Atatürk’e atfedilen “Avrupalılar isterse bütün ordularını getirsin. Ağrı Dağı’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğim” sözünün kaynağı Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa’nın “Feryadım” adlı hatıratında aktarıma dayanmaktadır.
Halâskârgazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Avrupalılar isterse bütün ordularını getirsin. Ağrı Dağı’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğim.” sözünü sarf ettiği iddiasını ele alacağız.
Mezkûr vecize atfı, Türk Tarih Arşivi adlı ve Con Sinov mahlaslı lordsinov uzantılı X hesaplarının “Avrupalılar isterse bütün ordularını getirsin. Ağrı Dağı’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğim. – Mustafa Kemal Paşa” paylaşlarımıyla gündeme geldi.
Avrupalılar isterse bütün ordularını getirsin. Ağrı Dağı’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğim.
-Halaskargazi Mustafa Kemal Paşa pic.twitter.com/bpKCCrCPg5
— Türk Tarih Arşivi (@TurkTarihArsiv) November 25, 2024
Avrupalılar isterse bütün ordularını getirsin. Ağrı Dağı’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğim.
– Mustafa Kemal Paşa pic.twitter.com/7RbhzEOKSV
— Con Sinov (@lordsinov) November 25, 2024
Bir Sözün Atatürk’e Ait Olduğu Nasıl Doğrulanabilir? başlıklı yazımızda Atatürk’e yanlışlıkla atfedilen sözlerin nasıl tespit edilebileceğine değinmiştik.
Bahsi geçen yazımızda aktardığımız adımları izlediğimizde, sahipliği Atatürk’e izafe edilen bu sözün kaynağının Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa‘nın “Feryadım” adlı hatıratı olduğu anlaşılıyor.
Ahmet İzzet Paşa’nın oğlu Süheyl İzzet Furgaç tarafından, 1927 yılındaki Almanya baskısından 65 yıl sonra 1982 yılında Türkçe “Ahmet İzzet Paşa- Feryadım” başlığıyla Nehir Yayınları’ndan çıkarılan hatıratın 2. cildinin 3. bölümündeki “Ankara Serüveni” başlıklı kısımda “Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Avrupalılar isterlerse bütün ordularını getirsinler, Ararat Dağları’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğini öfkeli bir şekilde açıkladı.” cümlesi yer alıyor (1. Baskı, İstanbul: Ocak 2017. Sf: 99).
Ahmet İzzet Paşa’nın Atatürk’ü tenkit ettiği bölümdeki “Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Avrupalılar isterlerse bütün ordularını getirsinler, Ararat Dağları’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğini öfkeli bir şekilde açıkladı.” cümlesi “Avrupalılar isterse bütün ordularını getirsin. Ağrı Dağı’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğim.” şekline dönüştürülerek paylaşılmış.
Ahmet İzzet Paşa (1864-1937), farklı rütbelerde, kurmay subayı ve ordu komutanı olarak katıldığı Tesalya ve Yemen seferleri, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nda önemli görevler üstlenen, İkinci Meşrutiyetin ilanının ardından Genelkurmay Başkanlığı (erkân-ı harbiye-umumiye reisliği) yapan, 1913 ve 1919 yıllarında Harbiye Nazırı olarak atanan, Osmanlı ordusunun son dönemlerinin en kıymetli ordu komutanlarından biridir. |
Ahmet İzzet Paşa, 5 Aralık 1920 tarihinde gerçekleşen Bilecik görüşmesinde Salih Paşa ile birlikte İstanbul hükûmetini temsil etti. Ankara hükûmeti adına Atatürk ve İsmet İnönü ile yaptığı görüşmenin ardından İstanbul’a dönmesine izin verilmeyerek Ankara’da alıkoyuldu.
Hatıratında aktardığı görüşme de bu süreçte gerçekleşti.
