Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir” Sözünün Emma Goldman’a Ait Olduğu İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Anarşist yazar ve aktivist Emma Goldman’a (27 Haziran 1869 – 14 Mayıs 1940) ait olduğu iddiasıyla paylaşılandans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” (“If I can’t dance I don’t want to be in your revolution“) sözüne değineceğiz.

Emma Goldman’a atfedilen ve kitap kapaklarına yazılan bu söz aslında O’na ait değil.

Emma Goldman, “dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” sözünü kullanmamış.

Kendisine ait metinlerde “dans edemeyeceksem devriminiz sizin olsun” şeklinde de aktarılan bu sözün izine rastlanamıyor.

Tarihçi Alix Kates Shulman, bahsi geçen sözün Emma Goldman tarafından sarf edilmediğini ve 1973 yılında tişört satışı için tarafınca kurgulandığını belirtmişti.

Shulman, anarşist matbaacı Jack Frager’ın New York’taki Central Park’ta Vietnam Savaşı’nın sona ermesinin kutlanacağı festivalde satışa sunmak üzere Emma Goldman konulu tişört basmayı planladığını söylediğini, kendisinden yardım talep ettiğini, kendisinin de tişörtlerin üzerinde yazacak söz önerisinde bulunduğunu, bahsi geçen sözün de bunların arasında olduğunu aktarmıştı.

Schulman, mezkûr sözün, “Kızıl Emma” olarak da nitelenen Goldman’ın aktarmaya çalıştığı vurguyu yansıttığı değerlendirmesini de sunmuştu (Alix Kates Shulman (1991). “Dances with Feminists”. Women’s Review of Books, Vol. IX, 3. December 1991. Emma Goldman Papers).

Emma Goldman’ın yazı ve konuşmalarını bir araya getiren (Agora Kitaplığı’ndan feminist kitaplık dizisinden çıkan) “Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir” isimli bir kitap mevcut.

 

dans edemeyeceksem bu benim devrimim degildir

 

Bahse konu söz, anılan kitapta, ismi dışında geçmiyor.

“Dans” sözcüğü sadece kitabın başlangıcında yer alan “Bir Anarşistin Hayata Bakışı” başlığıyla aktarılan konuşmasında şöyle kullanılmış:

“Burada tabii ki bütün anarşist yoldaşlarım adına konuşamam, ama kendi adıma şunu ifade etmek isterim ki, ben hayatımı, geriye dönüp bakacak vakit bulamadığım denli yoğun ve şiddetli yaşadım. Herkesin ister istemez arkasına yaslanıp hayatına bakması gereken bir dönemi olduğunun farkındayım. Bu dönem, bilge yaşlılıktır; yine de ben, bilgeliğe ulaşacak kadar yaşlanacağımı zannetmiyorum. Pek çok insan hayata bakar, ama onu yaşamaz. Onların gördükleri hayatın kendisi değil, sadece gölgesidir. Hem zaten onlara hayatın, insanı kendi suretinden yaratan beceriksiz bir Tanrı’nın üzerlerine musallat ettiği bir lanet olduğu öğretilmemiş midir? Bu yüzden çoğu insan, hayatı öteki dünyadaki cennete doğru giden bir nevi basamak olarak görür. Onlar ne hayatı yaşamaya cesaret ederler, ne de hayatın ruhunu kendilerine sunulduğu gibi anlarlar. Kuşkusuz, bu yola girmek bir riski göze almaktır; küçük maddi kazanımlardan vazgeçmeyi gerektirir. Bu ayrıca, insanın kendi ülkesinin kanunları, kuralları ve ‘kamuoyu’na karşı gelmesi demektir. Pek az insanın yüreği, bütün kalpleriyle benimsediklerinden vazgeçebilecek mertlik ve cesaretle doludur.
Insanlar hep, kafalarını kaldırınca ellerindeki küçük imkanları da kaybetmekten korkuyorlar. Ben Topsy gibi oldu­ğumu söyleyebilirim. Ben, doğup büyümedim; ‘yoğruldum’. Hayatla birlikte, hayatın her alanında, düşe kalka yoğruldum. Gerçi bu yolun bedeli yüksekti, ama aynı bedeli en baştan yeniden ödemem gerekse bunu memnuniyetle yapardım; çünkü bedelini ödemeden, dibini görmeden, hayatın doruklarına hiçbir zaman yeniden tırmanamazsınız.

