meselelerde, hükûmet, daha fazla menfaatler elde etme imkânını görmekte ve görüşmelerin kesilmesini göze almakta kararlı ise, ben bu görüşe katılmıyorum.

Bu noktayı açıkça ve hemen bana bildirmesini Hükûmet Başkanı’ndan istiyorum. Aramızda uyuşma olmadığı takdirde, görevim delegelerimizi burada bırakarak memleketime dönmek ve Hükûmet’e durumu bir defa da sözlü olarak açıkladıktan sonra, savaş ve barış alanında sorumluluk mevkiimi sona erdirmektir.»

İsmet Paşa’nın, telgraflarının son maddesi şudur: «Düşüncelerimin aynen Büyük Millet Meclisi Başkanı’na (yani bana) bildirilmesini istirham ederim.»

Efendiler, bu verdiğim bilgilerden ortaya çıkan sonuç şudur: İsmet Paşa, Karaağaç’a karşılık Yunan tazminatı meselesini çözüme bağlamayı uygun görüyor; hazırlanmakta olan antlaşmanın elde edilebilecek en iyi şartları içine aldığı görüşünü belirtiyor.

Rauf Bey de, Karaağaç’a karşılık tazminat parasından vazgeçemeyiz diyor.”

 

BEN, İSMET PAŞA’NIN GÖRÜŞÜNÜ BENİMSEDİM

 

Ben Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında yapılmış olan bütün yazışmaları gözden geçirdikten sonra, esas itibariyle İsmet Paşa’nın görüşünü benimsedim.Fakat Rauf Bey de İsmet Paşa da kendi görüşlerinde ısrarlı görünüyorlar ve bu görüşlerin ifadesinde her ikisi de pek keskin kelimeler kullanmış bulunuyorlardı.

Rauf Bey, Meclis ve millet kamuoyunda iyi karşılanabilecek, parlak bir propaganda yolunda idi. «Memleketimizi yakıp yıkmış olan Yunanlılardan, kazandığımız çok büyük zafere rağmen onarım bedeli olarak tazminat parası isteğinden vazgeçemeyiz! Biz, onlarla hesabımızı görürüz!» görüşünün savunucusu oluyor…

Barışı bir bütün olarak ele alan ve büyük bir barışın esaslarını göz önünde bulunduran İsmet Paşa ise, Hükûmet Başkanı’yla olan bu anlaşmazlıkta, Yunanlılara karşı fedakârlık yapmayı teklif etme durumunda bulunuyordu. Bu görüşün yerinde ve kabulünün zarurî olduğunu kamuoyuna anlatmak, elbette ki o kadar kolay değildir.

Konuyu o yolda bir çözüme bağlamak gerekirdi ki, hem İsmet Paşa’nın teklifi kabul edilerek barış yapılsın hem de Rauf Bey ve başkanlık ettiği Hükûmet yerinde kalıp barış antlaşması imzalanıncaya kadar çalışmalarına devam etsin!

 

MESELEYİ ÇÖZÜME BAĞLAMAK İÇİN BİR TARAFA HAK VERERK ÖBÜR TARAFI SUSTURMA YOLUNU TUTMADIM

 

Genellikle iki tarafa karşı aldığım tavır yumuşak olmadı. Bir tarafa hak vererek öbür tarafı susturma yolunu tutmadım. Durumu nasıl gördüğümü ve görüşümü nasıl ortaya koyduğumu anlatmak için 25 Mayıs 1923 günü yapılan hükûmet toplantısından sonra, İsmet Paşa’ya yapılmış olan tebligatı olduğu gibi bilginize sunacağım:

İsmet Paşa’ya iki şifreli telgraf yazıldı. Biri hükûmetin kararı olarak Rauf Bey’in imzasıyla çekildi. Bu telgrafı, ben Kâzım Paşa’ya yazdırdım. Ötekini bizzat yazdım ve kendi imzamla gönderdim. Rauf Bey’in imzasıyla çekilen telgraf şudur:

İsmet Paşa Hazretleri’ne

24 Mayıs tarihli ve 141-144 sayılı telgraflarınız üzerine Gazi Paşa Hazretleri’nin başkanlığında toplanan Hükûmet’in kararı aşağıda arz olunur:

Barışa engel olan önemli ve askıda kalmış meseleler, bizce bir bütün sayılmaktadır. Bu meselelerden herhangi biri nazik bir şekil aldığı zaman fedakârlığa davet edilir ve bu fedakârlığı zarurî görecek olursak, geride kalan meselelerin de aynı şekilde zararımıza çözülmesi ihtimalini kuvvetlendirmiş oluruz.

Yunan tazminatı konusunda fedakârlık yapılacak olursa, bu fedakârlık hiç olmazsa daha askıda bulunan ve bizce çözümü şart olan meselelerin lehimize sonuçlandırılması suretiyle barışa yardımcı olmalıdır.

Bundan dolayı, ancak, Düyûn-ı Umumiye faizleri, işgal altındaki topraklarımızın kısa zamanda boşaltılması, adli işlerle ilgili formül ve şirketler tazminatı konularının Yunan tazminatı konularıyla birlikte ortaya konulması ve ancak lehimizde çözümü sağlanıp garanti edildiği takdirde, karşılığında bu fedakârlığın göze alınması uygun olabilir.

