CHP’nin devletin resmî dininin Hristiyanlık olması amacıyla bir kanun teklifi sunduğu iddiası doğru değil
18 Temmuz 1923 günü Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından Büyük Millet Meclisi’ne devletin resmî dininin Hristiyanlık olması için kanun teklifi verildiği ileri sürüldü.
Erdal Tursun (@erdaltursun23): “CHP’inin 18 Temmuz 1923’te resmi dinimiz Hristiyanlık olsun diye kanun teklifi verdiğini biliyormıydunuz”
Öncelikle kullanılan fotoğrafa odaklanalım…
Söz konusu fotoğraf, Cumhuriyetimizin 10. yıl dönümü vesilesiyle 29 Ekim 1933 akşamı Dolmabahçe Sarayı’nda İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhittin Bey (Üstündağ) tarafından düzenlenen Onuncu Yıl Balosu’nda kaydedilmiş.
Resmî dinin Hristiyanlık olarak belirlenmesi önerisine dönecek olursak…
TBMM’ye Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dininin Hristiyanlık olarak belirlenmesi için bir kanun teklifi sunulduğuna dair bir delil bulunmuyor.
Mezkûr iddia, Kazım Karabekir’in (23 Temmuz 1882 – 26 Ocak 1948) hatıratında Mahmut Esat Bozkurt ile ilgili aktarımına dayanıyor.
18 Temmuz 1923 günü Ankara İstasyonundaki binada Teşkilat-ı Esasiye taslağı hakkındaki görüşmelerde din maddesi üzerine yapılan fikir teatisi esnasında Tevfik Rüştü Bey’in ”Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilat-ı Esasiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır.” sözüne Kazım Karabekir’in “Teşkilat-ı Esasiye’de dinimizin İslam olduğu apaçık yazılıdır. Rüştü Bey hangi kanaati haykıracaksın? Hangi dini yazdıracaksın?… Hıristiyanlığı mı?” yanıtını verdiği, akabinde Mahmut Esat Bozkurt’un “Evet Hıristiyanlığı… Çünkü İslam ilerlememize engeldir. Bu dinle yürünmez mahvoluruz. Ve dünyada bize kimse ehemmiyet vermez.” dediği rivayet edilmektedir.
Kazım Karabekir’in (1948 yılındaki vefatının 22 yıl sonrasında) 13-16 Kasım 1970 tarihleri arasında Yeni İstanbul gazetesinde neşredilen hatıratında 18 Temmuz 1923 günü Ankara İstasyonu’ndaki binada Teşkilat-ı Esâsiye’nin tâdili müzakeresindeki atışma şöyle aktarılmış (Ahmet Kabaklı. Temellerin Duruşması. Türk Edebiyat Vakfı Yayınları. 1. Baskı. İstanbul. Kasım 1989):
18 Temmuz 1923’te, Ankara İstasyonun’daki binada Teşkilatı Esasiye’nin tadili müzakeresinde vaziyet tamamiyle aydınlandı.
Teşkilatı Esasiye’de yapılmasını muvafik gördükleri tadillerin ikinci günkü müzakeresiymiş… Bana haber verilmemişti.. Bugün ben tesadüfen hazır bulundum. M.Kemal Paşanın reisliğinde şu zatlar bu işle meşguldü:Dahiliye Vekili Fethi Bey, Iktisat Vekili Tevfik Rüştü Bey, Na fia Vekili Fevzi Bey, Maliye Vekili Hasan Bey, Ziraat Vekili Sabri Bey, Matbuat Umum Müdürü Ağaoğlu Ahmet Bey, Mebuslardan Ziya Gökalp, Ihsan Bey, Sivas Mebusu Rasim Bey vardı. Erzincan mebusu Rafet Bey kâtiplik yapıyordu. Başvekil Rauf ve Maarif Vekili Safa Beyler, esasen seçim komitesinde dahi bulunmamışlardı.
