Maastricht Kriterleri Nedir?
1957’de 6 devlet ile kurulan AB’nin genişleme süreci, 27 üyeye sahip, siyasi, askeri ve ekonomik bir birliğin doğmasına yol açmıştır. Bu sürecin en belirgin katalizörü ekonomik bütünleşme olarak görülmektedir. Adından çok ortaya koyduğu ve kriterler ile tanınan Maastricht Antlaşması tek Avrupa pazarından “kıta gücü”ne doğru yönelen birlik için çeşitli ekonomik göstergeleri kıstas olarak belirlemiştir.
Avrupa bütünleşmesi sürecine katkıda bulunan en önemli belgelerden olan Maastricht Antlaşması, 7 Şubat 1992 tarihinde, Hollanda’nın Maastricht kentinde imzalanarak 1 Kasım 1993’de yürürlüğe girmiştir. Avrupa bütünleşmesi sürecine katkıda bulunan en önemli belgelerden olan Maastricht Antlaşması, “Avrupa Birliği Antlaşması” olarak da bilinmektedir.
Maastricht Antlaşması’nda, Ekonomik ve Parasal Birliğin (EPB) aşamaları, bu aşamalarda izlenecek ekonomik ve parasal politikalar ve bu politikaların uygulanması için gerekli kurumsal değişiklikler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler çerçevesinde, EPB’nin gerçekleştirilmesi doğrultusunda, üye ülke ekonomileri arasındaki farklılıkların giderilebilmesini teminen, bazı makro büyüklükler açısından, “Maastricht Kriterleri” olarak adlandırılan yakınlaşma kriterleri tespit edilmiş ve bunlara uyulmaması durumunda uygulanacak yaptırımlar belirlenmiştir (Selin Dilekli ve Kadriye Yeşilkaya (2002). “Maastricht Kriterleri“. Sf: 1).
Maastricht Kriterleri, AB’ye üye ülkelerin Ekonomik ve Parasal Birliğe katılabilmeleri için gerekli şartları, Kopenhang kriterleri ise AB’ye tam üyelik koşullarının esaslarını belirlemektedir.
Maastricht’in beraberinde getirdiği kriterler, üye ülkelerin sadece tek para politikasına (ya da para birliğine) geçmeden önce yerine getirmeleri gereken kriterler olmayıp aynı zamanda öncelikli amacı birlik ölçeğinde fiyat istikrarını sağlamak olan tek para politikasının başarısını sürdürmesi için gereken koşullardır (Mircan Tokatlıoğlu Yıldız (2004). Avrupa Birliği’nde Maliye Politikası ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme. İstanbul, Alfa Bastım Yayım Dağıtım. Sf: 108).
Maastrich Kriterleri şöyle özetlenebilir:
- Enflasyon Oranı Kriteri: Herhangi bir üye ülkenin son on iki aylık ortalama enflasyon oranı, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerden en düşük enflasyon oranına sahip üç ülke ortalamasından, 1,5 puandan fazla olmamalıdır (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma, md. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol, md. 1).
- Uzun Dönemli Faiz Oranı Kriteri: Üye ülkelerde uygulanan uzun vadeli faiz oranları, 12 aylık dönem itibarıyla, fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma md.121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol md. 4).
- Bütçe Açığı Kriteri: Üye ülke bütçe açıkları Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH)’nın %3’ünü geçmemelidir (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma m. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol md. 2; Aşırı Kamu Açığı Prosedürüne İlişkin Protokol).
- Borç Stoku Kriteri: Üye ülke kamu borçları, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH)’nın %60’ından fazla olmamalıdır (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma md. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol md. 2; Aşırı Kamu Açığı Prosedürüne İlişkin Protokol).
- Devalüasyon Kriteri: Son 2 yıl itibarıyla, bir üye ülkenin para birimi, diğer bir üye ülkenin para birimi karşısında devalüe edilmemiş olmalıdır. (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma md. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol md. 3) (Üye ülke paraları Avrupa Para Sistemi Döviz Kuru Mekanizmasına dahil olmalı ve son iki yılda normal dalgalanma marjı içinde bulunmalıdır).
Maastricht Kriterleri hem üye ülkeler için, hem de aday ülkeler için getirilmiş bulunan ve makroekonomik istikrarı ön plana çıkaran bir dizi koşuldur (Maastricht Kriterlerinin kabul edildiği anlaşmanın metninde her ne kadar serbest piyasa ekonomisinin tesisi ve korunmasına yönelik çok sayıda ibare varsa da, kriterler böyle bir ekonominin gereklerine özellikle vurgu yapmamaktadır. Esas vurgu fiyat istikrarı ve bütçe disiplinine verilmiştir). Bu beş koşuldan iki tanesi, yani son iki yıl itibariyle üye ülke parasının diğer bir üye ülke parası karşısında devalüe edilmemiş olması koşulu ile uzun vadeli faiz oranlarını sınırlayan koşul üye ülkelerin büyük bir kısmının ortak para Euro’ya geçmiş olması sebebiyle önemini büyük ölçüde yitirmiştir (Alpan İnan (2005). “Avrupa Birliği Ekonomik Yaklaşımı: Lizbon Stratejisi ve Maastricht Kriterleri”. Bankacılar Dergisi, Türkiye Bankalar Birliği, Sayı 52. Sf: 80).
