İstanbul’un önemli simgelerinden ve “Altın Boynuz” adıyla da bilinen Haliç’in renk ve koku sorunu gündeme geldiğinde akla özellikle 1990’lu yılların sonunda yaygın şekilde anlatılan Haliç’in dibindeki altın ve çamur konulu şehir efsaneleri geliyor.

 

Haliç’in dibinin silme tonlarca altın ve altın değerinde çamurla dolu olduğu şehir efsanesinin farklı varyasyonları mevcut.

 

1453 yılında İstanbul kuşatıldığında suriçinde yaşayan Bizansların Türklerin eline geçmemesi için kanallara boşalttığı altınların Haliç’e aktığı, Bizans’ın kayıp hazinesinin Haliç’te olduğu, Bizans’a yardıma gelirken batan altın dolu geminin hâlâ Haliç’in dibinde yattığı, Eminönü’ndeki çarşıdaki kuyumcu atölyelerinden çıkan altın tozlarını içeren atık kanallarının Haliç’e boşaldığı (hatta kuyumcuların çöplerinin parayla satın alındığı), Haliç’in “Golden Horn” yani “Altın Boynuz”  isminin kaynağının dibindeki altınlara dayandığı, Haliç’in dibinde çok değerli seramik çamurunun bulunduğu, paha biçilemeyen (!) bu çamuru çıkarmak için Japonların hiçbir ücret talebinde bulunmadan teklif yaptıkları, “Japonların Haliç’in dibindeki hazineyi çıkarırız ama yarısını alırız” dedikleri gibi çeşitli varyasyonlar dile getirilmişti.

 

Ülkemizde yaygın şekilde anlatılan efsaneleri derleyen ve uzun süre önce kapanan (Ersan Özer’in yürüttüğü) Efsaneler.com‘daki 2000 yılından “Haliç’in dibindeki altınlar ve değerli çamur” konulu aktarımları kaybolmaması için alıntılayalım:

 

“HALİÇ’İN DİBİ ALTIN DOLU

Bedrettin Dalan’ın Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu zamanlar… Hani “Haliç’in suyu benim gözlerimin rengiyle aynı olacak” filan da demişti. İşte tam o sıralarda Caponlar Dalan’a gelip, “Bey’fendi bizim teknolojimizle Haliç’i temizlemek çocuk oyuncağı. Burayı 6 ayda temizleriz ama tek şartımız var: Haliç’in dibinden çıkan heeerşey bizim olacak” demiş. Taabi Dalan yılların kurdu, yutar mı hiç küçücük Capon’un cinliğini. “Olmaz” demiş, “Gidin kendinize başka bi aptal bulun!”

Neden? Çünkü Dalan da Caponlar gibi biliyomuş ki Haliç’in dibi silme, tonlarca altınla dolu. Zamanında Fatih İstanbul’u fethettiğinde bütün Bizanslılar altınlarını, “Türko’lara yedireceğime denize atarım daha iyi” diyerek Haliç’e sallamış. Osmanlı’dan kaçmaya çalışan o zamanın Bizans İmparatoru Justinyen’in gemisi de Haliç’ten çıkamadan batırılmış. Bizans sarayının büttüüün hazineleri denizin dibini boylamış. Yine Osmanlı zamanında seferden dönen bi’kaç kalyon da getirdikleri ganimetleri boşaltamadan batmışlar Haliç’te. Yağni yer gök altınmış dipte. Bu altınların şimdiki değeri de öyle böyle değil, bizim hazineyi yüze katlarmış. E altın bu, çamurun içinde de olsa paslanacak değil ya, hala ilk günkü değerindeymiş hepsi.

UZMANI

En meşhur şehir efsanemiz. Hatta bu terimin ne anlama geldiğini anlatmak için sıkça başvurduğum bi imdat çekici: “Hani Haliç’in dibi altınla doluymuş’ filan diye geyikler var ya, hah, işte onlara Batı’da şehir efsanesi deniyo.”

Bilindiği üzere, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Haliç’i temizlemek için 1997’de ihale açtı. Ama ne hikmetse ihaleyi tahmin edildiği gibi Japonlar değil, bi Türk-Amerikan konsorsiyumu kazandı. Dipten çıkan yaklaşık 3 milyon metre küp “çok değerli seramik çamuru” ise (Bakın bakalım: “Balçık değil; paha biçilmez çamur” efsanesi) kullanılmayan taş ocaklarının açtığı oyukları doldurmak için kullanıldı. Allahtan temizliği yapan şirketler arasında Türkler de vardı. Haliç’in altınlarının bi kısmını kurtardık en azından!”

 

“PAHA BİÇİLMEZ ÇAMUR

Caponlar zamanın Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a gelip “Bey’fendicim bizim için Haliç’i temizlemek çoook çok kolay. Bi aylık iş. He deyin, hemen başlayalım. Sizden bi kuruş da istemeyiz” teklifini yapmış. Ama karşılığında da “Haliç’in dibinden çıkan büttüün çamur bizim olacak, Caponya’ya götüreceğiz” demişler. Teklif çok cazip ama Dalan deyip geçme, akıllı adam, hemen atlar mı hiç öyle? “Siz bana 2 gün müsaade edin, biraz düşüneyim, sonra size kararımı bildiririm” demiş.

