Erdal Eren, 12 Eylül Darbesi’nden sonra 1980-1984 yılları arasındaki dönemde idam edilen 50 mahkûmdan biri.
Her 13 Aralık’ta vefatının yıl dönümünde anısına yayımlanan mesajlarda Erdal Eren’in 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra yaşı büyütülerek idam edildiği iddiasına yer verildiği görülüyor.
Sabahat Akkiraz (@sabahatakkiraz): “Erdal Eren yaşı büyütülerek idam edildi. O son bakışı hiç unutmadık.”
Özgür Özel (@eczozgurozel): “12 Eylül karanlığında yaşı büyütülerek idam edilen #ErdalEren’in tam bağımsız Türkiye hayalini unutmayacağız… #ErdalErenHep17Yasında”
Özgür Özel (@eczozgurozel): “12 Eylül karanlığında, yaşı büyütülerek darağacına gönderilen Erdal Eren’in son bakışlarını unutmadık. Onun tam bağımsız bir ülke hayalinden korkanlarla da, 12 Eylül’ün karanlığını bugün hala yaşatmaya çalışanlarla da mücadele etmeyi sürdüreceğiz.”
Solcu Gazete (@solcugazete): “17 yaşındaydı Erdal. Yaşını büyüttüler, asmak için. Astılar 13 Aralık 1980’de. Daha 17’sinde… #ErdalEren”
25 Şubat 1961 doğumlu Erdal Eren, 2 Şubat 1980 günü Piyade Er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiası ile yargılandı. 19 Mart 1980 tarihinde verilen idam cezası kararı temyiz aşamasının ardından 12 Eylül Darbesi sonrasında 13 Aralık 1980 günü infaz edildi. Yapılan yargılama sırasında Erdal Eren’in yaşı büyütülmedi. Kovuşturma ve temyiz aşamasında Erdal Eren’in nüfusa ailesi tarafından 6 ay büyük kaydedildiği, suç tarihinde yaşının 18’in altında olduğu ileri sürüldü. Mahkeme bu iddiaya itibar etmeyip Eren’i idam cezasına çarptırdı.
Süreci detaylandıralım…
Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencisi Mehmet Sinan Süner’in 30 Ocak 1980 tarihinde bir çatışmada polis tarafından öldürülmesini protesto için 2 Şubat 1980 günü Halkın Kurtuluşu ve Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyesi bir grup Ankara’da Hoşdere Caddesi’nde bir araya geldi. Gösteride slogan atan protestocular ile peşlerine düşen silahlı bir inzibat timi arasında çatışma çıktı. Çatışmada Jandarma İnzibat Er Zekeriya Önge sırtından vurularak şehit edildi. Erdal Eren saklandığı yerden eyleme müdahale eden askerlere tabancasıyla ateş açtı. Çıkan çatışmanın ardından Erdal Eren’in aralarında bulunduğu 21 kişi göz altına alındı. Gözaltına alınan ve sakladığı silahı bulunan Erdal Eren, J. İz. Er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü suçlamasıyla tutuklandı.
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesi, 19 Mart 1980 tarihli 1980/1292 Esas, 1980/83 Karar sayılı hükmü ile Erdal Eren’i Türk Ceza Kanununun 450/9 maddesi uyarınca ölüm cezasına mahkûm etti.
Eren, karardan sonra “Faşizme ölüm, halka hürriyet” sloganı atmasının ardından mahkeme salonundan çıkarıldı (Milliyet. 20 Mart 1980. Sf: 1 & 10).
44 günlük süre içerisinde 4 celsede verilen, idam cezasının hafifletilmesi için bir neden olmadığı vurgulanan kararda şu ifadelere yer verildi:
“8 numaralı Ayyıldız apartmanının bahçesinde, sanık, elindeki tabancayla inzibat erlerine 3 veya 4 el ateş etti. İnzibat eri Zekeriya Önge yaralanıp yere düştü. Kalaslar arasında gizlenen sanık Erdal Eren, etrafının çevrilmesi üzerine ellerini havaya kaldırarak teslim oldu. Kalaslar arasında yapılan aramada tabanca bulundu. Er Zekeriya Önge, hastaneye kaldırılırken yolda vefat etti. Yapılan otopsisinde, sırtından mermi giriş deliği tespit edildi. Merminin, sanık Erdal Eren’in tabancadan atıldığına dair tereddüde yer verecek hiçbir durum bulunmadığı kanaatine varıldı.”
