Mustafa Kemal Atatürk’ün Başbakan Olarak İsmet İnönü’yü 30 Ekim 1923 Tarihli Bir Mektupla Görevlendirdiğini Bildirdiği İddiası Doğru Değil

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı olarak atadığı İsmet İnönü’ye 30 Ekim 1923 tarihinde ülkemizin içinde bulunduğu durumu aktarmak üzere yazdığı mektup olduğu sanılarak paylaşılan metne değineceğiz…

 

ataturk ismet inonu

 

30 Ekim 1923’de Atatürk’ün kaleme aldığı mektup olduğu iddiasıyla “Atatürk’ün kaleme alıp, İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup. Osmanlı’nın bıraktığı enkazın büyüklüğünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ne denli zor koşullarda kurulduğunu göstermesi açısından çok değerli bir belge.” notuyla paylaşılan metin şu şekilde:

 

“Sevgili Paşam!.. Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum.

Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun.

Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.

Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.

Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı.

Yoksul bir köylü devletiyiz.

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin Kuzeyini Güneyine, Batısını Doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.

Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.

Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz.

Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor.

Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.

Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136.

Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.

Üç milyon insanımız trahomlu.

Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde.

Bit ciddi sorun.

Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor. Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.

Telefon, motor, makine yok.

Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz.

Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.

Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.

Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı 400 bini geçecek.

İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız çok az.

Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş.

Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.

Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var.

Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.

Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.

Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.

Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.

Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.

Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız.

Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.

Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.

Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.

Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

Allah yardımcımız olsun!

Gazi Mustafa Kemal”

 

Dönemin dilinden uzak, Atatürk’ün ilgili dönemdeki konuşma ve yazılarından üslup olarak farklı bu metin, Atatürk tarafından İsmet İnönü’ye yazılmış bir mektup değil.

Söz konusu mektubun izine Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri arasında, İsmet İnönü’ye gelen mektup ve telgrafları içeren İsmet İnönü Koleksiyonu’nda rastlanamıyor.

Arşiv kaynaklı olmayan, Atatürk’ün imzasını ve tarih taşımayan eski yazılı mektup iddiası 2015 yılında bir anda zuhur etmiş.

Mektup olduğu iddiasıyla paylaşılan metin, Turgut Özakman’ın Cumhuriyet Türk Mucizesi adlı kitabından alıntı (Turgut Özakman (2010). Cumhuriyet – Türk Mucizesi – 2. Kitap. Bilgi Yayınevi. İstanbul. Sf: 10-13).

Özakman’ın kendi kurgusunu yansıtan satırları şu şekildeydi:

 

GAZİ 30 Ekim sabahı İsmet Paşa’yı köşke davet etti. Misafir salonuna aldı.

 

Genel durum hakkında Bakanlıklara incelemeler yaptırmış, Türkiye’nin röntgenini çektirmişti. Raporlar sehpanın üzerindeydi.

 

“Sevgili paşam..” dedi, “.Cumhuriyetin ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Sorunlarımız ne kadar çok, imkânlarımız ne kadar az, bilmeni istiyorum.

 

Bize yazık ki geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.

 

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. Kışın batağa döndüğü için geçilmesi çok zor. 4.000 km. kadar demiryolu var Anadolu’da. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz bir demiryolu ağı. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.

 

Denizciliğimiz acınacak durumda.

 

Köylümüzü her halde topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmaz. Sen de ben de o cephede çalıştık. Durumu yakından gördük. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.

 

Her yerde tefeciler halkı eziyor.

 

Çok az tarım mühendisimiz var. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışardan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı Öldürüyor.

 

Şu andaki doktor sayımız 337, sağlık memuru sayısı 434.3 0 150 kadar ilçede doktor yok. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Ebe sayısı çok az. Kırk küsur bin köye karşılık diplomalı ebe sayımız 136. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta denebilir. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyormuş.

 

Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun oldukça önemlice bir bölümü yerleşik değil, göçebe.

 

Telefon, motor, makine yok denecek düzeyde. Teknolojiden yoksun bir ülkeyiz. Bütün sanayi ürünlerini dışardan alıyoruz, Kiremiti bile ithal etmekteyiz. Avrupa’nın her çeşit malı için açık pazar halindeyiz. Elektrik yalnız İstanbul ve izmir’in bazı semtlerinde var.

 

Düşmanların tümüyle yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400.000’i geçecek. Göçmenlere ordunun yiyecek stoklarından yardım ediyoruz.

 

İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı bir halde. İktisatçımız da çok az. Çoğu bilip okuduğu kuramların dışına çıkamıyor. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi ise hiç çözülmemiş bir sorun olarak duruyor. Oysa Cumhuriyeti yaşatmak için onun insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. İki yıl önce Milli Eğitim Bakanlığında bir hars (kültür) şubesi kurmuştuk, Bu şube Anadolu kültürü ile ilgili eşyaları, belgeleri topluyordu. Ödeneği yükseltilemediği için bu hizmet gelişmedi. Birçok kültür eseri dışarı kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor”

 

Raporların kopyalarını ismet Paşa ya verdi:

 

“Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz yetersiz. Gelir kaynaklarımız kıt. iktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. İzmir iktisat Kongresi’nde Mahmut Esat Bey aracılığı ile duyurmuştum. Tartı­şılmadı bile. Daha acil, zor konular vardı. O konulara eğildiler. Bu düşünceyi günü gelince ayrıntılı olarak konuşuruz. Şimdi erken. Ama hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.