Ben geldiğim sırada Tevfik Rüştü bey konuşuyordu:
“- Ben kanaatımı millet kürsüsünden de haykırırım.. Kimseden korkmam.. Teşkilatı Esaslyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır..” diyordu.
Ben söz aldım ve sordum:
“- Teşkilatı Esasiyede dinimizin İslâm olduğu yazılıdır Tev- fik Rüştü bey? Hangi kanaatı haykıracaksın? Teşkilatı Esas+- ye’ye hangi dini yazdıracaksın?… Hıristiyanlığı mı?
Mahmut Esat Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi:
“- Evet hıristiyanlığı… Çünkü İslâmlık terakklye manidir.. Bu dinle yürünmez mahvoluruz.. Ve bize kimse de ehemmlyet vermez..” dedi.
Ben söz alarak dedim ki:
“- İslamlığın terakklye mani olduğu Avrupa’kların uydur- masıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa edebiliriz. Fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa, din değiştirme gayretidir. Netice İslâm kalırsak mahvolmayız, fakat din değiştirme oyunuyla bizi, kolay mahvedebilirler.. Hristiyan Bizans’ı, İslâm Türk yıkmış ve yerine geçmiştir. Fransızlar, 1855’te İslâm Osmanlı İmparatorluğuyla İttifak yaparak Hristiyan Rus Imparatorluğuna karşı harb ettiler. İçinden yeni sıyrıldığımız cihan harbinde, Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan devletleri yine İslâm -Türkle İttifak yaptılar. Ve Hıristiyan İtilaf Devletlerine karşı birlikte harb ettiler. Yüzümüze kimse bakmazmış ne demek?..”
Kâzım Karabekir’in kitaplaştırılan hatıratlarında ise Mahmut Esat Bozkurt’un “Türkler İslamiyet i kabul ettiklerinden bu halde kaldılar, İslamiyet terakkiye manidir.” dediği belirtilirken “Hristiyanlık” ile ilgili bir atfına yer verilmediği görülüyor.
Kâzım Karabekir’in Günlükler adlı hatıratında Mahmut Esat Bozkurt’un “İslâmlığın terakkiye mani olduğu kanaati.. İslam kaldıkça yüzümüze kimsenin bakamayacağı kanaati” ifadelerini kullandığı belirtilen kısım şu şekilde (Cilt 1-2. Yapı Kredi Yayınları. 1. Baskı. İstanbul. 2009):
18 Temmuz 1923 Çarşamba
İstasyondaki intihap komitesine uğradım. Teşkilât-ı Esasiye müzakere olunuyormuş.
İkinci müzakere. Bana haber verilmedi. Halbuki hayati bir mesele! Ben tesadüfen bulundum. Gazi riyasetinde kâtiplik Saffet ’e. Celsede bulunanlar: Dahiliye Vekili Fethi, Maliye Vekili Fehmi, Nafıa Vekili Feyzi, Sabri (sonra Ziraat Vekili), İktisat Vekili Mahmut Esat, Muavenet-i İçtimaiye Vekili Tevfik Rüştü, Matbuat Müdürü Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Topçu İhsan, Sivas Mebusu Rasim.
Teşkilât-ı Esasiye ’de devletin dini İslam dinidir yazısının kaldırılması hakkında konuşuluyormuş. Evvela Tevfik Rüştü dedi: “Ben kanaatimi millet kürsüsünden dahi haykırırım. Kimseden korkmam.” Ne olduğunu anlamadığımı söyledim. Bunu takiben Mahmut Esat Bey dedi ki: Türkler İslamiyet i kabul ettiklerinden bu halde kaldılar, İslamiyet terakkiye manidir. Buna da cevap verdim. Fethi Bey söze atıldı: Evet Türkler İslamiyet i kabul ettiklerinden böyle kaldılar dedi. İslam kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar. Şiddetle reddettim. Türkler İslam olmasaydı Bizans’ın esiri olurdu diye izahat verdim. Tarihi ve coğrafi vaziyetimizin amil olduğunu, eski fütuhat modasını takip etmekle de bu hale girdiğimizi, yerimizde kim olsa hemen aynı akıbete uğrayacağını, esasen bu gibi şeylerin tarihe gömüldüğünü, bugün başka bir dine veya dinsizliğe girmek imkânsızlığını ve bugün terakkiye mâni bir kafa kalmadığını izah ettim, tefrikaya ve tahakküme vasıta olmamalı. Bugün tarihi bir gün.