Ahmet İzzet Paşa’nın hem Osmanlı’nın son dönemini hem de I. Dünya Savaşı yıllarını anlamak için önemli bir kaynak olan Feryadım adlı hatıratında -aslında Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı döneminde izlediği stratejiye yönelik eleştiriler barındıran- ilgili bölüm şu şekilde:
“… Onun adına devlet işlerini yönetmekte ve yine toplandığımız o masa etrafında onun adına müzakere etmekteydik. Anadolu’da padişah hakkında bir kırgınlık bulunmaktaysa da, daha açığa vurulmamış, hele hilâfet ve saltanat makamı tasdik edildikten başka, halen gösterilmekte olan çaba, o yüksek makamın kurtarılması amacına dayandırılmaktaydı.Kendi içimizden bir zâtın, bu yolda atıp tutmasını aklıma sığdıramıyor, namusuma yediremiyordum. Dolayısıyla padişahın güvendiği ve yakını olan bu zâtın, padişah hakkındaki suçlamalarına cevap vermek bana düştü; fakat yoldaşlar, Bolşevikler arasında heyetimizin bu ayrılmışlığı, Sultan Vahidüddin’in savunulması, yerimizi ve vakarımızı büsbütün yok etti. Bir aralık yeri geldiği için muhalefette devamın getirebileceği sakıncaları dile almak istedim. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Avrupalılar isterlerse bütün ordularını getirsinler, Ararat Dağları’na, Turan’a kadar çekilip savunmaya devam edeceğini öfkeli bir şekilde açıkladı. Gerçekte bir tek kişi için Çin ve Maçin’in ötelerine gitmek bile mümkünse de, geride bırakacağı memleket ve sakinlerinin ne olacağı konusundaki düşüncesini açıklamadı. Belki Türkleri, Cengiz’in çıkardığı eski yurtlarına geri götürmeyi düşünüyordu.Paşa yine münasebet getirerek Salih Paşa’nın Amasya mülakatında, arkadaşlarını meclisin İstanbul dışında bir yerde toplanmasına ikna edemezse, istifa edeceği sözü verdiği halde sözünü tutmaması dolayısıyla bu zâtı suçladı. Halbuki daha sonra kendisi de meclisin İstanbul’da toplanmasına razı olduğuna göre, Salih Paşa’yı suçlamaya gerek yoktu. Nihayet kendi arkadaşlarıyla diğer bir odada müzakere etmek için bu oturuma son verildi. Geri döndükten sonra meseleyi gereği gibi araştırmak için Ankara’ya gitmemizi teklif etti.Mustafa Kemal Paşa’nın kesinlikle uzlaşma yanlısı olmadığı, bu konuşmada olanca açıklığıyla ortaya çıktı. Bütün komedya, hakkımızdaki gizli niyetini uygulamak için bazı sebepler bulmak, taruklar göstermek için hazırlanmak maksadına dayanıyordu. Hatta müzakere esnasında Ferit Paşa hükümetinin kendi işine daha çok yaradığını, çünkü onun hakkındaki genel nefretin kendileri için kuvvet, İstanbul’da halkın güvenini kazanmış kimselerin kabine kurmasının ise zayıflık olduğunu açıkça ifade etmişti.Giderken, İsmet Paşa kendi vagonunu benimle Salih Paşa’ya vermişti. Halinde iztırap ve telaş izleri görülmekteydi. Kendisi Batı Cephesi Kumandanı olduğu için, karargah edindiği Eskişehir’de kaldı. Bu aralık Bolşeviklerin Kafkasya’da Gümrü (Aleksandropol) taraflarında yığınak yaptıkları ihbar edildi. …”
Atatürk’ün Nutuk’unda Ahmet İzzet Paşa’yı Millî Mücadele dönemindeki tutumu nedeniyle eleştirdiği kısımda da bu görüşmeye atıf yapılsa da, bahsi geçen ifadelerin ilgili toplantıda sarf edildiğine dair bir bilgiye yer verilmemiştir.
Nutuk’ta -Ankara’da iken İstanbul Hükûmetlerinde görev almayacağına dair söz vermesine rağmen bu görevi kabul etmesi nedeniyle- Ahmet İzzet Paşa’nın tenkit edildiği kısımlar şu şekilde:
“Efendiler, Ahmet İzzet Paşa, nân ü nimetiyle yetiştiği Türk milletinin içinde kalarak, ona en acı ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahideddin’in hâdimi olmaya tercih edememişti. Dürrizade Esseyid Abdullah’ın fetvasına tâbi kalıp, emr-i sultanî haricine çıkmaktan, âsim ve ta’zîr-i şer’iye müstahak olmaktan ictinâb etti. Ahmet İzzet Paşa’nın daha başka marifetleri de olmuştur. Ondan da haber vereyim.
