Evliya Çelebi’nin Hz Muhammed’e “Şefaat Ya Resulallah” Yerine “Seyahat Ya Resulallah” Dediği Rüyasını Ahî Çelebi Camii’nde Gördüğü Algısı

 

Ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin (1611 – 1685) seyahat hâtıralarını topladığı (asıl nüshaları Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan) 10 ciltlik Seyahatname’si, Türk ve dünya kültür mirasının şaheserlerinden biri.

Evliya Çelebi, 70 yaşına kadar 50 yılı aşkın bir süre boyunca hemen hemen bütün Osmanlı topraklarını gezdiği, 3 farklı kıtayı dolaştığı seyahatlerinin kökeninin Hz. Peygamber’i gördüğü rüyasındaki dil sürçmesine dayandığını belirtmişti.

Seyahatnamesinde, 1040 senesinin 10 Muharrem’inde, yani 19 Ağustos 1630 günü aşure gecesinde (uykuyla uyanıklık arasında (beyne’n-nevm ve’l-yakaza) gördüğü) rüyasında Ahî Çelebi Camii’nde kalabalık bir cemaatle birlikte gördüğü Hz. Muhammed’in elini öperken heyecana kapılıp “şefaat ya Resulallah” diyecek yerde “Seyahat yâ Resûlallah” dediğini, Hz. Peygamber’in de kendisine tebessüm ederek şefaati, seyahati ve ziyareti müjdelediğini söylemişti.

Seyahatname’den ilgili bölüm şu şekilde (Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Cilt 1 Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu – Dizini. Hazırlayanlar: Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı. İstanbul. YKY):

