“Senin gönlün dâima meshûr ve müsahhardır, mâzursun / Gamın ne olduğunu aslâ bilmedin, mâzursun / Ben sensiz bin gece kan yuttum / Sen bir gece sensiz kalmadın, mâzursun” dizelerini içeren “Mâzursun” adıyla bilinen şiiir Ahmed Gazâlî’ye ait

 

Sosyal medya platformlarında ve internet sitelerinde “Yaşadığı aşk acısı karşısında çaresiz kalan Ahmed Gazali’nin ‘Mazursun’ şiiri” gibi cümlelerle paylaşılan şiir şöyle:

“İşin gönül çelmektir senin, mazursun
Gam nedir hiç bilmezsin, mazursun
Her gece kan ağlarken ben sensiz
Sen bir gece sensiz kalmadın, mazursun”

 

“Mâzursun” adlı şiirin Ahmed Gazâlî’ye ait olduğundan şüphelenenler mevcut.

 

Tarafımıza yöneltilen inceleme talebi şöyleydi:

“Merhabalar. Son dönemlerde oldukça sık gördüğüm bir paylaşım var. Hilmi Yavuz’un seslendirdiği içinde “mazursun” geçen bir şiir; https://youtube.com/shorts/U1KN2aS2GYw?feature=shared Bu şiirin dendiği gibi Ahmed Gazalî’ye ait olmadığını düşünüyorum (en azından yaptığım araştırmada rastlamadım). Yanıltıcı bilginin bu denli yayılmasından hep rahatsız olurum, ilgili şiir de oldukça fazla paylaşım almış. Bu konudaki çalışmalarınızı çok merak ediyorum. İyi çalışmalar dilerim…”

 

Rubainin daha bilinir hâle gelmesine vesile olan Hilmi Yavuz’un okuduğu versiyon şu şekilde:

“Senin gönlün dâima meshûr ve müsahhardır, mâzursun

Gamın ne olduğunu aslâ bilmedin, mâzursun

Ben sensiz bin gece kan yuttum

Sen bir gece sensiz kalmadın, mâzursun”

 

https://www.youtube.com/shorts/U1KN2aS2GYw

 

“Mâzursun” adlı şiir İmam Gazâlî’nin (Muhammed el-Gazâlî) (küçük) kardeşi Ahmed Gazâlî’ye ait.

 

 

Ahmed Gazâlî Kimdir?

Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Ahmed Gazâlî, ağabeyi Muhammed el-Gazâlî’den 15 yıl sonra (520/1126) ölmüştür. Hayatının büyük bir bölümünü camilerde vaaz vererek ve sûfi hangâhlarında müritleri irşat ederek geçirmiş; aşk ve vecdi öne alan bir tasavvuf anlayışını yaymaya çalışmıştır. Eserleri: et-Tecrîd fî Tercemeti’t-Tevhîd; Bevâriku’l-‹lmâ ve Sevânihu’l- Uşşâk’tır.

 

 

 

Ahmed Gazzâlî’nin Sevânih adlı eserinde geçen rubai, Dr. Abdullah Cevdet tarafından Türkçemize çevrilmiş (Mehmet Kalpaklı (1999). Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler. YKY. Sf:259).

 

 

Hilmi Yavuz da sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, okuduğu rubainin Ahmed Gazâlî’ye ait olduğunu şu sözlerle belirtmişti:

“Abdullah Cevdet, Dilmesti-i Mevlânâ kitabında bu rubai için bir dipnot düşmüştür. Şöyle: “Bu rubai Ahmet Gazzalî’nindir; İmam Gazzalî, bu rubai hakkında ‘biz ömrümüzü telifat ile geçirdik; bizim Ahmet bunların cümlesini dört mısra ile ifade etti’ demiştir.” [Okuma Notları H.Y]”

 


 

 

Abdullah Cevded, Dilmestî-i Mevlâna Gazâlî’de Marifetu’llah-Rubâiyât-ı Gazâlî “Örfî”de Şiir ve İrfân adlı eserinin sonuna eklediği “Rubâiyyât-ı Gazâlî” adlı bölümde Ahmed Gazâlî’nin bazı rubâîlerinin çevirisine yer vermişti.

