Günümüzde kullanılan kişi ya da yer isimlerinin kökenine dair kurgulanan sıra dışı içerikli asılsız köken hikâyelerini derleyelim istedik…

 

“Ana Dolu” – “Anadolu”

 

Tarihi arka planı farklı olmasına rağmen “Anadolu” adının kökeninin savaştan dönen Osmanlı / Selçuklu askerlerine ayran ikram eden bir Ana’ya askerlerin “Ana, Dolu!” demesine dayandığı iddiasına Hayat Bilgisi ders kitaplarında dahi yer verilmişti.

Kızılcahamam’ın Taşlıca Köyü’nde yer alan Kırmızı Ebe Türbesi’nin yakınındaki Ayran Taşı’nın yanındaki mermer kaidede de aktarılan Anadolu’ya adını verdiği iddia edilen efsane şu şekilde:

Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubat, (1192-1237) Başköy Kalesini fethetmek üzere yol üzerindeki Taşlıca köyüne uğrar. Burada, yıllar önce gelip yerleşmiş kadın Erenlerden Kırmızı Ebe ve Oğlu Oruç yaşamaktadır. Kırmızı Ebe Türk askerlerini karşılar ve kendilerine ayran ikram eder. Yayıkta yeni çalkadığı taze ayranı, oradaki taş oluğa döker. Askerler de hem ayran içmek hem de kaplarını doldurmak için sıraya geçer. Herkes ayran içip kabını doldurduğu halde, taş yalaktaki ayran hiç tükenmez. Kırmızı Ebe askerlere, “Doldur Gazilerim, doldur yiğitlerim” der. Askerler de, “Doldur Ana, Ana Dolu” derler. Kırmızı Ebe doldurun yavrularım dedikçe askerler “Ana Dolu” diye tekrar ederler. Böylelikle Anadolu adı oluşur.

 

“Anadolu” İsminin Ayran İkramına Doyan Askerlerin “Ana Dolu” Demesinden Geldiği İddiası

 

“Kastın Neydi Moni” – “Kastamonu”

 

Kastamonu Şehrinin isminin kökeni ile ilgili anlatı şu şekilde:

 

“Kastamonu Tekfuru’nun kızı Moni, kaleyi kuşatan Türk askerlerinin komutanını, kalenin burçlarından görür görmez âşık olur. Aşkını, komutana haber göndererek bildirir. Komutan da Moni’nın aşkına karşılık verir. Bunun üzerine, Moni, kalenin anahtarlarını, komutana verir. Günlerce süren kuşatmaya rağmen kalenin alınamaması ve ancak, sonunda Türk askerlerinin kale kapısından rahatça içeri girmeleri üzerine, Tekfur, araştırır ve kalenin anahtarının kızı tarafından, Türkler’e verildiğini öğrenir ve kızı Moni’yi, kale surlarından aşağıya attırır. Sonrasında Türkler tarafından “Kastın neydi Moni’ye” şeklinde denmeye başlanır. Bu söz, zamanla, değişerek “Kastamonu” ya dönüşür.”

 

Kastamonu isminin gerçek kökenine dair aktarım ise şöyle:

Kastamonu ismine ilişkin bilimsel bir etimolojik çalışma yapılmamıştır. Kentin ismine dair birkaç farklı görüş olsa da günümüzde Bizans Döneminde bölgede hüküm süren Komnen Sülalesine atfen bulunan isimlendirme akla yakın gelmektedir. Bu isimlendirme kökeni ise Komnenlerin Kalesi anlamına gelen Kastra-Komnen olmasına karşın aynı sülale dönemi yazılı kayıtlarında Kastamonu, Castamon olarak görülür.

M.S. 11–12 yüzyıl Bizans kaynaklarında Kastamonu kenti ilk olarak Castamon olarak anılmaya başlar. Bu dönemde Bizans İmparatorluk ailelerinden Komnenoiler’e ait tahkimatlı bir yerleşim olarak karşımıza çıkan kent, 1084 yılı ile itibariyle Emir Kara Tigin Bey komutasındaki Türklerin eline geçer. Bu tarih ile Türklerle tanışan Kastamonu, 1211 yılına kadar Bizans ve Türklerin arasında sürekli el değiştirir.