Hikmet-i Hudâ sebeb-i seyâhat ve geşt [ü] güzâr-ı vilâyet Evvelâ mahlas-ı hakîr-i fakîr ve dâ‘î-i kesîrü’t-taksîr seyyâh-ı âlem ve nedîm-i âdem, Evliyâ-yı bi-riyâ ibn Dervîş Mehemmed Zıllî dâ’imâ ed‘iye-i me’sûre-i istihâreye tâlib ü müdâvim ve esniye-i mevfûre-i müşerrefeye râğıb ü mülâzım olup Hikmet-i Rabbânî ve hidâyet-i Yezdânî, sûre-i kerîm-i Furkâniyye ve âyât-i azîme-i Kur’âniyye berekâtiyle dil-i çeşm-i alîl Cenâb-ı Hazret-i Celîl tarafından istimdâd taleb edüp maskıt-ı re’simiz olan İslâmbol’da künc-i mihnethânemizde girde-bâliş-i nâliş üzre hâb-ı murâda yasdanup bin kırk {mâh-ı} Muharreminin leyle-i âşûrası idi kim bu hakîr beyne’n-nevm ve’l-yakazada iken görürüm ki Yemiş iskelesi kurbünde Ahî Çelebi câmi‘i nâm câmi‘ kim helâl-i zülâl mâl ile inşâ olunmuş bir müstecâbü’d-da‘ve câmi‘-i atîkdir, menâmımda hakîr kendümi ol câmi‘de gördüm.
Derhâl câmi‘in kapusu küşâde olup pür-silâh asker ile câmi‘-i münevverin içi nûr-ı münevver-i cema‘ât-i kesîreyle mâl-â-mâl olup salât-ı fecrin sünnetin edâ edüp salavât-ı şerîfeye meşgûl oldular. Meğer hakîr minber dibinde sâkin olup bu münevver vech-i hasenli cemâ‘ati temâşâ etmede hayran oldum. Hemân cenbimde olan câna nazar edüp;
“Benim Sultânım cenâb-ı şerîfiniz kimdir, ism-i şerîfiniz bize ihsân buyurunuz” dedim. [7a] Anlar eyitdi:
“Aşere-i Mübeşşere’den kemânkeşlerin pîri Sa‘d-ı Vakkâs’ım” dedikde dest-i şerîfin bûs etdim.
“Ya Sultânım, bu sağ cânibde nûra müstağrak olmuş cema‘ât-i mahbûb kimlerdir” dedim.
“Anlar cümle ervâh-ı enbiyâdır. Ve gerü safda cümle ervâh-ı evliyâ ve asfıyâdır. Ve bunlar ervâh-ı Sahâbe-i kirâm ve Muhâcirîn, Ensâr ve Erbâb-ı Soffa ve şehîdân-ı deşt-i Kerbelâ ve asdıkâdır.
Ve bu mihrâbın sağındaki Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer’dir. Ve mihrâbın solunda Hazret-i Osmân ve Hazret-i Alî’dir. Ve mihrâb önündeki külâhlıca âdem Hazret-i {Risâlet’in} dünyâ ve âhiret karındaşı Hazret-i Veys el-Karanî’dir. Ve câmi‘in solunda dîvâr dibinde siyâh-çerde âdem senin pîrin Hazret’in mü’ezzini Bilâl-i Habeşî’dir.
Ve bu ayağ üzre cemâ‘ati saf saf bozan ve düzen kasîrü’l-kâme âdem Amr-i Ayyâr Zamîrî’dir. İşte bu alem ile gelen asker ki kızıl kanlı esbâba müstağrak olmuşlar Hazret-i Hamza-i bâ-safâ ve cemî‘i ervâh-ı şühedâdır” deyü cümle câmi‘ içindeki cemâ‘ati birer birer bu hakîre gösterüp her kankısına nazarım ta‘alluk etdi ise dest-ber-sîne edüp nazar aşinâlığı edüp tâze cân buldum.
“Ya sultânım bu cemâ‘atin bu câmi‘de cem‘ olmalarının aslı nedir” dedim.
“Azak câniblerinde cüyûş-ı muvahhidînden Tatar-ı sabâ-reftâr askeri muztaribü’l-hâl olmağile Hazret’in himâyesinde olan bu İslâmbol’a gelüp andan Tatar Hân’a imdâda gideriz. Şimdi Hazret-i Risâlet dahi İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin ve on iki imâmlar ile ve bizden gayrı Aşere-i Mübeşşere ile gelüp sabâh namâzının sünnetin edâ edüp sana kâmet eyle deyü işâret buyururlar; sen dahi savt-ı a‘lâ ile ikâmet-i tekbîr edüp ba‘de’s-selâm Âyetü’l-kürsî’ yi tilâvet eyle, Bilâl Sübhanallâh desin, sen Elhamdü lillâh, Bilâl Allâhu ekber desin, sen âmîn âmîn de. Ve cümle cema‘ât ale’l-umûm tevhîd ederiz. Ba‘dehu sen Ve salli alâ cemî‘i’l-enbiyâi ve’l-mürselîn ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn deyüp kalk, hemân mihrâbda Hazret-i Risâlet otururken dest-i şerîfin bûs edüp,
‘Şefâ‘at yâ Resûlallâh’ deyüp ricâ eyle” deyü Sa‘d-ı Vakkâs yanımda oturup cümle ta‘lîm eyledi. Anı gördüm, câmi‘ kapusundan bir nûr-ı mübîn berk urup câmi‘ içi nûr iken nûrun alâ nûr olunca cümle Sahâbe-i kirâm [ve] ervâh-ı enbiyâ ve evliyâ ayağ üzre hâzır durdular. Sa‘âdetle Hazret-i Risâlet yeşil alemi dibinde, yüzünde nikâbıyla, elinde asâsıyla, belinde kılıcıyla, sağında İmâm Hasan ve solunda İmâm Hüseyin ile zâhir olunca mübârek sağ pâ-yı şerîflerin câmi‘-i münevver içre bism-i İlâh ile koyup mübârek vech-i şerîfinden bürka‘ın küşâde kılup “Esselamü aleyk yâ ümmetî” buyurdular. Cümle Huzzâr-ı meclis “Ve aleykümü’s-selâm yâ Resûlallâh ve yâ Seyyide’l-ümem” deyü selâm aldılar.
Hemân Hazret mihrâba geçüp iki rek‘at sünnet-i fecri edâ edüp hakîre bir dehşet ve vücûduma bir lerzân vâkı‘ oldu. Ammâ Hazret’in cemî‘i eşkâline nazar eyledim. Hilye-i Hâkânî’ de tahrîr olunduğu üzre idi. Ve yüzünde bürka‘ı al şâl idi. Ve destâr-ı şerîfi on iki kolanlı beyâz şâş idi. Ve hırka-i şerîfleri saruya mâyil deve yününden idi. Ve gerdeninde asfarü’l-levn sof şâlı var idi. Ve pâ-yı sa‘âdetlerinde sarı çizmeleri var idi. Ve ser-i sa‘âdetleri destârı üzre bir misvâk sokulmuş idi.