 

Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Uzman sayısı az. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir Örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkımızı kurtarmak için mümkün olan hızla sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu âna kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

 

Allah yardımcımız olsun!””

 

turgut ozakman cumhuriyet ataturk ismet inonu

 

turgut ozakman cumhuriyet ataturk ismet inonu

 

turgut ozakman cumhuriyet ataturk ismet inonu

 

Özakman, kitabında aktardığı bu metni kendisinin kaleme aldığını dipnotlarda şöyle dile getirmişti:

“Devralınan maddi’ mirası, sizleri sıkmamak için parça parça aktardım. Birinci ciltte de bu durum hakkında bilgi vardı. Yeni bilgiler de verece­ğim. Osmanlı dönemini övenlerin bu bilgileri dikkatle izlemelerini içtenlikle dilerim. Osmanlı deyince bu yazarlar Kanuni dönemini düşünüyor olmalılar. Son 150 yılı hiç anmıyorlar. Osmanlının çöküş dönemini bilen biri geçmişi özlemez, Cumhuriyetin getirdikleri ile sevinir, ileriye bakar.

Bilgiler güvenilir, genel kaynaklardan derlenmiştir. Bebek ölümü için: Atatürk Dönemi Fikir Hayatı, 2. c, s.511.”

 

Turgut Özakman’ın kitabında yer verdiği, Atatürk’ün İsmet İnönü’ye başbakanlık görevini yüz yüze tevdii ve brifingi anına dair kendi kurgusu olan metin zaman içerisinde Atatürk’ün İsmet İnönü’ye mektubu şekline dönüşmüş.

 

Saygı Öztürk, Nazmi Kal’ın “Atatürk’ün Diktiği Fidanlar” adlı kitabında bu mektuba yer verdiğini belirtmişti.  Nazmi Kal’ın “Atatürk – İnönü İlişkileri: İlk Beraberlikten Sonuna Kadar” adlı kitabında (2020. Yazarın Kendi Yayını. Ankara. Sf: 120-122) bahse konu metne “Belleten, Cilt: 37 – Sayı: 149 – Yıl: 1974 Ocak” referansıyla “”Mustafa Kemal Başbakan atadığı İsmet İnönü’ye 30 Ekim 1923 de şu mektubu yazar” notuyla yer vermiş. Ancak, Belleten Dergisi’nin 1974 yılı Ocak sayısında böyle bir metin yer almıyor. Belleten’in diğer sayılarında da iddia edildiği gibi bir metin Atatürk’ün İnönü’ye mektubu olduğu iddiasıyla aktarılmamış.

Bahse konu metnin Atatürk’ün İsmet İnönü’ye başbakanlık görevlendirmesine ait mektup olduğu iddiasıyla paylaşılmasının kökeni aslında Eriş Ülger’e dayanıyor.

Emin Çölaşan‘ın Eriş Ülger’in Atatürk Milliyetçiliği adlı kitabından alıntıladığını belirterek bu metni yazısında kullanmasıyla iddia daha yaygın hâl gelmişti.

Eriş Ülger, sosyal medya hesabında yaptığı 22 Şubat 2019 ve 31 Ekim 2020 tarihli paylaşımlarda kendisinde bulunan bahse konu mektubun orijinalinin bir sergide ve müzede bulunduğunu belirtmişti:

“Saygın Okurlarım!
30 Ekim 1923 gecesi Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’ya yazdığı bu mektubun orjinalini, yani Mustafa Kemal’in el yazısı ile olanını görmek istiyorsanız, İzmit’te açılan “Atatürk” müzesini lütfen ziyaret edin. Dört sayfalık kırmızı kalemle yazılan bu mektubu oraya koydum.
Bilginize sunarım.
E. Ülger”

 

“Saygın Okurlarım.
Orjinali, halen İzmir Folkart’da olan ve Cumhuriyet’in ilânından hemen sonra Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın Çankaya Köşkü’nde, Başbakan olarak atayacağı tarihi mektubun sadeleştirilmiş Türkçe halini siz, benim “Benzersiz” okurlarımla paylaşmak istedim bu gün.
Bu mektup bir “Benzersizin” bir “Kahramana” yazdığı olağan üstü gerçekleri de içinde barındıran bir mektuptur.
Bir başka deyişle veya bir başkalarına göre nihayet, bir “Sarhoş”un bir diğer “Sarhoş”a yazdığı mektuptur.
Bizlere göre bu mektup aynen bir “Ayet” gibidir. Hainlere ve dincilere göre “Yırtılıp, atılacak bir kağıt parçasıdır”
Keşke hainler ve dinciler de iki kadeh içtikten sonra bu satırları okusalar.
Ayık kafa ile Atatürk’ün neler anlattığını elbette anlamayacaklar veya anlamak istemeyecekler.
Bir Umuttur!
Sarhoş kafaları ile belki anlarlar.
Saygın okurlarım! Bu mektubu bir daha yayınlamayacağım. Okumak içinde mutlaka İzmir’e gitmenize gerek yok.
Okuyun ve okutmaya çalışın.
Bir devletin kuruluşunun nedenlerini, bu mektupta görecek ve okuyacaksınız.
Size Saygı!
Size Sevgi.
E. Ülger
22 02 2019″

 

Eriş Ülger’in 2015 yılında çıkan bahse konu kitabında Turgut Özakman’ın kitabındaki metnin yaygınlık kazanmasının akabinde herhangi bir belgeye ya da dönem kaynağına referans vermeksizin mektup iddiasına yer verdiği görülüyor.