Kriterleri daha detaylı inceleyelim…
Kamu Borç Stoku Kriteri
Borçlanma konusunun sürdürülemez olduğu ve ülkelerin aşırı borçlanmalara karşı bireysel ve bölgesel bazda bazı tedbirler ve öneriler geliştirilmesine binaen, çeşitli ülkeler harcama reformları yaparak, bütçe açıkları ve kamu finansman gereğinin kısılması ile ilgili çalışmalar yaparken AB ülkeleri 1991’de imzaladığı Maastricht Antlaşmasını 1993’te uygulamaya koymuş ve 1997’de yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşmasıyla bu süreci pekiştirmiştir (İbrahim Atilla Acar (2003). “Gelişmiş Ülke Ekonomilerinde Borçlanmanın Sonu: Maastricht Kriterleri Örneği”. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 4, Bahar 2003. Sf: 6).
Maastricht’in kamu borçlarına ilişkin kriteri, “Herhangi bir üye ülkedeki yıllık kamu borcu, ülkenin GSYH’nin yüzde 60’ını geçemez” şeklindedir.
Literatürde birçok borç tanımlaması bulunmasının oluşturacağı karmaşanın önlenmesi AB tanımlı genel yönetim nominal borç stoku metodolojisinin izlenmesi ile engellenmiştir. Maastricht Kriterleri çerçevesinde hesaplanan AB tanımlı genel yönetim nominal borç stoku metodolojisi Avrupa Hesaplar Sistemi 95 (ESA 95) Devlet Bütçe Açığı ve Borç Stokuna İlişkin Kılavuzda tanımlanmaktadır. AB tanımlı genel yönetim nominal borç stoku merkezi yönetim, mahalli idareler, bütçe dışı fonlar, döner sermayeler ve sosyal güvenlik kurumlarını (İşsizlik Sigortası Fonu dahil) içermektedir. KİT’ler AB tanımlı genel yönetim nominal borç stoku kapsamına girmemektedir. Borç stoku nominal üzerinden hesaplanmakta, aynı zamanda genel yönetimi oluşturan alt sektörler arasında konsolidasyon yapılmaktadır (Hazine Müsteşarlığı (2010). Kamu Borç Yönetimi Raporu. Sf: 35).
Fiyat istikrarını öncelikli hedef olarak belirleyen bir parasal birliğin sağlanabilmesi için kamu borçlarının GSYH’nin %60’ını aşmaması gerekmektedir ülkelerin aşırı borçlanmaya yönelmeleri faizlerin yükselmesine, enflasyonist beklentilerin artmasına ve sonuçta parasal istikrarın bozulmasına yol açabilir (Yıldız, 2004: 117).
APB’ye üye ülkelerde makro ekonomik açıdan ülkelerin birbirlerini olumsuz dışsallıklarla etkileyebilecek olması sebebiyle kamu borçlarına sınırlama getirmelerini mecbur kılmıştır. Böylece ülkelerin aşırı borç içine girmelerine engel olunmaya çalışılmış ve ülkelerin mali disiplini sağlanmaları bir zorunluluk olarak talep edilmiştir. Ülkeleri uzun dönemde bağlayıcı etkiye sahip olan kamu borcu, sürdürülememe durumunda ülkeleri sıkıntıya sokmakta ekonomik gelişmeyi etkilemektedir. APB içindeki ülkelerde böyle bir olumsuz durumun meydana gelmesi hem ilgili ülkeyi hem de diğer birliğe dâhil ülkeleri etkileyebileceğinden Maastricht Kriteri olarak belirlenmiş ve sınırlama getirilmiştir (Özay Özpençe (2009). Avrupa Parasal Birliği’nde Maliye Politikası Koordinasyonu ve Türkiye Analizi, Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Yayın No: 2009/391. Sf: 208).
Bütçe Dengesi Kriteri
Maastricht kriterleri sürdürülebilir bir kamu maliyesi oluşturmanın standartlarını belirlemiştir. Bunda borçlanma ve bütçe açıkları GSYH’nin belirli bir oranıyla sabit tutulmuştur.
Maastricht Kriterlerinden kamu maliyesiyle, daha doğrusu mali disiplinle ilgili olan ikinci kriter, bütçe açığının milli gelirin yüzde 3’ünü aşmaması şartıdır (İnan, 2005: 82).
