HAKİKAT-SONRASI
“Öyle bir çukura düştük ki, zeki insanların ilk vazifesi malumu ilam etmektir artık.”
George Orwell
Bu ayki kitap inceleme bölümümüzde post-truth döneme felsefi ve bilimsel olarak katkı sunan bir kitaba yer vereceğiz.
Boston Üniversitesi Felsefe ve Bilim Tarihi Merkezi’nde araştırma görevlisi ve Harvard Extension School’da Etik Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Lee Mcintyre’ın 2019 yılı Nisan ayında Tellekt tarafından basılan Hakikat-Sonrası (Post-Truth) adlı kitabını inceleyeceğiz.
Lee Mcintyre’ın Hakikat-Sonrası adlı kitabı yedi bölümden oluşmaktadır. Mehmet Fahrettin Biçici’nin eserin etkisini artıran kelime tercihleri ve özenli diliyle Türkçeye çevrilmiştir. Kitabın sunuş bölümünü Mirgün Cabas kaleme almıştır.
İmgesel kapağıyla dikkat çeken felsefî kitap, “hakikat-sonrası” kavramının tanımlanmasıyla başlar, hakikatin önemsizleştiği döneme gidiş süreci irdelenirken sebepleri araştırılır ve bilimin yaklaşımı ortaya konulur.
Kitabı içerdiği 7 bölüm bazında ele alalım…
1 – Hakikat-Sonrası Nedir?
Zamanın ruhunu yakaladığı düşüncesiyle 2016 yılında Oxford Sözlükleri’nde yer alan post-truth kavramının nasıl ortaya çıktığı ve şekillendiğinin detaylı bir biçimde ifade edildiği ilk bölümde; Brexiteer ve alt-right sözlerini geride bırakarak yılın sözcüğü olarak sözlüğe girmesine temel olan olaylar aktarılmıştır. İngiltere’deki Brexit ve ABD Başkanlık Seçimi’ne damgasını vuran; gerçeklerin üstünün örtülmesi, akıl yürütmenin yaslandığı kanıta dayalı ölçütlerin bertaraf edilmesi ve göz göre göre yalan söylenmesi post-truth’u diğer sözcüklerin önüne geçirmiştir. Şüphesiz sözcüğün bu denli öne çıkmasında Donald Trump’ın etkisi çok büyüktür ve eski ABD Başkanı Trump, kitap boyunca üzerinde en fazla konuşulan isim olacaktır.
Yalın Alpay’ın büyük oranda post-truth kavramına değindiği Yalanın Siyaseti kitabındaki tercihinden farklı olarak kavram Türkçeye “hakikat-sonrası” olarak çevrilmiştir. Eser boyunca da bu tercih dışında başka bir söze gerek duyulmaz. Fakat yine de “truth” sözünün önünde yer alan “post” kavramıyla önemini yitiren bir hakikate gönderme olduğu ilk bölümde vurgulanmıştır.
Hakikat-sonrasının daha net anlaşılması amacıyla yazar, Aristoteles’in hakikat tanımını verir: “Olan şeye yok ya da olmayan şeye var demek yanlış, olan şeye var ve olmayan şeye yok demek doğrudur.” Epistemolojik çalışmalardan yola çıkarak hakikat teorilerinden şöyle bir bahsedilen kitapta, asıl mesele olarak “hakikati çarpıtmak için kullanılan yolların nasıl anlaşılabileceği” olduğu belirtilmiştir.
İlk olarak hakikati çarpıtan insanların sınıflandırıldığını görürüz.
- Herkes zaman zaman istemeden de olsa doğru olmayan şeyler söyleyebilir. Bunun kasti olmadığını kabullenmeliyiz.
- Gönüllü cehalet olarak adlandırılan durumda, bir şeyin gerçek olmadığını bilmeyebiliriz ama malumatımızı sınama zahmetine katlanmaksızın onu söylemekten çekinmeliyiz.
- “Söylediği şeyin doğru olmadığını bildiği halde başka bir insanı yanıltmak çabasına girerek yalan söyleyenler” ise hakikati önemsizleştirenlerdir.
Doğru olmadığını bildiği şeyi muhatabını inandırmak adına manipüle etmek, gerçeği tahrifata uğratmak hakikat-sonrası olarak yorumlanır. Trump’ın davranışları öncelikle gönüllü bir cehalet örneği olarak değerlendirilirken daha sonra gerçeği bilen Trump’ın onu manipüle ederek hakikati önemsizleştirdiği anlaşılır.