İlk derecede verilen idam kararı Askerî Yargıtay 3. Dairesi tarafından (eksik soruşturma nedeniyle) usulden ve (cezada indirim sağlayabilecek TCK 59. maddenin uygulanmaması nedeniyle) esastan bozuldu.
Askerî Yargıtay Başsavcısı’nın bozma kararına itirazı sonucu dosya yeniden (2 kez) Askerî Yargıtay Daireler Kuruluna gitti (Askerî Yargıtay 3. Dairesi hüküm mahkemesinin idam kararını “yeterli delil olmadığı” gerekçesi ile bozdu. Askerî Yargıtay Genel Kurulu ise, Yargıtay 3. Dairesi’nin verdiği bozma kararını bozdu. Dosya yeniden Askerî Yargıtay 3. Dairesi’ne geldi. Askerî Yargıtay 3. Dairesi ilk kararında ısrar etti).
İdam cezası kararı, Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 20 Kasım 1980 tarihli ve 1980/111 esas, 1980/111 karar sayılı ilamıyla kesinleşti.
Kenan Evren başkanlığındaki Millî Güvenlik Konseyi, 12 Aralık 1980 tarihli ve 2360 sayılı Kanun ile idam cezasını onaylayan kanunu kabul etti.
12 Eylül Darbe rejimi tarafından kabul edilen 230 sayılı 12 Aralık 1980 tarihli “Erdal Eren Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Kanun”, 12 Aralık 1980 tarihli Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı.
Erdal Eren, Resmî Gazete’deki yayımın hemen ertesi günü 13 Aralık 1980 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde (Ulucanlar) asılarak idam edildi.
Erdal Eren, nüfusta “Giresun ili, Şebinkarahisar ilçesi, Taş Mahallesi, Hane 182, Cilt 4/B, Sayfa 10’da, Ahmet oğlu, Berire Şadan’dan olma 25 Eylül 1961 Şebinkarahisar doğumlu” olarak kayıtlı.
Yani 25 Eylül 1961 doğumlu Erdal Eren, nüfus kayıtlarına göre suç tarihi olan 2 Şubat 1980 günü 18, idam edildiği 13 Aralık 1980 günü 19 yaşındaydı.
Yapılan yargılama sırasında 17 Mart 1980 günkü duruşmada mahkemeden soruşturmanın genişletilmesi (tevsi-i tahkikat) isteminde bulunularak Erdal Eren’in yaşının tam teşhisi talep edildi.
17 Mart 1980 tarihli celsede verilen ara kararda yaş itirazı ile ilgili şu ifadelere yer verildi:
“Sanık Erdal Eren’in bu güne değin hakkında yapılan soruşturma sırasında yaşının küçüklüğüne ilişkin bir iddiası bulunmadığından ve resmen doğum tarihi 25 Eylül 1961 olarak Şebinkarahisar Nüfus Memurluğunca tel ile bildirildiğinden ve sanığın harici görünüm itibariyle Mahkeme Kurulundan yaşının küçüklüğü konusunda kuşku hâsıl olmadığından, ayrıca hazırlık soruşturmasında ifadesindeki anlatımlara göre de ilkokul, ortaokul ve lise tahsil hayatının takip ettiği kronolojik seyir itibariyle de yaşının küçüklüğünde şüphe belirlenmediğinden yine resmi durumu ortadan kaldıracak inandırıcı ve ikna edici şekilde sanığın yaşının küçüklüğü ile ilgili bir delil de öne sürülmediğinden sanık vekilinin müvekkili hakkındaki yaş durumunun tespitine ilişkin istemin keza reddine.”