 

Hayat, doğal olarak, kendisini farklı yaşlarda farklı şekillerde sunar. Ben de sekiz yaşımdan on iki yaşıma kadar Judith olmayı hayal ediyordum. Halkımın, Yahudilerin çektikleri acıların intikamını almayı, Holofernos’un kellesini uçurmayı arzuluyordum. On dört yaşındayken doktor olmayı istedim; böylece sevdiklerime yardım edebilecektim. On beşime geldiğimde karşılıksız bir aşka tutuldum ve bunun acısıyla bir ton sirke içerek romantik bir yoldan intihar etmeyi düşledim. Aşkımdan intihar etmenin beni mezarımda uçuk ve ilginç, solgun ve şiirsel göstereceğini düşünmüştüm; ama on altıma geldiğimde daha görkemli bir ölümde karar kıldım. Ölene kadar dans edecektim.

Toplum, cinsiyet, din ve otorite üzerine sorgulamalar yapan ve her açıdan özgürleşmeyi savunan Emma Goldman, 1 Mart 1933 tarihinde Foyle’un 29. Edebiyat Toplantısı’nda yaptığı konuşmada “ölene kadar dans edecektim” cümlesini kullanmış.

 

bir anarsistin hayata bakisi

 

“Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir” adlı kitabın özeti mahiyetindeki metin arka kapağında şu şekilde sunulmuştu:

Emma Goldman, ya da herkesin bildiği adıyla ‘Kızıl’ Emma:
Evlilik insan doğasına aykırıdır, esas olarak kadınları baskı altında tutmaya yarar ve bir kurum olarak kadınların cinselliklerini özgürce yaşamalarını engeller…
Kadın ile erkek arasında aşkla kutsanmamış, doğal olmayan her türlü birlik fuhuştur.
Kıskançlık ise, aşkın meyvesi olmaktan ziyade, erkeklere seks tekeli kurmayı sağlayan bir bahanedir…
Teizm insan zihnine bir hakaret, ateizm ise hayatın, güzelliğin ve insan bilincinin en güçlü biçimde ve ebediyen onanmasıdır.
Vatanseverlik, dünyamızın her biri demir parmaklıklarla çevrili, küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları öldürme hakları olduğunu öngörür.
Anarşizm insanın ufkunu açıp onu özgürleştiren bir güçtür; insanlara kendi yeteneklerine güvenmeyi, herkesin eşit ve güvenlikte olacağı bir hayat uğruna mücadele etmeyi, tek birimiz bile tutsaksak hiçbirimizin özgür olamayacağını öğretir.

 

Goldman’ın 1931 basımı “Living My Life” (“Hayatımı Yaşarken”) adlı otobiyografik kitabında “dans” tutkusu şöyle aktarılmıştı (Emma Goldman. Hayatımı Yaşarken. Birinci Cilt. Metis Yayınları. Çeviren: Beril Eyüboğlu):

“Işıl ışıl parlayan Alman Kulübü’nde coşku doruktaydı. Helena’nın patronu Kadison’u bulduktan sonra, onun genç arkadaşlarıyla tanıştık. Hiçbir dansı kaçırmadan her dansa davet edildim, kendimi müziğin ritmine bırakarak çılgınca dans ettim. Saatler ilerlemiş salon boşalmaya başlamıştı; Kadİson beni bir kez daha dansa kaldırdı. Helena çok yorulduğumu öne sürdüyde de ben “Dans edeceğim,” diye haykırdım; “Ölesiye dans edeceğim!” Beni sımsıkı tutan kavalyemin kollarında balo salonunda dönüp dururken, vücudumdan ateş fışkırıyor, yüreğim deli gibi çarpıyordu. Ölesiye dans etmek – bundan daha muhteşem bir son tasavvur edilebilir miydi!

(Sf: 27)

“Çalışmaya başlar başlamaz kendimi öylesine kaptırdım ki, ondan başka hiçbir şey gözüme görünmez oldu. Görevim işçi kızların greve katılmalarını sağlamaktı. Bu amaçla mitingler, konserler, sohbet toplantıları ve danslar düzenleniyordu. Bu ilişkiler içinde onlara çıkarlarının, grevdeki erkek yoldaşlarıyla dayanışmayı gerektirdiğini açıklamak zor değildi. Sık sık konuşmak zorunda kaldığımdan, her kürsüye çıkışta yaşadığım tedirginlik de giderek azalıyordu. Grevin haklılığına olan inancım konuşmalarımı dramatize ederek İnandırıcı kılmama yardımcı oluyordu. Propaganda çatışmalarım grevcilerin saflarına birkaç hafta içinde pek çok genç kadının katılmasını sağladı. Yeniden hayata bağlandım. Danslarda yorulmak bilmiyor, keyiften uçuyordum. Bir akşam, Saşa’nın kuzeni olan bir delikanlı, yüzünde değerli bir yoldaşımızın ölüm haberini verecekmiş gibi bir ifadeyle beni kenara çekerek, kulağıma bir ajitatörün dans etmesinin hiç yakışık almadığını fısıldadı. Hele benim gibi kendini kaybedercesine olunursa! Anarşist hareket içinde yükselmeye aday birinden daha ağır başlı davranması beklenirdi. Benim uçarılığım Dava’ya zarardan başka bir şey getirmezdi.

