Adolf Hitler’in 17 Yaşındayken Haydarpaşa Gar İnşaatında Alman İşçi ve Ustalarla Birlikte 2 Yıl Çalıştığı İddiası Doğru Değil
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideri Adolf Hitler’in (1889-1945) 17 yaşındayken Haydarpaşa Garı inşaatında Alman işçi ve ustalarla birlikte 2 yıl çalıştığı iddiasını ele alacağız.
Mezkur iddiayı aktaran örnek sosyal medya paylaşımları şu şekilde:
“Adolf Hitler, 17 yaşındayken haydarpaşa gar inşaatında alman işçi ve ustalarla birlikte 2 yıl çalışmıştır…”
alın bu bilgiyi ne yapıyorsanız yapın (@ortamdasatarsin):
“Adolf Hitler, 17 yaşındayken Haydarpaşa Garı’nın inşaatında alman işçi ve ustalarla birlikte 2 yıl çalışmıştır.”
Orhan Turan’ın kişisel internet sitesinde bu iddia şöyle aktarılmıştı:
Adolf Hitler Haydarpaşa’nın Inşaatında Çalışmış
1. Abdülhamit’in İstanbul Bağdat demiryolunun başlangıcı olarak 1906’de başlattığı Alman projesi Haydarpaşa Limanı inşaatında, Alman işçilerle birlikte henüz 17 yaşındaki Adolf Hitler de çalışmış
İstanbul’un önemli parçası Haydarpaşa Garı…1906’de yapımına başlanan Gar, son olarak 28 Kasım 2010’da çatısında çıkan büyük yangınla gündeme geldi. Tarihi binayla ortaya çıkan en çarpıcı bilgi ise bu Alman projesinde Adolf Hitlerin de işçi olarak çalıştığı… Otto Ritter ve Helmuth Cuno adlı iki Alman mimarın projesi olan Gar yapımında Alman ustalar da görev almış. Ancak en çok dikkat çekeni o dönemde 17 yaşında olan işçi Adolf’un varlığı… Ziya Nur Aksun’un “Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı” adlı kitabında yer alan bilgilere göre 1906’de İstanbul Bağdat demiryolunun başlangıç istasyonu olarak II. Abdülhamit tarafından yaptırılmasına karar verilen istasyon inşaatında işçilik yapan Adolf, diğer Alman taş usta ve işçileriyle beraber Osmanlı İstanbul’una gelmiş.
İŞÇİ HİTLER 17 YAŞINDA
Kitaba göre Hitler, dünyanın kaderini değiştirdiği askeri kişiliği ve ressamlık macerası öncesinde Türkiye’de inşaat işçiliği yapmış. 20 Nisan 1889’da Braunau am Inn’da (Yukarı Avusturya) dünyaya Hitler, bilge tarihçi Ziya Nur Aksun’un “Enver Paşa ve Sarıkamış Harekatı” adlı eserine göre daha 17 yaşındayken Alman mimarların projesi Haydarpaşa Gar İnşaatında çalışmış. 1906’da temeli atılan ve 1908’de tamamlanan Haydarpaşa Gar inşaatında çalışmak için Alman işçi ve ustalarla birlikte yola çıkan Hitler İstanbul’da bir süre çalıştıktan sonra yeniden geri dönmüş.
Ziya Nur Aksun’un Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı adlı kitabı bu iddiaya dayanak olarak sunulmaktadır.
Ziya Nur Aksun’un “Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı” adlı kitabının Enver Paşa’nın Harbiye Nâzırlığı ve Şahsiyeti adlı 2. bölümünde “Hitler Ondan Etkilendi mi?” başlıklı kısımda bu iddiaya şöyle değinilmişti (2021. Ötüken Yayınları. 8. Baskı. Sf: 49):
“Hitler Ondan Etkilendi Mi?