Abicim Dalan accayip pirelenmiş taabi. “Yahu bu işin içinde bi bit yeniği var. Elin Caponu napıcak bu balçığı?” diye diye kafayı sıyırmış. O ara nerden aklına geldiyse bizim Güzel Sanatlar’ı aramış. “Hocalara bi danışayım bakayım ne diy’cekler?” diye düşünmüş. Üstadım hocalar daha mevzuyu duyar duymaz, “Amman sayın Dalan hemmmen bu teklifi reddedin. Haliç’in dibindeki çamur dünyanın en değerli seramik çamurudur. Bunun 100 gramı havada karada enn az 10 bin dolar eder. Bu Caponlar sizi kazıklamaya çalışıyo” diye feryat etmiş. Dalan ertesi gün sınırdışı ettirmiş Capon grubu. Teresler avuçlarını yalaya yalaya binmişler uçağa. Valla bu Caponlardan korkulur abicim. Adamlar neyin hesabını yapıp gelmiş taa buralara…”

UZMANI

Malum, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Haliç’i temizliği için 1997’de ihale açtı. Bi Türk-Amerikan konsorsiyumunun kazandığı ihalede dipten çıkan 3 milyon metre küpe yakın değerli mi değerli “seramik çamuru” artık kullanılmayan taş ocaklarının açtığı oyukları doldurulmak için kullanıldı. Caponlar duysa kafayı yer herhalde. Gerçi biliyolardır belki de. Barış Manço kesin anlatmıştır…

 

Tarihi çok gerilere uzanan bir yerleşim yeri olan Haliç’in dibinde elbette altın ve çamur vardır. Ancak, bu altın ve çamur elbette şehir efsanesinde aktarıldığı ölçekte ve değerde değil.

 

Hızlı nüfus artışı, başarısız ve yanlış şehir planlaması, gelişigüzel ve yanlış kurulan yerleşim merkezleri, çevresindeki düzensiz sanayileşme kaynaklı kirlenme gibi nedenlerle su derinliğin yer yer yarım metrenin altına kadar düşen, sandalların dahi yol alamadığı bir bataklık hâlini alan, dayanılmaz koku yayan Haliç’te 1990’lı yılların ortalarında başlatılan temizlik ve çevre düzenleme çalışmalarıyla bu şehir efsanesi daha da yaygınlık kazandı.

 

halic-camur

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde başlatılan “Haliç Çevre Koruma Projesi” ile Haliç’in çamur sorunu çözülmeye çalışıldı. Proje kapsamında İstanbul Boğazı’ndan Sarıyer civarından alınan deniz suyu tünel ve terfi merkezleri ile Kâğıthane Deresi üzerinden Haliç’e ulaştırıldı. Atıksu toplama kolektör ve tüneller yapıldı. Atıksuyun Yenikapı ve Baltalimanı arıtma tesislerine ulaşması sağlandı. Haliç dibinden koku yapan 5 milyon metreküp çamur çıkartıldı. Çıkarılan çamur, döşenen dev borularla Alibeyköy’deki eski taş ocaklarına pompalandı. Haliç’in temizletilmesi kapsamında bazı derelerin Haliç’e taşıdığı çamur, taş ve molozlardan oluşan atıkları kamyonlarla Alibeyköy Yeşilpınar’daki eski taşocağına taşındı. Burada kuruyan çamur ve diğer atıklar daha sonra iş makinelerinin yardımıyla düzeltildi. Çalışma kapsamında Haliç’ten 44 mavna ve 19 batık gemi çıkarıldı.

 

erdogan-halic-camur

 

Şehir efsanesinde aktarıldığı gibi Haliç dibinde ne altın dolu hazineler bulundu ne de Haliç’in dibinden hazine değerinde kıymetli çamur çıkarıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Haliç’i temizlemek için için açılan ihaleyi Japonlar kazanmadı. Paha biçilmez olarak nitelenen çamur taş ocaklarının açtığı oyukları doldurmak için kullanıldı.

 

halic-camur-temizlik

 

Günümüzde İBB Deniz Hizmetleri Şube Müdürlüğü Haliç’te ve dere ağızlarında biriken dip çamurunu çıkarmak için tarama çalışmalarını sürdürüyor. Yürütülen faaliyetlerde Haliç ve derelerde meydana gelen çamurlaşma ve sığılaşmayı önlemek, kötü kokuların da yayılmasını engelleyerek çevre sağlığının korunmasını sağlamak amaçlanıyor.