Temyiz aşamasında da “Erdal Eren’in nüfustaki doğum kaydı 25 Eylül 1961 olsa da fizyolojik yapısı itibariyle 18 yaşından küçük olduğu, bu nedenle gerçek yaşının tespiti için kemik grafilerinin çekilerek tıbbi tespit yapılmasının gerekli olduğu” itirazında bulunuldu.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulu ise sanığın yaşının yöntemine uygun, tam ve doğru olarak saptanmadığı itirazına Eren’in “doğum tarihinde bir ihtilaf olmadığı” gerekçesiyle itibar etmedi.
Askeri Yargıtay kararın onanmasına ilişkin verilen 17.07.1980 tarihli tebliğnamede, Erdal Eren’in suç tarihindeki yaşı hakkında yapılan tahkikat şöyle özetlendi:
“Görülmektedir ki, sanık 6,5 yaşında ilkokula başlamış olsa bile, kendi ifadesi ve diğer belgeler önünde, 1961 doğumlu olarak, sınıfta kalma ve okuldan uzaklaştırılma gibi şekillerle 2.2.1980 tarihinde, iddia edildiği üzere, yaş durumu (bir vakıa halinde) tartışmaya meydan verecek bir vaziyette değildir. Vakıa olarak durum bu olmakla beraber şüpheli hüküm mahkemesi bununla iktifa etmeyi uygun bulmamalıdır ve bulmamıştır da… Duruşma hazırlığı safhasında resmi bir telgrafla, Şebinkarahisar nüfus baş memurluğundan sanığın KÜTÜKTEKİ YAŞ KAYDINI sormuş (Dosya dizi:44), Şebinkarahisar nüfus baş memurluğu, yıldırımve Resmi Mühür ve İmza ve baş memurun ismini taşıyan cevabı, 13.2.1980 tarihli ve SV 38-311 -38 sayılı bir telgrafla, sanığın KÜTÜKTEKİ YAŞ KAYDININ 25.9.1961 olduğunu bildirmiştir. (Dosya dizi: 63) Bu vaziyette sanığın, suç tarihinde (2.2.1980-25.9.1961=18 yıl 4 ay 7 günlük bir yaşa erişmiş bulunduğu anlaşılmaktadır.”
Erdal Eren’in avukatlığını üstlenen Nihat Toktay Erdal Eren’in babasının oğlu doğduğunda Giresun’un dağ köyünde öğretmen olduğunu, karların yolları kapaması sebebiyle geç şehre indiklerini ve Erdal’ın yaşını büyük yazdırdığını öne sürdü.
Erdal Eren, idam edilmeden bir gün önce kendisini cezaevinde ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi:
“Avukatımla görüştürmüyorlar, gazetelerim gelmiyor, mektuplarım gelmiyor. Bunlar kararı çoktan vermişler. Mahkeme çok çabuk bitti, beni infaz edecekler ibret-i âlem için infaz edecekler. Benim yaşım küçük 18’den küçüğüm. Kâğıt üzerinde 18’den büyük görünüyorum ama bunu söyledik dikkate almadılar, kemik yaşımı ölçmediler. Balistik raporunda yanlışlık yaptılar bana kitlemi koruma görevi verilmişti, birden saldırı gelince ben çektim bize doğru ateş edeceklerini görünce mecburen ateş ettim. Ben ateş ettim ama o arkadan kendi arkadaşlarının ateşiyle de vurulmuş. O yakın hatta neredeyse bitişik atışmış, çok üzgünüm genç bir askerin ölmesine ama yaptıklarımdan dolayı asla pişman değilim çünkü bunu halk adına yaptık.”
Erdal Eren’in babası Ahmet Eren, 21 Kasım 1980 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e “idam öncesi son çare” olarak yazdığı mektupta suçun işlendiği zaman oğlunun 18 yaşına gireli 3 ay olduğunu ifade etti.
Bahsi geçen mektup içeriği şu şekildeydi (Erbil Tuşalp (1985). “Bin İnsan” – İnsan Hakları Dosyası. Tekin Yayınevi. İkinci Basım. Ankara. Sf: 238-239):
“Emekli bir ilkokul öğretmeniyim. Cumhuriyetle beraber büyümüş, Atatürk ilkelerine içtenlikle inanmış ve öğrencileri bu prensiplerin ışığı altında yetiştirmek için çırpınarak otuz yılımı harcamış bulunuyorum.