Ba‘de’s-selâm sağ cânibde hakîre nazar edüp mübârek yed-i yümnâları ile zânû-yı şerifine urup hakîre hitâben kâmet eyle dediler, hemân hakîr Sa‘d-ı Vakkâs’ın ta‘lîmine göre derhâl makâm-ı segâhda Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed ve sellim aleyh deyü kâmet edüp tekbîr etdim. Hazret dahi makâm-ı segâhda savt-ı hazîn ile Fâtiha-i şerîfi tilâvet edüp zamm-ı sûreyi, sûre-i Sâd-ı şerîfden, aşr-ı şerîfin tilâvet edüp cümle cemâ‘at sâmi‘înden olup Hazret imâmet etdi. Ba‘de’s-selâm hakîr Âyetü’l-kürsî , Bilâl Sübhânallâh ; hakîr Elhamdü lillâh ve Bilâl Allâhu ekber deyüp Bilâl-i Habeşî ile müselsel mü’ezzinlik hidmetinde olup ba‘de’d-du‘â bir tevhîd-i Sultânî olmuşdur kim aşk-ı ilâhî ile [7b] mest [ü] medhûş olup gûyâ hâbdan bîdâr idim.
Hulâsa-i menâm Sa‘d-ı Vakkâs ta‘lîmiyle edâ-yı hidmeti tamâm edüp Hazret-i Risâlet mihrâbda savt-ı muhrik ile uzzâl makâmında bir Yâsîn-i şerîf ve üç sûre-i İzâ câ’e ve sûre-i mu‘avvezeteynleri bi’t-tamâm tilâvet edüp Bilâl Fâtiha deyüp Hazret mihrâbda ayağ üzre dururken hemân Sa‘d-ı Vakkâs hazretleri destimden yapışup huzûr-ı Hazret’e götürüp;
“Âşık-ı sâdıkın ve ümmet-i müştâkın Evliyâ kulun şefâ‘atin ricâ eder” deyüp Hazret’e götürüp “Mübârek dest-i şerîflerin bûs eyle” deyince bükâ-âlûd olup mübârek dest-i şerîfine küstâhâne leb urup mehâbetinden,
“Şefâ‘at yâ Resûlallâh” diyecek mahalde hemân “Seyâhat yâ Resûlallâh” demişim. Hemân Hazret tebessüm edüp “Şefâ‘atî ve seyâhatî ve ziyâretî ve Allâhümme yessir bi’s-sıhhati ve’s-selâme” deyüp Fâtiha dediler. Cümle Sahâbe-i kirâm Fâtiha tilâvet edüp cümle huzzâr-ı meclisin dest-i şerîflerin bûs ederdim. Ve her birinin hayır du‘âsın alup giderdim. Kiminin dest-i şerîfi müşk gibi, kimi amber ve kimi sünbül ve kimi gül ve kimi reyhân ve kimi zaymurân ve kimi benefsec, kimi karanfîl gibi kokardı. Ammâ bizzât râyiha-i Hazret-i Resûl za‘ferân-ı verd-i handân gibi kokardı. Ve mübârek sağ elin bûs etdüğimde gûyâ pembe-misâl kemiksiz bir dest-i şerîf idi. Ammâ sâ’ir enbiyânın dest-i şerîfleri ayva râyihası kokardı. Hazret-i Ebûbekir es-Sıddîk’ın dest-i şerîfleri kavun gibi şemm olunurdu. Hazret-i Ömer ke-râyihati’l-amber gibi idi. Hazret-i Osmân benefşe gibi râyihası var idi. Hazret-i Alî ke-râyiha-i yâsemen idi. İmâm Hasan karanfîl gibi İmâm Hüseyin verd-i ebyaz gibi kokardı. Rıdvânullâhi Ta‘âlâ aleyhim ecma‘în.
Bu hâl üzre cemî‘i huzzâr-ı meclisin dest-i şerîflerin bûs edüp yine Hazret-i Risâlet bir Fâtiha deyüp cümle Ashâb-ı güzîn savt-ı a‘lâ ile seb‘ü’l-mesânîyi tilâvet edüp hemân Hazret-i Risâlet-penâh mihrâbdan “Esselamü aleyküm eyâ ihvânûn” deyüp câmi‘den taşra revâne olunca cümle Sahâbe-i kirâm hakîre gûnâ-gûn hayır du‘â ve iltiyâm etdiler. Ve câmi‘den çıkup gitdiler. Hemân Sa‘d-ı Vakkâs hazretleri belinden sadağın çıkarup hakîrin beline kuşadup tekbîr edüp;
“Yürü sehm [ü] kavs ile gazâ eyle ve Allâh’ın hıfz [u] emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şerîflerin bûs etdinse cümlesini ziyâret etmek müyesser olup seyyâh-ı âlem ve ferîd-i âdem olursun. Ammâ geşt [ü] güzâr etdüğin memâlik-i mahrûseleri ve kılâ‘-ı büldânları ve âsâr-ı acîbe ve garîbeleri ve her diyârın memdûhât, sanâyi‘ât, me’kûlât [ü] meşrûbâtını ve arz-ı beledi ve tûl-ı nehârların tahrîr edüp bir âsâr-ı garîbe eyle. Ve benim silâhımla amel edüp dünyâ ve âhiret oğlum ol. Tarîk-i hakkı elden koma, gıll [u] gışdan berî ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, eyilerden eylik öğren” deyü va‘z [u] bendler edüp ve alnım bûs edüp Ahî Çelebi câmi‘inden taşra çıkup gitdiler. Hakîr mebhût olup hâb-ı râhatdan bîdâr olup;
“Âyâ bu benim vâkı‘am mıdır, yohsa vâkı‘-ı hâlim midir, yohsa rü’yâ-yı sâliham mıdır” deyü gûnâ-gûn tefekkür ile inşirâh-ı sadr [ve] zevk-i derûna nâ’il oldum. Ba‘dehu ale’s-sabâh pâk âbdest alup salât-ı fecri edâ edüp İslâmbol’dan Kâsımpaşa’ya ubûr edüp mu‘abbir İbrâhîm Efendi’ye rü’yâmız ta‘bîr etdirüp;
“Cihân-ârâ ve âlem-geşt seyyâh-ı âlem olup hüsn-i hâtime ile işin itmâm bulup Hazret’in şefâ‘ati ile dâhil-i huld-i berîn olursun” deyü tebşîr edüp el-Fâtiha dedi. Andan Kâsımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Abdullâh Dede’ye varup dest-i şerîflerin bûs edüp vâkı‘amı anlara dahi ta‘bîr etdirdim.”