İstisnai durumlar için ise bu oranların aşılabileceği belirtilmekte sistem esnek bir uygulamaya dayandırılmaktadır. Antlaşmanın 104c maddesi ile getirilen bu istisnaya göre eğer kamu açığı sürekli olarak ve önemli ölçüde azalmakta ve % 3’e yaklaşmış ise veya % 3’lük hedefin aşılması istisnai ve geçici bir durum ise ve açık % 3’e yakın ise, bu kriter yerine getirilmiş sayılacaktır (Pınar Narin Emirhan ve Ö. Rengin Gün (2001). Avrupa Birliği’nin Gelişme Perspektifi Açısından Türkiye’nin Ekonomik Ve Siyasi Durumu: Konverjans (Yakınlaştırma) Ve Kopenhag Kriterleri Bazında Makro Göstergelerin Karşılaştırmalı Analizi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 3, Sayı:3. Sf: 43)). Bu konuda yetkili komisyonlar kriterlere uyum veya sapma hususunda Monetary Committee komisyon raporuna dayanarak bir görüş oluşturur. Daha sonra bu görüşler bakanlar konseyinde değerlendirilir. Eğer ülkenin “aşırı” bütçe açığı olduğu kanısına varılırsa, durumun düzeltilmesi konusunda üye ülkeye tavsiyede bulunulur.
Devlet bütçesi ile ilgili veriler, “aşırı kamu açığı prosedürü” kapsamında değerlendirilmekte ve ulusal muhasebe standartları bazında hesaplanmaktadır. Kamu açığı, Aşırı Kamu Açığı Prosedürüne İlişkin Protokolün 2’nci maddesi uyarınca, genel devletin net borçlanma gereğini ifade etmektedir. “Genel devlet” terimi ile, ticari faaliyetleri hariç, merkezi devlet, yerel yönetimler ve sosyal güvenlik fonları kastedilmektedir (Dilekli ve Yeşilkaya, 2002: 5).
Bütçe açığının bir kriter olarak ortaya konmasının temel nedeni, özellikle APB’ye üye ülkelerin makroekonomik açıdan diğer ülkeler üzerinde istikrarı bozucu etki oluşturabilmesidir. Üye ülkelerin bütçe açıklarını sınırlandırması, kamu borçlarını da azaltacak bir olgudur, dolayısıyla üye devletlerin bütçeleri aşırı derecede açık vermemelidir (Yıldız, 2004: 117). Bir ülkede bütçe açığının artması ülkenin uzun dönem ülke gelir ve harcama politikalarının yönünü değiştirmektedir. APB üyesi ülkeler açısından bakıldığında, diğer kriterler dâhilinde, ülkenin bütçesi gelir ve harcama kalemlerinden oluşmaktadır. Harcamanın etkin yapılması AB için önemli bir unsurdur. Etkin ya da verimsiz uygulanan harcama politikalarının finansmanı gelir dağılımını bozucu etki oluşturabilmektedir. Denk bütçe ilkesi üzerine kurulu olan APB, bu tür bölgesel gelişmişlik düzeyinin sağlanması ve gelir dağılımının düzenlenebilmesi amacıyla % -3’lük bir pay bırakmaktadır (Özpençe, 2009: 213).
Enflasyon Oranı Kriteri
1970 ve 1980’li yıllar boyunca Avrupa ekonomilerini önemli ölçüde istikrarsızlığa iten yüksek düzeyli enflasyon oranları ile mücadele EPB’nin önemli bir hedefi olmuştur. Piyasalarda belirsizliğe yol açan ve kaynak dağılımını olumsuz şekilde etkileyen yüksek enflasyon oranı 1971-80 döneminde yüzde 10.6, 1981-90 döneminde de yüzde 6.6 olarak gerçekleşmiştir. 1990’lı yıllarda EPB hedefleri çerçevesinde, enflasyon oranı tedricen aşağıya çekilmiş ve 1998 yılında yüzde 1.0’e düşürülebilmiştir. Bu oran, son 40 yılın en düşük oranı olma özelliğine sahiptir. Bu arada üye ülkeler arasındaki enflasyon oranı farkları da önemli ölçüde azalmıştır (Devlet Planlama Teşkilâtı (1999). “Avrupa Birliği Ekonomilerinde Makroekonomik Gelişmeler”, DPT Elektronik Süreli Yayınlar).
AB-27 ve Euro Alanı açısından da bu iki bölge arasında da enflasyon oranı bakımından çok fazla dalgalanma yoktur. Bunun sebebi, AB’de fiyat istikrarına dayalı para politikasının uluslarüstü niteliğidir. Para politikasının bu niteliği enflasyonist baskılara karşı korumacı rol oynamaktadır. Bu nedenle de AB’nin yeni ve eski üyeleri arasında diğer makro ekonomik göstergeler bakımından ortaya çıkabilen farklılıklar burada gözlenmemektedir (Sultan Erdoğan (2008). “İstikrar ve Büyüme Paktı; Almanya Örneği”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Sf: 106).