Türk milletinin büyük kuvvetleri eline verilmiş zevâta da hususî mektuplarıyla, bütün muharebeler devam ederken ve milletin maddî ve manevî kuvvetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız günlerde, yeis ve kesel verecek bedbînliklerini iblâğ etmekte devam ediyordu. Benim, düşman ordusunu behemehâl mağlûp edeceğiz, vatanı, behemehâl kurtaracağız, sözlerimle istihza ederek, İkinci İnönü’nden sonra tekrar şarka Sakarya’ya kadar yürümekte olan Yunan ordusunun hareketini makam-ı tehditte işaret ederek, akl ü iz’an dersi vermekten hâli kalmıyordu.
Efendiler, ne gariptir ki kendisini dev aynasında gören bu dimâğın takip ettiğim hatt-ı hareketin mûcib-i felâket olacağına dair bir mektubu, Sakarya’da düşmana mukabil taarruz yaparak ricâta mecbur ettiğimiz gün hasbe’l-vazife gösterilmişti. Bu mektup bizi hayretler içinde bırakmıştı. Ahmet İzzet Paşa, Yunan ordusunun Sakarya’dan ve en nihayet İzmir Körfezi’nden çekildiğini gördükten ve Lozan Sulhnamesi’ni okuduktan sonra acaba bana yazdığı 6 Temmuz 337 tarihli telgrafnamesindeki şu cümleyi:
“Isnâd buyurulan itiraf-ı gaflet şöyle dursun, şimdiki gibi ahvâl-i siyasiyeyi mû-şikâfâne takdir etmiş olduğumu görmekle nefsime ve efkâr ve mülâhazatıma itimâdım tezâyüd etmiştir.” cümlesini tekrar terennüm etmiş midir?
Ben, buna da ihtimal veririm!
Efendiler, İzzet ve Salih Paşalar aylarca Ankara’da oturdular. Millî prensiplerimizi kabul etmeleri şartıyla, kendilerine millî hizmet ve vazife vermeye müheyyâ idik. Temâyül etmediler. Bir defa olsun Meclis-i Millî’nin kapısından içeri ayak basmadılar. Fakat her halde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vaz’ ettiği kanunlardan haberdâr bulunuyorlardı. Bu kanunlar ahkâmını ve Millet Meclisi’nin ve Hükümeti’nin İstanbul’a karşı taayyün etmiş olan vaz’ u tavrını, pek âlâ biliyorlardı. Bu kanunlara ve ma’lûm olan vaziyete rağmen, İstanbul’da tekrar iş başına geçip mevcudiyet ve teşebbüsât-ı milliyenin kadr ü nüfûzunu izâleye, düşmanların elinde bâziçe bulunan Vahideddin’in temîn-i hâkimiyetine hasr-ı mevcudiyet eylemelerine verilecek hakikî mananın ne olduğunu ben söylemeyeceğim! Onu, Türk milletine ve Türk milletinin ensâl-i cedîd e ve müteakibesine terk ederim.”
“Gerçekten de, İzzet ve Salih Paşa’lar İstanbul’a varır varmaz istifa ettiler. Fakat, pek kısa bir süre sonra, aynı kabinede diğer nâzırlıklara getirildiler ve bunu bize telgrafla bildirdiler. İstanbul Hükümeti’nin Hariciye Nâzırlığı’nı üzerine almış olan İzzet Paşa, millet ve memlekete yönelmiş büyük bir kötülüğün önüne geçmek için, hükûmete geldiğini söyleyerek, bize de birtakım öğütler veriyordu. İzzet Paşa’ya şu cevabı verdim:
İstanbul’da Ahmet İzzet Paşa Hazretleri’ne
Telgrafınızı Zonguldak İstihbarat Müdürü vasıtasıyla aldım. Durumunuzu, Salih Paşa Hazretleri’yle birlikte vermiş olduğunuz söze aykırı gördüm. Yalnız bir nokta, bende lehinizde bir kararsızlık uyandırdı. O da, Hükûmet’te bir görev almakta, gerçekten millet ve memlekete yönelmiş büyük bir kötülüğün önüne geçmiş olmanız ihtimalidir. Çünkü Ankara’ya teşrifinizden önce, iyi niyetli ve memlekete yararlı olabileceğiniz ümidiyle görev almış olduğunuzu açıklamak üzere ileri sürdüğünüz sebeplerin ne kadar zayıf olduğunu ilk görüşmemizde anlamış ve itiraf buyurmuştunuz. Telgrafınızda bildirdiğiniz hususlar, size bu yeni durumu benimseten sebepleri yeterli bir açıklıkla göstermiyor. Tavsiye buyurduğunuz hususlardan, millet ve memleket çıkarlarına, yaptığınız antlaşmalara, kısacası Misak-ı Millî’mize uygun olanları, esasen dikkate alınmakta ve gereğinin yapılmasına çalışılmaktadır. Bu bakımdan, genel duruma ve sizlere telkin edilmiş düşüncelere bakarak, daha önce olduğu gibi, bu defa da aldatılmış olmanızdan korkuyorum. Bu tahmin ve muhakememizin yanlışlığını ortaya koyacak açıklamalarınızı öğrenir ve olayların buna uygun olumlu gelişmesine şahit olursak mutlu olacağımızı bilginize sunarım, efendim.