Oğlum Erdal Eren henüz meslek lisesi öğrencisiyken, kötü ve art niyetli kişilerin kurbanı olarak bir felaketin içine düşürüldü ve sonunda idam cezasına mahkûm oldu.
Olayı, evimi aramak için gelen sivil polisler, ‘Oğlun bir eri vurdu, cezası idam’ diyerek duyurdular. ‘Keşke oğlum vurulsaydı da asker katili olmasaydı’ dedim.
Sonradan, olayı evlerinden izleyen vatandaşlardan bazıları, eri vuranı gördüklerini ve sanık olarak televizyondan gösterilenin, boşuna suçlandığını, başka bir vatandaş da, bir şahsın çöp bidonundan bir tabanca çıkararak Erdal’a verdiğini, bu suretle de fiilin Erdal’a yüklendiğini söyledi.
Oğlumun, bu eylemin faili olacağına kesin olarak inanamıyorum. Nitekim, yargılama safahatı, yüksek daire ve genel kurul bozmaları ve muhalefet şerhleri, amme vicdanında da bu endişeleri arttırmıştır.
Adlî hatanın telafisinin mümkün olamayacağının takdirini yüce sorumluluk yüklenen temiz vicdanlarınıza bırakıyorum.
Suçun işlendiği zaman, oğlum 18 yaşına gireli 3 ay olmuştu. İşlediği varsayılan suç eğer 3 ay önce vuku bulmuş olsaydı, yapılacak indirimden de yararlanacaktı.
Bugüne kadar adaletin, gerçek suçlunun o olmadığına kanaat getireceğine inanarak avundum.
Gerçek suçluların bulunması için gerekenin yapılarak, dönülmesi mümkün olmayan bir duruma meydan verilmemesine, yüksek makam ve vicdanınıza ait af atıfetinin lütfedilmesiyle ölüm cezasının değiştirilmesine, bizlerin de acı içinde kıvranarak ömrümüzün sonunu beklememizin önlenmesine delaletleriniz diler, derin saygılarımı sunarım.”
Erdal Eren’in idamıyla ilgili yanlış bilinen bir husus, Erdal Eren’in yaşının idam edilebilmesi için büyütüldüğü şeklinde.
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesi tarafından yapılan yargılamada Erdal Eren hakkında “yaş büyütme” gibi bir karar alınmadı.
Savunma tarafı Erdal Eren’in nüfusa 6 ay büyük yazıldığını, yani olay tarihinde 18 yaşından 1 ay küçük olduğunu iddia etti. Erdal Eren’in aslında 18 yaşından küçük olduğu iddiası, mahkemenin adlî tıp incelemesi yapılmaksızın sadece nüfus kütüğü araştırması sonucunda asılsız bulunarak reddedildi.
Erdal Eren’in yargılamasında yaşının tespit edilmediğini, babasının Eren’i nüfusa büyük yazdırdığını söyleyen Avukat Nihat Toktay, 20114 yılında Birgün’e verdiği röportajda şu ifadeleri kullandı:
Erdal’ın yargılanmasında neler yapılmadı?
Erdal Eren’in yaşı tam teşhis edilmemiştir. Dava dosyasında iki mermi çekirdeği mevcuttur. Bunlardan birisinin üzerinde kan ve kemik parçaları bulunmaktadır, canlı bir vücuttan çıkmıştır. Fakat hangi vücuttan çıktığı belli değildir. Çekirdeğin üzerindeki kan gurubu ile maktulün kan gurubunun uyup uymadığı, silahların balistik incelenmesi yapılmamıştır. Görgü tanıkları ile birlikte sanığın da katılımıyla olay yerinde keşif yapılmamıştır.
Otopsi tutanağında kurşun giriş deliğinin çapının 11 mm olduğu belirtilmektedir. 7,65 mm çaplı bir tabanca mermisinin vücutta bu genişlikte bir delik meydana getirip getirmeyeceği bilirkişilerden sorulmadı. 7,65 mm çaplı bir tabanca mermisinin 11 mm çapında bir giriş deliği açması mümkün değildir. Yalnız askerlerin kullandığı Thompsonların mermilerinin çapı 11,43 mm’dir.
