Nâzım Hikmet’in Ran Soyadını Kırmızı Renkteki Narın Tersi Olduğu İçin Seçtiği İddiası Doğru Değil
Nâzım Hikmet’in Ran soyadını “nar” sözcüğünün tersi olduğu için seçtiği yönünde bir anlatı uzun zamandır dile getirilmekte.
Bu iddianın örnekleri şöyle sunulabilir:
“Şair, nüfus dairesinde beklerken oradakilerin Alkan, türkkan, özkan gibi kanlı soyadları aldıklarını görünce kafiye olması açısından kendi soyadını da ran yaptırmıştır. Ran da narın tersi oluyor, yani rengi kırmızı.”
“Nazım Hikmet’in soyadını bilmeyenler de olabilir. Nazım Hikmet’in soyadı RAN’dır. Neden RAN olduğunu merak edenler vardır içinizde tabi 1996 yılına kadar ben de merak ediyordum. Nazım’ın eski arkadaşlarından bir kaçıyla tanışma şansım oldu hepsi merak edip sormuşlar tanışık oldukları yıllarda, Nazım hem bir aydınlanmacı hem de bir komünisttir. O dönemdeki devlet adamlarının komünistlere alerjisi varmış ve doğal olarak tüm kırmızı renkleri komünistlere mal ediyorlarmış. Kırmızı ayakkabı giyen kadınları göz altına aldıkları dönem bile olmuş, o dönemlerde kırmızı renkte hiç bir mecbua veya kitap çıkmaz imiş.Nazım zeki ve biraz inat biridir. Soyadının kızıl renkte olacak bir şeyin olması gerektiğini düşünür. Bu kızıl renkte nesne bir meyvedir. Bildiğimiz NAR tersinden okunduğunda RAN oluyor. Bu bir tür kurnazlık numarası ama sonuçta istediğini yaptırmış. Tüm dostları sanki bir ağız etmişcesine bunu anlattılar bana. Ne yazık ki hiç biri şimdi yaşamıyor. Bunu benim gibi onlardan duyanlar hariç bu belkide yazılı kaynak olacaktır..”
“Nâzım hemen her şiirinde KIZIL’ı ifade edecek kelimelere itibar ediyor , şiirlerini o kelimelerle süslüyordu . Hattâ NAR‘ın kırmızı , yahut kızıl olduğunu düşünerek , soyadını bile NAR‘ın tersi olan RAN olarak almıştı.”
(İlhan E. Darendelioğlu (1978). Nâzım Hikmet Vatan Şairi Mi, Vatan Haini Mi?. Orkun Yayınevi. Sf: 46)
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’te Farsça kökenli “nar” sözcüğü için “Nargillerden, yaprakları karşılıklı, çiçekleri büyük, koyu kırmızı renkte, küçük bir ağaç (Punica granatum).” ve “Bu ağacın kırmızımtırak sarı sert bir kabukla örtülü, içinde çok sayıda kırmızımtırak, sulu taneler bulunduran yuvarlak yemişi.” anlamları sunulurken Arapça kökenli “nâr” sözcüğünün ise “ateş” anlamına geldiği belirtilmiş.
Geçmişte “nar” sözcüğü, meyvenin dış renginden hareketle komünizmi imgelediği iddiasıyla yaftalama maksadıyla kullanılmıştı (“nar” ismini kullananların -kelimenin tersten okunuşu ile Nâzım Hikmet Ran’ın soyadını çağrıştırdığı için komünistlikle suçlandığı da öne sürülmüştü).
Komünizme bakış açısı müsbet olsa da Nâzım Hikmet’in “Ran” soyadını seçme hikâyesinin iddia edildiği gibi “nar kırmızısı” ile bir ilgisi bulunmuyor.
Nâzım Hikmet’in Ran soyadının kırmızı / kızıl renkleri çağrıştıran nar sözcüğünün tersi olduğu için konulmadığına yönelik gerekçeler şöyle sunulabilir:
- Nâzım Hikmet’in “Ran” soyadını kullanmamış. Ran soyadı Nâzım Hikmet’in hayatında resmî evraklar dışında pek yer edinmemiş.
- Nâzım Hikmet, Ran soyadını narın tersi olduğu için seçtiği iddiasıyla alay etmişti.
- Ran soyadını Nâzım Hikmet değil, Piraye Hanım belirlemiş.
- Piraye Hanım’ın da bu iddiayı tekzip ettiği aktarılmaktadır.
