Hamdullah Suphi Tanrıöver’in İstanbul’un fethi hakkında “29 Mayıs, büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkıldığının yıl dönümüdür. Böyle bir vahşetin yıl dönümünde bize üzülmek düşer, sevinmek değil.” dediği iddiasını doğrulayan bir kaynağa rastlanamadı.

 

 

Türk edebiyatı, siyaset ve kültür dünyasında önemli izler bırakmış bir düşünür, yazar ve devlet adamı olan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in (1885 – 10 Haziran 1966) İstanbul’un fethi hakkında “29 Mayıs, büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkıldığının yıl dönümüdür. Böyle bir vahşetin yıl dönümünde bize üzülmek düşer, sevinmek değil.” sözünü sarf ettiği öne sürülüyor.

 

Hamdullah Suphi Tanrıöver’in “29 Mayıs büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkılışıdır. Böyle bir vahşetin yıldönümünde bize üzülmek düşer” dediği iddiası 2025 yılında İstanbul’un fethinin yıl dönümünde Star Gazetesi’nin eski genel yayın yönetmeni Nuh Albayrak’ın Youtube yayınında kullandığı ifadelerle yeniden gündeme geldi.

 

Nuh Albayrak (@NuhAlbayrak): ““29 Mayıs vahşettir” diyen CHP’li Hamdullah Suphi Tanrıöver’e inat…”

 

 

“Bugün malum İstanbul’un fethinin 572. yıldönümü. Peki İstanbul’un fethine Türkiye’de yaşayan herkesin sevindiğini düşünüyor musunuz? Ben düşünmüyorum. Hatta hatta eee işte İstanbul’un nimetlerinden istifade etmekte meşhur CHP’li belediye başkanı, eski belediye başkanı İmamoğlu eee hatta veya onun namında neyse işte videolar yayınlamışlar. Çok da böyle caflı İstanbul’un fethi sahneleri e olan video. Efendim İstanbul muhafızlar yürüyüşü olacakmış. Bunu iletmişler falan. Size bir şey diyeyim mi? CHP’nin tabanını bilemiyorum. bir şey diyemiyorum ama CHP’nin başından bu tarafa yöneticilerinin İstanbul’un fethine bizim anladığımız ve sevindiğimiz anlamda eee işte efendim haçlı haçlı siyan ittifaka en büyük darbe olarak fethi böyle anlayarak sevinen bir CHP olacağını ben düşünmüyorum. Örnek bir tane örnek vereyim size. Çok meşhur bir örnek vereyim. Eee Hamdullah Subhi Tanrı Över. sıradan bir isim değil. CHP kurulduğundan iktidardan düşünceye kadar yani 50’ye kadar bütün dönemlerde efendim gedikli baş gedikli bütün dönemlerde eee CHP mebusu. Hatta hatta bu milletin bu milletin evlatlarına Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir isim. Yani CHP’nin eee daha tabiri caizse efendim genlerinden birisi. Yani bu adam ne diyor biliyor musunuz? İslam fethi ile ilgili okuyayım şuradan. 29 Mayıs büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkılışıdır. Böyle bir vahşetin yıldönümünde bize üzülmek düşer. Kime? CHP’lilere. Yani onun için gerçek CHP’liler bunlardır. Bakmayınız böyle efendim eee bizimle beraber seviniyormuş gibi görünenlere veya efendim video yayınlayanlara. CHP’liler İstanbul’un fethine üzülürler. vahşet olarak görürler.”

 

 

Albayrak, geçtiğimiz yıllarda da bu iddiayı Cumhuriyet Halk Partisi’ni hedef göstererek öne sürmüştü:

 

Nuh Albayrak (@NuhAlbayrak): “Bakın CHP’liler için “29 Mayıs” ne demekmiş!”

 

Nuh Albayrak (@NuhAlbayrak): “MÜJDELENEN FETHİ 29 Mayıs’ta kutlayacaksan… 28 MAYIS’ta: “29 Mayıs Büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkıldığı gündür. Sevinmeyip üzülmelidir” diyen H. Suphi Tanrıöver’i iki defa M.Eğitim Bakanı yapan “Zulüm 1453’te başladı” diyen soysuzları kucaklayan CHP’ye OY VERME!”

 

 

Nuh Albayrak’ın bu videosu farklı sosyal medya kullanıcıları tarafından gerçek bir aktarım içerdiği sanılarak paylaşıldı.