İşte Erdal Eren böyle hukuka aykırı bir kararla idam edilmiştir. Zaten Erdal da mahkemeye sunduğu savunma dilekçesinde, “Bütün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün sizin yerinize halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak, doğru kararı verecektir” demektedir.
Erdal Eren’in yaşının 18’den büyük olduğu da iddia edildi. Bu iddiaya ne diyorsunuz?
Dosyadaki belgelere göre doğumu 25 Eylül 1961, evde doğmuştur. Nüfus kaydı memleketi Şebinkarahisar’dan telgrafla sorulmuştur. Telgrafta ne bir imza ne de tanık olabilecek bir isim vardır. Babası Ahmet Eren, Erdal dünyaya geldiğinde Şebinkarahisar kazasının bir dağ köyünde öğretmendir. Okulların açık olması ve ulaşım güçlüğü nedeniyle öğretmen babanın şehre inip nüfusa yazdırması mümkün olmamıştır. Şehre indiğinde oğlunu okula ve askere erken gitmesi için 6 ay kadar büyük yazdırmıştır. Erdal Eren’in doğumu 1962 Mart ayıdır.
Yargıtay kararlarına göre ceza davasında yaş konusunda itirazlar varsa kemik grafilerinin çekilmesi, sonra anne-babanın dinlenmesi gerekmektedir. Ayrıca dosyanın adli tıbba gönderilerek yaşının tespiti gereklidir. Sıkıyönetim 1 No’lu Askeri Mahkemesi bu talebimizi, “Sanığın dış görünümü ve tahsil durumu dikkate alındığında” gerekçesi ile reddetmiştir, yaşı konusunda tek bir işlem yapılmamıştır.
Diğer yanlış bilinen husus, idam kararının 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan bir mahkeme tarafından onandığı yönünde. Yukarıda aktarıldığı üzere, Erdal Eren’in yargılaması 12 Eylül Darbesi öncesinde başladı, sıkıyönetim ilan edildiği için yargılama sıkıyönetim mahkemesince yürütüldü, 12 Eylül 1980 günü yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi’ne bağlı Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemeleri tarafından temyiz aşamasında yargılaması sürdürüldü ve idam kararı Kenan Evren başkanlığındaki MGK tarafından ”TBMM kararı olmaksızın” onaylandı.
Erdal Eren’in avukatı tarafından Askeri Yargıtay Başsavcılığına sunulmak üzere, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına verilen 24 Kasım 1980 tarihli dilekçede dosyanın safahati şu şekilde özetlenmiş (Erbil Tuşalp (1985). age. Sf: 241-245):
Özü: Karar düzeltilmesi istemimizin yetkili mercice incelenerek bu konuda bir karar verilmesi ve. karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi dileğidir.
Olay: 2.2. 1 980 günü saat 1 6.00 sıralarında, Aşağı AyrancıHoşdere Caddesi. 3. Durak civarında düzenlenenizinsiz bir mitingde, çıkan silahlı bir çatışma sonunda, görevli inzibat eri Zekeriya Önge’nin ölümü ile sonuçlanan olayın öldürme sanığı olarak Erdal Eren yakalanmıştır. Yapılan yargılama sonunda, olayın sanığı Erdal Eren Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 numaralı Askeri Mahkemesince, oybirliği ile TCK’nun 450/9 maddesi gereğince ölüm cezası ile cezalandırılmaya mahkum edilmiştir.
Bu karar sanık vekilleri ve sanık tarafından temyiz edilmiş, Askeri Yargıtay 3. Dairesi tarafından şu gerekçelerle bozulmuştur
1. Otopsinin yasa ve usule aykırı olarak yapıldığı veverilen karara olumsuz yönde etki ettiği, otopsi raporundaki açık çelişkiler karşısında bir karara varmaya yasal olanak bulunmadığı,
2. Maktulün vücudundan çıkan mermi çekirdeğinin.sanığın tabancasından çıkıp çıkmadığının açığa kavuşturulmadığıve sanığın atışı ile ölmediği konusunda kuvvetli kuşkular bulunduğu, kuşkulu ve duraksamaya yolaçan bir ekspertiz raporunun hükme dayanak yapılamayacağı,
3. Yine ölüme yol açan atışın yakın atış mı. uzak atış mı olduğu konusunda gerekli araştırmanın yapılmadığı, hal böyle olunca sonuca gitmeye yasal olanak bulunmadığı,
4. Tanıkların dinlenilmemiş olmasının yine yasa veusule aykırı olduğu,
Bu bozma kararı, tamamen yasal gerekçelere dayananve gerçeklerden kaynaklanan, hukuk tarihinde onurlu bir yer alacak nitelikteki bir karardır. Gerçekten, 3. Daire titiz ve usule uygun bir inceleme ile bozma kararına varmıştır.