ADOLF HİTLER Mein Kampf (=Kavgam) isimli eserinde, Harb’den sonra Ruhr havzasının, İ’tilaf Devletleri arasındaki rekaabetten istifâde edilerek Almanya’ya katılmasını tenkîd etmekte ve
‘Bu, büyük bir târihî ân idi; dünkü müttefikler yarının düşmanları olabilirlerdi; böyle olmamışsa, İkinci Balkan Muhârebesi’ndeki gibi, Müttefikler kavgaya tutuşmamışlarsa, sebebi sâdece, Almanya’da bir Enver Paşa bulunmaması, Reich Şansölyesi’nin Cuno ismini taşıması idi’
demektedir. ‘Osmanlı Devleti ve Avusturya gibi, çöküş hâlindeki iki imparatorlukla ittifak edilmesinin Almanya’ya yük olduğunu yazan Hitler, Enver’i çok takdî eder görünmektedir. Hitler, Haydarpaşa Garı’nın yapılışında çalışmış; Türkiye’yi de görmüş bir adamdır. Enver’in Alman diktatörü üzerinde ne derece tesir yaptığı bilinemez.”
Ancak, Adolf Hitler hakkındaki kapsamlı biyografik incelemelerde İstanbul’da 1906-1908 yılları arasında Haydarpaşa Garı inşaatında çalıştığı yönünde en ufak bir ize dahi rastlanamamaktadır. Ziya Nur Aksun’un iddiası dışında bu söylemi destekleyecek Almanca ya da İngilizce herhangi bir bilgi ya da belgeye erişilememektedir.
Haydarpaşa Garı 1906 – 1908 yılları arasında İstanbul – Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmiş ve 1908 yılında hizmete girmiştir. 30 Mayıs 1906 da başlanan ve 19 Ağustos 1908 de hizmete açılan binanın mimarları Otto Ritter ve Helmuth Cuno’dur (Kültür Bakanlığı (1993). Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. 4. Cilt. Sf: 30). Gar binasının yapımında Alman ve İtalyan ustaların çalıştığı bilinmektedir. Ancak, Hitler’in Haydarpaşa’nın inşaatında görev aldığına dair herhangi bir emare bulunmamaktadır.
Kaynaklar, Adolf Hitler’in Haydarpaşa Gar binasının inşa edildiği dönemde Viyana’da bulunduğunu ve Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul için çaba gösterdiğini aktarmaktadır.
Adolf Hitler’in babası Alois Hitler 3 Ocak 1903 tarihinde, annesi Klara Pölzl ise 21 Aralık 1907 tarihinde vefat etmişti. Babasının vefatının ardından şiddetli bir ciğer hastalığı geçiren Hitler, okulundan ayrı kalmıştı. Babasından miras kalan mal varlığı ile Hitler, Viyana’ya yerleşerek sanat akademisinde eğitim görmeyi hedefe koymuştu. 1906 yılında Avusturya’nın başkenti Viyana’yı ilk kez ziyaret eden Hitler, 1907 ve 1908 yıllarında şansını denediği Viyana Güzel Sanatlar Akademisi giriş sınavında başarısız olmuştu.
Mein Kampf (Kavgam) adlı otobiyografik eserinden alıntılayarak Hitler’in Viyana yıllarını detaylandıralım…
Hitler, Kavgam’da babasının vefatının ardından geçirdiği hastalığı, eğitim hayatındaki aksamayı ve Viyana Güzel Sanatlar Akademisi giriş sınavındaki başarısızlığına şöyle değinmişti:
“Benim için meslek problemi, tahmin ettiğimden çok daha kısa bir süre içinde çözülecekti. Çünkü, babam daha ben on üç yaşındayken ansızın vefat etti. Bir felç darbesi, babamı en güçlü döneminde iken yere vurdu. O dünyadaki hayatını acı çekmeden sona erdirdi. Fakat bizi büyük bir üzüntünün içine attı. Babamın en bu yük isteği, oğlunu, kendisinin ilk günlerinde çektiği yokluklardan kurtarmak için bana meslek sahibi olmamda yardım etmekti. Bu isteğini gerçekleştiremedi. Fakat bilinçsiz bir biçimde benim içime, ikimizin de aklımızdan geçirmediğimiz bir geleceğin tohumlarını ekmişti.”