Bu formül çerçevesinde, en çok yarar sağlayacak bir barış yapılmasının mümkün olduğu ve bunun dışında uzun görüşmelerin iyi bir barış getirmeyeceği düşüncesinde olan kabine, konferansa son ve kesin şekilde tekliflerde bulunarak verilecek cevabı beklemenizi rica etmektedir.

Hüseyin Rauf

Benim yazdığım telgraf da şudur:

25.5.1923

24 Mayıs tarihli ve 141-144 sayılı telgraflarınızda yazılı olan hususlar Hükûmet’te incelendi ve görüşüldü. Hükûmet’çe alınan karar Hükûmet Başkanlığı’ndan bildirildi. Benim düşüncelerim:

  • Üzerinde durulması ve ısrar edilmesi gereken mesele, Yunan tazminatı meselesinde Türkiye’nin göze alacağı fedakârlık değildir. Belki bu fedakârlığa razı olunabilmesi için, barışın imzalanmasına engel olan köklü ve önemli meselelerin daha çözümlenmemiş ve beklendiği şekilde çözümlenebileceğini gösteren inandırıcı deliller bulunmamış olmasıdır. Gerçekte, çözümlendiği veya çözümlenebileceği tahmin edilen iktisadî meseleler, Ankara’da toplanmakta devam eden şirketlerle yapılacak görüşmelerin sonucuna bağlıdır. Bu şirketlerin ise aşırı isteklerde bulundukları şimdiden anlaşılmıştır.
  • İktisadî ve malî meseleler, İtilâf Devletleri’nin görüşüne uygun olarak yani aleyhimizde çözümleninceye kadar, İstanbul’un boşaltılmasını geciktirmede direnmelerinden duyulan endişe büyüktür ve ciddîdir. Hattâ bu gecikmenin, Musul meselesinin İngiltere lehine çözüme bağlanıncaya kadar devam ettirilmesi de kuvvetli bir ihtimaldir.
  • Borçlularımızın hangi çeşit para ile ödeneceği meselesinin de, Muharrem Kararnamesi’nin yürürlükte olduğunu belirten bir bildiri yayınlanması isteğinde ısrar edildikçe, lehimize çözümlenemeyeceği görülüyor.
  • Adlî işlerle ilgili çözüm formülü İtilâf Devletleri’nin teklifi üzerine kabul edilmiş olduğu halde, sonradan bundan vazgeçmeleri ve bu formülü tanımamakta direnmeleri dikkate değer.
  • Bu bakımdan, Yunan tazminatı meselesinde, bizi fedakârlığa zorlamalarının sebebini şu şekilde düşünüyorum:

Yunanlılar, ordularını uzun süre silâh altında tutmak ve yıpratmak istemiyorlar. Türkiye ile aralarında çözüme bağlanması gereken tazminat meselesini kendi isteklerine göre çözümletecek güvenilir ve sakin bir duruma geçmek ihtiyacındadırlar. İtilâf Devletleri ise, bizim hayatî saydığımız meseleleri lehimizde çözümleme kararında değillerdir. Görüşmeleri mümkün olduğu kadar uzatarak ve her konu üzerinde bizi yıpratarak, en sonunda kendi lehlerinde fedakârlığa mecbur etmek kararındadırlar. Yunanlıların askerî harekât ile gayeye ulaşmalarına da razı olmadıklarından, maksatlarını bize baskı yaparak gerçekleştirmekle.

Yunanlıları sakin ve memnun bir duruma sokmak istiyorlar. Biz bu direnme karşısında fedakârlık yapmakla barışı sağlamaya hizmet etmiş olacağımızı sanmıyorum. Aksine, yine zaman geçecek ve barışın elde edilebilmesi için sonuna kadar fedakârlık yapmak mecburiyeti karşısında bırakılacağız. İzmir’in kurtarılışından bugüne kadar dokuz ay geçti.

Bu şekilde daha dokuz ay geçebilir.

Önemle göz önünde bulundurmak gerekir ki, belirsiz bir zaman boyunca beklemek zorunda kalmayı kabul edemeyiz.

