Gana’da ‘Ebu Nuh’ (‘Ebo Noah’) adını kullanan bir vaiz 25 Aralık 2025 günü başlayacak bir sel felaketi ile bütün dünyanın alt üst olacağını iddia etti.

Rüyasında gördüğü ve dünyanın sonu geleceğini iddia ettiği büyük tufana hazırlık yapması için “ilahi bir emir” aldığını söyleyen vaiz, tamamen ahşaptan sekiz dev gemi inşa etti.

25 Aralık 2025 günü geldi ve geçti.

Hz. Nuh’un gemisinin ve büyük tufanın modern versiyonu niteliğindeki kehanet gerçekleşmedi.

Üç yıl sürecek devasa bir yağmur ve tufanın yeryüzünü kaplayacağını, inşa ettiği geminin felaket anında “tek sığınak” olacağını iddia eden sahte peygamber, “Tanrı’dan merhamet diledikten sonra, Büyük Tufan’da İnsanlığa yetecek kadar Gemi inşa etmek için dua ettim. Tanrı bana 1 yıl mühlet verdi.” sözlerini sarf etti.

 


 

 

 

Sahte peygamberin boş çıkan kehaneti ve çökmesinin ardından kehanetini revize etmesi, bir inancın / inanç sisteminin gerçeklikle taban tabana zıt düştüğü durumlarda insanların aklî delilleri göz ardı edip, rasyonel bir kopuştan ziyade, inancına daha sıkı sarılma eğilimine girmesini örnekledi.

Tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu olay, 1956 yılında dünyanın sonunun geldiğine inanan bir tarikata sızan Leon Festinger, Henry Riecken ve Stanley Schachter isimli üç araştırmacının kaleme aldığı ‘When Prophecy Fails’ (‘Kehanet Çöktüğünde’) adlı kitabı akla getirdi.

Fırsattan istifade, modern toplumlarda irrasyonel olduğu aşikâr olan inançların tamamen çökmediğini hatta çökmek yerine güçlenebildiğini vurgulayan, inanç, kimlik ve gerçeklik arasındaki gerilimi çıplak biçimde ortaya koyan bu saha çalışmasını hatırlatmanın fayda sağlayacağını düşündük.

 

 

“When Prophecy Fails” (“Kehanet Çöktüğünde”)

* Kitabın Türkçemize çevirisi “Kehanet Boşa Çıktığında”, “Kehanet Yanlış Çıktığında”, Kehanet Başarısız Olduğunda” gibi şekillerde de yapılmış.

 

Leon Festinger, Henry Riecken ve Stanley Schachter tarafından kaleme alınan “Kehanet Çöktüğünde” adlı kitabın merkezinde, küçük bir tarikatın dünyanın 21 Aralık 1956 tarihinde yok olacağına dair kehanete iman etmeleri yer almaktadır.

Kitap temelde, Festinger’in ünlü “bilişsel uyumsuzluk” (“cognitive dissonance”) teorisinin gerçekte nasıl tezahür ettiğini katılımcı gözlem metoduyla incelemiştir.

3 araştırmacı, kıyamet kehanetleriyle öne çıkan küçük bir tarikatın iç dinamiklerini gözlemleyerek, dünyanın büyük bir tufanla yok olacağı kehanetinin gerçekleşmemesiyle tarikat üyeleri arasında “bilişsel uyumsuzluk” teorisini somut bir bağlamda gözlemlemeyi amaçlamıştır.

Araştırmacılar “kıyamet tarikatını” dışarıdan değil, bizzat grubun içine sızarak gözlemlemiştir.

Festinger, Riecken ve Schachter, (kitapta Marian Keech takma adı kullanılan) Dorothy Martin isimli bir ev kadınının liderlik ettiği “Arayışçılar” (“The Seekers”) adlı küçük tarikatın içine sızarak, grubun kehanet öncesi ve sonrası davranış kalıplarını analiz etmiştir.

Keech’in tarikatı, “Clarion” gezegeninde yaşayan “Koruyucular” (“Guardians”) adlı dünya dışı varlıklardan aldığını uydurduğu telepatik mesajlara inanmaktadır.

Bu mesajlar, belirli bir tarihte (21 Aralık 1956 günü) büyük bir tufanın dünyayı yok edeceğini, sadece inançlı ve sadık bir grubun uzaylılar tarafından gönderilecek bir uçan daire ile kurtarılacağını müjdelemiştir. Kehanete göre grup üyelerinin mutlak bir teslimiyetle dünyevi bağlardan soyutlanarak belirlenen tarihte evlerinde toplanarak uzay gemisi tarafından kurtarılmayı beklemeleri gerekmektedir.  

Kitabın ana noktasını, kehanetin açıkça boşa çıktığı andan sonra yaşananlar oluşturmaktadır. Araştırmacıların özellikle odaklandığı husus, inançları uğruna işlerini bırakan, mülklerini elden çıkaran ve sosyal bağlarını koparan grup üyelerinin, bu kehanetin gerçekleşmemesi durumunda nasıl bir tepki vereceğidir. Festinger ve ekibinin hipotezi, inancın sarsılması yerine, paradoksal bir şekilde daha da güçleneceği ve grubun misyonerlik faaliyetlerine hız vereceği yönündedir.