Kazım Karabekir’in hatıralarına yer veren Paşaların Kavgası İnkılap Hareketlerimiz adlı eserde bahse konu hadise şöyle anlatılmış (Emre Yayınları. 6. Baskı. 2005. İstanbul. Yayına Hazırlayan Prof. Faruk Özerengi. Sf: 139-140):
“Dinsiz Millete Hayat Hakkı Yoktur!”
Ben:
– Dinsiz ve ahlaksız bir millete bu dünyada hayat hakkı olmadığını tarih gösteriyor. Paşam bu yeni akide bizi Bolşevikliğe götürür. İngilizler mütarekenin ilk zamanlarında bizi Bolşevikliğe teşvik ediyorlardı. Demek, bizi başka yoldan yine oraya sürüklemek istiyorlar! Bunun manası açıktır: Türkiye ‘yi Ruslarla paylaşmak. Bu hususta Erzurum’da da aynı fikrirni izah etmiş olduğumu ve daha evveli de Amasya kararımza mani olmuş bulunduğumu hatırlarsınız. Sonra siz millet kürsüsünden haykırdınız ki: Sulhtan sonra millet safları içine çekilerek bir ferd-i millet gibi yaşayacağım. Halbuki şimdi halkın asla hoşuna gitrneyeceği ve benim bile derin bir uçurum gördüğüm bir formülü, zorla halka kabul ettirecek bir idare kurmaya gidiyorsunuz! Bunu yapmayınız, milli birliğimiz sarsılır. Ve bir asalak tabaka halkın başına geçerek kanını emer. Hiçbirimizin hayati uzun değildir. Bu milletin yeni sarsıntılara tahammülü yoktur. İzmir İktisat Kongresi iktisadi ihtiyaçlarırnızı tespit etti. Bir heyet-i ilmiyemiz maarif programımızı tespit edecek. Mütehassıs bir askeri heyetle “ordunun ilim ve irfan teşkilatı”nı tespit ettiriniz. Bu suretle planlı ve programlı olarak İstiklal Harbi’mizdeki ruhumuzla yürüyelim. İstiklal Harbi’ni canıyla başıyla kurtaran milletimize hürriyet ve aşk saadetini de tattıralım.
Gazi beni sükunetle dinledi. Münakaşaya uzatrnadı. Anladım ki, yeni bir muhit yeni bir havaya çekmek istiyor. Fakat daha kesin kararını vermiş değil! ..
18 Temmuz 1923’te bu rnuhitle de temasa geldim. Şöyle ki:
Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus binasına gitrniştirn. Teşkilat-ı Esasiye’nin tadil müzakeresinin ikinci günü imiş. Benim haberim yoktu. Ben geldiğim zaman müzakere de bitmiş; kısmen de dağılmışlardı. Mevcut azadan Tevfik Rüştü Bey; “Ben kanaatimi Meclis kürsüsünden de haykırırım, kimseden korkmam” dedi. Ben ne konuştuklarını bilmediğim için sordum:
– Nedir o kanaat?
Tevfik Rüştü Bey’in solunda ve benim hemen karşımda oturan Mahmut Esat Bey (Bozkurt) sert bir cevap verdi:
– İslamlığın terakkiye mani olduğu kanaati! .. İslam kaldıkça yüzümüze kimsenin bakmayacağı kanaati.