Maastricht Kriterlerine göre “fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması ile bir üye ülkenin enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puandan fazla olmamalıdır”.
APB’ye üye ülkelerde makro ekonomik açıdan ülkelerin birbirlerini olumsuz dışsallıklarla etkileyebilecek olması sebebiyle de enflâsyona sınırlama getirilmiştir. APB içerisinde ülke gelişmiş düzeyi temel alındığında ülkelerin enflasyonları arasındaki farkın fazla olması makroekonomik açıdan hem ülkeyi hem de Birliği olumsuz etkilere maruz bırakmaktadır. Enflasyon oranlarındaki fark ülkedeki yatırımların diğer ülkelere gitmesinde etkili olurken, iç piyasada bozulmalara ve likiditenin spekülatif alanlara kaymasına neden olmaktadır. Bu ülkeler arasında rekabeti bozucu bir etki oluştururken, yakınsamanın tersine ülkelerin ekonomik açıdan birbirlerinden uzaklaşmalarına neden olabilecektir. Ülkeler arasındaki farkın ortadan kaldırılmasında temel bir oran yerine, ülkelerin birbirlerine olan etkileri ve dünya ekonomisindeki gelişmelere bağlı olarak oluşacak dalgalanmalarda dikkate alınarak en iyi üç ülke uygulaması uygulanmıştır (Özpençe, 2009: 218).
Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokolün 1’inci maddesinde, “Enflasyon, ulusal tanımlardaki farklılıklar göz önünde bulundurularak, karşılaştırılabilir bazlı bir tüketici fiyat endeksi aracılığıyla ölçülür.” hükmü yer almaktadır. Bu kapsamda, Eurostat, üye ülke istatistik kuruluşları ile işbirliği yaparak, enflasyon tanımlamalarındaki yeknesaklığı sağlamak üzere bir Uyumlaştırılmış Tüketici Fiyat Endeksi (HICP) oluşturmuş ve bu Endeks 1997 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. HICP, üye ülkelerdeki TÜFE oranları için karşılaştırılabilir bir standart sağlamaktadır (Dilekli ve Yeşilkaya, 2002: 4).
Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası uzun dönemli faiz oranlarına ilişkin referans değerler belirlerken, fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren en iyi üç ülke verilerini kullanılırken, negatif enflasyona sahip olan ülkelerin verileri hariç tutarak, sıfır ve sıfırdan büyük enflasyon oranına sahip olan ülkelerin verileri kullanmaktadır (Karsten Staehr (2008). “The Maastricht Inflation Criterion and the New EU Members from Central and Eastern Europe”, Eesti Pank (Bank of Estonia), Çalışma Raporları Serisi, 4/2008 Sf: 9). Dolayısı ile, enflasyon oranlarına ilişkin referans değerler belirlenirken, HICP bakımından negatif enflasyona sahip olan ülkeler hariç tutularak sıfır ve sıfırın üzerinde en iyi performans gösteren üç ülkenin enflasyon oranı verileri kullanılmaktadır.
Uzun Dönemli Faiz Oranları Kriteri
Bir ekonomide piyasa faiz oranını etkileyen en büyük unsur devlet tahvili ve hazine bonosuna dayalı kamu kesimi borçlanma gereğinin (KKBG) boyutudur. KKBG arttıkça ister istemez hazine bonosu ve tahvillerin faiz oranı yükselecek ve bu da net malî yansıma görünümünde piyasa faiz oranlarına yansıyacaktır. Buradan çıkan sonuç, bir ülkedeki uzun dönemli faiz oranlarının yüksekliğinin o ülkede mali iç dengenin istikrarlı olmadığına işaret etmesidir. Bu açıdan uzun dönemli faiz oranlarını kriter olarak ele alınması son derece anlamlıdır (Özpençe, 2009: 201).
Maastricht Kriterleri’ndeki uzun dönemli faiz oranlarına ilişkin yakınsama koşulu şu şekildedir: “Herhangi bir üye ülkede uygulanan uzun vadeli faiz oranları 12 aylık dönem itibarîyle, fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz oranı ortalamasının 2 puan üzerine geçmemelidir”.
Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası uzun dönemli faiz oranlarına ilişkin referans değerler belirlenmesi sürecinde, fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren en iyi üç ülke verilerini kullanılırken, negatif enflasyona sahip olan ülkelerin verileri hariç tutarak, sıfır ve sıfırdan büyük enflasyon oranına sahip olan ülkelerin verileri kullanmaktadır (Staehr, 2008: 9). Dolayısı ile, faiz oranlarına ilişkin referans değerler belirlenirken, harmonize edilmiş enflasyon oranları bakımından negatif enflasyona sahip olan ülkeler en iyi performans gösteren ülkeler olarak nitelendirilmeyerek sıfır ve sıfırın üzerinde en iyi performans gösteren üç ülkenin uzun dönemli faiz oranı verileri kullanılacaktır.