Eriş Ülger’in paylaştığı metnin, Turgut Özakman’ın Cumhuriyet Türk Mucizesi adlı kitabındaki satırların özetlenmiş / sadeleştirilmiş hâli olduğu anlaşılıyor.

Eriş Ülger, Mustafakemalim.com’daki “Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın İsmet Paşa’ya Yazdığı Mektup. İşte Osmanlı’dan Kalan Türkiye!” başlıklı (4 Ekim 2017 tarihinde yüklendiği anlaşılan) yazısında Atatürk’ün hazırladığı raporları İsmet İnönü’ye Köşk’te bu ifadelerle sunduğunu belirtmişti:

“Tarih 30 Ekim 1923. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’yı Köşk’e davet eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları İsmet Paşa’ya böyle sunar. Atatürk ve arkadaşlarının zaferden sonra ki şartları buydu.”

Yani Eriş Ülger, 2017 yılında mektup iddiasını Turgut Özakman’ın kitabındaki gibi Köşk’te yüz yüze brifinge ait olduğunu belirterek aktarmıştı.

Atatürk’ün İsmet İnönü’ye mektubu olduğu iddiasıyla paylaşılan yazının da gerçek olduğuna dair bir delil bulunmuyor. Hatta hakkında sahih olmadığı yönünde yoğun şüpheler mevcut.

 

eris-ulger-mektup-iddiasi

 

Okan İşbecer, Türksolu’ndaki yazısında bahse konu mektup görseli hakkındaki şüphelerini şöyle dile getirmişti:

“Evet, mektup bu. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben Atatürk’ün böyle bir mektubunu bilmiyordum. Okuduğumda çok duygulandım, heyecanlandım, vay be dedim, Atatürk ve Cumhuriyet’i kuran kadrolar memleketi nereden nereye getirmiş. Hatta o gün mektubu sosyal medya hesaplarımda falan paylaştım. Sonra mektubu tekrar tekrar okudum ve içime bir kurt düştü. Şimdi o şüpheleri sizinle de paylaşmak istiyorum.
Eriş Ülger, mektubun tarihinin 30 Ekim 1923 olduğunu belirtmiş. Zaten sergide de Eriş Ülger koleksiyonundan alındığı belirtilen Osmanlıca bir metin, günümüz Türkçesine çevirisiyle birlikte sergileniyor. Sergileniyor sergilenmesine de, mektupta ne bir tarih var, ne de bir imza. Atatürk gibi bir insanın, İsmet Paşa’ya böyle tarihi önemde bir mektup yazacağını ama mektuba ne bir imza ne de bir tarih atmayacağını sizin aklınız alıyor mu? Ki Atatürk’ün kendi el yazısıyla yazdığı metinleri ve mektupları görmüş biri olarak, ben imzasız bir tane bile mektubuna rastlamamıştım. Dikkatimi çeken ilk şey bu oldu.
Sonra ikinci gariplik mektubun orijinal metninde göze çarpıyor. Mektup, Osmanlıca harflerle, elle yazılmış, fakat yazı çok düzgün. Hani neredeyse kitabi. Osmanlıcayla haşır neşir olmuş biri olarak garibime gitti. Çünkü Osmanlıca el yazısı çeşit çeşittir ve bizim “kargacık burgacık” diye tabir ettiğimiz gibi harfler birbirinin içine girer ve bazı yazı stillerini sadece uzmanları okuyabilir. Ben tabi Osmanlıca üzerine otorite sahibi biri değilim ama sergideki metni ben bile çok rahatlıkla okuyabildim. Normalde buna sevinmesi gerekir insanın ama ben üzüldüm. Şu mektubun günümüz Türkçesiyle halini karşıma alayım, ben bile Osmanlıca harflerle oturup bu metni yazarım. E tarih yok, imza yok. Al sana Atatürk’ün hiç ortaya çıkmamış bir mektubu.
Tabi mesele bu kadar basit değil. Emin olmak için Atatürk’ün kendi el yazısıyla yazdığı metinlerle de karşılaştırdım. En ufak bir benzerlik bile yok. Yazılar da birbirini tutmuyor.
Atatürk’ün yazdıkları üzerine çokça okuma yapmış biri olarak söyleyebilirim ki, mektuptaki üslup da Atatürk’ün üslubuna pek uymuyor. Atatürk’ün İsmet Paşa’ya yazdığı mektupları da gözden geçirdim, o mektupların üslubuyla bu mektubun üslubu da farklı. Sanki birisi oturmuş, Türkiye’nin o günkü durumu ile ilgili bir rapor yazmış, bunu da inandırıcı olsun diye Atatürk’ün ağzından yapmış gibi tekdüze bir metin çıkmış ortaya. Bir mektubun başındaki “Sevgili Paşam” hitabı, bir de mektubun son bir iki paragrafı hariç hiçbir duygu yok. Tarzı da biraz Yılmaz Özdil’e benziyor. Günahı boynuna yoksa o mu yazdı bu mektubu. Sever de öyle şeyleri hani.
Şimdi şöyle garip bir durum da var, mektubun yazıldığı tarih, 30 Ekim 1923. Cumhuriyet’in ilanından bir gün sonrası. Ancak, İsmet İnönü’nün hatıralarında mektuptan bahsedilen tek bir harf bile yok. İsmet Paşa’nın hatıralarında 28 Ekim gecesi Atatürk’le birlikte yakın arkadaşlarıyla yarın Cumhuriyet’i ilan edeceklerini kararlaştırıyorlar. Sonra arkadaşları dağılıyor, İsmet Paşa ve Atatürk de yarın verecekleri önerge üzerine çalışıyorlar. Sonra da hepimizin bildiği gibi 30 Ekim 1923’te İsmet Paşa ilk başbakan olarak kabineyi kuruyor.
Ne yani, sabah Atatürk mektup verdi, öğleden sonra da İsmet Paşa başbakan mı oldu? Ya da Atatürk görev teklifini yazılı yaptı da İsmet Paşa cevabını sözlü mü verdi? Bunlarla ilgili bir belge yok tabi. Bir de İsmet İnönü zaten Ankara’da. Yani İsmet İnönü başka bir yerde olsa anlayacağım. Atatürk mektup yazar, İsmet İnönü’ye der ki, “Cumhuriyet’i ilan ettik ya da edeceğiz, seni başbakan yapmak istiyorum, atla gel.” E öyle bir durum da yok.
Mektupta verilen bazı rakamlar var. Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye’nin durumunu ortaya koyan rakamlar. Belki de mektubun en can alıcı kısımları da bunlar. Atatürk doktor sayısı, ebe, hemşire sayısı, hatta düşmanın tahrip ettiği binaların sayısını bile veriyor ve İsmet Paşa’ya “bunları düzeltip, örnek bir ülke kurmalıyız” diyor. Ama bu rakamlarda da tutarsızlıklar var. Aslında tutarsızlık değil de yanlış bilgiler var. Mesela ebe, hemşire sayıları gerçek rakamlarla tutuyor ama doktor sayısı tutmuyor. Anlaşılan bu rakamlar da bir yerlerden alınmış ama yalan yanlış serpiştirilmiş.
İşin bir garip tarafı da şu ki, bu mektup daha önce defalarca gündeme gelmiş. Mesela Turgut Özakman, “Cumhuriyet Türk Mucizesi” kitabında mektuptan söz eder ve mektubu yayımlar. Yine Emin Çölaşan 29 Ekim 2016 tarihli yazısında mektubun tam metnini verir. Sonra zamanla söz konusu mektup pek çok kitapta, dergi makalesinde kaynak olarak kullanılmış. Ancak her ne hikmetse, benim dikkatimi çeken hususlar, kimsenin dikkatini çekmemiş.
Kendi adıma, söz konusu mektubun Atatürk tarafından yazıldığına inanmadım. Gerekçelerini de yukarıda açıkladım. Bu demek değil ki, Atatürk güllük gülistanlık bir ülke devraldı Osmanlı’dan. Elbette ki Cumhuriyet’in Osmanlı İmparatorluğu’ndan nasıl bir enkaz devraldığını hepimiz gibi ben de biliyorum. Ama yine de bu, Atatürk’ün ağzından belge uydurmaya gerekçe olamaz. Biz ki, Allah ile aldattıkları için birilerini eleştiriyoruz, aynı şeyi Atatürk adına yapmayalım.”

 

Atatürk’ün İsmet İnönü’yü başbakan olarak atamasını iddia edilen mektup metni ile yaptığına dair ilgili dönemden bir aktarım bulunmuyor.

İsmet İnönü, verdiği beyanlarda Cumhuriyet’in ilan edilmeden önceki gece Atatürk’le birlikte çalıştıklarını söylemişti. İddia edildiği gibi İsmet İnönü 30 Ekim 1923 günü memleketin karşı karşıya olduğu zorluklar hakkında Atatürk tarafından bilgilendirilmiş değil.

İlk kez 29 Ekim 1973 tarihinde yayınlanan TV programda (aynı zamanda son son televizyon konuşmasında) İsmet İnönü Nazmi Kal’ın sorularını yanıtlarken 29 Ekim’in arefesinde Cumhuriyetin ilânına nasıl hazırlandıklarını şöyle aktarmıştı (Nazmi Kal (1993). İsmet İnönü Televizyona Anlattıklarım. Bilgi Yayınevi. Sf: 108-109):

İSMET İNÖNÜ ELLİNCİ YILDA CUMHURİYETİ ANLATIYOR (1) Cumhuriyet Fikri Olgun Bir Hale Gelmişti

 

NAZMİ KAL: Sayın İnönü, 28 Ekim 1923 gecesi yapılan toplantı izlenimlerinizi anlatır mısınız?