“İlk önceleri hiçbir şey değişmedi. Annem öğrenimime, babamın istediği şekilde devam etmeye, yani beni memur yapmaya kendini borçlu saydı. Ben ise memur olmamaya her zamankinden daha çok azmetmiştim. İlkokulun yüksek sınıflarının ders programları, idealimden uzaklaştıkları oranda, okumaya karşı olan ilgim de azalıyordu. Birkaç hafta süren hastalığım, benim gelecekteki meselelerimi çözümledi ve bütün aile anlaşmazlıklarına son verdi, Ciğerlerim feci şekilde hasta idi. Doktor anneme beni, gelecekte bir kalem odasına kapamamaya ve özellikle en az bir yıl Realschule’deki öğrenimime ara vermeyi öğütledi. Gizli isteklerimin ve daha da kararlı mücadelelerimin hedefi böylece bir hamlede sağlanmış oluyordu.”
“Hastalandığım için annem Realschule’yi bırakarak akademiye giymeme rıza gösterdi. Bunlar mutlu günlerdi. Bana adeta rüya gibi geliyordu. Gerçekten de ileride rüya olacaktı. Fakat iki yıl sonra, flitin ölümü bu güzel tasarılarımı darmadağın ediyordu. Annem , süre ve çok acı veren bir hastalığın esiri olmuştu. Daha baştan lif kurtuluş ümidi kalmamıştı. Bu darbe beni çok etkiledi. Babama saygı ile bağlanmıştım, annemi ise sevmiştim. Hayatın gerçekleri çubuk karar vermeye zorladı. Ailemin esasen zayıf olan geçinme kaynakları, annemin hastalığı dolayısıyla hemen hemen kurumuştu , ilana bağlanan yetim aylığı geçinmeme yetmiyordu. Ne şekilde olursa olsun, ekmeğimi kendim kazanmak zorunda idim. Bir çanta dolusu elbise ve çamaşırla Viyana’nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce kaderini zorlamayı balkı ı dr babam gibi yapacaktım. Ama ben “adam” olacaktım memur değil.
“Canım annem öldüğü vakit gözümün önünde geleceğim hakkında bazı gerçekler belirmişti. Annemin ölümünden önceki hastalığı sırasında ”Güzel Sanatlar Akademisi’n” kayıt olmak için Viyana’ya gitmiştim. Kolluğumun altında bir sürü “desen’lerle yola çıkarken giriş imkanını başarı ile vereceğime yüzde yüz inanıyordum. Çünkü Realschule’nin en iyi desinatörü idim. O günlerde kabiliyetlerim fevkalade gelişti. Öyle ki kendimden pek emin olduğum için çok ümitler besliyordum. Kendimi desene verdim ve mimari desenlere karşı istidadım olduğunu zannediyordum. Bu yüzden mimariye karşı ilgim de artıyordu. On altı yaşlarında iken Viyana’da Hofmuseum’da resim galerisine gittim. Fakat resimleri değil binayı seyrediyordum. Her gün sabahtan akşama kadar merakımı çeken şeylerin etrafında dolaşıyordum. Artık beni binalar ilgilendiriyordu. Saatlerce opera binasının önünde duruyor, saatlerce parlamento binasını dalgın dalgın seyrediyordum. Ringstrasse bana bin-bir gece masalları gibi geliyordu, işte bu kentte ikinci defa bulunuyordum ve sabırsızlıkla, fakat mağrur bir şekilde imtihanın sonucunu bekliyordum. Fakat akademi sınavında başarılı olamadım. Haber beni yıldırım çarpar gibi çarptı. Reddedilmeme bir türlü inanamıyordum. Rektörle görüşmeye karar verdim. Akademinin resim şubesine kabul edilmeyişim şöyle açıklandı: Sınavda verdiğim desenler, resim sahasında kabiliyetsizliğimi ortaya koyuyordu. Fakat akademinin mimarlık bölümüne girmem mümkündü. Çünkü sevdiğim desenler mimari alanda, bazı imkanlar arz ediyordu. Bitik bir halde idim. ilk defa kendimden şüphe ediyordum. Belki buna sebep kabiliyetim hakkında söylenen sözlerdi. Şimdi, bu sözler bende bir nevi dengesizlik olduğu düşüncesini uyandırıyordu. Bir türlü bu halin sebebini çözemiyor ve bundan da rahatsız oluyordum. Bir iki gün içinde kendimi mimar olarak gördüm. Gerçekte bu da birtakım