Hem soldan sağa doğrusal olarak hem de yukarıdan aşağıya dikey olarak okunduğu takdirde aynı anlamı sunan ünlü bir şiiri ele alacağız.
Osmanlı’nın şair padişahlarından Yavuz Sultan Selim’in (1471-1520) Selimî mahlasıyla yazdığı ileri sürülen soldan sağa ve yukardan aşağı aynı şekilde okunan şiir şu şekilde:
Sanma şâhım / herkesi sen / sâdıkâne / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sâdıkâne / belki ol / bu âlemde / dildâr olur
Yâr olur / ağyâr olur / dildâr olur / serdâr olur
Şiirin günümüz Türkçesiyle aktarımı şöyle sunulabilir:
“Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur
Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur”
Düz okuduğunda da, üstten aşağı okuduğunda da aynı satırı sunan bu dörtlüğün Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu teyit edilemiyor.
Yavuz Sultan Selim’in yanı sıra şiirin Kanunî Sultan Süleyman ve Ziya Paşa’ya da izafe edildiği görülüyor (Doğan Kaya (2000). “Satranç ve Vezn-i Ahar Üzerine Düşünceler”. Âşık Edebiyatı Araştırmaları. İstanbul. Sf: 81-114). Bestelendiği eserin sözlerinin Üçüncü Selim imzasını taşıdığı da belirtilmektedir (Onur Akdoğu (1997). Ege’de Müzikçiler Ansiklopedisi (İzmir ve İlçeleri). İzmir. Sf: 74).
Soldan sağa okunduğundan veya yukarıdan aşağı okunduğunda aynı şekilde okunan kıtalara “satranç” (“satranç gazel”) ismi verilmektedir (Hamza Güner (1967). Başlangıcından zamanımıza kadar Kütahya’lı şairler. Kütahya İl Basımevi. Sf: 195).
Satranç şiirinin (satranç tahtası düzenindeki) şablon düzeni şu şekildedir:
“1 2 3 4
2 3 4 5
3 4 5 6
4 5 6 7”
Mevzu bahis şiir ve düzeni, Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı” adlı biyografik eserinde matematiksel şiir düzeni olarak şöyle aktarılmıştı (Oğuz Atay (1975). Bir Bilim Adamının Romanı. Bilgi Yayınları. 1. Baskı):
Dr. Doğan Kaya, Âşık Edebiyatında Satranç adlı kitabında satranç şiir özelliklerini şöyle aktarmıştı (2019. Sivas. Sf: 9-10):
“Şiirlerini hece ile ortaya koyan halk şairleri, zaman zaman aruz vezni ile de şiirler vücuda getirmişlerdir. Bunda, bir bakıma kendilerini hor gören divan şairlerine karşı güçlerini gösterme kaygısının önemli rolü olmuştur. Hatta divan şairlerine duyulan tepki ve kendilerinin gücünü ispatlama hissi o boyutlara varmıştır ki, ağırlıklı olarak kullanılan külfetli lisan ve mazmunlar, hece ile yazılan şiirlere kadar sirayet etmiştir. Farklı aruz kalıplarıyla divan, semaî, kalenderî, selis, satranç ve vezn-i âhar gibi şiirler yazan halk şairlerinin bu alanda başarı sağladıkları pek söylenemez.
Öncelikle şunu belirtelim ki satrancın belli bir kalıbı yoktur. Satrancın en önemli özelliği satranç / dama tahtası düzeninde oluşturulmuş şiir olmalarıdır. Aşağıda da belirttiğimiz üzere hem aruzun hem de hecenin muhtelif kalıplarıyla vücuda getirilebilirler.
Elimizde, satranç şeklinde yazılmış pek çok örnek bulunmaktadır. Ne var ki bunların kendi içlerinde şekil itibariyle çeşitli farklılıklar gösterirler. Eski şiir mecmualarında veya cönklerde bu şiirlerin ‚satranç‛ olarak adlandırılmalarının yanında Semâî (Hengamî), Divan Satranç (Seyranî) olarak kaydedildiğine rastlamaktayız.
Satrançlar hem aruz hem de hece ölçüsüyle yazılmışlardır.
…
Türk Edebiyatında tespitlerimize göre satranç şiir şekline ait ilk örnek hükümdar şair Babür tarafından ortaya konulmuştur.”