Bu karar üzerine başsavcılık makamı, Yargıtay Daireler Kuruluna itiraz yolu ile başvurmuş, 3. Dairece verilen bu bozma kararının bozulup ortadan kaldırılmasını istemiştir. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu da. 3. Dairenin bozma kararının (bozulup ortadan kaldırılmasına) ve (Diğer temyiz sebepleri acısından gerekli incelemenin yapılması için yeniden dai resine gönderilmesine) karar vermiştir.
Gerekçeler bizce bilinmemektedir. Savunma avukatlarına ne itiraz. ne de karar örnekleri tebliğ edilmemiş, isteme rağmen de verilmemiştir.
3. Daire ikinci kez yaptığı yeniden inceleme sonunda (Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun karariyle er Zekeriya Öngenin ölümüne neden olan eylemin sanık Erdal Eren tarafından yapıldığının ve sanığın yaşının da yöntemine uygun, tam ve doğru olarak saptanmamış bulunduğunun kesinleşmiş olması karşısında, sadece suçun niteliğine ve sanık hakkında TCK’nun 59. maddesinin uygulanmamasının haksızlığına yönelik temyiz nedenlerinin incelenmesi gerektiği anlaşılmıştır) denildikten sonra, yine hukuken geçerli gerekçeler ve Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun bu maddenin uygulanması gerektiği konusundaki içtihadlarını göstererek bu kez şu gerekçe ile kararı esastan bozmuştur:
“TCK’nun 59. maddesi hükmünün sanık lehine uygulanıp uygulanmayacağına karar vermek her ne kadar mahkemenin takdirine bırakılmış ise de mahkemenin bu takdir hakkını kullanırken objektif ve somut verilere dayanmayarak hata ve zaafa düştüğü ve bu nedenle bu noktaya yönelik temyiz istemine dayanılarak hükmün bozulması gerektiği anlaşılmıştır.”
Bu onama kararı aşağıdaki nedenlerle sakattır, yeniden gözden geçirilerek düzeltilmesi gerekmektedir:
353 sayılı yasanın 225. maddesi aynen: «Askeri Yargıtay Dairelerinin veya Daireler Kurulunun kararlarına karşı Askeri Yargıtay Başsavcısı doğrudan doğruya hükmün veya kararın özüne etkili ve temyiz dilekçe beyan ve lâyihasında veya tebliğnamede yazılan bir hususun bunlar dışında esas hükme etkili olan noksan ve yanlışların temyiz incelemesinde göz önüne alınmayarak dokunulmadan geçilmiş olması hallerinde karar düzeltilmesi isteminde bulunabilir» demektedir.
Yasanın bu maddesi sanıklar lehine konulmuş olanbu amacıa kullanılması istenmiş olan bir maddedir. Yasanın bu maddesi sanıklar lehine gözönüne alınmayan bir hususun gözden kaçırılmasının doğuracağı vahim hataların önlenmesine yönelik bir düzenlemedir.
