“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor” cümlesiyle başlayan ve “Türkiye’de darbe olursa ne olur?” sorusunu işleyen metin sanılanın aksine Fransız Le Monde Muhabiri Guillaume Perrier’e değil, Ahmet Altan’a ait
“Hatalı Alıntı Paylaşan Yazarlar” başlıklı yazımızda değindiğimiz, 2012 yılında yayılan bir yanlış atfa, yeniden dolaşıma sokulması nedeniyle ayrı bir yazı hazırlama gereği hissettik.
Bahsi geçen yazının Le Monde’un 2021 yılı Kasım ayında yayımlanan “Où va la Turquie?” (“Türkiye Nereye Gidiyor?” başlıklı sayısının kapağında yer alan baş örtülü bir kadın ve sırtı dönük erkeğin görüldüğü fotoğraf ile birlikte paylaşıldığı görülüyor.
Fransız Le Monde Muhabiri Guillaume Perrier’e ait sanılan metin şu şekilde:
“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı.
Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeyle sakatlandı.
Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme” artık iyice keskinleşti.
Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısının önünde çıkaran, kadınlarının başını örttüğü, erkeklerinin sokağa pijamayla da çıkabildiği, erkek çocuklarının kahveye gittiği, kızlarının tam bir baskı altında yaşadığı, türküyle arabesk arası bir müzikten hoşlanan, belki de hiç kitap okumamış, hiç dansetmemiş, hiç karı koca birlikte lokantaya gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, evlerinde floresan lamba yakan, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli kalabalık bir kitle var.
Diğer yanda ise kız lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dansetmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okumuş, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızların flörtüne izin verilmese bile göz yumulan, Allah’a inanan ama ibadete pek aldırmayan, kadınlarının başını örtmediği, şarabın kalitesinden pek anlamasa da kadın erkek bir arada gidilen bir gezmede içki de içmiş, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da okumuş yazmış, Batı standartlarına yakın bir grup var.
Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk.
Onları, Batı’daki sınıflar arasında ortak bir zevk yaratan kilise müziği, dini resimler, İncil’in sinemalara bile yansımış hikayeleri gibi birleştirecek kültürel bir zemin yok.
Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden farklı.
Hatta birbirine düşmanca.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış.
Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar. Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma ihtimalleri yok.
Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
Daha Batılı olan “ikinci grup”, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman olan kesim ise iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için Batı’yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
Bu kültürel parçalanmada “ordu” önemli bir role sahip.
Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.
Bu iki grup siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, “devletle” arası iyi olmadığı için malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup parasal güç olarak da kuvvetli değil.
Dış dünyayla iş yapan, dışardan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı ikinci grubun arkasında.
İkinci grup, siyasetle, demokrasiyle iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.
Cumhurbaşkanı seçimi kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu.
Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor.
Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor.
Cuntalardan söz ediliyor.
Peki, darbe olursa ne olur?
Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan grup orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı’nın desteğini kaybeder.
Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar.
Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında. Ama Amerika’nın önünde de ciddi bir engel var. “Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki “darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir “zorlamayı” gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak.
Silahını ve parasını Batı’dan alan bir ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak?
Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular.
Türkiye’de darbe olursa, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş yeni bir oluşumla karşılaşacak dünya.
Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve İran’la ortaklık kurmak isteyecek.
Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak.
Rusya’yla İran’ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi bir süreliğine de olsa ayakta tutmaya yeter.
Ama Rusya, Türkiye, İran bloku dünyanın bütün dengelerini değiştirir.
Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirir.
Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder.
Kafkaslar’ı, Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar.
Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar.
Petrol kaynaklarına egemen olur.
Çin’le işbirliği yapabilir.
Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan “Batı”nın dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir biçimde azaltır.
Yeni blok asker, enerji ve para açısından çok güçlenir.
Böylece, Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.
Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.
“Asla böyle bir şey olmaz” diyebilirsiniz… Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin.
Ama, ya olursa… Ki bana çok mümkün geliyor.
O zaman ne yapacaksınız?
Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların da…
Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla çok görkemli, bir yanıyla çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın da…
Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da…
Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.
Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil.
Hiç unutmayın ki ilk dünya savaşı tek bir tabancanın patlamasıyla başlamıştı.”
“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor” cümlesiyle başlayan ve “Türkiye’de darbe olursa ne olur?” sorusunu işleyen bu yazının 2004-2014 arasında Fransız Le Monde dergisinin İstanbul muhabirliğini yapan Guillaume Perrier’e ait olduğu iddiası doğru değil.
Söz konusu metin 2010 yılında e-posta gruplarında paylaşılmasının ardından “forward mail” ünlüsü hâline gelmiş ve Guillaume Perrier’e ait sanılmış.
Le Monde gazetesinde yayımlanan Türkiye analizi sanıldığı gibi Guillaume Perrier’e değil, Ahmet Altan’a ait.
Ahmet Altan tarafından kaleme alınan “Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’den çıkabilir…” başlıklı yazı 2007 yılı Haziran ayında önce Le Monde gazetesinde, ardından Alman Stern dergisinde yayımlandı.
Söz konusu yazı 12 Haziran 2007 tarihinde “La Turquie au bord de l’implosion, par Ahmet Altan” (“Türkiye patlamanın eşiğinde, Ahmet Altan”) başlığıyla yayımlandı.
“Türkiye Analizi” başlıklı bir yayı yayımlayıp “Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil” ifadelerini kullandığı, muhalefet destekli bir darbe imasında bulunduğu, “Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında. Ve bu ikinci grup, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde” iddiasında bulunduğu sanılan Fransız Le Monde gazetesi muhabiri Guillaume Perrier, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada bu yazının Ahmet Altan’a ait olduğunu belirtti.
Guillaume Perrier’in Ahmet Altan’ın 2007 yılındaki yazısının şahsına ait sanıldığını söylediği paylaşımı şöyle:
Guillaume Perrier (@GuillaumPerrier): “Tekrar söylüyorum. Bu makale (Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor), benimle ilgili değil. Ahmet Altan tarafından 2007 yılında yazılmıştır. Web sitelerinin ve Türk gazetelerinin kaynak göstermeden bu makaleyi bana vermesinden on yıl geçti.”
Aydınlık gibi gazetelerin ve Zahide Uçar, Arslan Bulut, Kurtul Altuğ, Hamdi Türkmen, Güneri Cıvaoğlu, Ekrem Kızıltaş ve Asım Kemal Güner gibi yazarların yanı sıra bazı sosyal medya kullanıcıları da aslında Ahmet Altan’ın yazısına atıf yaptığının farkına varamamış…
Tarih Saka (@tarihsaka2): “TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR? “… Fransız le Monde Muhabiri Guillaume Perrier’nin şaşırtıcı bir “Türkiye analizi” “Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı.”