Mustafa Kemal
İzzet Paşa, bu telgrafımıza 6 Temmuz tarihli bir şifreli telgrafla şu karşılığı verdi:
Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Salih Paşa ile birlikte verdiğimiz söz, İstanbul’a dönünce görevimizden çekilmekti. Onu da yerine getirdik. ömür boyunca devlet hizmeti kabul etmemek ve hele İtilâf Devletleri’nin Yunanistan’a fiilî yardımları, İstanbul’un üs olarak Yunanlılara bırakılması ihtimalinin belirdiği bir kara günde, teklif edilen fedakârlıktan kaçınmak, bizim elimizden gelmeli ve sizce de uygun görülmeli midir, bilmem?… Bilecik ve Ankara’da, tanımadığım kimselerin yanında yapılan konuşmaları uzatmakta sakınca gördüğümden, çekinerek razı olur gibi görünmüştüm. Hattâ dönüşümüzde verdiğim demeçte, olup bitenlerin bütün sorumluluğunu tamamen üstümüze almak gibi bir medeni cesaret de göstermiştim. İlk konuşmalarda hazır bulunan kimselerden birinin, sonradan belli olan durumu, çekinmekte haklı olduğumu da ispat etmiştir. Fakat hiçbir zaman, hiçbir kimse tarafından aldatıldığımı itiraf etmedim. Beni yanınıza kadar getiren uzlaşma düşüncesinden vazgeçmedim. Kabinede yapılan görüşmeler ve kendilerine verdiğim rapor bunu ispat eder. İddia buyurduğunuz gibi gaflet içinde bulunduğumu itiraf şöyle dursun, şimdiki gibi, siyasî olayları kılı kırk yararcasına değerlendirmiş olduğumu görmekle, kendime, düşünce ve görüşlerime güvenim artmıştır. Şu günlerde görev almaklığımızın yararlı olup olmadığını söylemek bana düşmez. Yalnız, bu konuda oraca düşünülen sakınca açıklanırsa minnettar olurum. Buradaki hükûmetin hukukî durumu ve ilgili devletler elçilerinin burada bulunmaları dolayısıyla, bu hükûmetin mevkiinin hiçe indirilmesi ne mümkündür ne de doğrudur. Ancak, şurası da bilinmelidir ki, şimdiki kabinenin büyük bir çoğunluğu bugünle ve gelecekle ilgili hiçbir şahsî emel peşinde değildir; bütün niyet ve düşünceleri vatanın selâmeti içindir. Bundan dolayı, akla yatkın ve uygun bir şekilde Ankara Hükûmeti ile iş ve görüş birliği yapmayı pek samimî olarak istemektedir. Eğer bu samimiyet sizlerce de iyi karşılanırsa değerli hizmet ve yardımlarda bulunabilir. Bu düşünce kabul görmediği takdirde, anlayışsızlıktan doğabilecek kusur ve yanlışların manevî sorumluluğundan kendisini kurtulmuş saydığını arz ederim, efendim.
Ahmet İzzet
Bu telgrafın altına kurşun kalemle şu satırları yazmıştım:
Uygun bir zamanda gerekli işlem yapılmak üzere ilgili belgeler arasında saklanması Bakanlar Kurulu kararı gereğindedir.
Mustafa Kemal”