Askeri Yargıtay 3. Dairesinin bozma ile sonuclanan incelemelerinde. değil sanık lehine olan sanık aleyhine olan bir tek husus bile gözden kaçırılmış değildir. 3. Daire gayet titiz bir inceleme ile, temyiz dilekçesinde. tebliğnamede belirtilen bütün hususları incelemiş ve bozma kararını bundan sonra vermiştir. Temyiz dilekçesinde yazılı olup da dokunulmadan geçilen bir husus olmadığına tebliğnamede belirtilen hususlara değinilmeden geçilmediğine ve her tür beyanların dikkate alındıktan sonra Askeri Yargıtay 3. Dairesince tafsilatlı ve hukuki yönden doyurucu bir karar verildiğine göre başsavcının harekete geçmesine hukuken imkân bulunmadığı halde başsavcılık istemleri kabul edilmiştir. Burada hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Askeri Yargıtay 3. Dairesinin eksik soruşturmanın tamamlanmasına ve adalete en yakın kararın verilebilmesine yönelik çaba karşısında, başsavcılığın yerinde olmayan karşı cıkması ve itibar görmesi yasanın ruhuna aykırıdır. Ortada bir ölüm kararı vardır. Hal böyle olunca adalete en yakın karar verebilme konusunda da ha hassas davranmak gerektiği açıktır. Askeri Yargıtay 3. Dairesinin ilk bozma kararına karşı çıkmakla başsavcılık gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi yollarını tıkamış ve Daireler Kurulu da karşı çıkmaya itibar ederek gerçeğin ortaya çıkmasını tümden engellemiştir.
Başsavcılık TCK’nun 59. maddesi acısından olan ikincibozma kararına da karşı çıkarak sakat bir uygulamanın devamına ve sakat bir kararın verilmesine de sebeb olmuştur. Şöyle ki: TCK’nun 59. maddesinin uygulanması gerektiği yolundaki 3. Dairenin ikinci kez esastan bozma kararından sonra dosyanın kararı veren ilk mahkemeye gönderilmesi gerektiği halde buna riayet edilmemiştir. Ölüm kararının sorumluluğu. ilk karar mahkemesinindir. Böyle olunca ilk kararı veren mahkemeye dosya gönderilerek mahkemenin bu konuda bir muhasebe yapması ve vermiş olduğu kararı gözden geçirmesinin sağlanması gerekirdi. Öte yandan 59. maddenin uygulanıp uygulanmaması mahkemenin takdirine yeniden sunularak görüşü alınmalı idi. Kararı veren mahkemenin objektif davranmadığını kabul ederek 59. maddeyi uygulayabilmesi ihtimali dosyamızda ve kararın gelişim aşamalarında kuvvet kazanmış bulunmaktadır.
Bütün bunların yapılmayıp başsavcılığın 59. maddeye yönelik bozmaya da karşı çıkması illâ bir idam kararı çıkmasında özel bir çaba gösterildiği kuşkularını alabildiğine arttırmıştır. Kamu vicdanı bu konuda oldukça rahatsız bulunmaktadır. Öte yandan mahkemenin saf dışı bırakılmış olması ve takdir hakkı konusunda bir kez daha düşünmesinin engellenmesini iyi niyet kurallarıyla da bağdaştıramamaktayız. Mahal mahkemesi çaresizlik içinde bırakılmıştır. Aynı şekilde bozma kararlarını isabetle veren ilgili Yargıtay Dairesi de çaresizlik içerisinde bırakılmıştır.
Bu onama kararı kamuoyunda cok uzun süre tartışılacak ve vicdanları rahatsız edecek bir karardır.
Onama kararı genel kuruldan oy birliği ile değil oyçokluğu ile cıkmıştır. Yüce Askeri Yargıtay’ın önce bir dairesinin tüm üyelerini birden inandıramayan, daha sonra yeni dahil olan üyeler dışındaki üyeleri inandıramayan, daha sonra da onama kararı veren yüksek mahkemenin bazı üyelerini bile inandıramayan bir idam kararının kamuoyunu inandırması ve kamu vicdanını rahatlatması olanaksızdır. Bu karara halk nasıl inanabilecektir? Mahkeme kararlarının temel özelliğinin, inandırıcı olmak gerekirken böyle kendi üyelerini bile inandırmayan bir kararda diretmesıni düşünemediğimiz için ve buna inanmak istemediğimiz için kararın bir kere daha gözden gecirilerek düzeltilmesini istemekteyiz.
Askerî Yargıtay Genel Kurulunun hangi hallerde, bizzat davanın esasan hükmedeceğini yasa 220. maddede tahdidi olarak saymıştır. Dosyamızda, genel kurulun davanın esası konusunda karar vermesini gerektiren kanunu bir lâzime bulunmamaktadır. Onama kararı bu yönüylede yasaya aykırıdır ve düzeltilmesi gerekmektedir.