 

Külliyatında seyahatlerinin sebebini oluşturan bu rüyaya dair anlatımının günümüz Türkçesiyle aktarımı şu şekilde (2021. Evliya Çelebi – Gönlünü Dinle Ama Her İstediğini Verme – Dünyayı Gezen Bir Seyyah. Destek Yayınları. Yayıma Hazırlayan: Petunya Grubu Yazarları Bülent Etik, Furkan Güven, Bünyamin Kalkan):

“Hicri takvimle 1040. Aylardan Muharremdi. Aşure gecesi Kur’ân okudum, dualar ettim. Peygamber Efendimizi çok özlemiştim. Biraz dinlenmek için yuvarlak yastığıma yaslandım. Uyku ile uyanıklık arasında idim. Bir anda Yemiş iskelesi yakınındaki Ahî Çelebi Camii’nde buldum kendimi. Bu, helâl para ile yapılmış bir camidir. İçinde yapılan dualar boşa çıkmaz diye bilinir. Vakit, sabah namazı vaktiydi. Kapıdan bir sürü silâhlı ay parçası yiğit girdi içeri. Caminin nasıl aydınlandığını anlatamam. Sanki gökten ay kopmuş, sonra bu aya yüzlerce ay ve yıldız daha katılmış da camiyi doldurmuştu. Bu nur yüzlü askerleri hayranlıkla seyrediyordum.