 

By FTH (@by__fth): “Dönemin milli eğitim Bakanlığını yapmış Hamdullah Suphi Tanrıöver isimli CHP’li vekil’in İstanbul’un fethi için söyledikleri kan donduran cinsten. – 29 Mayıs büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkılışıdır. Böyle bir vahşetin yıldönümünde bize üzülmek düşer”

 

Bu iddiayı daha önce Ahmet Şimşirgil’in KTB Yayınları’ndan çıkan Hakimiyet Sembolü Ayasofya Camii adlı kitabında (Sf: 149) yer verilmiş (Ahmet Şimşirgil’den bu iddiasının kaynağına dair e-posta ile bilgi talebimize henüz bir yanıt alamadık).

 

 

 

Bu iddianın kökeninin 26 Mayıs 1970 tarihli Yeniden Millî Mücadele adlı dergide herhangi bir delil ve detay sunulmadan aşağıdaki ifadelerle yayımlanan metne dayandığı anlaşılıyor (Cilt: 1, Sayı: 17, Sf: 5):

“1953 yılına kadar Türkiye’de Fetih şenlik leri yapmak yasaktı. 1953 yılından sonra da gay ri resmî şekilde yapılan sönük fetih şenlikleri gerçek manasından soyuldu. Bütün vatan sat hında millî bir bayram olarak kutlanması gere ken 29 Mayısta İstanbulda bile devlet dairele ri ve okullar tatil edilmez. Türk tarihinin en par lak zaferi unutturulmak istenmektedir.

Çünkü, bir Fetih yıldönümünde Hamdullah Suphi, alçalışın en çirkinini göstererek bir papaz veya bir haham ağzı ile şöyle 29 Mayıs hakkında şunları söylemişti.

«29 Mayıs, Büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkıldığının yıldönümüdür. Böyle bir vahşetin yıldönümünde bize üzülmek düşer, sevinmek değil.»

29 Mayıs’ın niçin millî bir bayram olarak kutlanmadığını araştıranlar, gerçeği tesbit için. Hamdullah Suphi zihniyetine başvurmalıdırlar. Şimdilik Türkiye’de kuvvetli ve hakim gözüken bu zihniyet, 29 Mayısta milletçe sevinmemizi önlemiştir.”

 

milli-bayrama-yasak

 

Münevver Ayaşlı, “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” adlı eserinde Demokrat Parti hükûmeti döneminde 1953 yılında İstanbul’un fethinin 500. fetih yıldönümü kutlamalarının sönük geçmesinin sebebi olarak suçladığı Hamdullah Suphi Bey’in İstanbul Valisinin aklını “Yapmayınız, yapmayınız, acıyınız büyük Bizans’a” sözleriyle çeldiğini ileri sürmüş (1973. Boğaziçi Yayınları. İstanbul. Sf: 100).

 

 

Hitabetiyle şöhret bulan, edebiyatçı, yazar ve devlet adamı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in 29 Mayıs, büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkıldığının yıl dönümüdür. Böyle bir vahşetin yıl dönümünde bize üzülmek düşer, sevinmek değil sözünü sarf ettiğine dair muteber bir kaynağa rastlanamıyor.

(Sözün kendisine ait olduğuna dair güvenilir bir kaynak veya belgeye bulunmamakla birlikte) Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinden biri olan Tanrıöver, İstanbul’un fethini barbarlık olarak görmesi ve fethe sevinmemesi beklenemeyecek bir şahsiyettir.

 

hamdullah-suphi-tanriover

 

“Tanrıöver” soyadını kendisine “Hamdullah”ın karşılığı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk milliyetçiliği fikrini savunan bir düşünür ve siyasetçiydi.

Kurtuluş Savaşı döneminde millî mücadeleye destek veren, İstiklal Marşı’nı Meclis kürsüsünden ilk kez okuyan, “Milli Hatip”, “Cumhuriyet Hatibi” olarak tanınan Tanrıöver, Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde ve TBMM’nin ilk döneminde mecliste milletvekilliği yaptı. Akabinde Maarif Vekilliği (Milli Eğitim Bakanlığı) ve 1931–1944 yılları arasında Türkiye’nin Bükreş Büyükelçiliği gibi önemli görevlerde bulundu.

Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinden biri olarak görülen Tanrıöver, Türk Ocağı’nı yeniden faaliyete geçirdi, 34 yıl Türk Ocakları Umumi Reisliği görevini sürdürdü, Etnografya Müzesi’ni kurdu, Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Bilgi Derneği gibi kuruluşların faaliyetlerine katkı verdi.

TBMM’de I, II, III, VII, VIII ve IX. dönem milletvekilliği yapan Tanrıöver, tek partili dönemde CHP’den meclise girerken, 1950’de Demokrat Parti listesinden bağımsız Manisa Milletvekili, 1954’te DP’den İstanbul Milletvekili oldu. Hürriyet Partisi adayı olarak 1957’de girdiği seçimi kaybetti ve siyaseti bıraktı.