 

Oğlanın bu küstahlığına büyük bir öfkeyle karşılık verdim. Kendi işine bakmasını, Dava’nın ikide bir önüme engel olarak çıkarılmasının gına getirdiğini söyledim. Özgürlük uğruna baş koyduğumuz Dava’mn, gelenekler ve Önyargılardan kurtuluş demek olan Anarşizm gibi yüce bir idealin, bizden hayatı ve sevinci esirgeyeceğini düşünemezdim. Davamız’ın benim rahibe olmamı, hareketin de bir manastır hayatına dönüştürülmesini beklemediğini ısrarla vurguladım. Eğer bunu talep ediyorsa, ben yoktum. “Ben özgürlük istiyorum, herkesin düşündüğünü ifade edebilme, güzel ve İç açıcı şeylere sahip olma hakkı tanınsın istiyorum.” Anarşizmin anlamı buydu bana göre – tutukevi, baskı, her ne olursa olsun umrumda değildi, dünya karşıma dikilse de bir şey değişmezdi. En candan yoldaşlarımın bile beni kınamasına rağmen, güzel idealimi gönlümce yaşayacaktım.”

(Sf: 64)

 

Metin Çulhaoğlu, İleri Haber’deki “Sözümüz söz: Herkes istediği kadar dans edebilecek” başlıklı 7 Şubat 2020 tarihli yazısında şahsına atfedilen sözün aslında Emma Goldman’a ait olmadığına şöyle değinmişti:

““Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” sözünü Emma Goldman ne zaman, nerede söylemiştir?

Bu sözün Goldman tarafından aynen böyle söylendiğine inananların aklına büyük bir olasılıkla 1917 Ekim Devrimi ve sonrası (1923’e kadar) gelecektir: “Herhalde meşin gocuklu ve kasketli birtakım Bolşevik komiserler bizim Emma’nın dans etmesine de karıştılar…”

Oysa Goldman’ın dans etmesine karışanlar ne Bolşeviklerdir, ne olay yeri Rusya’dır, ne de ortada bir devrim vardır. Olay yeri ABD’dir ve Goldman’ın dans tutkusuna pek hoş bakmayanlar da kendi anarşist yoldaşlarıdır.

Elbette bizim bilebildiğimiz kadarıyla…

Bilebildiğimiz kadarıyla, danslı bir toplantı sırasında dönemin önemli anarşist liderlerinden Alexander (Sasha) Berkman’ın  kuzeni olan bir genç, dans etmeye fazla düşkün bulduğu Goldman’ın yanına gelip dans etmenin onun gibi bir ajitatöre yakışmayacağını fısıldıyor. Goldman da tepkisini şöyle ifade ediyor: “Davamız, benden bir rahibe gibi davranmamı beklememeli, hareketimiz de bir manastıra dönüşmemeli. Böyle olacaksa, istemem kalsın.” (Living My Life, s. 53, http://www.bdigital.unal.edu.co/39985/1/Living%20my%20life.pdf).

Başka bir kaynakta varsa bilmiyoruz, ama buysa, burada “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” gibi bir söz yoktur.

“Demiş olsaydı hiç de fena olmazdı hani” diyorsanız anlaşılabilir, normaldir…

“Kaynak falan önemli değil; Emma gibi biri bunu bir yerde mutlaka demiştir” diyorsanız o zaman hakikat sonrası dönemin ruhu iliklerinize işlemiş demektir…”

 

“If I Can’t Dance It’s Not My Revolution” adlı ya da bu sözü içeren parçalar da bestelenmişti.

 

 

Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” (“If I can’t dance I don’t want to be in your revolution“) sözü, İngiliz sanatçı Sophie Ellis-Bextor’ın 2007 yılında çıkardığı “Trip the Light Fantastic” adlı 3. albümünde yer alan “If I Can’t Dance” adlı parçada geçiyor.

 

 

Söz konusu parçanın sözleri şu şekilde:

A new dawn waits for us tonight
If you play the cards, you’re holding right
I swear I’ll keep in party line
Cross my heart and hope to die
If I lose myself to rhythm
Doesn’t mean I lose control

[Chorus:]

If I can’t dance
If I can’t dance
Oh, baby, if I can’t dance
If I can’t dance
If I can’t dance
Then I don’t need any part of your revolution
Can you see the action in my head?
The town we’re paiting turning red?
We need a new wave I can ride
If we are ever gonna turn this side
Politicize my own endeavors
I’ve no use for your protocol

[Chorus (x2)]

Oh darling don’t be so unkind
The beat must never be denied

 

Tespit: pheaorte

 

Yorumunuzu yazınız...