Dilmestî-i Mevlânâ’da Mâzursun şiirinin geçtiği kısım şöyle:

 

 

Turan Koç ve Mehmet Çetinkaya’nın çevirdiği “Âşıkların Halleri” (Hece Yayınları. Mart 2019. Ankara) adlı kitapta bahsi geçen şiir için şu tercüme sunulmuş:

Gözyaşım, gamından her gece kan kesilir

Ve hicrinden gönlüme binbir hafakan gelir

Kendi kendine şen şakraksın sen ey nigâr

Bir bilsen sensiz bir gece ne denli giran gelir

 

İşin gönül çelmektir senin; mâzursun

Gam nedir hiç bilmezsin; mâzursun

Her gece kan ağlarken ben, sensiz

Bir gecen bile yok sensiz, senin, mâzursun

 

Adı geçen kitapta şiirin anlamı şöyle tefsir edilmiş:

Maşuğun bizatihî kendisi her halükârda mâşuktur; dolayısıyla istiğna sıfatı ona aittir. Âşık da her halükârda âşıktır; bu durumda iftikâr (yoksunluk) sıfatı da ona aittir. Âşık, her zaman mâşuğa muhtaçtır. O hâlde iftikâr, daima âşığın sıfatıdır. Mâşuğun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; o, kendi kendine yetendir. fiüphesiz isti¤na (hiçbir şeye ihtiyaç olmama) onun sıfatıdır.

Buna göre âşık, efendi; mâşuk, köle olur ve vuslat ânında da mâşuk, âşığın çevresinde kalır, şeklinde bir düşünceye kapılacak olursak bu büyük bir hatadır. Doğrusu gerçek aşk, tacı mâşuğun başına koymak ve kölelik halkasını ondan çıkarıp atmaktır; zira mâşuk, asla mülk olamaz.

İşte bu yüzden, fakir olduğunu söyleyenler canlarıyla oynarlar; din, dünya ve geleceklerini tehlikeye atarlar, her şeyi yaparlar, her şeyden vazgeçerler, başlarının gitmesinden bile korkmazlar; dünya ve ahireti ayaklarının altına alırlar; ama iş, aşk noktasına gelince mâşuğu asla tehlikeye atmazlar, atamazlar da. Zira mâlik değil, mülk tehlikeye atılabilir; mâşuk, mâliktir.

Özgürlüğün eli, aşk ve âşıklığın eteğine ulaşamaz. Öyle ki orada bütün bağlar çözülür; yani fakr özgürlüğünde bütün çözüklükler bağ olur, yani aşkın bağı içinde.

Aşkın hakikatleri bilinip de onun celâleti açığa çıktığında kâr, âşığa zarar olur; illetler ortadan kalkar; âşık, kâr ve zarardan kurtulur.

Bil ki insanoğlunun her uzvunun bir işi vardır; o uzuv o işi yapmıyorsa anlamsız demektir. Gözün işi görmek, kulağınki işitmek, gönlünki de aşktır. Aşk yoksa o, âtıl ve anlamsızdır. Gönül, âşık olunca işini yapmaya başlar. Buna göre, açıkça ortadadır ki gönül, aşk ve âşıklık için yaratılmıştır, başka bir şey bilmez.

Gönlün göze gönderdiği gözyaşları mâşuktan haber getirecek elçilerdir. Çünkü aşk, gözden başlar. Gönül, gözyaşını “Bu belâ senin aracılığınla geldi, şifam da senin aracılığınla olacaktır.” diye gönderir.”

 

mazursun-siir

 

* Arapça kökenli “mazur” kelimesi, “mazereti olan; mazeretli” anlamına gelmektedir. “Mazur görmek” fiili de “kusura bakmamak, hoş görmek, bağışlamak, affetmek” manalarını haizdir.

 

Yorumunuzu yazınız...