zorluklarla doluydu. Çünkü Realschule’ye meydan okumak yüzünden önemsemediğim şeyler, şimdi benden intikam alıyorlardı. Akademinin mimari bölümünden önce inşaat teknik derslerini okumak gerekiyordu. Bu dersleri görebilmek için de yüksek bir ilkokul öğrenimi yapmış olmak gerekli idi. Oysa bütün bunların bir parçası bile bende yoktu. Demek ki hayallerimin gerçekleşmesi imkansızdı. Annemin ölümünden sonra üçüncü defa Viyana’ya gelmiştim. Bu sıra sükûnete kavuştum. Azimli ve kararlıydım. Kırılan gururum geri gel misti. Artık uzun yıllar Viyana’da kalacaktım. Varacağım hedefi kesin olarak tayin etmiştim: Artık “mimar” olacaktım. Karşılaştığını zorluklar, alt edilecek cinsten engellerdi. Bu engellerin önünde baş eğilmezdi. Gözlerimin önünde daima fakir köyümüzde, ayakkabı tamirciliği yoksulluğundan memurluğa yükselmiş sevgili babamın hayali duruyordu. Bu hayal bana güç veriyor ve önüme çıkan her türlü engeli paramparça etmek kuvvetini sağlıyordu. Mücadelemin temelinde korkunç bir azim yattığı için başarı çok daha kolay olacaktı. işte o günlerde, bana alınyazımın bir zulmeti gibi görünen duruma bugün şükrediyor ve Tanrının bana bir yardımı olarak kabul ediyorum.”
Viyana’ya gelişine ise şöyle değinmişti:
“Nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda Yahudi kelimesini duymaya başladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu.
Alman ile Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din farkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.
İşte kafam bu düşüncelerle dolu olarak Viyana’ya geldim. O günlerde Viyana′da iki milyon kişi yaşıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. İşte ben bunun farkında değildim. İlk günlerde gözlemlerim ve düşüncelerim, yeni değer ve fikirlerin giriştikleri hücuma pek o kadar karşı koyacak kuvvette değildi. Nihayet içimde ağır ağır sükunet ortaya çıkmaya başladığı ve bu hummalı hayaller açıklığa kavuştuğu sıralarda, Yahudi meselesi ile burun buruna geldiğim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha dikkatli bakmaya başladım.
Yahudi meselesi ile karşılaşmamdaki şekil bana pek hoş gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi’yi sadece başka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çekişmelerden ve dini inanışlardan çıkan her türlü düşmanlığı, hoşgörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana’nın Yahudi aleyhtarı basınının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu.”
Hitler, Viyana’da 1908 yılı Şubat ve Temuz ayları arasında August Kubizek ile oda arkadaşlığı yapmıştı.
Ezcümle, 1907-1913 yılları arasında Viyana’da yaşayan Hitler’in İstanbul’da bulunduğuna dair özgeçmişinde ya da sair aktarımlarda bir ize rastlanamamaktadır.
Ünlü Don Quijote (Don Kişot) romanının yazarı Miguel de Cervantes Saavedra’nın (1547-1616) Mimar Sinan’ın ustalık devri eseri olan Kılıç Ali Paşa Camii’nin inşa sürecinde esir olarak çalıştırıldığı iddiasını anımsattı.
Adolf Hitler’in İstanbul’da Haydarpaşa Garı İnşaatında Çalıştığını İleri Süren Yazarlar
- Ayhan Demir – Yeni Akit – “Asıl düşmanlarımız…” – 19 Ağustos 2020
- Rahmi Turan- Sözcü – “Vatana ve millete iyilik nasıl yapılır?” – 24 Nisan 2020
- Hatice Nayır – Haberhurriyeti.com – “Günaydın Türkiye” – 22 Nisan 2020
- Mustafa Özbey – Pressturk.com – “İlginç bilgiler..” – 11 Kasım 2020
- Ahmet Yaşar Çakmak – Kutahyaninsesi.com – “Biliyor Muydunuz?” – 15 Ekim 2010
- Murat Muratoğlu – Youtube – 6 Eylül 2019
* Kapak Görseli: orhanturan.net