Mcintyre, Filozof Hary Frankfurt’un Zırvalama Üzerine adlı kitabından aktarımla “Zırvaladığımız durumlarda ille de yalan söylemediğimizi, yalnızca neyin doğru olduğuna dair ihmalkâr bir kayıtsızlık içinde de olabileceğimiz” iddiası aracılığıyla Trump’ın davranışlarını sorgulamıştır. Yazar, hakikatin terk edilmesi anını “hakikatten daha önemli olan bir şeyi savunmak istediğimizde ortaya çıkan” bir olgu olarak yorumlar.
2 – Hakikat-Sonrasını Anlama Kılavuzu Olarak Bilim İnkârcılığı
Bu bölümde bilim inkarcılığı meselesi üzerine eğilen Mcintyre, “Ekonomik ya da ideolojik bir nedenden ötürü ortaya çıkabilen bilim inkarcılığını, kaybedecek bir şeyleri olanlar tarafından başlatılıp yürütülen yanlış bilgilendirmeye dayalı kampanyalara kapılan kişilerce sürdürülen bir durum olduğunu” belirtir. “Onu imal etmek dururken, neden bilimsel ihtilafın peşinden gidilsin ki? Kişinin kanaatleri, medyaya gözdağı vererek ya da halkla ilişkiler vasıtasıyla yayılabiliyorsa, bağımsız değerlendirmeler kimin umurunda olur?” diye soran yazar Rabin Havt’den nakille şöyle der: “Maaşlı uzmanlar, muhabbet konusu ve mim haline getirilen sahte araştırmalar ürettiler, maaşlı çığırtkanlar bunları televizyonlarda tekrarladı, sosyal medya aracılığıyla yaydı ve gerektiğinde ürettiği reklam kampanyaları vasıtasıyla kamuoyunun bilincine mıhladılar.”
Bilim inkarcılığının köklerinin 1950’lerdeki tütün stratejisinden küresel ısınma münakaşalarına kadar geniş bir yelpazede ve zaman aralığında gerçekleştiği belirtilirken 2016 yılı hakikat kavramının sorgulandığı tepe nokta olarak görülür.
Bilimin tersine olarak hakikati manipüle eden düşünce kuruluşlarının büyük şirketler tarafından fonlandığı örneklerle ortaya konarken kendi çıkarlarının zedelenmemesi adına böyle bir yola başvurdukları belirtilmiştir.
Mcintyre iklim değişikliğinin insan faaliyetleri sonucunda olduğuna dair çarpıcı bir veriyi paylaşıp konuyu tartışmaya açar. “2013 tarihli bir araştırma, bilimsel makalelerin yüzde 97’sinin, küresel ısınmanın sebebinin insan faaliyetleri olduğu yönündeki görüşte hemfikir olduklarını gösteriyor. En son tarihli kamuoyu yoklaması, ABD’lilerin yalnızca yüzde 27’sinin iklim değişikliğinin en büyük sebebinin insan davranışı olduğu konusunda hemfikir olduğunu gösteriyor.” Yazara göre, bilim insanları ve halk arasındaki bu büyük farkın nedeni; kafa karışıklığına neden olacak şüphecilere büyük paralar yatıran, onları fonlayan, hakikati manipüle eden petrol şirketleridir.
3 – Bilişsel Önyargının Kökenleri
Solomon Asch 1955 yılında “Kanaatler ve Toplumsal Baskı” adlı makalesinde ayrıntılı olarak bahsettiği deneyle “inancın toplumsal bir veçhesinin olduğunu, inançlarımızın etrafımızdakilerle uyumlu olmadığını düşündüğümüz takdirde, kendi hislerimizden gelen kanıtları bile hafife alabileceğimizi” kanıtlar. Zaten inandığımız şeyleri doğrulamak için bilgi arama durumunu “doğrulama sapması” olarak açıklayan yazar, bu kavramı ilk kez kullanan Peter Cathcart Wason’ın 1960’ta gerçekleştirdiği deneye ayrıntılı olarak yer verir. Doğrulama sapması 1960’larda tanımlanmış olsa da hakikat-sonrasının bu yıllarda yükseldiğinin söylenemeyeceğini, 2000’li yıllarda ortaya çıkan aşırıya varan önyargılar ve sosyal medya kaynaklarının yükselişe geçmesiyle kavramın vücut bulduğu belirtilmiştir.