Yavuz Sultan Selim’in bazı şiirlerinde anlam bütünlüğünü tüm şiirde belirtmek için sözcüklerin arasındaki boşlukları düzenleme yoluyla simetriye ulaştığı belirtilmektedir. (Ünsal Özünlü (1997). Edebiyatta dil kullanımları. Doruk. Sf: 78) (İhsan Hinçer (1964). Türk Folklor Araştırmaları 9. Cilt. Türk Folklor Derneği. Sf: 3551). Ancak, söz konusu şiirdeki satranç ve vezn-i âhar şiir düzeninin Yavuz tarafından kullanıldığına dair bir iz bulunmamaktadır.
Yavuz Sultan Selim’in tek eseri Farsça Dîvân’ıdır. Sehî Beg ve Latîfî, Yavuz Sultan Selim’in Türkçe şiir kaleme aldığını kesin bir dille reddederek, şahsına sahipliği isnat edilen Türkçe şiirlerin Yavuz’a ait olmadığını belirtse de sonradan gerçekleştirilen çalışmalar Selîmî’nin Farsça dışında Türkçe şiirlerini de tespit etmiştir. Ancak, Yavuz Sultan Selim Dîvânı’nda da bu Türkçe şiir yer almamaktadır.
Dizelerdeki dil yapısı da Yavuz’un yaşadığı dönem ile uyumluluk arz etmemektedir.
Yavuz’un Divanı’ndaki şiirler hakkında fikir sunması açısından 2 gazelini şöyle alıntılayabiliriz:
دل این دارم که جا ِن خود کنم صر ِف در حبیب
من بر ا نم تا چه باشد از قضا ا حر نصیب
Maksadım sevgili uğrunda canımı vermektir.
Ben buna azmettim; bakalım Mevlâ ne gösterir
زود می ا مد که دردم را دوا سازد مکر
باز گشت در بچش ِم خون فشان مسکین طبیب
Derdime devâsaz olmak için koşa koşa gelen zavallı hekim,
kapımdan kan ağlayarak döndü gitti.
ف او دلم ِد زل صد ملامت میکشد در بن
وای بر شخصی که هم مظلوم باشد هم غریب
Gönlüm onun zülfünün tuzağına tutulmuş, herkesten hakâret görüyor, ona levmediyorlar.
Hem gurbete düşen hem zulüm gören; insanın vay hâline.
بس که من از دیدۀ دل محِو روی ا ن مه ام
مینماید پی ِش دل این دیدۀ ظاهر رقیب
O ay yüzlü sevgilinin güzelliğine gönül gözü ile o kadar hayrânım ki gönlüm,
karşısındaki bu maddî göze rakip nazarı ile bakıyor.
زاهد از َدیرم چه میخوانی مسجد عالمست
شیخ گوید ال ّصلوت و رند گوید الصلیب
Ey zâhit, beni kiliseden niye mescide çağırıyorsun, bu bir âlemdir.
Şeyh (esselât) rind ise (essalip) der durur.
چون بینم روی یار از خود رود صد بار دل
با چنین دل ای سلیمی من که وص ِل حبیب
Sevgilinin yüzünü görür görmez gönlüm yüz defa kendinden geçiyor.
Ey Selimî, böyle bir gönülle sen nasıl ondan visâl isteyebilirsin.
Ali Nihad Tarlan (2017). Yavuz Sultan Selim Divanı Tercümesi. Sf: 110
نه بی ا ن مه غم از درماندگئ خویشتن
دارم نه میمیرم بلا از زندگئ خویشتن دارم
O ay yüzlü sevgilimden ayrı çektiğim ızdırabtan şikâyet etmiyorum,
ölemiyorum, bana asıl belâ hayatımdan geliyor.
شم فرخنده میسازد سی تاریکئ هجران
چه وحدتها کز ان فرخندگئ خویشتن دارم
Ayrılığın karanlığı gecelerimi çok mübârek bir hâle getiriyor.
Bu kudsiyet bana vahdetin ne tecellîlerini ilhâm ediyor.
مگویدید که از چشمش ز بیماری نپرسدی
که من خد خجلت از شرمندگئ خویشتن دارم
Bana, “onun gözünün hastalığını niye sormadın” demeyiniz.
O andaki utancımdan şimdi utanıyorum.
شدم دارندۀ لعل و گهر از دیدۀ گریان
ولی رسوائ از دارندگئ خویشتن دارم
Ağlayan gözüm birçok lâ’l ve inciye mâliktir.
Fakat bu zenginliğim beni rüsvâ etti.
نمیخواهم سلیمی پادشاهی بندۀ یارم
که من شاهنشهی از بندگئ خویشتن دارم
Selimî pâdişâhlık istemiyorum. Yârimin kölesiyim.