- Nâzım Hikmet Ran soyadını Soyadı Kanunu’nun getirdiği zaruriyet nedeniyle almış.
- Nâzım Hikmet, “nar” sözcüğünün tersi “Ran” yerine, soyadını bizzat “nar” olarak belirleyebilirdi.
- Nâzım Hikmet’in politik görüşü soyadı kullanımına karşıydı.
- Ran soyadının “nar”ın tersi olarak belirlendiğini işaret eden bir bulgu mevcut.
Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’e yazdığı bir mektupta bu iddia ile şöyle alay etmişti: (Kemal Tahirʹe Mapusaneden Mektuplar (1990. Adam. Sf: 188):
“Bizim beşinci koldan Alman ajanı bir serseri bir kitap çıkarmış. İhanet-i vataniye suçunu her sayfasında işleyen bu kitap benim hainliğime delil olarak saydığı gösteriler arasında soyadımı da ele almış. Malum ya benim soyadım Ran. Meğer Ran, nar’ın tersiymiş. Nar çiçeği ise kırmızı olduğu için ben kendime böyle bir soyadı almışım. Gülmekten katıldım. Ve, bir fıkra gibi, gülesin diye sana yazıyorum.“
Nâzım Hikmet’in Peyami Safa’ya yanıt verdiği şiiri, hayat görüşünün “soyadı” odaklı olmadığının bir nişanesidir:
Bir düşün oğlum!Bir düşün ve mezarların hududunu aşma!Kendine güven üstatBabana değil,Bir ölüyü koluna takıp dolaşma!Öyle zart zurt eşilmez toprağı gidenlerin!Rahat bırak oğlumRahat bırak uyusunO muhterem “şehid-i hürriyet” Bey pederin!Hem böyle daha iyi…Çünkü bak ortadaNe yeni bir İngiliz-BoerHarbi var,Ne de tebrik isteyen bir İngiliz elçiliği…Ölüleri rahat bırak oğlum.Rahat bırak uyusun benim de gidenlerim!Sen de bilirsin ki benNe dedemdenMiras bekledim,Ne babamdan şeref, şan!Hasep, nesep, kan, soy sop işinde yoğum.Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğumNe de tecrübelik bir tavşan.Ben sadece ölen babamdan ileri,Doğacak çocuğumdan geriyim,Ve bir kavganın adsız neferiyim.
Nâzım Hikmet’in Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü kayıtlarında tam adı “Mehmet Nâzım Ran” şeklinde.
Nâzım Hikmet, Ran soyadını Piraye Hanım’la evlenmek için 1934 yılında yürürlüğe giren Soyadı Kanunu’na uyum zorunluluğu gereği almış.
Hıfzı Topuz, “Hava Kurşun Gibi Ağır – Nâzım Hikmet’in Romanı” adlı kitabında Nâzım Hikmet’in “Ran” soyadının alınış hikâyesini aktarmış ve bu iddianın yanlış olduğunu vurgulamıştı (2011. Remzi Kitabevi. Sf: 102-103)
“Soyadı ‘Ran’
Nâzım’ın cezaevinde olduğu dönemde, 1934 Haziran’ında soyadı yasası çıkarılmıştı. Bütün yurttaşların yıl sonuna kadar soyadı almaları gerekiyordu.
Hikmet, Nâzım’ın babasının adıydı. Nâzım da yeni bir soyadı almak zorundaydı. Herkes Öztürk, Safkan, Yılmaz, Eğilmez, Türksoy, Kahraman gibi iddialı soyadları seçiyor, Nâzım bundan hiç hoşlanmıyordu. Karar veremedi. Cezaevinden çıktıktan sonra da Nâzım bu konuda kararsızdı.
Bir şiirinde soyadı konusunda şöyle diyordu:
‘Hasep mezhep, kan, soy sop işinde yoğum. Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum ne de tecrübelik tavşan.’
Nâzım Piraye’yle soyadı konusunda anlaşamıyordu. Bir gün ‘Sen istiyorsan git kendine bir soyadı al. Ben de gerekirse onu kullanırım,’ dedi.