Beklenen gece gelip çattığında, vaat edilen saat geldiğinde, ne büyük tufan yaşanır ne uzay gemisi gelir ne de dünya yok olur…

Kehanetin gerçekleşmemesiyle yaşanan ilk şokla, teorik çerçeveside bahsedilen “yalanlanma/boşa çıkma” anı yaşanır. Tarikat mensupları, inançları ile gerçeklik arasındaki uçurumun oluşturduğu “bilişsel uyumsuzluğu” tecrübe eder. Mantıksal düzlemde beklenen, grubun bu hayal kırıklığıyla dağılması ve lideri sahtekarlıkla suçlamasıdır. Ancak, insan psikolojisinin inanç koruma mekanizması rasyonaliteyi perdeler.

İman edilen kehanetin çökmesiyle oluşan radikal çelişki karşısında tarikat üyeleri -teoride öngörüldüğü şekilde- terk etmek yerine inançlarını daha fazla sahiplenir. İlk anda yaşanan derin bir sessizliğin ve şaşkınlığın ardından, grup lideri yeni bir “mesaj” aldığını duyurur. Yeni mesaja göre, “grubun o geceki inançlı bekleyişi ve yaydığı pozitif enerji o kadar güçlüdür ki, Tanrı dünyayı yok etmekten vazgeçmiştir“. 

Bu yeni açıklama, yani rasyonalizasyon süreci, yaşanan bilişsel uyumsuzluğu gidermenin anahtarı hâline gelir. Kehanet gerçekleşmese de aslında yanlış çıkmamış, aksine grup kıyametin gerçekleşmesini engellemiş, böylece inanç sisteminin doğruluğu (sözüm ona) “kanıtlanmıştır”.

Kitabın en çarpıcı tespiti, kehanet öncesinde içe kapalı ve propaganda yapmaktan kaçınan grubun, kehanet boşa çıktıktan sonra agresif bir misyonerlik faaliyetine girişmesidir. Daha önce basından kaçan, gizliliğe önem veren ve üye alımına kapalı olan grup, kehanetin boşa çıkmasının hemen ardından agresif bir misyonerlik faaliyetine başlayarak, basına demeç verip, sokaklarda inançlarını yaymaya başlamıştır.

Festinger ve meslektaşları bu durumu “sosyal kanıt” ihtiyacıyla açıklamıştır. Eğer grup, inançlarını dış dünyaya kabul ettirebilirse, kendi içlerindeki şüpheyi bastırabilecek ve ödedikleri ağır bedellerin (maddi ve manevi kayıplar) boşa gitmediğine kendilerini inandırabilecektir. Sosyal destek mekanizması, bireysel şüpheyi bastırmanın en güçlü aracı haline gelmiştir. Zira, ne kadar çok insan bu yeni açıklamaya inanırsa, açıklamanın “doğruluğu” o denli pekişmektedir. Birey, tek başına kaldığında gerçeğin baskısı altında inancını yitirebilir; ancak sosyal destek sağlayan bir grup içinde, “inandırıcılık çabası” (“proselytizing”) ile gerçeklik yeniden kurgulanabilir.

Bu tip sosyal yapıların temel özelliklerinden bir diğeri, inancı dışsal gerçeklikten daha da soyutlayarak “kuşatma mentalitesi” içine girmeleridir. Dış dünyanın alaycı tepkileri, grubun iç dayanışmasını ve kendilerini seçilmiş bir topluluk olarak görmelerini pekiştirmektedir. Kurgulanan “iman sınavı” ve bu sınavdan galip çıkıldığına yönelik inanç daha derin bir hâl almaktadır.

Çarpıcı içeriğiyle “Kehanet Çöktüğünde”, bir tarikat incelemesinin ötesine geçerek, komplo teorilerinin, radikal ideolojilerin ve kült yapıların neden rasyonel eleştirilerle yıkılamadığını anlamak için temel bir referans kaynağı hâline gelmiştir. Kitap, insanların hata yaptığında veya inandığı şeyler yalanlandığında, hatayı kabul etmek yerine neden daha fanatik bir savunucuya dönüştüğünü açıklayan evrensel bir psikolojik harita sunmuştur.

Bir ideolojiye ya da müntesipi oldukları tarikat, cemaat, örgüt, siyasî parti gibi oluşumlara yüksek düzeyde adanmışlık sergileyen, geri dönülemez eylemlere girişen insanların aksi yöndeki delilleri görmezden gelip mankurtça hareketlerle inançlarını nasıl körüklediğini net şekilde ortaya koyan bir diğer ünlü eser de Eric Hoffer’in “Kesin İnançlılar” (“The True Believer”) adlı kitabıdır.

Kitle hareketlerinin psikolojik temellerine odaklanan bu ünlü eseri de başka bir yazıda ele alalım…

 

Yorumunuzu yazınız...