İlk Maarif Nazırı Abdurrahman Sami Paşa’nın torunu, Maarif Nazırı Abdüllatif Suphi Paşa’nın oğlu olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Osmanlı döneminde devlet yönetimi, ilim ve edebiyat alanlarında öne çıkan köklü bir ailedendir.

“Dağyolu ve Günebakan’dan Seçmeler” (1971. MEB Devlet Kitapları. İstanbul Baskıya Hazırlayan: M. Necati Sepetçioğlu. Sf: VI) adlı eserde, soyunun Fatih Sultan Mehmet dönemine uzandığından şöyle bahsedilmiştir:

“İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri adlı eserinin üçüncü cildinin 1619. sayfasında “Oğlu Subhi Paşa, mazuliyet, maaşı tahsisinden dolayı Sadrazam Esad Paşa’ya yazdığı tezkerede; “Egri Fatihi Sultan Mehmed Han’ın zamanı saltanatında mâruf olan ceddim Koca Memi Bey ve Girid fethinde şehid olan hafidi Mehmed Paşa’dan beru … ” kaydıyla H. S. Tanrıöver’in atalarını, 16. asrın ikinci yarısına kadar götürmektedir.”

Yazı ve konuşmalarında haçlıların parçalayıp yutmaya çalıştığı son Türk yurdunun Anadolu olduğunu, Anadolu’yu ayakta tutacak tek yolun ise milli kültür olduğunu savundu.

Namık Kemal Bey Magosa’da (1909), Günebakan (makaleler, 1929, haz. Fethi Tevetoğlu. 1987), Dağyolu (hitabeleri, 1931; Fethi Tevetoğlu. 1987), Anadolu Milli Mücadelesi (1946), Dağyolu ve Günebakan’dan Seçmeler (baskıya haz. M.Necati Sepetçioğlu, 1971) adlı eserlerinde Türk milliyetçisi hissiyatını hep hissettirdi.

İstanbul Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmalarda Türk yurdunun müdafaası çağrısını ve ecdada saygıyı ve layık olunması gerektiği hususunu müteaddit kez vurguladı.

(Yunan işgaline tepki verdiği, Fatih Sultan Mehmet’i övdüğü, Türk hükümdarlardan övgüyle bahsettiği) Konuşmalarından bazı alıntılar şöyle sunulabilir:

“Vatanın kuzeyinde, uğursuz bir cereyan senelerdir milli ruhunu aşındırarak içeri akmak için kendine taraf taraf köprü başları aramakla meşguldür.

Sen uyanıklık için çalışıyorsun.

Aziz ocaklı,

Sen Türk’ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanısın. Evvelkilerden başka, yeni fatih milletler uzun yollardan gelerek müdafaa mesafelerini açtılar, ana yurdunun hudutlarma gelip yerleştiler; ufacik ada kırıklarına yapışarak sahillerine sokuldular.”

 

“Şark’ın, Garb’ın kendisinden yüz kerre daha kalabalık, ‘sayısız düşmanlarına karşı bugüne kadar dayanması ve yarın muhakkak muzaffer olması, ancak bu sayede mümkün olacaktır. Yunanistan; Makedonyalı, Romalı, Islav, Türk, kaç milletin istilâsına kaç defa düşmüştür. Bir de Anadolu’nun dokuz asırlık bir müddet zarfında dahilden ve hariçten gelen bütün hiyanetlere ve bütün darbelere rağmen her belâyı def eden büyük mukavemetini düşününüz. Efendiler; emin olunuz Türk milletinin felâket ve mağlubiyet icaplarını taşımak husunda gösterdiği sabrı, Yunan milleti zaferin icaplarını taşımakta gösteremez. Çabuk bitmeyen iş, Yunanlıyı mutlak felâkete götürür. Efendiler; Türk’ün ruhundaki sabır ve mukavemet kabiliyeti, Türk devletlerinde üzerine ehemmi- yetle dikkatinizi celbetmek istediğim istikrarı, devam ve bekayı vücude getirmiştir. Türk fatihleri ve onların kurdukları devletlerle eski ve yeni diğer milletlere mensup fatihler ve devletler arasında kısaca arzedeceğim bir karşılaştırma belki düşüncemi size haklı gösterecektir. Bizim en büyük zâfımız tarihimizin, kendimiz tarafından, başkaları tarafından malûm olduğu kadar malûm olmamasındadır. Fakat emin olunuz, Türk münevverleri arasında uyanan milliyetçilik, Türk tarihine mahsus olan hakikatleri meydana çıkaracak, o zaman kendimizi daha iyi anlayacağız ve daha kuvvetli olacağız.”