İleride ayrılırlarsa soyadı Piraye’de kalacaktı. Birlikte bir soyadı düşünmeye başladılar. Piraye ne bulsa Nâzım gülüyordu. Sonunda anlamsız bir soyadı almaya karar verdiler. Piraye ‘Ran’ soyadını önerdi. Nâzım da bunun bazı fiillerin sonuna eklenebileceğini anımsattı. Örneğin başaran, kurtaran, saldıran, coşturan… Buna çok güldüler. İsteyen kendine göre yorumlasın dediler. Ertesi gün de nüfus idaresine başvurup Ran’ı nüfuslarına işlettiler.
Bazılarının uydurduğu gibi Ran hiç de Nar’ın tersten okunu şu değildi. Nazım isteseydi Nar’ı pekala soyadı olarak alabilirdi. Yıllar sonra Memet Fuat annesine Ran’ın ne anlama geldiğini sorduğu zaman Piraye;
“Hiçbir anlamı yok, ben aldım onu,” diyecektir. Memet de; “Ran tersten okununca Nar oluyormuş. Nar da kırmızıymış, kırmızı da kızıl demekmiş. Ran sözcüğü komünistin kısaltılmasıymış,” deyince, Piraye;
“Neler düşünüyorlar, nelerle uğraşıyorlar,” der.”
Hayatının geri kalan döneminde Nâzım Hikmet’in Ran soyadını kullanmadığı, sadece resmî belgelerde geçtiği, imzasını Nâzım Hikmet şeklinde attığı, eserlerinde Ran’ı kullanmadığı biliniyor (Eserlerinde kendi soyadını Ran şeklinde kullanmayan şair “Nâzım ile Piraye” adlı eserinde yer aldığı üzere bir mektubunda “Hatice Ran’ın, istersen, tenezzül etmezsen “Ran” soyadını koymayız” cümlesine yer vermişti).
Nüfus belgelerinde adı “Mehmet Nâzım Ran” olarak geçen şairin vatandaşlıktan çıkarma işlemlerine dair resmî belgelerde ise ismi “Nâzım Hikmet Ran” olarak geçmişti (Yanlış bir ismi alıntılaması nedeniyle vatandaşlıktan çıkarma işlemine dair Bakanlar Kurulu Kararı’nın geçersiz olduğu da ileri sürülmüştü).
Çıkarılan Genel Af Kanunu’yla 15 Temmuz 1950’de serbest kalan Nazım Hikmet, ülkesinde kendisine yaşama olanağı bulunmadığı hissiyle 17 Haziran 1951 tarihinde yurt dışına kaçmıştı. Nâzım Hikmet, 25 Temmuz 1951 tarihli ve 3/13401 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmıştı.
“Pasaportsuz olarak İstanbul’dan Romanya’ya kaçan ve oradan da Moskova’ya ‘giderek hava alanında memleketi aleyhinde beyanatta bu lunduğu ve ımütaakiben radyo yayınlarında Türkiye’nin Hükümet şekli ve Hükümeti idare edenler aleyhinde geniş propaganda kampanyasına giritişerek komünizmi yaymak maksadını güden neşriyatiyle Sovyet Hükümetinin verdiği hizmeti ifa etmekte olan m’âruf komünist Nâzım Hikmet Han’ın kendisine bu hizmeti terk etmesi hususunda yapılacak tebligatın da bir fayla vermiyeceği mülâhaza edildiğinden Türk vatandaşlığından çıkarılması; İçişleri Bakanlığının 25/7/1951 tarihli ve 40945 sayılı yazısı üzerine, 1312 sayılı kanunun 10 uncu maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 25/7/1951 tarihinde kararlaştırılmıştır. 25/7/1951”
5 Ocak 2009 tarihli 2009/14540 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Nâzım Hikmet’e Türk Vatandaşlığı iade edilmişti.
“Nazım Hikmet Ran’ın Türk vatandaşlığından çıkarılmasına ilişkin 25/7/1951 tarihli ve 3/13401 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının yürürlükten kaldırılması; İçişleri Bakanlığının 5/1/2009 tarihli ve 70020 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu’nca 5/1/2009 tarihinde kararlaştırılmıştır.”
Vatandaşlıktan çıkarılmasının akabinde Nâzım Hikmet büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa’nın asıl ismi olan Konstantin Borzecki’den hareketle Borzecki soyadını kullanmıştı (Mustafa Celâleddin Paşa (1826-1876) (Konstantin Borcenski / Konstanty Borzęcki (Lehçe)), Nâzım Hikmet’in annesi Ayşe Celile Hanım’ın dedesidir. Daha önce bir yazımızda dedesi Müşir Mehmed Ali Paşa’nın Polonya Yahudisi olduğu iddiasını ele almıştık).