  • Aleyhimize olan meselelerde fedakârlık etmek, lehimize çözümü zarurî olan meseleleri olumlu bir sonuca götürememek bizi zayıf ve güç duruma sokar. Bunun için barışa temel olacak meselelerin hepsini bir bütün olarak dikkate almak, bunu ciddiyetle, açık ve kesin bir dille konferansın dikkatine sunmak ve kabulüne çalışmak; bu konuda garanti elde etmedikçe fedakârlığı gerektiren meselelerin çözümüne yanaşmaktan kesinlikle kaçınma zamanı gelmiştir.
  • 24 Mayıs tarihli ve 144 sayılı telgrafınızla bildirilen son kararımızı uygulamakta acele etmemenizi rica ederim. Esası Meclis’ten gelen talimatın önemli noktası, malî iktisadi adlî ve idarî konularda hayat ve bağımsızlık haklarımızın tam ve güvenilir olarak kazanılmasıdır. Daha bu sonuç elde edilemediğine göre, fedakârlık noktasında ısrar göstermeyiniz.
  • İtilâf Devletleri, bize hayat ve bağımsızlığımızla ilgili konularda ne yapıp yapıp aleyhimizde esaslı şartlar kabul ettirmeye karar vermedikçe, tazminat konusunda göstereceğimiz ciddî tutum üzerine, Yunan ordusunun hareketine izin veremezler; dolayısıyla kendilerinin de fiilen savaş durumuna geçmelerini uygun göremezler.Eğer olumsuz görüşü benimsemekteki kararları kesin ise, Yunan tazminatı konusunda olmasa bile, İstanbul’un boşaltılması, borçların hangi tür para ile ödeneceği veya adlî meseleler gibi bütün dünyayı ilgilendiren konularda ve elverişli bir ortam içinde bize karşı fiili hareketlere girişirler. Böyle olunca dabiz daha zayıf bir duruma düşeriz.
  • Yunanlıların Cumartesi günü konferanstan çekilmelerini önleyebilmek için, isteklerini kabul etmek lehimizde değildir.Böyle bir çekilmenin aynı harekete İtilâf Devletleri de katılmadıkça hiçbir anlam ve etkisi olamaz. Eğer konferanstan çekileceklerini bildirmenin anlamı, fiilen askerî harekâta geçeceklerini önceden haber vermek ise, bu konuda İtilâf Devletleri’nden haklı olarak sorulacak noktalar vardır.
  • Kısacası, böyle tepeden inme ve ansızın yapılan bir tehdit karşısında ve başlıbaşına bir konuda fedakârlığı kabul ettiğimizi söylemek, barışı uzaklaştırmak şeklinde anlaşılabilir. Tekrar ediyorum: İtilâf Devletleri’ni ana meseleleri çözmeye davet ediniz, efendim.

Mustafa Kemal

Bunlardan başka, İsmet Paşa’ya, «kişiye özel» işaretiyle de ayrıca şu kısa şifreli telgrafı çektim:

Şifre: 25.5.1923

Kişiyeözel

İsmet Paşa Hazretleri’ne

Hükûmet Başkanlığı ile Delegeler Hey’eti’nin bütün yazışmalarını bir defa daha karşılaştırarak inceleme gereğini duydum. Bazı telgraflardaki ifade tarzından, arada yanlış anlamalar var gibi bir anlam çıkardım. Onarımla ilgili tazminatı kabul etmek veya etmemek konusunda ısrar yoktur Bunu açıklamak için, durumla ilgili düşünce ve görüşlerimi ayrıca bildirdim. Hasretle gözlerinden öperim, kardeşim.

Mustafa Kemal

Bu telgrafların metinlerinden, Karaağaç’a karşılık Yunan tazminatından vazgeçmeyi esas itibariyle kabul ettiğimiz açıkça anlaşılmaktadır. Ancak ana meselelerde, zarurî ve hayatî saydığımız hususların iyi bir sonuca bağlanması şartına da, İsmet Paşa’nın dikkati çekilmiştir. İsmet Paşa’nın da bu telgraflardan çıkardığı anlam ve güttüğü maksat bu olmuştur.

İsmet Paşa, Rauf Bey’den, düşüncelerinin bana aynen bildirilmesini istediği 24 Mayıs 1923 tarihinde, doğrudan doğruya bana da bir telgraf çekmiş… 24 Mayısta çekilmiş olan bu telgrafı ben 26 Mayısta aldım. Telgraf Dışişleri şifresiyle gelmiş ve Rauf Bey tarafından görüldükten sonra bana gönderilmişti. Halbuki bu telgraf bir bakıma Rauf Bey’den şikâyet anlamı taşıyordu. İsmet Paşa’nın telgrafı şudur.

Lozan

Çekilişi: 24.5.1923

Alınışı: 26.5.1923

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Durumla ilgili olarak Hükûmet Başkanlığı’na etraflı bir rapor sundum. Hükûmetle aramızda esaslı anlaşmazlık vardır. Uyuşma olmazsa geri dönmek zorunda ve kararındayım. Raporumun yüce Başkanlığınıza ulaştırılmasını açıkça belirttim ve istirham ettim. Konferans son günlerinde ve durum gecikmeye tahammülü olmayan bir andadır.

Düşünceme göre, barış, ileri sürdüğüm görüşler çerçevesinde gerçekleştirilebilir. Büyük Millet Meclisi Başkanı Zâtıdevletlerinin bu olağanüstü zamanda genel durumu yakından takip buyurmaları istirham olunur.

Diğerlerinden bir gün gecikmeyle gelen bu telgraf; olduğu gibi Gazi Paşa Hazretleri’ne sunulacaktır.