 

İSMET İNÖNÜ: 28 akşamı Atatürk’ün yanında ufak bir toplantı halinde bulunduk. Atatürk ertesi gün cumhuriyetin ilan olunacağını söyledi. Atatürk ertesi günü cumhuriyetin ilan olunacağını bildirdikten sonra herkes ayrıldı. Cumhuriyet 28 Ekim akşamına kadar ve Lozan Muahedesi’nin başarı ile imzasından sonra umumi olarak herkesin zihninde oluşmuş bir halde idi. Cumhuriyetin aleyhinde bulunanlar zayıf bir ümitle yalnız Büyük Millet Meclisi Hükümeti devam ediyor, şeklini kurtarmaya çalışıyorlardı. Bir tek ümit uzatılmasında, sürüklenmesindeydi. Atatürk bunu önlemek için kesin karar vermişti.

 

NAZMİ KAL: Bütün davetliler gittikten sonra Atatürk ile başbaşa kaldınız. O gece neler konuştunuz. Atatürk’ün ertesi gün için kuşkuları var mıydı?

 

İSMET İNÖNÜ: Onları kısaca selamladıktan sonra biz bize kaldık. Hiçbir konuşma olmadan diz dize oturduk. Ertesi günü çıkarılacak kanunu yazdık. O söyledi ben yazdım. Atatürk bunu ertesi günü nasıl çıkaracaktı? Kesin kararlı idi. Mutlaka çıkaracaktı. Neticeden kuşkuları yoktu. Dediğim gibi cumhuriyet esasen umumi vicdanda olgun bir hale gelmişti. Yalnız usul oyunları ile Büyük Millet Meclisi Hükümeti vaziyetinin sürüklenmesine ümit bağlayanlar vardı. Bu oyunla olabilirdi. Bu oyunu önlemek lazımdı. Kuşkusu bundan ibaretti Atatürk’ün. Oturduk süratle kanunu çıkardık. Ve ertesi günü olacak safhayı bir iki kelime ile aramızda geçirdikten sonra kanunu müzakereyi bekledik. Cumhuriyetin ilanı esasen umumi vicdanda olgun bir hale geldikten sonra bir emrivakinin kanunla kararlaştırılması şeklinde bir muamele idi. Bu kolaylığa gelmiştir ve ancak bir oyunla tehir olunabilirdi. Buna mani olmak lazımdı. Atatürk buna hazırdı.

 

Başbakanlığı devralmasının hemen akabinde karşılaştığı güçlükleri İsmet İnönü bahse konu röportajında şöyle ifade etmişti:

NAZMİ KAL: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı olarak gerçekleştirmeyi düşündüğünüz önemli kararlarınızı söyler misiniz?

 

İSMET İNÖNÜ: Ben başvekil olduğum zaman Lozan Muahedesi’nin iç yüzü ve bütün tesirleri üzerimde taze idi. İstiklal Harbi esasında İngilizlerle olmuştu. O tertibin başında İngilizler bulunuyordu. Lozan Muahedesi’nin sulh ile neticelenmesi de yine başlıca amil İngilizlerin gayreti ile olmuştur. Diğer devletler kapitülasyonlar gibi, Düyunu Umumiye gibi, hülasa istedikleri gibi Türkiye’ye müdahale etmek ve Türkiye’yi sömürmek bahsinde İngiliz inadına güvenerek onun perdesi arkasında daha çok ısrarlı ve inatçı idiler. Sulh esasında İngiliz gayreti ile olmuştur. Başvekil oldum. Hatırımdan çıkarmam ben Lord Cur-zon’un sözünü. Lord Curzon ve Amerika murahhası ile beraber üçümüz konuşurken Lord Curzon, “Muahededen memnun ayrılmıyoruz” dedi. “Harap bir memleket alıyorsunuz. Bu memleketi imar etmeyecek misiniz? Bunu neyle, nasıl yapacaksınız? Geleceksiniz diz çökeceksiniz, para isteyeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim” dedi. Bunu hiçbir zaman unutmam. Cevap verdim. Bizim burada istediklerimiz, takip ettiğimiz, müstakil bir devlet olarak, medeni bir devlet olarak, onun bütün şartlarını sağlamaktır. Bunu temin edelim sulh olsun ondan sonra sizin dediğiniz şartlar hasıl olur gelirsem size, istediğinizi yaparsınız, diye cevap verdim.

 

Ve İkinci Cihan Harbi çıkıp Türkiye’ye tamamı ile muhtaç bir vaziyet hasıl oluncaya kadar yardım bahsi yalnız akıl vermeye mühhasır (yönelik) kalmış, para hususunda hiçbir açılma, kolaylık gösterilmemiştir. Bu zihnimdedir. Dışarıdan yapılan hiçbir para yardımı yoktur.

 

Denk Bütçe İkincisi, Lozan Muahedesi birtakım takıntılarla beraber çıktı. Bunların hepsi hafif görünür, fakat, güvendikleri bunlar yapılmayacaktır. Türkiye, içinden birçok keşmekeşlere girecektir, bu karışıklıklar içinde hiçbir şey yapabileceği düşünülmeden tayin edilmiş olan adalet müşavirleri, yok kabotaj hakkının ancak iki sene sürmesi, hülasa kapitülasyonlara ait diğer meseleler fiilen kendi kendine sürüklenip giderek eski rejim iade olunabilir. Bu ümit sonuna kadar onlarda yaşadı. Ama bu benim zihnimde daima bir görüntü olarak, tehlike olarak belirir, yaşar, taze bir halde durur ve ben onunla idareye geçerim. Asıl zihnimde kesin olarak verdiğim karar mutlaka esaslı ihtiyaçlara dair bir şey yapmak lazım.