Faiz oranlarına ilişkin olarak; Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokolün 4’üncü maddesinde, “Faiz oranları, ulusal tanımlardaki farklılıklar göz önünde bulundurularak, devlet tahvilleri ve benzeri menkul kıymetler bazında ölçülür.” hükmü yer almaktadır. Literatürdeki bir çok çalışmada “Birlik Üyesi ülkelerde devlet tahvillerine uygulanan faiz, birliğe üye ülkelerde uygulanan faizlerin en düşük üç ülke ortalamasından 2 puan fazla olmamalıdır” şeklinde bir genelleme yapılarak incelemeler gerçekleştirilmektedir. Ancak, faiz oranlarına ilişkin yakınlaşma kriterinin değerlendirilmesinde, uzun dönemli faiz oranlarının yakınlaşma kriteri kapsamında, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisi kullanılmaktadır. Bu kapsamda, söz konusu tahvillerin faiz oranlarının 12 aylık dönemler itibarıyla ortalamaları alınmaktadır (Dilekli ve Yeşilkaya, 2002: 4).
Maastricht Kriterlerine Uymamanın Yol Açacağı Yaptırımlar
Ekonomik ve parasal birlik için, Bakanlar Konseyi’nden “aşırı” bütçe açığı ikazı almamış olmak önemli bir durumdur. “Dönüşüm Kriterleri” (Convergence Criteria) için Anlaşmanın 109j maddesinde yer alan European Monetary Institute, EPB’yi gerçekleştirmek için ülkelerin üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirip getirmedikleri konusunu Konseye rapor etmekle görevlidir. Eğer ülke söz konusu kriterleri gerçekleştiremiyor ve bu konuda başarısız kalıyorsa Konsey tavsiyelerde bulunur ve belli bir zaman dilimi içerisinde üye ülke Konseye düzenli rapor verir. Konsey tavsiyeleri için, yerine getirilmeme durumunda Avrupa Adalet Divanı’na başvurulabilse de bütçe açıklarının kapatılması ile ilgili konularda yargı yolunun kapalı olduğu istisnai bir hüküm olarak kabul edilmiştir (Acar, 2003: 12).
Böylece tüm Topluluk üyelerinin, yıllardan beri disiplinli maliye ve para politikaları uygulayarak, uzun vadeli fiyat istikrarını sağlamış olan Almanya’nın standartlarına uyum sağlamaları amaçlanmıştır. Üye ülkeler para ve maliye politikalarını belirlerken, Topluluk normlarına uyum sağlama hedefini gözetmek durumunda kalacaklardır. Üye ülkelere, yukarıda sayılan şartları yerine getirmedikleri takdirde, nitelikli çoğunluk ile Antlaşma’ da öngörülen dört yaptırımdan biri veya hepsi uygulanacaktır (Her ne kadar yargı yolu kapanmış olsa da Konsey başka yaptırımlar kullanarak gerekli düzeltmelerin yapılmasını sağlayabilir).
Bu yaptırımlar (Karluk Rıdvan ve Özgür Tonus (1998). “Avrupa Para Birliği, Euro ve Geleceği”, Anadolu Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt: XIV, Sayı:1-2, Eskişehir, Sf: 261-293):
- Üye ülkelerin bonolarının sağlıksız olduğu yolunda bir bildiri yayınlanabilir,
- Avrupa Yatırım Bankası’nın (AYB) ilgili ülkeye borç vermeyebilir (Avrupa Yatırım Bankası’nın üye ülkeye vereceği borçlarla ilgili politikası gözden geçirilebilir).
- Üye ülkenin aşırı bütçe açığını kapatana kadar topluluğa bloke ettireceği ve faizi ödenmeyecek bir parayı yatırması istenebilir (Faizsiz depozito yatırılması zorunluluğu).
- GSMH’nin %0,25’ini aşmayacak bir oranda para cezası uygulanabilir.
TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ
1957’de Altılar tarafından kurulan ve bugün 27 ülkeli yapıya sahip olan Avrupa Birliği, genişleme eğilimi ile birlikte sahip olduğu dinamik yapısı geçmişte ekonomik ve parasal birlik içinde derinleşme süreci geçirmiştir ve günümüzde bu derinleşme süreci devam etmektedir. Maastricht ve ardından kabul edilen Amsterdam kriterleri çerçevesinde tek para ve tek merkez bankası uygulamalarının başlatarak yerel politikalardan vazgeçen ülkeler nezdinde AB, aday ülkelerden de bu kriterleri yerine getirmesini istemektedir (Serin Vildan ve Mesut Yılmaz (2004). “Türkiye Ekonomisinin Avrupa Birliği Ülkeleri Arasındaki Yeri: Mukayeseli Analiz”, İstanbul Ticaret Odası Üniversitesi Dergisi, Sayı 1).