Hüseyin Rauf

Aynı gün İsmet Paşa’ya şu cevabı verdim:

Şifre: Makine başında

Ankara, 26.5.1923

İsmet Paşa Hazretleri’ne

24 Mayıs tarihli ve 145 sayılı şifreyi 26 Mayısta aldım. Ondan önce kısa ve uzun iki şifre yazdım. Durumu takip ediyorum. Geri dönme kararınızın nedeni, tazminat konusunda fedakârlık olduğuna göre, doğru değildir. Bildirdiğim hususlar çerçevesinde teşebbüse devam edildiği takdirde, daha elverişli bir safhaya geçeceğinizi umarım. Hükûmet ile aranızda sezilen görüş ayrılığı giderilebilir. Gözlerinizden öperim, efendim.

Gazi Mustafa Kemal

İsmet Paşa, 26 Mayıs 1923 tarihinde Hükûmet Başkanlığı’na yazdığı raporlarda, Hükûmet Başkanlığı’nın yazılarını, benim telgraflarımı ve delegelerimize verilmiş olan esas talimatı dikkate aldığımı ve o yolda hareket ettiğimi açıkladıktan sonra, 26 Mayıs günü öğleden sonra, İtilâf Devletleri delegelerinin, Yunan tazminatına karşılık Karaağaç’ın kabul edilmesi yolundaki tekliflerini kabul ettiğini söylemiş olduğunu, diğer meseleleri de birkaç gün içinde sonuçlandırabileceğini bildirmiş…

Rauf Bey, bu raporları bana 27 Mayıs 1923 tarihinde şu yazısına ilişik olarak gönderdi.

154/155 27.5.1923

Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı’na

İsmet Paşa Hazretleri’nden gelen 26 Mayıs 1923 tarihli telgraf sureti ilişik olarak yüce huzurlarına takdim kılındı, efendim.

Hüseyin Rauf

Dışişleri Bakanlığı Vekili

Rauf Bey, aynı tarihte İsmet Paşa’ya da şu tebligatta bulunmuş:

27.5.1923

İsmet Paşa Hazretleri’ne

İlgi: 26 Mayıs 1923 tarih ve 151 sayılı telgraf.

Delegeler Hey’eti’nin Yunan tazminatı ile ilgili tutumu, Hükûmet’in talimatına açıkça aykırı görülmüştür. Güç durumda kalan Hükûmet, millî çıkarları gözönünde tutarak, tarafınızdan bildirildiği üzere, önemli meselelerin üç dört gün içinde sonuçlandırılacağı yolundaki kanaatin gerçekleşmesini beklemekle birlikte, düşünce ve görüşlerini değiştirmeyecektir. Önceki telgrafta belirtilen öteki temel meselelerle fedakârlığın söz konusu olamayacağı kesinlikle bilinmelidir, efendim.

Hüseyin Rauf

İsmet Paşa’nın, Karaağaç’a karşılık tazminattan vazgeçilmesini bildiren raporlarını gördükten sonra, 25 Mayıs 1923 tarihli ve Rauf Bey imzalı talimat telgrafını açıklamak üzere kendisine şu telgrafı yazdım:

27.5.1923

İsmet Paşa Hazretleri’ne

Hükûmet’in kararında başlıca üç ana nokta vardı. Birincisi: Onarımla ilgili tazminat meselesinde fedakârlık, askıda kalan önemli meselelerin lehimize sonuçlandırılması karşılığında yapılmalıdır.

İkincisi: Düyûn-ı Umumiye faizleri, düşman işgalindeki topraklarımızın boşaltılması, adlî meselelerle ilgili formül ve yabancı şirketlere ödenecek tazminatı, -yani on iki milyon liranın, şahısları ve uyrukları hangi milletten olursa olsun, bütün şirketlere ait olduğu kabul edilerek bunun dışında bir tazminatın söz konusu edilmemesi- meselelerinin, tazminat meselesiyle birlikte ele alınması ve bu dört meselenin lehimize çözümü sağlanabildiği takdirde, tazminat meselesinde fedakârlık yapılabilir. Üçüncüsü: Konferansa son ve kesin tekliflerde bulunarak cevap beklemek.

Delegeler Hey’eti’nin tutum ve anlayışında Hükûmet’in görüş ve talimatına uymayan noktalar şunlardır:

  • Delegeler Hey’eti, yalnız askıda kalan meseleleri bir bütün olarak kabul etmiş, tazminat meselesini bunun dışında tutmuştur.
  • Görüşmelerin, Yunanlıların konferanstan çekilmesi üzerine kesilmesinde ve Mudanya sözleşmesinin Yunan ordusunun yeniden saldırmasıyla bozulmasında sakınca görülerek, öteki meselelerde anlaşmaya varılamazsa, görüşmelerin tarafımızdan kesilmesi tercih edilmiştir. Bu nokta, üzerinde düşünülmeye değer.
  • Yunan onarım tazminatı konusunda fedakârlığı kabul ettikten sonra, öteki meseleleri birkaç gün içinde sonuçlandırma yoluna gidilmesi de önemlidir. Bakanlar Kurulu’nda henüz böyle bir kanaat oluşmuş değildir. Önemli meseleler gerçekten üç dört gün içinde lehimize sonuçlandırılabilirse, tazminat meselesine öncelik verilmesinde düşünülen sakıncalar giderilmiş olur. Muharrem Kararnamesi’nin (211) yürürlükte olduğu hususunun belirtilmesine önem verilmesinin, ancak çözümlenmesi ümidini beslediğimiz meselelerden sonraya bağlı olduğu bildirilmektedir.
  • Konferansın, kuponların ödenmesi meselesi yüzünden kesilmesinin içeriye ve dışarıya karşı bizi daha kuvvetli bulunduracağı düşüncesi de üzerinde iyiden iyiye durmaya değer.
    Bu konuda bütün yabancılar aleyhimizdedir. İşin içyüzünü kamuoyuna açıklamak tazminat meselesi kadar kolay değildir. Tazminat meselesinde yabancıların da bizi haklı görmesi için sebepler vardır.
  • Önemli meselelerde, görüşmelerin kesilmesine bizim yol açmış olmamız, fiilî hareketlerle birlikte olmadıkça, İtilâf Devletleri’nin isteğine uygun düşer. Bu sebeple, eğer görüşmeler kesilecekse bunun Yunan saldırısı üzerine yapılması, bizi haklı durumda gösterirdi görüşü vardır.
  • Kısacası, Hükûmet ile Delegeler Hey’eti arasındaki anlaşmazlık noktaları önemlidir.
    Hükûmet’te olupbittiler karşısında bırakılma endişesi doğmuştur. Bunun için, bildirdiğiniz üzere, önemli meselelerin birkaç gün içinde mutlaka sonuçlandırılmasına ağırlık vererek, tazminat meselesine öncelik vermenin doğuracağı sakıncaların giderildiğini göstermek lâzımdır. Daha şimdiden fedakârlıkta bulunmanın, öteki meselelerin sür’atle ve lehimizde çözüme bağlanacağı hususunda verilen sözlere karşılık olduğunu gerekenlere ciddî olarak söylemek ve eğer sonunda görüşmeler mutlaka kesilecekse, bunun onların sebep olduğu ve saldırgan görünecekleri bir yolda kesilmesini sağlamak gerekir.
  • Bugünlerde en ince değişiklikleri ve özellikle göstereceğiniz fedakârlıktan sonra İtilaf Devletleri delegelerinde beliren zihniyeti bildiriniz. Çünkü, bize gözdağı vererek başarıya ulaşmaktan doğacak yeni ümitlerinden haklı olarak endişe ediliyor, efendim.

Gazi Mustafa Kemal

İsmet Paşa, 28 Mayıs 1923 tarihinde, Rauf Bey’e yazdığı, telgrafta diyor ki: «Usulde, yani bir meseleyi önce veya sonra söz konusu etmek gibi esas direktifte değil; uygulama şekli üzerinde aramızda ayrılık belirmiştir. Yunan tazminatı meselesi daha kesin bir çözüme bağlandığı gibi, öteki ana meseleler de bundan sonra görüşüleceğinden, Cuma ve Cumartesiye kadar bütün meselelerde konferansın kesin tutumunun anlaşılacağı sanılmaktadır.

Yunan tazminatı konusundaki fedakârlığı, bizi ilgilendiren malî ve iktisadî konularda bu davranışımızın dikkate alınacağı kaydıyla yaptığımızı söylemiştim. Bu bakımdan, eğer öteki meselelerde anlaşmazsak, Yunan tazminatı da alacağımız genel karara bağlı olur.»

«Eğer esas talimatlara uymakla birlikte, beklenmedik talimatlara, nihayet çeşitli meselelerin görüşülme ve çözümlenmesinde verilecek kesin emirlere, önemli talimatlara bütünüyle ve harfi harfine uyamadığımız kabul buyurulursa, bu durum, istemediğimizden değil, fakat gerçekten mümkün olmadığındandır.»

«Bendeniz aramızdaki bu görüş ayrılığını zamanında görmüş ve açıkça ortaya konmasını istirham etmiştim. Henüz hiçbir şey imza edilmemiş, hiçbir taahhüde girilmemiştir. Eğer bu tutumumuz yanlış sayılıyorsa, onun görüşünüze göre düzeltilmesi imkânı vardır.

Kısacası, barış meselesinin yüzde doksan beşi çözümlenmiştir. Üzerine benden sonra görev alacak kimse için güçlükler azalmış ve basitleşmiştir. «Öte yandan, eğer barış yapılmaz da görüşmeler kesilirse, bizim tutumumuz bu kesilmeyi daha elverişsiz bir duruma sokmayacaktır. Herhalde emir ve karar Hükûmet’in ve yüce Başkanlığınızındır.»

İsmet Paşa, aynı gün bana da cevap verdi. Bu cevabı olduğu gibi bilginize sunayım:

Lozan

Çekilişi: 28.5.1923

Gelişi: 29.5.1923

1/1016

Hükûmet Başkanlığı’na

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Durum, Hükûmet’e gönderdiğim raporda bildirilmiştir. Her gün birer mesele ele alınmak üzere, bütün meseleleri önümüzdeki günlerde görüşeceğiz. Elbette Yunan tazminatını askıda kalan bütün meselelerin çözümünde sürekli bir silâh olarak kullanacağız.