Hemen yanıma oturan yiğide sordum:

– Sultanım, siz kimlerdensiniz? İsminizi söyler misiniz?

– Cennetle müjdelenmiş on kişiden, okçuların piri Vakkasoğlu’yum, dedi.

Hemen eline davrandım, öptüm.

– Pekiyi, bu sağ taraftaki nur yüzlüler kim?

– Peygamberler, evliyalar, Peygamber Efendimizin dostları,

Medineliler, Mekkeliler ve Kerbelâ şehitleri… Mihrabın önünde gördüğün, Veysel Karanî, solda duvarın dibindeki müezzinlerin piri Habeşli Bilâl. Şu sancakla gelen al elbiseli askerler de şehit ruhları. Başlarındaki zat ise şehitlerin serdarı Hazreti Hamza’dır…

Böyle böyle cami içindeki bütün cemaati bana tanıttı. Hangisine baktımsa sevinç doldum, can buldum.

– Burada toplanmanızın sebebi nedir?

– Azak taraflarındaki İslâm askerleri dara düşmüşler, Tatar Hanına yardıma gidiyoruz.

Biraz sonra Peygamber Efendimiz de gelecek. Sabah namazının sünneti kılınacak. Sonra “Kamet getir” diye işaret buyururlar, sen de yüksek sesle kamet getirirsin. Selâmdan sonra müezzinliği Bilâl ile birlikte yaparsınız, oldu mu? Namaz bitince de Efendimiz mihrapta iken hemen koş, mübarek elini öp. “Şefaat Ya Rasûlallah” de, yardımını rica et.

Heyecanlanmıştım. Demek burada olduğumu biliyorlardı. Çok geçmedi, cami kapısında apaçık bir nur belirdi. Zaten aydınlık olan cami bir kat daha aydınlandı. Sağında Hasan, solunda Hüseyin ile Peygamber Efendimiz göründü. “Bismillah” diyerek içeri girdiler. İçeride bulunanlara selâm verdiler. Mihraba geçip sabah namazının sünnetine durdular. Korkudan mı, heyecandan mı bilemiyorum titremeye başlamıştım. Hazreti Peygamber, “Hilye-i Hakani’de anlatıldığı şekilde idi. Hayran hayran seyrediyordum. Selâm verince bana baktı, sağ eli ile dizine vurdu.

– Kamet getir! buyurdu.

Segah makamında kamet okudum. Bütün cemaat kalktı. Hazreti Peygamber cemaate imamlık etti. Müezzinliği Vakkasoğlu’nun öğrettiği şekilde tamamladık. Sabah namazı bitti. Efendimiz mihrapta ayağa kalkmıştı. Vakkasoğlu elimden tutup mihraba götürdü beni.

– Allah’a ve Rasûlüne âşık bu Evliya Çelebi şefaat diler, dedi.

Dokunsalar ağlayacak gibi idim. Her tarafım titriyordu. Aklım başımdan uçmuştu sanki. Hiç halime bakmadan, haddimi bilmeden Hz. Peygamber’in mübarek ellerine dudaklarımı kondurdum.

Dileğimi söyledim ama heyecandan “Şefaat Ya Rasûlallah” diyeceğime “Seyahat Ya Rasûlallah” demişim.

Hz. Peygamber tebessüm buyurdular.

– Seyahat ve ziyareti bu kuluna kolay eyle Ya Rabbi, dediler ve dua buyurdular.

Ardından hep birlikte “Fatiha” okuduk. Orada bulunan herkesin mübarek ellerini öperek hayır dualarını aldım. Kiminin eli misk, kiminin menekşe, kimininki de karanfil gibi kokuyordu.

Hz. Peygamber’in mübarek kokusu ise zağferan ve kırmızı gül gibiydi.