AT-Türkiye ilişkileri 3 Temmuz 1959’da Ortaklık Başvurusu ile başlamıştır. Askeri rejim ilişkileri aksattıysa da 1963 Ankara Anlaşması Ortaklık Anlaşması olarak imzalanmıştır. Ankara Anlaşması, Türkiye-AET ilişkilerinin nasıl ve ne şekilde, hangi amaç için ve hangi takvimle yürütüleceğini belirlemektedir. 1 1973’de gerçekleştirilen Katma Protokol ile geçiş aşaması devreye sokulmuş ancak iyi işlememiş, hatta 1976’da Türkiye tarafından tek taraflı olarak askıya alınmıştır. 1979’da Türkiye ilişkileri düzeltmek istemişse de, 1980 askeri müdahalesi ile ilişkiler yine kesintiye uğramıştır. 14 Nisan 1987’de Türkiye’nin resmen tam üyelik başvurusunda bulunması ile ilişkilerde daha ileri bir aşamaya erişilmiştir. Ankara Anlaşması ve Katma Protokol çerçevesinde Gümrük Birliği sürecinin işliyor olması, Türkiye-AET arasında tam üyelik başvurusu sonrasında ilişkilerin daha sağlam bir zeminde gelişmesini sağlamıştır. Türkiye Gümrük Birliği’ne 1 Ocak 1996 tarihinde fiilen geçmiştir (Emirhan ve Gün, 2001. 43). 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, Türkiye oybirliğiyle Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul ve ilan edilmiştir. 16-17 Aralık 2004 tarihinde gerçekleşen Brüksel Zirvesi’nde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine 3 Ekim 2005’te başlanması kararı alınması ile birlikte Türkiye AB ilişkilerinde 42 yıllık tarihi bir dönemeç geçilmiştir (İsmail Altundal (2008). Avrupa Birliği’nin Türkiye Makroekonomisi Üzerine Olumlu ve Olumsuz Etkileri, Ankara, İsmat Matbaacılık Yayımcılık. Sf: 29-32).
Türk ekonomisini bir hayli zayıflatmış olan 2000-2001 kriz ortamının etkisini yitirmeye başladığı 2003 yılı öncesine kadar, Avrupa Birliği’ne aday adayı olarak Türkiye, Maastricht kriterlerini yerine getirecek bir performans ortaya koyamamıştır. Yüksek enflasyon oranlarına sahip, yüksek kamu açıkları veren ve büyüme oranları değişkenlik gösteren bir ekonomi profili çizen Türkiye ekonomisi, çeşitli zamanlarda uygulanmış olan ekonomik istikrar programları vasıtası ile istikrarlı bir yapıya kavuşamamıştır (Veyis Fertekligil ve Lerzan Özkale (2002). “Avrupa Para Birliği ve Türk Ekonomisine Etkileri”, İTÜ Dergisi/b Sosyal Bilimler, Cilt 1, Sayı: 1. Sf: 3-10).
Türkiye, bankacılık krizi sonrasında APB’ne yönelmiş olan AB ülkelerinin uyguladığı makroekonomik ve yapısal reform politikalarına benzer politikalar uygulayarak Maastricht Kriterlerine uyma konusunda Birliğe üye ve aday ülkelere göre daha kararlı adamlarla yol almıştır.
Türkiye’nin Maastricht kriterlerine uyum konusunda başarılı bir mücadele verildiği ve referans seviyesine hızla yaklaşıldığı çalışma kapsamındaki analizlerde de gözlenmiştir. Toplam kamu açığına ilişkin Maastricht kriteri tutturulmuş, AB tanımlı brüt kamu borç yükü, AB-27 ortalamalarının çok altına çekilmiş, net kamu borç stoku, hem milli gelire oran olarak, hem de mutlak değer olarak azaltılmış, faiz harcamalarının, vergi gelirlerine oranı keskin şekilde düşürülmüş, borcun vade ve döviz kompozisyonunda önemli iyileştirmeler sağlanmıştır (Hazine Müsteşarlığı, 2010). Enflasyon ve uzun dönemli faiz oranlarında iyileşme sağlansa da, Maastricht kriterlerinin gereklilikleri karşılanamamış olup, bu kriterlerde sağlanan performans bütçe açığı ve borç stoku kriterlerinin gerisinde kalmıştır.
AB’ye aday ülke olarak Türkiye, Maastricht Antlaşması çerçevesinde sıkı bütçe ve enflasyonu düşürücü makroekonomik istikrar politikaları uygulamış ve bu politikalar neticesinde neticesinde Maastricht uyum kriterlerine yaklaşmış, bazı kriterlerde istenen sonucu tam olarak sağlayamasa da genel olarak birçok AB üye ülkesinden daha da başarılı bir performans sergilemiştir.