Lee Mcintyre’ın bilişsel önyargılar üzerine yapılan güncel çalışmalar bahsinde iki kavramı irdelediğine şahit oluruz. Bu iki kavram, “geri tepme” ile “Dunning-Kruger” etkileridir.
Bilişsel önyargıların ilki “geri tepme etkisi”dir. Brendan Nyhan ve Jason Reifler’ın deneysel çalışmalarından doğduğunu öğrendiğimiz kavram, “kendilerine siyasi olarak faydası dokunan inançlarından birinin yanlış olduğu yönünde bir kanıt sunulduğunda partizanların, kanıtı reddedip hatalı inançlarına daha da inatla sarıldıklarının” keşfiyle doğmuştur.
Düşük kabiliyetli öznelerin kendi liyakatsizliklerinin farkına varmaktan nasıl aciz olduklarına ilişkin bilişsel önyargı olarak tanımlanan “Dunning-Kruger Etkisi”, aşırı özgüven önyargısı olarak da izah edilmiştir. David Dunning ve Justin Kruger’in 1999 tarihli deneylerinde, deneklerin kabiliyetlerini şişirme eğilimi göstermeleri kavramı doğurmuştur. Bu duruma içkin açıklamaları ise “Kabiliyetsizlik bunu fark etme becerisinden de mahrum bırakmaktadır.” şeklindedir. Deneylerden çıkan en ilginç sonuçlardan bir diğeri ise kendi kabiliyetlerini en çok abartanların, en kabiliyetsiz olanlar olduğu tespitidir. Kitapta bu hususa dair verilen örnek olay oldukça çarpıcıdır: “Oklahoma senatörü James Inhofe, 2015’te ABD Senatörler Meclisi’ne, küresel ısınmayı çürütmek için kartopu getirdiğinde, iklim ile hava durumu arasındaki ayrımı bilmediği için ne denli cahil göründüğüne dair bir fikri var mıydı acaba? Muhtemelen yoktu; çünkü aptal olduğunun farkına varamayacak kadar aptaldı.”
Cass Sunstein’in Infotopia adlı kitabındaki tespiti hakikat-sonrasına dair çıkarımlarda okura sunulur. Buna göre “Grupların performansı bireylerinkinden üstündür. Etkileşim ve müzakere içinde olan gruplar da pasif olanlardan üstündür. Hakikat arayışındaysak eğer, eleştirel düşünce, şüphecilik ve fikirlerimizi başkalarının tetkikine maruz bırakmak en işe yarayan yol olacaktır.”
Yazarın iddiası “belli bir düzeyde bütün ideolojilerin, hakikatin keşfedildiği sürecin düşmanı olduğudur.”
4 – Geleneksel Medyanın Düşüşü
Bu bölümde ilk olarak Amerikan basınının 1950’lerde başlayan, televizyon kanallarının açılmasıyla beraber değişen medya anlayışı, haber verme biçimi ayrıntılı biçimde aktarılmıştır. Amerikan medyasının yanlılık düzeyleri araştırmalara göre gözler önüne serilir. Özellikle Fox News televizyonunun yaptığı yayınlardaki tarafgirliği ortaya konmuştur. 2011 yılında yapılmış bir çalışmaya atıfla “Fox News seyredenlerin hiç haber izlemeyenlere kıyasla daha az bilgi sahibi oldukları” belirtilmiştir.
Stephen Marche’nin Time dergisindeki “Trump’ın içinden çıktığı hakikat-sonrası durumun kökenleri, solcuların yaptığı siyasi hiciv programlarına dayanır.” tespiti Amerikan medyasında hiciv programlarının mesajının sorgulanmasına neden olmuştur. Mcintyre buna itiraz ederek şöyle der: “Hiciv gerçeklikle alay ederek, gerçek hayattaki saçmalıklara ışık tutmak ister. Birileri hicvi gerçeğin yerine koyarsa eğer, bütün gayesi ortadan kaybolur. Hicvin niyeti kandırmak değil dalga geçmektir.”