 

Bütçemiz nasıl olacak? Bütün mesele maliyeye bağlanıyor. Ben zihnimde ilk günden itibaren kararlıydım. Bütçem zayıf olacak. Ne kadar zayıf olursa olsun ondan biraz daha zayıf hale getirip bir miktarını yatırım olarak ayırmak ve zaman ile memleketin ilerlemesini bu yatırım ile sağlamak, ağır tecrübelerin ilhamı olarak düşman içinde, düşman karşısında en ağır baskılar altında edinilmiş bir kanaatti bende. Onun için mutlaka esaslı ihtiyaçlara para ayırmak lazımdı; bu esaslı ihtiyaçların başında memleketin şimendifer ihtiyacı gelir. Buna devam etmek lazımdır. Mesela demiryolu bizim zihnimizde olgun bir ihtiyaç halindeydi. Paraya ihtiyacı vardı. Mutlaka bunu yabancı yapardı. Halbuki biz mutlaka bunu millileştirmek kararı ile çıkmış ve mutlaka yeni yollar yapmak kararı içindeydik. Keza endüstrileşmede, mutlaka bir adım atmak lazımdı. Bu meseleleri yapabilecek bir yatırım usulünü bulacağım ve onları tatbik etmeye başlayacağım.

 

Bu kanaat bana hâkim olarak başbakanlığa başladım. Ve bu kanaatte isabet ettiğimi hadiselerle birer birer kendim tecrübe ettim, anladım. Mesela; bir misal olarak söyleyim, başbakanlığım esnasında bir sene Osmanlı Bankası’ndan o sene içinde iade edilmek üzere borç para almak istemiştik. Osmanlı Bankası baş üstünde diye cevap verdi. Yalnız bu dediğiniz bir istikrazdır. İstikrazı görüşelim dedi. Bu cevabı bana getirdikleri zaman meseleyi başından sonuna kadar, geleceğini, bunun sonunun nereye varacağını anladım. Hazır para ihtiyacı içinde bulunacağız, bu hiçbir zaman bitmeyecektir ve her bitişte nihayet birkaç sene içinde Lozan’dan, Milli Mücadeleden eser kalmayan bir idare husule gelecektir. Bu endişe bana hâkim olmuştur. Osmanlı Bankası’ndan bu cevabı aldıktan sonra teşekkür ettim. İhtiyacım zail oldu (giderildi) istemiyorum dedim. Lozan Muahedesi’nin zamana bırakılan takıntıları vardı, onlardan kurtulmak lazımdı. Bunların hepsine ümit bağlanmıştır. Muahedeyi yapanlar, içerde mutlaka huzursuzluk olacak, mutlaka ihtiyaç artacak, yardıma ihtiyacı olacak. Bu yardımı ödetiriz. Böyle bir plan karşısında kalacağımı bildiğim için hep muayyen istikametlerde nasıl tedbirli bulunacağımı biliyordum. Ve asıl çarenin de mutlaka kalkınma olacağını, esaslı ihtiyaçları devletin kendi eliyle yapmasından başka çare olmadığını, olmayacağını bilerek bir idare tarzı takip ettim.

 

İkinci Cihan Harbi’ne kadar Lozan’ın bütün takıntıları bitmişti. Hatta memleket her türlü askeri kayıttan, tehditten uzak olarak Boğazlar üzerinde bütün müdafaa hakkını almıştı. İkinci Cihan Harbi’ne böyle girmek mümkün oldu. Demek ki başbakan olduğum zaman, memleketin, cumhuriyetin dışardan, dışarıya karşı maruz olacağı tehlikeleri daima bilen, göz önünde tutan bir insan olarak çalıştım ve neticeleri bu suretle almak mümkün oldu. Ondan sonra büyük hata “ismet Paşa Lozan kafası ile idare ediyor, halbuki dünya değişti, bilmem ne oldu” diyerek gelişigüzel mali politika ile her türlü gedik açılmıştır. Asıl hata burda olmuştur. O kadar böyle olmuştur ki, hatta İkinci Cihan Harbi’nden çıkışımızın bile yine büyük bir çaba mahsulü olduğu gözden kaçabilmiştir. Biz tabiatı ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir gram altın almadık. Biz 1950’de iktidarı bıraktığımız zaman Merkez Bankası’nın elinde Türkiye’nin hiçbir zaman görmediği miktarda bir altın hazinesi vardı. Öyle bıraktık; her şey değişti (Şimdi serbest zamandır istediğimizi yapacağız devri girdikten sonra bugün bir gram kendi malımız olarak altın yoktur). Lozan Muahedesi’nin neticeleri, sıkıntıları, o zaman içinde yenilecek büyük güçlükler olduğu gibi, ondan sonra için Türkiye’nin geçmişte nasıl sıkıntılarla adım adım çöküntüye gittiğini canlı olarak yaşamak hiç unutmayacağım bir ders olarak bugün de üzerimde tesirini yapar.

 

İsmet İnönü, Abdi İpekçi’ye verdiği demeçte 29 Ekim’in öncesi gecesi Atatürk’le mesai yaptıkları Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu beraber hazırladıklarını şöyle söylemişti (İnönü Atatürk’ü Anlatıyor. Birinci Basım. Cem Yayınevi. 1968):

Cumhuriyet’in ilanının hazırlandığı gece Çankaya’da kalmışsınız ve hazırlıkları Atatürk ile birlikte yapmışsınız. O geceyi hatırlıyor musunuz?