Türkiye’nin AB Üyeliği Sürecinde Asıl Sorun: Kopenhag Kriterleri
Daha önce de değinildiği üzere, Maastricht kriterleri, AB’ye üye ülkelerin Ekonomik ve Parasal Birliğe katılabilmeleri için gerekli şartları, Kopenhag kriterleri ise AB’ye tam üyelik koşullarının esaslarını belirlemektedir. Avrupa Birliği, Danimarka’nın Kopenhang ve Hollanda’nın Maastricht şehirlerinin adlarıyla anılan kriterlerin yerine getirilmesini, tam üyelik için ön şart olarak aramaktadır. Kopenhang’dan sonra Madrid, Cannes ve Lüksemburg Zirvelerinde geliştirilen ve Avrupa Birliği “Gündem 2000” Raporuyla daha da olgun hale getirilen giriş şartları aday ülkelerin önüne üç aşamalı baraj olarak sunulmaktadır. Türkiye de diğer aday ülkeler gibi siyasal ölçütleri, ekonomik ölçütleri ve müktesebata uyumu sağlamakla sorumlu tutulmaktadır (Serin ve Yılmaz, 2004).
Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyelik koşulları genellikle Kopenhag Ölçütleri çerçevesinde tartışılmış ve Maastricht Kriterleri ikinci plana atılmıştır. Kopenhag’da yapılan Avrupa Birliği Zirvesi’nde toplanan AB üyeleri demokrasi, insan hakları ve azınlıklarla ilgili ölçütleri belirlemişlerdir. Bunlar, demokratik olmayan Doğu Avrupa Ülkeleri için geliştirilmiştir (Herkese kendi dil ve kültürünü serbestçe geliştirme hakkının tanınması, fikrin suç olmaktan çıkarılması, örgütlenme özgürlüğü, idam cezasının kaldırılması gibi ölçütlerdir).
Türkiye’nin tam üyeliği söz konusu olduğunda, sürekli olarak Kopenhag Ölçütleri gündeme gelmektedir. Geçmişte, Maastricht uyum kriterleri kapsamında Türkiye’nin sergilemiş olduğu performansı tutturamayan bir çok ülke Türkiye’nin aksine, şu an Avrupa Birliği üyesi olan birçok ülke AB’ye üyelik konusunda ya aday ülke konumunda ya da tam üyelik müzakerelerine başlama noktasında ilerleme kat etmişlerdir. Uyum kriterleri bakımından sahip olduğu referans değerleri Türkiye’nin gerisinde olan ülkeler Avrupa Birliği yapısına dahil edilirken Türkiye adaylık statüsünü bile alamamış ve müzakerelere başlayamamıştır. Bu durum, Türkiye’ye karşı uygulandığı iddia edilen çifte standart iddialarını doğrulayıcı niteliktedir.
Global ekonomik kriz sonrası oluşan borç krizi ile karşılaşan Avrupa Birliği günümüzde genişleme sürecinden ziyade derinleşme sürecine daha da çok önem vermektedir. Geçmişte Türkiye’nin tam üyelik tartışmalarında Türkiye’deki ekonomik dönüşüm ölçütleri ikinci plana atarak Maastricht kriterlerinden ziyade Kopenhang kriterlerini gündeme getiren Avrupa Birliği, Kıbrıs sorununun yanında “Akdeniz Birliği”, “hazmetme kapasitesi” ve “imtiyazlı ortaklık” gibi gerekçeler öne sürülmüştür.
Maastricht Kriterleri ve Türkiye’nin Performansı Hakkında Hatalı Yorumda Bulunan Yazarlar
Muharrem Sarıkaya ve AB Üyelik Maceramız
Muharrem Sarıkaya, Habertürk Gazetesi’nde 11 Kasım 2016 günü yayınlanan “A’dan B’ye” başlıklı yazısında, Maastricht Kriterlerine değinmiş:
"Bırakın müzakereye başlamış olmayı, Maastricht kriterlerinin yanına dahi yaklaşamayacak kadar geride olan, içinde çatışma halinde bulunanları üye yaptı."
Maastricht kriterleri, AB üyeliğine aday ülkelerin Ekonomik ve Parasal Birliğe katılabilmeleri için gerekli iktisadi yakınlaşma (economic convergence) şartları içeren kriter setidir.
Bu kriterlere göre:
- Toplulukta en düşük enflasyona sahip (yani en iyi performansı gösteren) üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması ile ilgili üye ülke enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puanı geçmemelidir.
- Üye ülkenin devlet borçlarının GSYH’sine oranı %60’ı geçmemelidir.
- Üye ülkenin bütçe açığının GSYH’sine oranı %3’ü geçmemelidir.
- Herhangi bir üye ülkede uygulanan uzun vadeli faiz oranları 12 aylık dönem itibariyle, fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır.
- Son iki yıl itibariyle üye ülke parası diğer üye ülke parası karşısında devalüe edilmiş olmamalıdır.
Halihazırda ülkemiz, borç stoku ve bütçe açığına ilişkin Maastricht kriterlerini sağlamaktadır. Faiz oranlarına ve enflasyon oranına dair yakınlaşma kriterlerinde ise mesafe kat etmiş olsa da, koşulları tam yerine getirememiştir. Dolayısıyla, Maastricht kriterlerinin yanına dahi yaklaşamadığımız iddiası doğru değildir.