Mustafa Kemal Paşa’yı, bu sefer de kimlerin, nerelere götürmek istediği görülüyordu. Ben şu mütalaada bulundum:
– Eskiden beri dinler, aşağı yukarı, bazı terakki adımiarınaengel olmuştur. Fakat, İslamlığın terakkiye mani olduğu Avrupa diplomatlarının uydurmasıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa edebilirim. Fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa, o da din değiştirmek gayretidir. Bence İslam kalırsak mahvolmayız; tersine yaşarız; hem deyakın tarihlerdeki misalleri gibi, itibar görerek yaşarız; icabında müttefikler bularak yaşarız! Fakat din değiştirme oyunuile birliğimizi ve selametimizi kırarak bizi mahvedebilirler.
Daha yakın tarihlerimizde 1855’te İngiltere, Fransa ve İtalya (Sardunya) devletleri bizi bizimle Ruslara karşı ittifak yaparak harbe girmediler mi? Daha içinden yeni Hıristiyan devletleri, İslam Türk devletiyle ittifak yaparak, İtilaf devletlerine karşı dört yıl harp etmediler mi? Şimdiye kadar yüzümüze kimse bakınadı mı ki bundan sonra tam milli bir devlet olarak ortaya çıktığımız halde, yüzümüze kimse bakmayacaktır.”
Gazeteci yazar Uğur Mumcu, “Kazım Karabekir Anlatıyor” adlı eserinde bahsi geçen aktarıma şöyle yer vermiş (Tekin Yayınevi. 5. Basım. 1993. Sf: 82-87):
Artık Gazi hangi yolu tutarsa yeni Meclis O’nun istediği suretle hedefine
götürecekti. Koyu mutaassıplar da din ve hele islâm aleyhindeki yeni yolda birbiriyle çatışacak bir halde değildiler!Diğer taraftan da Ankara’da yeni bir hava esmeye başladı: “İslâmlık terakkiye mani imiş! Halk Fırkası lâ dini (din dışı) ve lâ ahlâki (ahlâk dışı) ‘olmalı İmiş.. Macarlar ve Bulgarlar gibi ufak milletler bizim gibi Almanya tarafında bulunarak mağlûp oldukları halde istiklâllerini muhafaza ediyorlarmış.. Medeniyete girmişlermiş.. Türkiye islâm kaldıkça Avrupa ve İngiltere .müstemlekelerinin çoğunun halkı islâm olduğundan bize düşman kalacakmış. Sulh yapmayacaklarmış.
10 Temmuz 1923’de Ankara İstasyon’undaki Kalem [mahsus binasında fırka nizamnamesini müzakereden son-Gazi ile yalnız kalarak hasbıhallere başlamıştık.
— Dini ve ahlâkı olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar.. dediler.
Kendisini hilâfet ve saltanat makamına lâyık gören ve bu hususlarda
teşebbüslerde de bulunan din ve namus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla lâtife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen M. Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce şu izahatı verdi:— Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur..
Gerçi İsmet Paşa da 5 Ocak 1923 tarihinde bana yazdığı mektupta (vatanımız ne zaman mamur olacak? Bir tek ve asıl mesele budur. Sulh olsa da olmasa da..) demişti. Fakat iki Lozan arasında Ankara’ya geldiği zaman kendisinden bu garip mânâda mütalâa işitmemiştim. Zengin olmak, mamur olmak, planlı bir çalışma ve zamanla olurdu.
Gazi’ye şu mütalâamı söyledim:
— Nereden, ne maksatla geldiği ‘bilinmeyen ve üzerinde kendi millî kudretimizle işlenmeyen fikirler millî bünyemizi sarsar. Tanzimatın da bu surette kurbanı olduk. Bizi kuvvetle çözemeyenler yaldızlı formüllerle cevherimizi eritebilirler. Harben kazandığımızı, sulhteki yanlış ve vakitsiz adımlarımızla daha doğrusu Avrupalılara aldanmakla elimizden kaçırdığımızı onlar pek iyi bilirler. Bunun için ilim ve ihtisasa hürmet etmek ve bilgili ve seciyeli adamlarımızla üzerinde işlenmemiş fikirleri program diye kabul etmemek, yeniden aldanmamak için biricik yoldur.