 

O akşam Atatürk bizi Çankaya’ya çağırmıştı. Yemeği birlikte yedik. Misafirler giderken Atatürk bana kalmamı söyledi. Masa başına geçtik. Evvela Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun metnini görüştük. Her madde üzerinde eskisi ile yenisi arasında mukayeseler yapıyorduk. Atatürk neticeyi dikte ediyordu. Ben yazıyordum. Bu suretle tamamlandıktan sonra bütün metni bir kere baştan aşağıya okudum. Atatürk dikkatle dinledi. Bittikten sonra biraz düşündü ve “Hazırlık tamam” dedi. O gece köşkte misafiriydim. Odama çekildim. Ertesi sabah metni bir kere daha gözden geçirdik ve beraberce Meclis’e gittik. Oldu, bitti…”

 

ataturk inonu

 

29 Ekim 1923 Pazartesi saat 18.00’de İsmet İnönü başkanlığında toplanan TBMM’ye sunulan Cumhuriyetimizin ilânına dair Anayasa değişikliği tasarısı saat 20:30’da yapılan oylamada oturuma katılan 158 vekilin tamamının oyuyla kabul edilmişti. Akabinde yapılan oylamada Mustafa Kemal Atatürk, TBMM tarafından yeni Türk devletinin ilk cumhurbaşkanı seçilmişti. Cumhurbaşkanı seçilen Atatürk , hemen o akşam İsmet İnönü’ye Başbakanlık görevini vermişti. İsmet İnönü de kabinesini oluşturmuştu. 30 Ekim 1923’te “Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal” imzasıyla TBMM Riyaseti Celilesine tezkere ile gönderilen ilk kabine listesi 30 Ekim 1923 günü TBMM’de güvenoyu almıştı.

 

ataturk-inonu-ilk-kabine

 

Atatürk, Nutuk‘unda Cumhuriyetimizin ilânını şöyle aktarmıştı:

“Gece olmuştu. Çankaya’ya gitmek üzere Meclis binasını terk ederken koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşa’lara rastladım. Ali Fuat Paşa, Ankara’dan hareket ederken bunların Ankara’ya geldiklerini o günkü gazetede ‘Bir Uğurlama ve Bir Karşılama’ başlığı altında okumuştum. Henüz kendileriyle görüşmemiştim. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca akşam yemeğine gelmelerini, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa aracılığıyla kendilerine bildirdim. İsmet Paşa’yla Kazım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya’ya gittiğim zaman orada beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey’le karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek sırasında ‘Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz’ dedim. Hazır bulunan arkadaşlar derhal fikrime iştirak ettiler. Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği hakkında kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. (…) O gece birlikte olduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya’da misafirdi. Onunla yalnız kaldıktan sonra bir kanun tasarısı taslağı hazırladık.”

 

“Efendiler, Meclis’çe Cumhuriyet kararı 29/30 Ekim 1923 gecesi saat 20.30′da verildi.
On beş dakika sonra, yani 20.45′te Cumhurbaşkanı seçildi.
Durum, aynı gece bütün memlekete bildirildi ve her tarafta gece yarısından sonra yüz bir pâre top atılarak ilân edildi.

İlk kabinenin İsmet Paşa tarafından kurulduğunu ve Meclis Başkanlığı’na Fethi Bey’in seçildiğini biliyorsunuz.”

 

30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü 1. Cumhuriyet Hükûmeti’nin (I. İnönü Hükûmeti) programını Genel Kurul’a şu sözlerle sunmuştu (TBMM Zabıt Ceridesi. Devre II Cilt 3, İçtima 44, Sayfa 103-104):

“BAŞVEKİL İSMET PAŞA HAZRETLERİ (Malatya) — Muhterem arkadaşlar! Reisicumhur Hazretleri tarafından İntihabı uhde-i acizaneme tevdi buyurulan Vekilleri Meclis-i Âlice tasvip buyurmak suretiyle izhar buyurduğunuz teveccühe Hükümet namına arzı teşekkür ederim. Hükümet, muvaffakiyetini daima Meclis-i Âli’nin müzaheret ve itimadında istinat bularak ve ondan kuvvet alarak arıyacaktır. Arkadaşlar! Takibedeceğimiz hareket, hututu esasiyesi itibariyle bütün dünyaca malumdur. Mevkii iktidarda ve mevkii mesuliyette bulunan ekseriyet fırkasının millete arz ettiği ve milletin tasvibettiği umdeler ve Meclis-i Âli’nin inkişaf ve terakki için, huzur müsalemet için öteden beri musırran iltizam ettiği esaslar; Cumhuriyet Hükümetinin hatt-ı hareketi olacaktır. Dahilde huzur ve emniyeti ve terakki ve inkişafı temin etmek için Cumhuriyet Hükümeti, kemali azim ve metanetle, kemali ısrar ve takip ile hareket edecektir (Alkışlar) (Bravo sesleri) Cumhuriyet Hükümetinin münasebatı hariciyede üssülesası Türkiye Cumhuriyetinin mevcudiyetini ve tamamiyetini sağlam tutarak menafîi hayatiyesini gözden ayırmamak esası dahilînde müsalemeti, huzuru, hüsnümünasebatı mümkün olduğu kadar tevsi ve teyidetmekten ibarettir. Hemhudutlarımızla ve kendileriyle muadeleti imza edip safahatını tatbik etmekte olduğumuz ve diğer taraftan ve henüz münasebata girmediğimiz devletlerle samimî bir dostluk tesisi için bütün kuvvetimizi sarf edeceğiz. Göreceğimiz hüsnüniyete fazlasiyle mukabele edeceğiz. Bu esaslar dahilînde Türkiye Cumhuriyeti menafii hayatiyesini muhafaza etmek için son derece dikkatli olacaktır. Muhterem arkadaşlar! Meclis-i Âli’nin daima izhar ettiği temenni ve arzu ettiği netice sözden ziyade iş yapılmasıdır. Cumhuriyet Hükümeti sözden ziyade iş yapmak, fiiliyat ve tatbikat ile size ve milletimize emniyetbahş olmak için bütün kuvvetini sarf edecektir. (Alkışlar Allah muvaffakiyet versin sesleri) Şiarımız faaliyet, gayret, iş yapmak arzusudur. Sizin müzaheretinizi istirham ederim ki bu müzaheret tevfiki ilahiye de vesilei tecelli olacaktır.”