Medyanın yanlı haber anlayışının bilimsel konularda kesinleşmiş, herhangi bir ihtilaf olmayan sahih bilgileri veriş şeklinde ortaya çıktığını belirten yazar, bölünmüş ekranlardaki tartışma programlarında bilim insanlarının savunduğu hakikat ve şüphecilerin bir arada verilmesinin konuların ihtilaflı olduğu sanrısını yarattığı düşüncesindedir. İklim değişikliklerinin insan faaliyetleri sonucunda olduğundan tüm bilim insanları hemfikir olmalarına karşın medyanın karşıt görüşe yer verme tutkusu ihtilaflı bir durum varmış algısı yaratmıştır. Bunu “kötü gazetecilik” olarak yorumlayan yazar, “Nesnelliğin gayesi, hakikat ile yalana eşit süre vermek değil, hakikatin önünü açmaktır.” der. Çünkü ona göre iklim değişikliklerindeki ihtilaf, petrol şirketleri ve onların yalanlarına inananlarca körüklenmiş, siyasal bir ihtilaftır.
Geleneksel medyanın yerini sosyal medyaya, internet haberciliğine bırakmasının irdelendiği bu bölümün sonunda sosyal medyadaki yükselişin herkese açık malumatfuruşluğa yaptığı katkıdan söz edilir. Bugünlerde Twitter tarafından süresiz olarak askıya alınan Donald Trump’ın hesabında, milyonlarca insana aracısız olarak mesajlarını iletme lüksü mevzubahis edilmiştir.
5 – Sosyal Medyanın Yükselişi ve Uydurma Haber Sorunu
Geleneksel medyanın düşüşünü büyük ölçüde internete bağlayan yazar, 2016 yılı seçimlerinde Trump’ın medyada çok fazla yer bulmasıyla yükselişi arasında paralellik kurmuştur. İnternetteki haberlerin denetimsizliği, editöryal incelemeden uzaklığı, sosyal medyanın algıları yöneten algoritmaları, filtre balonlarına değinilmiştir.
Bir amaç için kasıtlı olarak imal edilmiş yanlış haberlerin “uydurma haber” olarak tanımlandığı kitapta, sosyal medyayla bunu tık avcılığından, yanlış bilgilendirmeye evrilen bir süreç resmedilir. 2016 yılı ABD Başkanlık Seçimleri uydurma haberlerin yeniden yükseldiği bir dönem olarak görülür. Mcintyre, uydurma haberlerle mücadele için getirilen çözümlerden birini olgu teyidi yapan Snopes isimli internet sitesinin editöründen aktarımla şöyle ifade ediyor: “Uydurmalardan kurtulmak onları gerçek haberlere boğmakla mümkündür.” Yazarın çözümlerinden biri ise eleştirel düşünce için çaba sarf edilmesi yönündedir.
6 – Hakikat-Sonrasına Postmodernizm mi Yol Açtı?
Postmodernizmi hakikat-sonrasının atası olarak değerlendiren yazar, postmodernizm düşüncesindeki temel tezlerin muhafazakarların elinde aldığı ironik halin fotoğrafını çıkarmıştır. Postmodernistleri ise edebi metinleri yorumlamakla yetinmeyip doğa bilimlerinin peşine düşmekle eleştirir.
Martin Heidegger, Michel Foucault ve Jacques Derrida gibi önemli düşünürlerle yol alan postmodernist düşüncenin tarihini temel birkaç fikir özelinde sunan Mcintyre, bu fikirleri şöyle özetler: “Derrida’nın edebi ‘yapısöküm’ teorisi en temel fikirlerinden biridir. Bu teoriye göre yazarın bir metinde ‘ne söylemek istediğini’ bildiği fikrine güvenemeyeceğimiz için, o metni parçalarına ayırıp arkasında yatan siyasal, toplumsal ve kültürel varsayımların bir işlevi olarak ele almamız gerekmektedir.” Sorun “yapısöküm”ün edebi metinlere uygulamakla yetinilmeyip her şeyin bir “metin” olarak yorumlanabileceğini düşünen sosyologlar ve başkaları tarafından sahiplenilmesiyle vuku bulmuştur.