 

“Marmaris” – “Mimar As”

 

“ülkemizin en güzel yerlerinden birisi olan ilçesinin isminin nereden geldiği ile ilgili bir kaç rivayet var bunlardan en bilinen 2 tanesini sizinle paylaşmak istedim. ilk ve daha çok bilinen rivayete göre marmaris ismi kanuni sultan süleyman’ın 1522’de rodos seferine giderken askerlerinin konaklaması için yaptırdığı halen de marmaris’te bulunan marmaris kalesine dayanıyor. kanuni sultan süleyman sefer hazırlığı için mimarlarından birisine marmaris’te kale yapmasını emreder. kalenin inşaası tamamlandıktan sonra marmaris’e gelip kaleyi görünce çok küçük bulur ve beğenmez. sonrasında mimarı yanına çağırıp “benim şanlı orduma bu ufacık kaleyi mi uygun gördün” diyerek kalenin mimarını astırmak için “mimar as” diye buyurduğu bu sebeple marmaris isminin “mimaras” buyruğundan geldiği söylenmektedir. diğer bir rivayete göre ise eski zamanlarda marmaris’te ki mermer ocaklarından dolayı mermeris olarak bilinen ilçe zamanla değişime uğrayarak marmaris ismini almıştır.”

 

“Aga Memnun” – “Agamemnon”

 

Emekli Hava Korgeneral Dr. Erdoğan Karakuş katıldığı bir TV programında Yunan mitolojisinde Miken kralı olarak geçen Agamemnon’un isminin “Aga Memnun”dan geldiği ve bu ismin “Aka Türkleri”ne dayandığını öne sürmüştü (“Memnun” Türkçe kökenli bir sözcük değil).

 

 

“Kıyı – Ev” – “Kiev”

 

“Erdoğan Karakuş, (Aga Memnun – Agamemnon” kurgusuna ilaveten) “Kiev’in adının kökeninin ‘Kıyı-Ev’ tanımına dayandığını da ileri sürmüştü:

“Tarihi iyi değerlendirmek lazım. Tabii ki ben tarihi tamamen Batılılardan ya da İsrail tarihinden alıyorum. Çünkü özellikle bu bölgenin İsrail tarihi ile çok alakası var. Bu ülkeler Avrupa’nın ortasından bugünkü Kore’ye kadar tamamen Deşt-i Kıpçak bölgesidir. Beş bin yıl önce bütün dağların, ırmakların ismi Türkçe verilmiştir. Hazar Devleti MS 300’lü yıllarda kurulmuş, 1100 yılında yıkılmıştır.

 

Kiev, ‘Kıyı ev’dir. Zamanla Kiev’e dönüşmüştür. Orada Hazar Devleti’nin sınırlarını çiziyor. Yahudiler buraya Romalılardan kaçmak için gelmiştir. Yahudiler Hazar Türklerine sığınmışlardır. Bu devlet üç dinlidir; Musevi Hazar Türkleri, Müslüman Hazar Türkleri ve Hristiyan Hazar Türkleri vardır. 700 yıl yaşamıştır bu devlet. Dikkatinizi çekerim; Hazar devleti yıkıldıktan sonra bugünkü Ukraynalılar Hristiyan olanlar, bir şekilde Musevi olanlar ve Yahudiler Polonya’ya, Almanya’ya gitmişlerdir. Hitler döneminde katledilenlerin 4 milyonu Hazar Türkü Musevisidir, Yahudi değildir. Ama bunların arasında ilave olarak 400 bin Yahudiyi daha Hitler maalesef katletmiştir. Bugün Karay Türkleri, Musevidirler ve çeşitli Avrupa ülkelerinde yaşamaktadırlar. Onlar Hazar Türkleri’nin Musevi olanlarıdır. Müslüman olanları kimdir? Hazar-Baycanlılar’dır. Yani Azerbaycanlılardır.

 

Afganistan’a kadar uzandığı için bu devlet, Afganistan’da da bugün Hazaralar vardır. Onlar Hazar Türklerinin devamıdır. Bu devletin de bir sınırını çizeyim de herkes ona göre konuşsun. Bugünkü Romanya, Ukrayna, Kafkasların tamamı, Azerbaycan’ın tamamı, Hazar Denizi’nin kuzeyi, Türkistan’ın tamamı, Afganistan’a kadardır bu Hazar devleti. Bugünkü Ukraynalılar onun için Rus değildir, onun için Rusya ile farklı düşünüyorlar.”