Bu imkânı elde tuttuk. Yunan tazminatı meselesini çözümledikten sonra diğerlerinde bize gözdağı vererek bir sonuç alma ümidi besleyen olmadı. Aksine, tehdit vasıtası ortadan kalktı. Durum sakinleşti. Eğer eninde sonunda görüşmeler kesilirse, ya Yunan Ordusu kendisi için özel bir sebep bulunmadığından harekete geçmeyecek veyahut da ötekilerle birlikte ve onların dâvâsı için ilerlediğini ortaya koyup ispat edeceğiz. Her iki durum da maddî ve manevi bakımlardan, tazminat bahanesiyle, Yunan ordusu ile çarpışmaya başlamaktan daha önemli ve uygun görülmüştür. Hükûmeti oldubittiler karşısında bırakma endişesine yer yoktur.

Tutumumuz genel duruma göre değerlendirilirse, anlaşmazlığın uygulama yönteminde olduğu kabul edilebilir. Daha önce bu anlaşmazlığı da arz etmiştim. Ana konuların hepsinin birkaç güne kadar görüşüleceği arz olunur.

İsmet

İsmet Paşa’ya şu telgrafı çektim:

29.5.1923

İsmet Paşa Hazretleri’ne

Zâtıdevletlerinin, barışla ilgili konuların büyük ölçüde çözümlenmiş olduğu yolunda verdiği bilgi sevindirici olmuştur. Tasarladığımız üzere, durumu birkaç gün içinde aydınlığa kavuşturabilirseniz, çok rahatlayacağız. Başarılı olmanızı dilerim. Fevzi Paşa Hazretleri de Ankara’dadır. Durum aydınlanıncaya kadar burada kalacaktır. Gözlerinizden öperim.

Mustafa Kemal

İsmet Paşa, bu telgrafımdan sonra çalışmalarına devam etti. Rauf Bey’in ve Bakanlar Kurulu’nun da bu konu üzerinde daha fazla direnmesini önledim.Bir aya yakın bir zaman her iki taraf da yatışmış gibi göründü. Bu süre içinde, İsmet Paşa, çeşitli konular üzerinde Bakanlar Kurulu Başkanlığı’nın görüşlerini soruyordu.

 

Barış görüşmelerinde bütün tarafların birbirinden savaş tazminatı istekleri Karaağaç’ın Türkiye’ye verilmesiyle çözümlenmişti.

İnönü, Lozan Barış Antlaşması’nın onaylanmasına ilişkin yasa tasarısıyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki 23 Ağustos 1923 tarihli oturumda yaptığı konuşmada tazminatlar konulu tartışmaların nasıl çözümlendiğini şöyle aktarmıştı:

“Muahedenamenin mühim bir faslına geliyorum. Ahkamı maliyesi. Muhterem efendiler! Bilhesap Harbi Umumiden sonra olan muahedelerde (tamirat) namı altında umumî bir meselei maliyeye tesadüf olunur. Harbi Umumiden evvelki zamanlarda tazminat şekli altında ya defaten tesviye olunur veya mukassatan verilir, bir teamül mevcuttur. Bu ifade tamirat şekli altında mükellefiyeti maliye şeklinde gösterilmiştir. Biz iki türlü tamirat meselesi karşısında idik. Birisi müttefiklerle Türkiye arasında, diğeri Türkiye ile Yunanlılar arasında. Bilirsiniz ki: Müttefikler Türkiye’ye karşı Harbi Umuminin mütareke ile fasıla bulduğu zamandan beri daima tamirat fik­rini ifade etmişlerdir. Hatta Sakarya’dan sonra 26 Martta aldığımız notada dahi müphem ve umumî ifadelerle makul bir tazminat sözü zikredilmiş­tir. Hakikati halde bu, mesuliyeti harbiye münakaşasından tevellüdettirilen ve tazminat istenilmiyor imiş gibi mevzuubahsedilen bir mükellefiyeti maliyedir.

 

Türkiye bu noktai nazardan konferansta mutalebat karşısında bulundu, işgal masrafı ve tebaanın zarar ve ziyanı arasında tamirat parasını istediler. Meselenin hukukî bir noktai istinadı yoktur. İşgal olunan memle­ketler bizim memleketimizdir. Eza ve cefa gören ve tamirata ihtiyacı olan memleket bizim memleketimizdir. Hiç kimsenin memleketine gitmedik ve hiç kimseye tecavüz etmedik. Meselenin ciheti hukukiye ve ahlakıyesi böyle olmakla beraber mevcudolan meselei maddiye birçok devletlerin bizden tamirat namı altında para istemesi şeklinde tecelli etmiştir. Bu tamirat parasını maktu bir para şeklinde vaz’ettiler ve bu maktu para uzun bir dev­rede her sene mukassatan 700 bin altın tediye olunacaktır. Bundan başka Harbi Umumî esnasında Almanlardan yaptığımız istikrazata mukabil kar­şılık gösterilmiş olan beş milyon altın da bize verilmiyordu.