Mcintyre’ın değindiği bir diğer postmodernist tez ise, “Hakikate ilişkin bütün iddialar, bunları dile getiren kişinin siyasal ideolojinin yansımasından başka bir şey değildir” şeklindedir. Michel Foucault’ya göre: “Hakikat diye bir şey olmadığından, bir şeyi bildiğini iddia eden her kimse, bizi eğitmeye değil baskılamaya çalışıyor, demektir.” Postmodernizmdeki doğru cevabın olmadığı, yalnızca yorumların var olacağı düşüncesi elbette hakikati önemsizleştirmiştir.
Doğa bilimlerine de el atan postmodernistler nedeniyle hakikat-sonrasının izahı zorlaşmış, nesnel hakikat yoktur düşüncesi muhafazakarların elinde önemli bir koz haline gelmiştir. Bu nedenle Mcintyre, postmodernizmi hakikat-sonrasının atası olarak değerlendirir.
7 – Hakikat-Sonrasıyla Mücadele
Son bölümde Time dergisinin 3 Nisan 2017 tarihli “Hakikat Öldü mü?” başlıklı kapağını anımsatarak bu soru üzerine yoğunlaşmıştır yazar. Hakikat-sonrası dönemin nasıl vuku bulduğu anlaşılmış olsa da onunla mücadele etmek çok da kolay değildir. Bu hususta getirdiği çözümleri şöyle sıralayabiliriz:
- Yalanlara karşı her zaman savaşılması gerektiği fikri şiar edinilmeli,
- Hakikat-sonrası çağında, olgusal bir meseleyi karartmaya yönelen her çabaya meydan okunmalı; asılsız iddiaların yayılmalarına müsaade edilmemeli,
- İnsanların fikirlerini değiştirmek zor olsa da imkânsız değildir. Bu nedenle doğru bilgilere tekrar tekrar maruz bırakarak, taraf tutanların fikirlerinin değişmesi yolunda adım atılmalı,
- “Olgular reddedilse de ortaya çıkmak gibi bir huyları vardır” sözüne inanmalı,
- İster liberal ister muhafazakâr olunsun, herkeste hakikat-sonrasına taşıyacak türden bilişsel önyargılar bulunur. Kişi içindeki hakikat-sonrasıyla mücadele etmeli,
- Doğrulama sapmasına bulaşan kişiler tek bir kaynakla iktifa etmeyip haber kaynaklarını çeşitlendirmeli,
- Ampirik bir soru sorulduğunda dikkate alınacak ilk şey kanıtlardır. Kanıtların peşine düşmeli,
- Eleştirel düşünceden asla vazgeçilmemelidir.
Lee Mcintyre okuru kışkırtan, düşünmeye sevk eden, sorgulatan, harekete geçiren diliyle Hakikat-Sonrası’nda bugünün medyasını, haber anlayışını hakikate yaklaşımları açısından masaya yatırmıştır. Yazar, sorularla genişlettiği düşüncelerini kesin yargılara varmaksızın okurun zihninde, hakikatin izini sürmesine imkân tanıyan kitabında; farklı kaynaklardan hareket ederek geniş bir bilgi akışıyla görüşlerini desteklemektedir.
Kitabın öznesi Donald Trump’tır. Eski ABD Başkanı tek başına hakikat-sonrası kavramının doğuşuna hizmet etmiş bir isim olarak eleştirel bir gözle irdelenir. Onun yaklaşımı ve diğer herkesin ona yaklaşımı her bölümde detaylı bir biçimde sorgulanır. Kitapta Donald Trump odaklı bir hakikat-sonrası izahı aşikardır. Kavramın doğuşunda Trump’ın etkisi yadırganamaz olsa da bu denli merkeze oturtulması ve inşanın onun üzerinden yapılmasını kitabın sınırlılığı olarak kabul edebiliriz. Bununla beraber hakikat-sonrası dönemdeki yaygın dezenformasyon konuları olan aşı karşıtlığı ve iklim değişikliği de kitapta sıkça bahsedilen konulardandır.
Kitap boyunca hakikate ulaşmanın dert edinilmesi gereken bir mesele olduğunu tekrarlayan Mcintyre, ait olduğumuz grupların inandıklarına inanma temayülümüzü sorgulamamız ve üstüne gitmemiz gerektiğini vurgularken hakikat arayışındakilerin şüphecilikten, eleştirel düşünceden, fikirlerini başkalarının tetkikine maruz bırakmaktan asla vazgeçmemeleri gerektiğini söyler.