 

“Ardı Şen” – “Ardeşen”

 

İlçenin Ardeşen adını almasına dair aktarılan rivayet şöyle:

“Yavuz Sultan Selim Trabzon’da Sancak Beyi iken, Osmanlı tahtına sahip çıkmak ister ve bu amacı gerçekleştirmek için Kepa Sancak Beyi olan oğlunun yardımına gerek duyar. Yardım almak için sahil boyu bölgeden geçerken Fırtına Deresinde ağaç parçalarını görür. Bölge tamamen boş, bataklık ve çalılıktır.

 

Çevresindekiler, Şehzade Selim’e bölgede kimsenin yaşamadığını söylediğinde; Yavuz Sultan Selim deredeki ağaç parçalarını göstererek “bu belde tenha değil, bakın, dere yonga taşıyor. Bu yörenin ardı şendir” diyerek, yüksek kesimlerde yerleşmiş insanlar olduğunu ifade eder. “Ardı şen” deyimi zamanla halkın diline Ardeşen olarak yerleşir.”

 

“Zone Güldağ” – “Zonguldak”

 

“Zonguldak’ın gerçek ismi Güldağ’mış. Zamanında Fransızlar, bu bölgede kömür arama ve çıkartma faaliyetlerine başlamışlar. Haritalarına bu yerin ismini “Zone Guldag” olarak geçirmişler. Fakat Güldağ ismini doğru telaffuz edemedikleri için “Zone Güldak” diyebilmişler. Zamanla kömür ocaklarının etrafında gelişen kente Zonguldak denir olmuş.”

 

“Şeyh Pir” – “Shakespeare”

 

Kadir Mısıroğlu, Hamlet, Kral Lear Othello ve Macbeth gibi büyük trajedilerin yazarı William Shakespeare’in “gizli Müslüman” olduğunu ve gerçek adının “Şeyh Pir” olduğunu “Shakespeare İngiliz değildir, aslı Şeyh Pir’dir ve gizli Müslümandır” sözleriyle ileri sürmüştü (Shakespeare’in Sufi olduğu iddia edilmişti).

 

 

“Güneş Dili Teorisi” karşıtlarınca alaycı bir yaklaşımla ve taraftarlarınca hayal gücüyle kurgulanarak aktarılan bazı diğer köken uydurmaları şöyle listelenebilir:

  • “Ne-yay-ga-ra” – “Niagara”
  • “Amma uzun” – “Amazon”
  • “Ali Usta” – Aristo”,
  • “Avrat” – “Aphrodite”
  • “Bostagen” – “Poseidon”
  • “Bulkanığ” – “Vulcanus”
  • “Kan Ada” – “Kanada”

 

Aziz Nesin, “Ah Biz Ödlek Aydınlar” adlı kitabında “özdensiz aşırılığı” olarak nitelediği bu duruma şöyle değinmişti:

“Lisede bir tarih öğretmenimiz vardı. Atatürk’ün başkent yaptığı Ankara’da Çankaya Köşkünün üstünden küçük bir bulut geçse, İstanbul’da şemsiye açması gerektiğini sanan bir kişiydi. Bize derste anlatıyordu: Bir varsayıma göre, Amerika anakarasıyla Asya anakarasının kara parçasıyla bitişik olduğu tarihsel dönemde Türkler, Ortaasya’dan yürüyerek belki atlar üstünde, Amerika’ya gitmişlermiş. Orada uzun, upuzun bir nehir görmüşler, şaşırmışlar.

 

– Amma uzun’ demişler.

 

Amma uzun, amma uzun derken bu söz, sonradan Amazon olmuş; işte Amerika’daki Amazon Nehrinin kaynağı…

 

Uydurmuyorum, bunu bize tarih öğretmenimiz derste çok ciddi anlatmıştı.

 

Amerika anakarasına varan eski Türkler, yani atalarımızın ataları, orda çok, ama çok gürültüyle akan bir çavlan görmüşler, çok şaşmışlar,

 

– Ne yaygara! demişler.

 

Ne yaygara, ne yaygara, derken bu söz, Niyagara olmuş…

 

Onyedi yaşım bu saçmalıklara inanamıyordu. Yalnız inanmıyor değil, başkaldırıyordum.”

 

Yorumunuzu yazınız...