 

Kezalik Donanma İanesiyle İngiltere’ye sipariş edilmiş olan gemiler be­deli de bize verilmiyordu. Vaziyet budur. Bize gerek gemiler bedeli için ve gerek Almanlardan istikraz ettiğimiz paraların karşılığı olan beş milyon altın için birkaç esbabı hukukiye serd ediyorlardı. Tabiî bu esbabı hukukiye bizim hakkımızı iptal edecek kudrette ve müdellel değildi. Elhasıl sul­ha varmak için nihayet meseleyi bitirmek lazımdır. Meseleyi bitirmek için atiye muallak hiçbir taahhüdü malî altına girmeksizin maziyi tasfiye et­mek yolunu bulduk. Arkadaşlar! Tâmirat meselesi Harbi Umumiden çıkan milletler üzerinde asıl medarı ıztırabolan noktadır. Ve bu kadar esaslı nok­tadan atiye bir para havale etmeksizin çıkıyoruz. Sizi temin ederim ki: Bir muvaffakiyettir.

 

Şimdi meselenin ikinci safhasını arz edeceğim. Yunanlılarla aramız­da olan tamirat meselesini: Arkadaşlar! Yunanlıların memleketi­mizde yapmış olduğu tahribatı hiç kimse benim kadar yakından görmüş ve benim kadar müteellim olmuş değildir. Çok kuvvetli söylüyorum hiç olmazsa hepiniz kadar benim de, Heyeti Murahhasının da müteellim olduğunu kabul etmelisiniz. Hakikaten birçok ma’murelerimiz taş üstünde taş kalmıyacak derecede yerlere serilmişti. Biz bu tamiratı bütün teferruatiyle nihayete kadar hesabettik.

Konferans ilk safhada inkıta ettiği vakit şekil şu idi: Müttefikler tamirat namı altında bizim Yunanlılardan taleb ettiğimiz parayı muhaceret se­bebiyle Yunanlıların istediği para ile takas etmeyi teklif etmişlerdir. Biz bu kadar esaslı bir meselede, zulmen uğradığımız sarih bir tecavüz içerisin­de iki taraflı bir talep ihtimalini ne halen ve ne de atiyen mevzuubahsedemezdik. Biz teklif ettik ki: Yunanlılarla aramızda olan tamirat meselesini halen bir sureti halle raptetmek kabil değilse sulhtan sonra iki devlet ara­sında dostane bir surette tetkik ve halledilsin aramızda ihtilaf olursa halli hakeme havale olunsun. Bizim bu teklifimiz, leh ve aleyhte bir karara ikti­ran etmeksizin konferans ilk safhada inkıta etti. Uzun bir fasıladan sonra ikinci safhada mesele yeniden mevkii münakaşaya girdi. İkinci safhada Yunanlıların olan tamirat meselesi hiç olmazsa Yunanlılarla aramızda müzakerata devam veya inkıta kararını verecek bir ehemmiyeti mahsusa al­dı. Bizim istemek mecburiyetinde bulunduğumuz para mühim idi.

 

Yunanlılar da, bu mükellefiyeti maliyeyi kendileri için bir meselei hayatiye addettiler. Türkiye için ve mücadele uğrunda son mameleklerini düş­man ayağı altında kaybetmiş olan elemzedeler için kabili istihsal bir hab­beyi feda etmek hiç kimsenin haddi ve hakkı dahilinde değildir. Hiçbir kim­se böyle bir şey düşünemez. Kabili istihsal olan ve kârı zararından fazla olan bir tedbir varken ona tevessül etmeksizin her hangi bir lütufkârlıkla kimse bir şey vermemiştir ve vermek hakkına malik değildir, öyle bir vaziyet olsa bu büyük millet kendi hakkını şunun veya bunun elinde heder ettiremez.

 

Elhasıl Yunan tamiratı konferansta gayrikabili hal bir şekilde tecelli etti ve amelî tarzı halli amelî olarak derpiş etmek zamanı geldi. Hiç kimse, eminim şahsı naçizime karşı da olsa hiç kimse birçok zaferler içinde yürümüş ve pek büyük müşkilatı muvaffakiyetle iktiham etmiş bir milletin Heyeti Murahhasasını eğer Yunan tamiratı bir müsademeye müncer olur­sa mahza müsademede muvaffakiyet görmediği için bundan içtinab etmiştir, diyemez. Türkiye’de müsademede ihtimali muvaffakiyet meşkuk olduğu için bundan ihtiraz etmiş değildir. Biz, konferansta tamirattan dolayı Yu­nanlılarla müsademe olursa müsademeyi kazanmak muvaffakiyetinde hiç­bir zaman şüphe ve endişe etmedik. (Bravo, sesleri) Arkadaşlar! Eğer her hangi bir meselede muharebeden içtinab ederek bir karar verdik ise bir defa ha­kikaten milletin menafiine muvafık bir sulha vasıl olmak vazifei asliyemiz olduğundandır. Bir de müsademenin hedefi maddisini behemahal tayin etmek lüzumundadır.”