 

“Efendiler; bu son misâl sizin dikkatli düşünme- nize lâyık olan bir misâldir. Halbuki Türk fatihlerinin tesis ettikleri hükümetlerde veya imparatorluk- larda, ekseriyetle zikrettiğim misâllerde gördüğünüz- den çok daha fazla devam ve istikrar kuvveti vardır. İskender’den Napolyon’a kadar Avrupa’da, han- gi büyük fatih veya hükümdar meydana çıkmışsa, tarihçiler, muharrirler, şairler onları yükseltmek için edebiyatın hiç bir şeklini ihmal etmemişlerdir.”

 

“Bir avuç süvari ile Hindistan’a giren Babur’ur uğradığı müşkülâtla, çarpıştığı düşmanlarla kurduğu eseri ve vücude getirdiği erişilmesi muhal umrani, medeniyeti mukayese ediniz. Türk fatihlerinin diğer fatihlere benzemediğini takdir edersiniz. Mısır’a Yavuz Sultan Selim’le girdik. Ancak Ab dülhamid devrinde İngilizler bu memlekete askerle rini soktular. Halbuki Mısır, Türkiye’den denizlerle, çöllerle ayrılmış bir kıt’adır. Bu devam müddeti üzerine de ayrıca dikkatinizi çekerim. İranda, Afganistan’da, Merkezî Asya’da, Çin’de buna benzer çok misâller daha vardır. Fakat lüzumsuz tafsilâta girmek istemem. Tehlikeye uğrayan Anadolu üzerinde bizim düşüneceğimiz şundan ibarettir: Fazla taşmış bütün milletler gibi, asil kaynağımıza, ana vatana, Türk’ün, en harim yurdu olan Anadolu’ya dönmüş bulunuyoruz. (Rumeli) de (Afrika) da uğradığımız felâketler bizim büsbütün sön- mek üzere olduğumuzu asla gösteremez.”

 

“Biz, bir Fransız, bir İngiliz yanında şimden sonra kendimizi küçük görmekten tamamiyle halâs olduk. Rumeli yollarını açan büyük Fatih’in, kalbe huşu veren kutsî, fakat hakaret görmüş türbesi yanında, direkleri yıkılmış, kubbesi yere düşmüş diğer bir lâhit var ki, büyük şairimiz Namık Kemal’indir. En mes’ut bir tesadüf, Avrupa yollarını açmış iki büyük vatandaşı, yanyana getirmiş bulu- nuyor. Bunlardan biri coğrafi Avrupa’ya, diğeri manevî Avrupa’ya Türkleri isal eden iki kahraman, iki rehberdir. Bizden evvel geçen asker ziyaretçiler lâhitlerin mermileri üstüne kendi kalemleriyle (intikamımızı alacağız, sevgili babamız!…) diye yazmışlardı. Karşıda Saros körfezi şimdi boş duruyor.”

 

“ORDUMUZUN ZABİTLERİNE

Akhisar cephesi, düşmanın ilk temasiyle çürük bir tülbent gibi yırtılmıştı. Bizans orduları beş asırlik bir ayrılıktan sonra uzun bir yoldan, tekrar avdet ediyorlardı. Evleri yanmış, halkı hicret etmiş bir kasabamızda, Aydın’ın ıssız bir gecesinde, kaldırımları döven Yunan süvarilerinin ayak seslerini yatağımda doğrularak dinledim. İstanbul surları önünden, gemilere atlayarak, şişkin yelkenlerle bir daha dönmiyecekmiş gibi uzaklaşanlar, yeni bir hükûmet, yeni bir ordu halinde geri geliyorlardı.”

 