 

 

 

“Haliç’teki altınlar” şehir efsanesi, definecilerin kazılarıyla 2014 yılında yeniden gündeme geldiğinde Prof. Dr. İlber Ortaylı ve İstanbul tarihçisi ve araştırmacısı Doç. Dr. Süleyman Faruk Göncüoğlu sırasıyla şu yorumları paylaşmıştı:

“İstanbul’un belli yerlerinde hep altın çıkardı eskiden. Mesela Cerrahpaşa`da her kazıda altın çıkardı. Çünkü orası hem Bizans hem Osmanlı devrinde varlıklı sınıfların oturduğu bölgeydi. Hasköy`de de aynı durum olabilir. Haliç`te Bizans gemilerinin battığı da biliniyor. Ama balçığın içindeki gemiye tünelle ulaşılamaz tabii. 50 ton altın da çok fazla. Bildiğim kadarıyla Amerika`nın keşfinden sonra bu kadar çok altın bulundu.”

“Hasköy civarında Bizans dönemine ait yazlık saray ve kasır yapıları bulunduğu kaynaklarda geçer. Buradaki sarnıç da bu yapıların alt mimarisi olabilir. Altın bulunup bulunmadığı konusunda net bir şey söylemek mümkün değil. Halkımızda tarihi kalıntının olduğu yerde hazine bulunduğu algısı var. Sırlar ilgi uyandırıyor. Bu kadar büyük hazine olsaydı, şimdiye dek ortaya çıkardı diye düşünüyorum.”

 

Fırsatını bulmuşken, tarihî yarımadanın altının tünellerle dolu olduğu, bu tünellerin Yerebatan’dan Kınalıada’ya kadar uzandığı yönündeki efsaneyi de aktaralım:

“Efsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı tünellerle kaplıymış. Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bi yerinden de giriliyomuş ve tünel denizin dibinden devam edip taaa Kınalıada’ya kadar gidiyomuş.

Tüneller Kapalıçarşının altından da geçiyomuş taabi. Hatta şu an, Çarşı’nın gizli tutulan bi yerinden girilebiliyomuş bu tünellere. Buralarda yemek takımı üzerine çalışan gümüş kaplama atölyeleri varmış. Yerin dibindeki yere ruhsat verir mi belediye? Heepsi kaçakmış bunların. Çalışanlara da işe başladıkları gün, dehlizlerden kimseye bahsetmeyeceğine dair Kur’an’a el bastırılıyomuş.Tüneller çarşının altından başka yerlere doğru da gidiyomuş ama buraları kullanmak kesinkes yasakmış. Bi keresinde biraz Kolomb ruhlarından, çokça da hazine meraklarından, (çünkü hep, “ilerler hazinelerle dolu o’lum” geyiği yapılırmış bu atölyelerde) üç-dört işçi çocuk denemiş ilerilere gitmeyi.Dehlizler labirent gibiymiş. Çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarmış, diğerleri yollarını bulamayıp tünellerde kaybolmuş. Dönen çocuk da (Allah muhafaza) aklını oynatmış. Çünkü ileriki kısımlar, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle filan doluymuş. Bu çocuk bi daha hiç “yeryüzüne” çıkmamış. Büttün gün dehlizlerdeki atölyelerde filan dolaşıyomuş, kim ne verirse onu yiyip, gece de artık ner’de sızarsa or’da uyuyomuş. Arada da yine tünellerin ilerilerine gidip bi’kaç gün kayboluyomuş ortalıktan. Döndükten sonra hiç bi’şey yiyip içmeden ööyle bi noktaya bakıp duruyomuş günlerce.”

***

“Güzel efsane hakikaten. Özellikle sondaki, “tünellerin iler’lerine giden çocuklar” kısmı tam filmlik. Aktüel’de muhabirken bu “Kapalıçarşı tünelleri” geyiğine ben de takılmıştım bi süre. Zamanında turist rehberliği yapan, o dönemde de Kapalıçarşı’ya sık sık gelip gitmiş bi arkadaşım anlatmıştı. Yemin billah, “Beni de götürdüler, gerçekten var öyle yerler” filan demişti. Ben de dergiye haber olarak önerip bi kaç gün dolaşmıştım oralarda. Tahmin edeceğiniz gibi bi’şey çıkmadı. Kimse haberdar değildi. Ya da hak’katen çarşının tamamı (en azından sorduklarım) Kur’an’a el basmıştı, ser verip sır vermemek için!

Yerebatan’dan Kınalıada’ya uzanan tünel efsanesi Giovanni Scognamilla’nın yazdığı, “İstanbul Gizemleri” adındaki kitapta da geçiyor. 80 yıl önce yazılan “İstanbul’un Yedi Harikası” adındaki bir kitapta, Yerebatan Sarayı’nın gizli bir girişinden başlayan tünelin kuzeydoğu yönünde ilerleyerek Marmara’nın altına girdiği, Üsküdar’dan güneydoğu istikametinde bir açı yaparak düz bir hat halinde Kınalıada’ya ulaştığından bahsediliyormuş.”

 

 

Yorumunuzu yazınız...