Müvekkilimiz tümden suçsuzdur demiyoruz. Ancak isnat edilen sucun suçlusu olmadığı inancındayız. Yargılamanın da yasal şartlara ve usule aykırı olduğu inancındayız.
Sonuç ve istem: Yargılamanın ve kanun yolları aşamalarının şimdiye kadarki gelişiminde sürekli yanlış işletilmiş olan 225. maddenin bu kez amacına ve ruhuna uygun olarak işletilmek suretiyle Onama kararının birkez daha gözden gecirilip düzeltilmesini ve dosyanın 59.madde konusundaki kararını beklemek üzere mahal mahkemesine gönderilmesi doğrultusunda tashihi karar isteminde bulunmasını başsavcılık makamından diler, aynı zamanda bu konuda bir karar veri linceye kadar. infazın, telâfisi mümkün olmadığı gözönünde tutularak, yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini saygılarımızla vekâleten isteriz.»
Erdal Eren’in idam kararınını iki kez bozan Yargıtay 3’üncü Dairesi üyesi emekli Hakim Albay Ahmet Turan, Vatan gazetesine verdiği röportajda Erdal Eren’in er Zekeriya Önge’yi kasten öldürdüğüne dair vicdani kanaatinin olmadığını, kurşunların incelenmediğini ve kemik ölçümünün yapılmadığını şöyle belirtti:
“Erdal Eren davası 12 Eylül’den önce başlamıştı ama sıkıyönetim ilan edildiği için sıkıyönetim mahkemeleri vardı. Erdal Eren, sıkıyönetim mahkemesinde yargılanıyordu. Mahkeme, Erdal Eren’in inzibat eri Zekeriya Önge’yi bilerek, kasten, taammüden öldürdü diye idama mahkum etti. Avukatlar kararı temyiz etti ve dosya bize geldi. Ben raportör olarak atandım. Dosyayı inceledim ve diğer üyelere anlattım.
Erdal Eren’in eri kasten, bilerek öldürdüğü noktasında bir delil yoktu ve 15 Temmuz 1980’de kararı 2 muhalif oya karşı 3 oyla bozduk. Bozma kararımız üzerine dosya tekrar sıkı yönetim mahkemesine gitti. Yeniden yargıladılar Erdal Eren’i… Tekrar idama mahkum edildi. Temyiz edildiği için tekrar bize geldi. Yaptığımız inceleme sonunda 28 Ekim 1980’de kararı tekrar bozduk. Askeri Yargıtay Başsavcılığı kararı “onayın” diye bize göndermişti ama biz kararı yine yetersiz bulduk.”
“Ben idam kararına karşı çıktım. Çünkü Erdal Eren ifadesinde diyor ki; “İnzibat askerleri üzerime doğru gelirken panikledim ve ateş ettim. Askerlerin hepsi benim hedef menzilim içindeydi. Yedek şarjörüm, tabancamda daha 5 tane mermi vardı. Eğer öldürme kastıyla hareket etmiş olsaydım bunların hepsini kullanırdım. Askerler üzerime gelince ben gelişi güzel ateş ettim” diyor. Burada çok hassas bir nokta var; Vurulan erin cesedinden çıkarılan mermi çekirdeği ile sanığın tabancasından çıkan mermi çekirdeklerinin doğru dürüst mukayesesi yapılmadı. Olay yerinde iki tabancaya ait boş kovanlar bulunuyor ama onların Adli Tıp’a gönderilip mukayesesi yapılmadı. Eri vuran kurşun yüzde 100 Erdal’ın tabancasından çıktı diye bir şey yok dosyada. Çünkü incelenmemiş.”
“Erdal Eren’in yaşı tutmuyordu, 18 yaşında değildi. Rontgen çektirip kemik kalınlıklarına göre bir rapor hazırladılar ve 18 yaşında dediler. Onun inandırıcı olduğunu sanmıyorum. Adli Tıp’ta adam rontgeni çekiyor ve yaşı 18 diyor. Tarafsız mıdır? Nereden bileceğim o ortamda.”