Kendi ilim müesseselerinde işlenmemiş veya kontrol edilmemiş bayağı fikirlerin tatbiki diğer bir bakımdan da tehlikelidir. Emirle yaptırılacak, yani şiddetle tatbik olunacak demektir. Bu tarz belki itaat temin eder fakat sevgi asla!
Bu hususta kendi-tecrübelerime de dayanarak diyebilirim ki, itaat görünüştedir ve muvakkattir. M. Kemal Paşa:
— Dinî ve ahlâkî inkılâp yapmadan önce birşey yapmak doğru değildir.
Bunu da ancak bu prensibi kabul edebilecek genç unsurlarla yapabiliriz.
Ben:
— Dinsiz ve ahlâksız bir millete bu dünyada hayat hakkı olmadığını tarih gösteriyor. Paşam, bu akide bizi bolşevizme götürür, İngilizler, mütarekenin ilk zamanlarında bizi bolşevikliğe teşvik ediyorlardı.
Demek bizi başka yoldan yine oraya sürmek istiyorlar? Bunun mânâsı açıktır:
Türkiye’yi Ruslarla paylaşmak.
Bu hususta Erzurum’da da aynı fikrimi izah etmiş olduğumu ve daha önce de Amasya kararınıza mani olmuş bulunduğumu hatırlarsınız. Sonra siz Meclis kürsüsünden haykırdınız:
(Sulhten sonra millet safları içine çekilerek bir ferd-i millet gibi
yaşayacağım.)Halbuki şimdi halkın asla hoşuna gitmeyeceği ve benim bile ucunu bir uçurum gördüğüm bir formülü halka kabul ettirecek bir idare kurmaya gidiyorsunuz. Bunu yapmayınız. Millî birliğimiz sarsılır; bir tufeyli tabaka halkın başına geçer kanını emer. Hiçbirimizin hayatı uzun değildir. Bu milletin yeni sarsıntılara tahammülü yoktur, İzmir İktisat Kongresi iktisadî ihtiyaçlarımızı tesbit etti.
Bir heyet-i’ milliyemiz maarif programını tesbit edecek. Mütehassıs bir askerî heyetle (ordunun ilim ve irfanını) tesbit ettiriniz. Bu suretle planlı ve programlı olarak İstiklal Har-bi’ni canıyla, başıyla kurtaran milletimize hürriyet ve aşk saadetini tattıralım.
Gazi beni sükûnetle dinledi. Münakaşayı uzatmadı. Anladık ki, yeni bir muhit onu yeni havaya çekmek istiyor. Fakat kati kararını vermiş değil.
Karabekir, gelişen yeni koşullardan ve oluşan ortamdan iyice kuşkulanmıştır.
Din konusunda çıkan tartışmalar Karabekir’! adım adım M. Kemal’den
uzaklaştırmaktadır.Şark Cephesi komutanı, bolşevikliği de din karşıtı düşünce sahiplerinin de. İngilizlerce kışkırttığı kanısındadır. Karabekir, bugün müze olarak kullanılan Ankara Ga-rındaki Özel Kalem müdürlüğüne uğrar. Odaya girdiğinde Tevfik Rüştü Bey, «Ben kanaatimi Meclis kürsüsünden de haykırırım, kimseden korkmam» diye konuşmaktadır.
Karabekir sorar:.
«Nedir o kanaat?»
Mahmut Esat (Bozkurt) yanıt verir:
«İslâmlığın terakkiye mani olduğu kanaati.. İslam kaldıkça yüzümüze kimsenin bakamayacağı kanaati..
Karabekir anılarının bu bölümüne şunları yazar:
«Mustafa Kemal Paşa’yı bu sefer de kimlerin nerelere götürmek istediği görülüyordu.»
Söyleşi başlamıştır. Karabekir, islâmlığın gelişmeye engel olduğu yolundaki düşüncelerini Avrupalı diplomatlar tarafından ortaya atıldığını söyler. Bu yorumunun tartışılabileceğini de anlatır.