 

İsmet İnönü, Lozan’la ilgili konuşmalarında Karaağaç hakkında şu ifadeleri kullanmıştı:

Lozan Dönüşü İstanbul’da Konferans Hakkında Verilen Demeç (16. 02. 1923)

 

“Karaağaç’ta ısrarlarının iki sebebi var: Evvela küçük İtilaf devletleri Meriç’in garbına geçmemize katiyen karşı koyuyorlar. Koz olarak Yunanistan’ı kullandılar. Küçük İtilaf devletlerinde, hele Yugoslavya’da Meriç’in garbına geçince alabildiğine ilerleyeceğimiz zannı büyük bir hassasiyet halindedir. Bunlar başlangıçta blok halinde karşımıza çıktılar. Meriç boyunda bir bitaraf mıntıka yaratmak fikri ortaya atıldıktan sonradır ki endişeleri zail olmaya başladı.

 

“Bulgarlar Karaağaç ve Dedeağaç’ı istiyorlar. Bu mesele için boyuna Yunanlılarla tutuşuyorlar. Biz araya girdik mi, iki taraf için de ilk hedef oluyoruz. Bulgarla Yunanlı birbirinin can düşmanıdır. İngilizler Gelibolu’daki mezarlığın kutsi mahiyetinden, buradan gayri askeri olarak istifade etmek istediklerinden bahsettiler. Avustralyalı ölüleri ileri sürdüler; bu meselede çok propaganda yaptılar. Bununla beraber mezarlık İngilizler için hareket üssü olamaz. Gayrı askeridir, icabında kullanılamaz.”

 

Lozan Konferansında İzlenecek Stratejik Esaslara İlişkin BMM’de Yapılan Konuşma (27. 02. 1923)

 

“Bir şey daha söylemek istiyorum. Mesaili arziyede düşündüğümüzü Heyeti Celileye söylemek isterim. Mesaili arziye metalibinizde ötedenberi şiddetle israr ettiğimiz garp hududunda 1913 hudududur. Yapacağımız teklifte Meriç garbindeki araziyi isteyerek 1913 hududundan başladık. Yalnız Karaağaçla dahi iktifa ettik ve israr ettik, mümkün olmadı. Şimdi biz yapacağımız teklifte Meriç Garbindeki araziden feragat edelim. Bu noktai nazara tekarrup [tekarub] edelim mi, düşünüyoruz. Biliyorsunuz ki Karaağaç istasyonunun ve Meriç garbindeki arazinin bizim için ehemmiyeti, kıymeti vardır. Onları dermeyan etmişiz ve bütün dünyaya karşı neşretmişiz. Bununla beraber bu talebimiz misakı millinin ahkamı sarıhasından değildir. Bu talebimizi menafii milliyemiz noktai nazarından israrla istemekle beraber, misaki millî noktai nazarından bir mecburiyeti katiye altında bulunmuyoruz. Bununla nazarı dikkatinizi celbetmek istiyoruz. Şarkta Musul vilayeti için, Musul vilayetinin hallini ve Türkiye’nin Irak ile [ilgili] olarak hududunun, yani Musul vilayetinin hallini talik ettik. Bir sene zarfında İngiltere ile hal edilecektir. Mutabakat hasıl olamazsa Cemiyeti Akvama müracaat edilecektir tarzındaki bir şekli hal ile müttefiklerin noktai nazarına yaklaşmak istiyoruz. Şark ve Garb hududu için düşündüğümüz bunlardan ibarettir.”

 

Taha Akyol‘un yorumuyla yazıyı nihayetlendirecek olursak: “‘İsmet İnönü milyonlarca altını Yunan’a bağışladı’ demek ancak cehalet ve kör fanatizmle mümkündür!”

 

3 Yorumlar

  1. Yücel Ayrıçay Reply

    Art arda sayfalar dolusu verdiğiniz tarihi yazışmaların neticesinde İnönü’nün başarılı bir müzakere yürüttüğünü söylemek okuduğunu anlamamaktır. İnönü sıkıntılı bir tip. Lozan’ı ona bırakmak da yanlış bir karar olmuştur. Kimseyi kutlamak zorunda değiliz.

  2. Kenan Erdem Reply

    Madde 59 — Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu’da Yunan Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımı yükümünü tanır.
    Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu göz önünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükümetine karşı her türlü istemlerinden kesinlikle vazgeçer.” şeklinde bir md olmasına rağmen “yanlış” sonuca ulaşmanız taraflı ve gayri milli bir düşünce sistemi içinde olduğunuza yönelik bir yoruma olanak tanır. Ayrıca, Dünya tarihinde örneği az görülecek bir kazanımın böyle bir anlaşma ile sonuçlanması da ” savaşı sahada kazanıp masada kaybetme” misaline iyi örnek teşkil eder.

  3. Emre Gülay Reply

    Karşı Cumhuriyetçiler, “keşke Yunan kazansaydı”cılar gelmiş yorum yapmış buraya. Neymiş İnönü sıkıntılı bir tipmiş. Lozan’ı ona bırakmak da yanlış bir karar olmuşmuş. Kimseyi kutlamak zorunda değilmişiz. Tabii tabii sen git Vahdettin’i kutla en iyisi!

Yorumunuzu yazınız...