Mustafa Mutlu ve Türkiye’nin Maastricht Kriterleri Performansı
Mustafa Mutlu, Avrupa Birliği macerasını anlattığı yazısında hem tarihi hemde içeriksel hatalar yapmış. Neredeyse yazısının konuyla ilgili bölümünü tamamen boşa çıkaran içerik hatalarına geçmeden önce tarihleri bir düzeltelim:
Mustafa Mutlu, öncelikle, Maastricht Anlaşması’nın tarihi konusunda, muhtemeldir ki, İTO’nun internet sitesine güvenmenin talihsizliğini yaşamış:
Çünkü 9-10 Aralık tarihinde imzalanarak 1 Ocak 1993'de yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması'na göre, Avrupa Birliği'ne girecek bir ülkenin:
Maastricht Anlaşması, 7 Şubat 1992′de imzalanmış ve 1 Kasım 1993′de yürürlüğe girmiştir. Mustafa Mutlu, eğer tespit edemediğimiz başka bir yanlış kaynak sözkonusu değilse, İstanbul Ticaret Odası’nın sitesindeki yanlış bilgiyi köşesine almış olsa gerek.
Doğru tarihleri yukarıda vermiştik. 9 Aralık 1991 tarihi, imza tarihi değil, Maastricht toplantılarının başlama tarihidir.
Geçelim içeriğe;
Çünkü 9-10 Aralık tarihinde imzalanarak 1 Ocak 1993'de yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması'na göre, Avrupa Birliği'ne girecek bir ülkenin: - Düşük enflasyona sahip olması... - Devlet borçlarının Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'sına oranının yüzde 60'ı... - Bütçe açığının GSYİH'sına oranıın yüzde 3'ü geçmemesi... - Faiz oranlarını düşürmüş olması... - Parasının son iki yıl içinde Euro karşısında devalüe edilmiş olmaması gerekiyor. Türkiye'nin resmi ekonomik verileri, bütçe açığı ile ilgili kriterler hariç, Maastrich Kriterleri'ne uyuyor..
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. (İşbu yazının yayımladığı tarihi itibarıyla) Türkiye’nin ekonomik verileri, bütçe açığı kriteri bakımından Maastricht Kriterleri’ne uyar. Tam tersi, ekonomik verilerimiz, Maastricht’in enflasyon ve faiz kriterlerine uymamaktadır.
Şöyle ki, Mustafa Mutlu’nun “düşük enflasyona” sahip olması şeklinde bayağı kabaca ifade ettiği kriter, Maastricht’te “…Herhangi bir üye ülkenin son oniki aylık ortalama enflasyon oranı, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerden en düşük enflasyon oranına sahip üç ülke ortalamasından, 1,5 puandan fazla olmamalıdır (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma, md. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol, md. 1). ” şeklinde belirtilmiştir. Bu kriteri gözönüne aldığımızda, yayımlanan son veriye göre, ülkemizin 2012 yılı ortalama enflasyonu, AB üyesi en iyi performans gösteren 3 ülkenin ortalamasının 1,5 puandaha fazla üzerindedir. Yani ,Türkiye, Mutlu’nun yazdığının aksine Maastricht Kriterleri’nin “enflasyon” ayağını tutturamamaktadır.
Yine Mustafa Mutlu’nun “faiz oranlarını düşürmüş olması” şeklinde ifade ettiği kriterin aslı “ Üye ülkelerde uygulanan uzun vadeli faiz oranları, 12 aylık dönem itibarıyla, fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma md.121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol md. 4).” şeklindedir. Türkiye’nin uzun dönem faiz oranları, sözkonusu AB üyesi ülkelerin faiz oranlarının 2 puandan fazla üstündedir. Bu nedenledir ki, Türkiye Maastricht Kriterleri’nin “faiz ayağını” da tutturamamaktadır.
Mustafa Mutlu, “bütçe açığı ile ilgili kriter hariç diğerlerini tutturuyoruz” demişti. Faiz ve enflasyon kriterlerini tutturamadığımızı yukarıda açıkladık. Bütçe açığı kriteri ise, linkteki tabloda görüleceği üzere, Maastricht Kriterleri’ne uygunluk arzetmektedir. Bütçe açığımız, GSYH’nın %1,3′üne ulaşmakta, böylelikle “%3″ kriterini karşılamaktadır.
Velhasıl, Mustafa Mutlu’nun tutturduk dediği hedeflerin ikisini (faiz, enflasyon) tutturamadık, tutturamadık dediği hedefi (bütçe açığı) ise tutturduk.
Bir zamanların “ekonomi yazarı” Mustafa Mutlu’nun ekonomi bilgisi, belli ki, bayağı gerilerde kalmış…