Ve devam eder:
«..Münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa o da din değiştirme gayretidir. Bence İslâm kalırsak mahv olmayız. Bilâkis yaşarız, hem de yakın tarihlerdeki misalleri gibi itibar görerek yaşarız. Fakat din değiştirme oyunu ile birliğimizi ve selabatimizi kırarak bizi mahvedebilirler.»
Tartışmaya Fethi Okyar da katılır. Okyar, Karabekir’in «mütahakkim bir eda» diye tanımladığı biçimde şunları söyler:
«Evet Karabekir, Türkler islâmlığı kabul ettiklerinden böyle geri kaldılar ve İslam kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmlar.»
Karabekir, bu tartışmanın nasıl sonuçlandığını anılarında şöyle anlatır:
«Gazi riyaset yerinde Fethi Bey. O’nun Yolundaydı. Beri de kapıdan girince hemen onun soluna oturmuştum. Fethi Bey. son olarak bana kesin cevap verince ben de başımı sağa çevirerek O’na ve aynı zamanda Gazi’ye hitaba başladım:
— Önce Türklerin islâm dinini kabul etmeleri sayesindedir ki. Bizans Imparatorluğu’nu ortadan kaldırdılar ve bize bugünkü hâkim vaziyeti verdiklerini, aksi halde Bizans medeniyeti ve dini içinde Kayseri Rumları halinde kalacağımızı., anlattım.
Sonra da:.
— Bu bayağı fikri şiddetle red ederim. Geri kalmaklığımıza amil olan şey bir değildir. Fütuhattık, temsil kudretini göstermemek. Avrupa’nın ilim ve fen cephesiyle temassızlık.. gibi mühim sebeplerdir. Aynı yanlışlıkları yapan hristiyan devletlerinin de yıkılıp gittiğini bilmez değilsiniz. Bu zelzelenin haklı sebeplerini araştırmayıp onu gülünç bir sebebe bağlamak kadar bu (islâmlık terakkiye manidir) fikrini garip buluyorum. Bu bayağı ve tehlikeli fikrin aramızda da ilmî münakaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından da çok müteessir ol
dum.Fakat ben de iddia ediyorum ki. Türk milleti ne dinsiz olur, ne Hıristiyan olur. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri en mukaddes duygularını bir hamlede atabileceğinize inanışınız objektif bir görüş değil; hülyanızdır. Böyle bir harekete cüret memleketimizde kanlı bir istibdatla başlar ve İstiklâl Harbi’nin samimi birliğini de birbirine katar. Nerede ve nasıl karar kılınacağını da kesti-remezsek bile millî bir dram olacağından şüphe etmeliyiz.
M. Kemal Paşa’ya hitaben sözlerime şöyle devam ettim:
— Paşam, maddî cephemiz zaten zayıftır. Güvenebileceğimiz manevî cephemizi de düşmanlarımızın yaldızlı propagandasına kurban edersek dayanabileceğimiz nemiz kalır? Bizi, silâh kuvvetiyle parçalayamayan düşmanlarımız görüyorum ki, artık fikir kuvvetiyle mahv edeceklerdir. Siz millete karşı bizi bu hale getiren gailenin istibdat olduğunu, zaferden sonra millet tamamiyle iradesine sahip olarak yürüyeceğini, millet kürsüsünden dahi defalarca haykırdınız. Millet Meclisi’ni tekbirler ve selâlar arasında açtınız. İslâmlığın en büyük din olduğunu hutbelerle de ilân ettiniz. Şimdi ne yüzle ve ne hakla bir kanlı maceraya atılacağız?
M. Kemal Paşa sözümü keserek :
«Müzakere çok hararetlendi, burada kesiyorum., dedi.»
Atatürk, ertesi gün Karabekir’e haber vermeden İzmir’e gider.”
“Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar!” sözünün Atatürk tarafından kullanıldığı iddiasına benzer şekilde, Hristiyanlık ile ilgili bir ifadenin kullanıldığının yegane tanığı ve kaynağı Kâzım Karabekir Paşa’dır.