Kader Gürcüoğlu Söylendi Dergi’deki “Nâzım’ın Cep Defterlerinde Kavga, Aşk ve Şiir Notları |I. Deftere Dair Notlar” başlıklı 3 Haziran 2021 tarihli yazısında soyadı hakkındaki bu iddianın yanlışlığına şöyle değinmişti:
“1937 tarihli bu defter Nâzım Hikmet’in “Talihsiz Yusuf’un Gemisiyle Barselona’ya Seyahat” şiiriyle ilgili karalamalar barındıran, defalarca “Piraye. Piraye Ran” şeklinde yazıları bulunan, gelişimi ve sonucu hakkında pek de fazla bir bilgi bulunmayan 1939 davasıyla ilgili notlar bulundurduğu defterdir. Tuhaftır ki davası 31 Aralık 1936’da başlayan Nâzım Hikmet, 3 sene süren bu davaya dair pek de bir şey kaydetmemiş not defterine.
…
1936’da örgütsüz bir komünistti. Biricik karısı Piraye ile de henüz bir yıl evliydi. Burada şöyle bir detay vermek lazım; 21 Haziran 1934’te Soyadı kanunu kabul edilmiş ve her Türk’ün bir soyadı alması mecbur kılınmıştı. Eğer geç kalınırsa rastgele bir soyadı verilecek ve para cezasını ödenecekti. Piraye bunu Nâzım ‘la paylaştı fakat Nâzım “Hasep, nesep, kan, soy, sop işinde yoğum” diyerek çok umursamadı bu meseleyi. Soyadı bulma işi Piraye’ye kaldı. Piraye hiçbir anlamı, çağrışımı olmayan bir kelime bulmuş ve “Ran” da karar kılmıştı. Piraye farkında olmasa da aslında bu kelimenin çok fazla anlamı çıkacaktı. Tersine çevirerek okunduğunda nar olan bu kelime, narın kırımızı renginden ötürü kızılı yani komünizmi çağrıştırdığı söylenmiş. Nâzım Hikmet Kemal Tahir’e yazdığı bir mektupta bu durumu şöyle anlatır: “Bizim beşinci koldan, Alman Ajanı bir serseri bir kitap çıkarmış. İhaneti vataniye suçunu her sayfasında işleyen bu kitap, benim hainliğime delil olarak saydığı gösteriler arasında soyadımı da ele almış. Malum ya benim soyadım Ran. Meğer Ran, “nar”ın tersiymiş. Nar çiçeği ise kırmızı olduğu için ben kendime öyle bir soyadı almışım. Gülmekten katıldım, sana da yazıyorum ki sen de gül.””
Metin Celal, Cumhuriyet’teki “Nâzım Hikmet’in Ran’ı” başlıklı 21 Ocak 2015 tarihli yazısında Nâzım Hikmet’in Ran soyadını kullanmadığı hususunu şöyle ele almıştı:
“Nâzım Hikmet “Ran” soyadını 31 Ocak 1935’te Piraye Hanım’la evlenirken Soyadı Kanunu’na uymak için zorunluluktan almış ve hiç kullanmamış. Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’ne göre adı “Mehmet Nâzım Ran”. Yurtdışına kaçtıktan sonra 1954’te bir kimlik edinmesi gerektiğinde Polonya’da “Borzecki” soyadını alıyor. Ama o hep “Nâzım Hikmet” adını kullanmış. Melih Güneş’e göre eserlerinde soyadını kullanmadığı gibi resmi belgelerde, imzaladığı sözleşmelerde bile adı “Nâzım Hikmet” olarak geçiyor. Evlilik ve ölüm belgelerinde de soyadı yer almıyormuş. Hiçbir yerde “Nâzım Hikmet Ran” adını kullanmamış. Soyadını “Ran” diye “Nâzım Hikmet”e ekleyen vatandaşlıktan atılma kararını imzalayan Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Başbakan Adnan Menderes yönetimindeki dönemin bakanlar kurulu (bkz. Resmi Gazete, 15.08.1951). Bu yakıştırma genel kabul görmüş olmalı. Şair kendisinin “Nâzım Hikmet” olarak anılmasını istiyor ki eserlerinde bu adı kullanıyor. Şairin arzusunu dikkate almayıp “biz nüfus kağıdındaki adını kullanırız” diyorsanız da “Mehmet Nâzım Ran” diye yazmanız gerek.”