Peygamberimizin arkadaşları, benim için dua ettiler. Önce Hz.Peygamber, ardından diğer mübarekler çıkıp gittiler. Vakkasoğlu okluğunu çıkarıp benim belime sardı.

– Yürü! Ok ve yay ile gaza eyle, dedi. Allah yardımcın olsun.

Sonra bir müjde verdi:

– Burada kimin elini öptüysen onu ziyaret edeceksin. Ülkelerini gezip göreceksin. Ancak gezip gördüğün yerleri, oraların güzel özelliklerini yaz. Bundan böyle benim ahiret oğlumsun.

Hak ve hakikatten sakın ayrılma. Gönlün huzurla dolsun. Ekmek ve tuz hakkını gözet, iyi bir dost ol. İyilerden iyilik öğren.

Kimseye bir zararın dokunmasın. Haydi, yolun açık olsun, dedi ve alnımdan öpüp o da çıktı, gitti.

Şaşkın bir halde kendime geldim. Bu hal ne olabilirdi? İçime bir rahatlık, gönlüme neşe dolmuştu. Sonra ben de camiden çıktım. Kasımpaşa tarafına geçtim. Olanları ünlü rüya tabircisi İbrahim Efendi’ye anlattım.

– Cihanı dolaşan bir gezgin olacaksın. Güzel sonuç alacaksın.

Peygamber Efendimizin şefaati ve cennete gireceksin, dedi.

Oradan Kasımpaşa Mevlevîhanesi Şeyhi Abdullah Dede’ye gittim.

Ellerini öpüp rüyamı ona da tabir ettirdim. O da aşağı yukarı aynı şeyleri söyledi.

– Said ibni Ebî Vakkas’ın nasihati üzere önce bizim Istanbulcağız’ı yazmaya başla. Haydi, durma, dedi. Yürü, işin rast gele.

Bana yedi ciltlik bir tarih kitabı verdi. Hayır dualar etti. Eve döndüm.

Bazı tarihleri inceledim ve İstanbul’u yazmaya başladım.

 

İstanbul’un Fatih ilçesinin Eminönü-Zindankapı mevkiinde, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin arkasında, Yemiş İskelesi civarında, Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı’nın birleştiği köşede yer alan Ahî Çelebi Camii, Evliya Çelebi’nin uykuya dalarak meşhur rüyasını gördüğü değil, ünlü seyahat rüyasının geçtiği yerdir.

 

ahi celebi camii

 

ahi celebi camii tanitim

 

ahi celebi camii kitabesi

 

Evliya Çelebi, hatıratında İstanbul’da evinde bir gece uykuya daldığında kendini birden bire Ahi Çelebi Camii’nde gördüğünü belirtmektedir.

Her ne kadar Evliya Çelebi, gerçekleştirdiği seyahatlerinin sebebi olarak gördüğü rüyasını Unkapanı’ndaki evinde gördüğünü söylese de, bazı sosyal medya kullanıcılarının rüyanın görüldüğü yer olarak Ahi Çelebi Camii’ni aktardığı görülüyor.

Örnek paylaşımlar şöyle sunulabilir:

 

“Ahi Çelebi Camii

“Şefaat Ya Resulullah” diyecek iken “Seyahat Ya Resulullah” diyen Evliya Çelebi’nin muhteşem seyahatleri burada başlamıştı…”

“Ahi Çelebi Camii Evliya Çelebi bu camide yakaza halinde Hz. Peygamber’i (sav) görür. – Şefaat Ya Resulallah ! diyecek iken, heyecandan – Seyahat Ya Resulallah ! der ve o meşhur seyahatnamesine konu olan seyahatine başlar.”

“Evliya Çelebi bir gece Eminönü’nde bulunan Ahi Çelebi Camii’nde Hz. Muhammed’i ﷺ rüyasında gördü ve “Seyahat Ya Rasulallah” ﷺ diyerek Dünya tarihinin en büyük gezginlerinden birini yapmak üzere 388 yıl önce bugün yola çıktı. 19 Ağustos 1630 #EvliyaÇelebi #Eminönü”

 

 

Tespit: Ayata Giray

 

Yorumunuzu yazınız...