Ben bu köleliğimden dolayı şehinşâhım.
Ali Nihad Tarlan (2017). Yavuz Sultan Selim Divanı Tercümesi. Sf: 280
Taha Kurutlu bahse konu şiirin Yavuz Sultan Selim’e ait olmadığını şöyle aktarmıştı:
“Bu şiir aslında Yavuz’un değil yıllarca öyle sanılmıştır. I. Selim, dönemin şiir dili olan Farçayı kullanarak Divan’ı yazdı ve bütün şiirleri Farça olan bu eserde topladı. Bu sebepten Yavuz Sultan Selim’e ait olan tek eser Farsça Divan’dır. Bu şiir dönemin diliyle de uyuşmuyor.”
Murat Bardakçı mezkûr şiirle ilgili besteyi icra etmeden önce Yavuz Sultan Selim’e atfıyla ilgili itirazları şöyle dile getirmişti:
“1950’li yıllarda moda olan tarihi film döneminden bir film şarkısı. Yavuz Sultan Selim Ağlıyor filminden. … 15. parçaymış o filmin 15 numaralı müziğiymiş. Mısır’dan muzaffer şehrimize dönen Yavuz’un ordusu Esma Seba’nın evinin önünden geçerken bu şarkı okunuyormuş. ‘Sanma şahım alemi sen sadıkane yar olur / Alemi sen dost mu sandın bil ki ol ağyar olur / Sâdıkâne bil ki ol bu âlemde bir serdar olur / Yâr olur ağyâr olur serdâr olur dildâr olur ‘ Bu kelimelerin yerlerini değiştirdiğiniz takdirde mana değişiyor şiir devam ediyor böyle korelasyon üzerinden şey gibi istatistiki efendim bu devam eder. Bu şiirin Yavuz’a ait olduğu söyleniyor. Onun için çalıyoruz. Ama gene edebiyatçıların söylediğine göre değildir, bir kere dili uymuyor. Ama çok enteresan, birçok şair önceki asırlarda Yavuz Selim adına şiirler yazmış. Onun ismiyle çıkartmışlar. Evet efendim. Sadettin Kaynağın acemaşirân şarkısı. Güfte Yavuz iddiası. Tekrar söyleyelim. Pek çalınmayan bir şarkıdır.”
Acemaşiran şarkısı nota dökümünde güftenin Yavuz Sultan Selim’e aitliği “rivayet” vurgusuyla aktarılmış.
Feridun Fazıl Tülbentçi’nin aynı adlı kitabından uyarlanan 1952 yapımı Yavuz Sultan Selim Ağlıyor adlı filmde bu beste kullanılmıştı.
Öte yandan, Yavuz Sultan Selim’e ait olup olmadığı doğrulanamayan bu dörtlüğün tebdil-i kıyafet Tebriz’e gidip Şah İsmail’le satranç oynadığı (!) anda okunduğu dahi ileri sürülmüştü. Bu yönde aktarılan “hikâye” şu şekilde özetlenebilir:
“…Yavuz Sultan Selim henüz şehzadeyken, İran şahı Şah İsmail ile (bir tüccar gibi tebdil-i kıyafet) satranç oynar ve o güne kadar Şah İsmail’ i yenen ilk kişi olur. Onun şehzadesi olduğunu bilmeyen Şah İsmail, Yavuz’a bir kese altın verir ve bundan sonra başı ne zaman sıkışırsa yanına gelmesini tembihler. (Bazı kaynaklarda, altın verdiği değil, tokat attığı yazılıdır…) Bunun üzerine Sultan Selim, (aşağıda günümüz Türkçesiyle ancak yaklaşık anlamını verebildiğimiz) bu şiirini söyler:
(…Şâhım, herkesi sâdık bir dost sanma / O dost sandıkların, bir gün düşmanın olabilir / Sâdık zannettiklerin gönlüne ağır gelen Sevgili olur / Dost olur, düşman olur, sevgili olur, başkomutan olur…”
İskender Pala’nın Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki rekabeti konu edindiği Şah ve Sultan adlı romanında bu dizelerin kaleme alınışı şöyle bir kurguyla aktarılmıştı:
“Ağustos başlarında Erzurum’a geldiğimizde Sultan’ın otağına mektuplar bırakılmaya başlanmıştı. Mektuplar özetle “Düşman meydanda yok, bu harap yerlerde ilerlemek, askeri beyhude telef etmektir, geri dönelim,” demekteydi. Askerlerin bazıları Bektaşilik dolayısıyla Şah’a yakın durmaya bile başladılar. İçlerinde Şah’ın adamı olup tartışmalar başlatan, Kızılbaş fikirleri yayıp mezhep kaygısı üzerinden siyasete dil uzatanlar vardı. Sultan bunlardan on ikisini Erzurum karargâhında astırıp cesetlerini atların ayaklarına bağlayıp asker arasında sürüttürmeseydi bir isyan çıkması kaçınılmazdı. Sultan bu on iki ceset ile On İki İmam düşüncesine tabi olanların kökünü keseceğini ima etmişti. Zaten ertesi gün akıncı beylerinden Mihaloğlu ile Şehsüvaroğlu Ali Bey’i, Şah’ın nerede olduğunu araştırmak üzere haber getirmek ve delil toplamak için İran içlerine gönderdi. Bununla da kalmadı, Türkmen beylerinden Ferahşad Bey’in kölesi Ahmed’e, Şah’ı bulma görevini verdi. Ahmed, Bozoklu bir derviş olarak Şah’ı bulunca ona Selim’in ordusundaki pek çok Kızılbaş ve yeniçerinin selamını iletmiş olacak ve savaş başladığında kendi saflarına geçeceklerini söyleyecekti. Bu büyük bir plandı ve Şah İsmail’in buna inanması hâlinde savaş meydanına atılması kolay olacaktı. Bunun için Sultan bu adamı bizzat karşısına alıp konuşmuş, yapacağı vazifenin çok önemli olduğunu izah etmiş, eğer Çocuk Şah’ı inandıramazsa kellesinden olacağını ama inandırabilirse kendisini zengin edeceğini yeminle söylemişti. Ahmet bu vaadi duyunca hiç beklemeden Bozoklu Derviş olmak üzere yola çıktı. Tabii yanına bir kızıl başlık ve Safevî nöker kıyafeti de alarak. O gün Sultan’ın Derviş Ahmed’e son sözlerinde düşmanı söz gücüyle yenmeye yönelik bir tembih sezer gibi oldum:
“Yazdığım şu müsenna kıtayı da oralarda benim adımla yaymaya bak. Ta ki mısralarımı okuyan nökerler şahlarının “şair olmadığını, şiir zannederek yalelli manileri söylediğini görsünler.”
Sultan’ın dizeleri gerçekten sanatkârane düzenlenmişti ve hem satır olarak hem de sütun olarak okunduğunda aynı dizeler sıralanıyordu:
Sanma şahım Herkesi sen Sadıkane Yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sadıkane belki ol âlemde bir serdâr olur
Yâr olur ağyar olur serdâr olur dildâr olur
Bu kıta Şah’ın ülkesinde işe yarar mıydı bilmiyorum. Çünkü daha İzmit’ten itibaren yazdığı onca tehdit dolu mektup işe yaramamış, Şah’ın ortaya çıkmasını sağlayamamış, yalnızca şiddetli cevaplar almasına yol açmıştı. Tacizade Cafer Çelebi’nin divitiyle yazılan bu mektupların ilki 23 Nisan’da Şah’ın adamlarından olup yeni yapılan Tersane Zindanı’nda tutuklu bulunan Kılıç Halife’nin eline tutuşturulup hayatı bağışlanarak gönderilmiş, Şah’a “Er isen meydana çık!” denilmişti. Elbette Şah meydana gelmemişti, ama bu mektuptan sonra keskin bir cevap gelmişti. Artık Sultan, “Korkak Şah tavşan gibi saklanır meydana çıkmaya cesaret etmezse biz de onu ininde basarız!’’ diyordu.”
Yine aynı düzeni içeren aşağıdaki şiir de, Yavuz Sultan Selim imzasıyla paylaşılsa da aslında Dr. Mehmet Güneş‘e aittir.
O “Gül”, aşkın / mihrâbıdır, / tende cânım / “Gül” diyor.
Mihrâbıdır / “Gül” uşşâkın, / âh eder / bülbül diyor,
Tende cânım / âh eder / dil-beste / gönül diyor,
“Gül” diyor, / bülbül diyor, / gönül diyor, / Rasûl diyor.
1 Yorum
Merhaba, okul kültür edebiyat dergisi çıkarmaya çalışan bir öğretmenim. Bu şiiri araştırırken yazınıza rastladım. Çok aydınlatıcı oldu. İzninizle yazınızdan bölümler paylaşacağım dergimizde sizi kaynak göstererek.
Utku Temel
İzmit- Kocaeli