Mahmut Esat Bozkurt tarafından TBMM’ye devletin resmî dininin Hristiyanlık olarak belirlenmesine dair bir kanun teklifi sunduğuna dair bir tutanak mevcut değil.
Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali adlı hatıratında bahse konu toplantıyı anlatırken Anayasa taslağından dinle ilgili maddelerin çıkarılmasını önerdiğini, Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun çöküş sebebi olduğunu söylediğini belirtmiş, Hristiyanlığın resmî din olarak kabulüne dair bir ifade kullanmamış (Atatürk İhtilali III. Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 2000. Sf: 134 – 135):
İkinci Teşkilâtı Esasiye hazırlanırken
Hiç unutmam, İkinci Teşkilâtı Esasiye (anayasa) projesi vekillerden ve milletvekillerinden kurulu özel bir kurum tarafından Atatürk’ün başkanlığında Ankara istasyonundaki Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü binasında konuşulurken, dinle ilgili maddelerin projeden çıkarılmasını ben teklif etmiştim.
Dinle devlet işlerinin birbirine karışması Türk milletinin felâket sebebi olduğunu ileri sürmüştüm. Yalnız bizim değil, hattâ Roma devletinin dahi yıkılış sebebinin Hristiyanlık olduğunu iddia etmiştim.
Kâzım Karabekir
General Karabekir, fikirlerime asabiyetle hücum etti.
Fethi Okyar
Bay Fethi Okyar:
“Canım böyle şeyleri karıştırmayalım. Biz İhtilâlci miyiz? Yoksa devlet idarecileri miyiz?” diyerek meseleyi kapatmak istedi.
Atatürk ne dedi?
Atatürk, “Zamanı gelir…” deyince, maddeler perojede bırakıldı.
Fakat gün geçtikçe hakikat kendisini göstermeye başladı.
1926 yılında Millet Meclisinin tasdikine iktiran eden Türk Kanun-i Medenisinde (Medenî Kanun) “Reşit, dinini intihapta serbesttir” maddesi vardı.
Diğer taraftan anayasada sözü edilen maddeler duruyordu.
Bu müthiş çelişiklik devam edemezdi. O maddeler Teşkilâtı Esasiye’de kaldıkça bir gün irticaın, yakasından tutarak inkılâbı sorumlu tutması onun hak ve yetkileri gereği olurdu.
Çünkü Teşkilâtı Esasiye’ye aykırı hareket olunamaz.
İnönü’nün bir takriri
Nihayet 1927 yılında İsmet İnönü ve arkadaşlarının bir takririyle meclis mahut maddeleri, oy birliğiyle Anayasadan çıkarttı. Ve Türk Cumhuriyeti lâik cumhuriyet oldu.
Yani insanlarca kutsal olan din, hükümdarların yahut herhangi bir şefin elinde oyuncak olmaktan kurtarılarak, el değmeyen ve ebedî olan vicdanlara mal edildi.
Din ancak vicdanlar içinde emin ve masundur. (1)
Cumhuriyet Halk Partisi 9 Eylül 1923’te önce “Halk Fırkası” adıyla kurulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk CHP’nin kurulmasına ilişkin ilk açıklamasını 6 Aralık 1922 tarihinde yapmıştır ve “Halk Fırkası” adını kullanmıştır.
Bahsi geçen toplantıya katılan Mahmut Esat Bozkurt ve Tevfik Rüştü Aras daha sonra kurulan CHP’ye katılmıştır.
20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen ilk Anayasanın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin dininin İslam olduğu belirtilmekteydi. Söz konusu madde, 1924 Anayasası‘nda da aynen korundu. 1921 ve 1924 Anayasası’nda yer alan “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dini İslam’dır” ibaresi, 9 Nisan 1928’de TBMM’ye sunulan kanun teklifi ile Anayasa’dan çıkarıldı. Söz konusu değişiklik, 10 Nisan 1928 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.