 

Cumhuriyetimizin ilânı ve akabinde ilk kabinenin oluşum süreci incelendiğinde, iddia edildiği gibi mektupla Başbakanlık görevinin tevdii edilmesinin söz konusu olmadığı anlaşılabiliyor.

 

Hülasa, Atatürk’ün, ilk Başbakan olarak atadığı İsmet İnönü’ye 30 Ekim 1923 günü ülkemizin içinde bulunduğu durumu aktarmak için yazdığı mektup olduğu sanılarak paylaşılan metin, Turgut Özakman’ın Cumhuriyet Türk Mucizesi adlı kitabındaki kurgusunu yansıtıyor.

 

Ahmet Cemal, Hasan Basri Yavuz, Celal Durgun, Orhan Selen, Celal Uçar, Rufat Şener, Ümit Doğan, Baha Sadık Akıner, Tülay Hergünlü, Erol Afşar, Baha Akıner, Şevket Güner, Zafer Çatel, Sadullah Çatel, Mesut Parlak, Nurettin Çelmeoğlu, Hayriye Nurcan Yazıcı, Soner Polat, Naci Sözen, M. Tanzer Ünal, Utku Şensoy gibi birçok köşe yazarı bahse konu iddiayı aktarmıştı. Tufan Türenç, Hakkı Keskin ve Hikmet Altınkaynak gibi isimler, söz konusu metnin Turgut Özakman’ın kitabına geçtiğini belirtse de “mektup” vurgusuna yazılarında yer vermişti.

 

Daha önce bu konuyla ilgili aşağıdaki inceleme metnini yayımlamıştık:

 

Melih Aşık ve Cumhuriyetin İlanı

Öncelikle tüm okurların 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarız.

Günün anlam ve önemi ile ilgili olarak bir ihtisabı sizlerle paylaşalım…

Milliyet Gazetesi köşe yazarlarından Melih Aşık, 29 Ekim 2015 günü yayınlanan “Cumhuriyet…” başlıklı köşe yazısında Cumhuriyetin ilân süreci hakkında bir hata yapmış:

"28 Ekim 1923 gecesi bazı bakanları Köşk’e davet etmiş, herkes dağıldıktan sonra İsmet İnönü’ye: “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” demiştir."

Melih asik cumhuriyet

 

28 Ekim 1923 akşamı gerçekleşen yemeğe sadece bazı bakanlar davet edilmemişti (Örneğin, Parti Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Bey de davetliydi).

Daha da önemlisi, Mustafa Kemal Atatürk, ünlü “Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” sözünü, -Herkes dağıldıktan sonra sadece İsmet Paşa’ya değil- 28 Ekim 1923 akşamki yemekte tüm katılımcılara söylemiştir.

Nutuk’tan ilgili bölümü okuyalım:

Gece olmuştu. Çankaya'ya gitmek üzere Meclis binasından ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemâlettin Sâmi ve Hâlit Paşa'lara rastladım. Ali Fuat Paşa Ankara'dan hareket ederken bunların Ankara'ya geldiklerini o günkü gazetede "Bir uğurlama ve bir karşılama" başlığı altında okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini, Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa vasıtasıyla kendilerine bildirdim. İsmet Paşa ile Kâzım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de Çankaya'ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya'ya gittiğim zaman, orada, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Rûşen Eşref Bey'lerle karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum.
Yemek sırasında : "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz" dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemegi bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşlar ı görevlendirdim. Yaptığım programın ve verdiğim talimatın uygulanışını göreceksiniz! Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü, onların da aslında ve tabiî olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Halbuki, o sırada Ankara'da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar.
O gece birlikte olduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya'da misafirdi. Onunla yalnız kaldıktan sonra, bir kanun tasarısı müsveddesi hazırladık. Bu müsveddede 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (Anayasa)'nun devlet şeklini tespit eden maddelerini şu şekilde değiştirmiştim.

 

 

Yorumunuzu yazınız...