“Yalnız Trakya değil, yalnız Garbi Anadolu değil, Antalya, Adana değil, Şark vilayetleriniz de Karadeniz yalıları da ve nihayet İstanbul’umuz da tehlike altındadır. İştahı gün geçtikçe artıyor. Mukadderatı mevzuubahs olan yerlerden biri, başınızın üstünde taraf taraf yükseldiğini gördüğünüz bu binlerce minarenin, yüzlerce İslam mabedinin bulunduğu İstanbul’umuzdur. Beş asra yakın bir zamandır topraklarını ta derinlere kadar kemiklerimiz doldurdu. Şehri içinden ve dışından kuşatan sayısız mezarlıklarda kavuklarıyla bir mahşer hâlinde kalkmış ve toplanmış cetlerimiz, bugün Türk vatanının talii hakkında söylenen sözleri ve vereceğimiz kararları dinliyorlar. Vereceğimiz kararlar, onların şöhreti dünyayı tutan asil, civan mert, kahraman ruhlarına layık olacaktır. Türk milleti, Bizans İmparatorluğu’nun bin seneyi mütecaviz bir zamanda yaptığını, on misli daha fazlasıyla beş asırda yaptı. Bizans medeniyetinden sanat ve umran namına ne kalmışsa, kısacık bir zaman zarfında onu fersah fersah geçti. İstanbul’da yıkıcı olmayan Türk’ün mürüvveti ve müsaadesi sayesinde hâlâ ayakta duran bazı yadigârlar var. Fakat Bizans’ın yerine kaim olan İstanbul’un şeklini, Türk dehasının iradesi ve sanatı yepyeni bir çizgi hâlinde arzın bu ufukları üstünde dalgalandırdı.”

 

İstanbul’un fetih yıl dönümü 29 Mayıs’tan sonraki ilk Cuma günü Rumî 29 Mayıs, Milâdî 12 Haziran 1914 günü İstanbul’da (Ayasofya’dan Fatih’e doğru yapılan yürüyüşün ve Fatih Sultan Mehmed’in türbesini ziyaretin ardından) Fatih Camii’nde düzenlenen törende (Türk Ocağı adına) yaptığı konuşmada Hamdullah Suphi Bey,  bir yıl önceki Balkan mağlûbiyetinde İstanbul kapılarına dayanan Bulgarların top sesleri İstanbullulardan ziyade bu şehri “payi-taht” yapan, daha sonra payitaht olarak devam ettiren bütün Osmanlı padişahlarının ruhunu incittiğini, atalarının miras bıraktığı bu topraklarda böyle bir felâkete uğradıkları için bütün İstanbulluların derin üzüntü duyduğunu, bu durumuzun daha fazla devam etmeyeceğini, kısa zaman içinde toparlanacak ve ayağa kalkacak olan Türklerin bu yenilginin intikamını alacaklarını, yüzü ak ve başı dik şekilde tekrar türbesine gelerek Fatih’in “ahfâd ve evlâdına lâyık”olduklarını ispat edeceklerini coşkulu bir anlatımla haykırmıştı (Ali Şükrü Çoruk (2016). “Bir Gelenek İcadı Olarak II. Meşrutiyet Döneminde Gerçekleştirilen İstanbul’un Fethi Törenleri “. FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi. 2016; (7): 79-98.).

İstanbul’un fethinin ilk büyük kutlaması olarak nitelenen İhtifal-i Millî’nin programında Tanrıöver’in Fatih Sultan Mehmed’e hitaben yaptığı konuşmadan ilgili kısım şöyleydi:

“Ey ulu hakanım, bir zaman oldu ki senin ırkının evlatları ağlıyordu. Çünkü İstanbul’un, senin himmet-i şahanenle Türk ha- kanlarının payıtahtı olan bu muazzez beldenin kapılarında top sesleri işitiyorlardı. Ve kendilerinden ziyade senin ve kahraman Yavuz’un büyük Süleyman’ın ruh-ı pür-fütûhunuzun bu top seslerinden ne kadar müteezzî olacağını bildikleri için ağlıyorlardı. Sen ihtimal ki pek yakında, yine mukaddes türbenin civarında böyle top sesleri duyacaksın. Fakat bu sesler payi- taht kapılarına kadar yaklaşan düşmanların toplarından değil, asil Türk ırkının yeni zaferlerini ve parçalanan Türk namusunun, alınmış kurtarılmış intikamlarını terennüm eden meserret ve şenlik toplarından çıkacak ve biz o zaman yine buraya geleceğiz. Fakat o zaman böyle eğilmiş nasiyelerle değil yüzümüz ak ve başımız dik olarak geleceğiz ve diyeceğiz ki: -Ey muazzam hakanım biz bir günah işlemiştik. Ve cezasını gördük. Fakat Türk ırkı bu felâ- ketlerden aldığı intibah ile bugün yine doğruldu ve senin ahfâd ve evlâdın olmakla senin ırkına mensup bulunmakla lâyık bulunduğunu ispat etti. Senin ruhaniyet-i ulviyyen de bizi affetsin…”

(Konuşmanın tamamı için bkz. Tasfir-i Efkâr, nr. 1108, 31 Mayıs 1330, 13 Haziran 1914, s. 2-3)

 

1 Aralık 1947 tarihinde CHP’nin 7. Kurultayı’nda parti programının “Milliyetçilik” maddesine dair söz alan Hamdullah Suphi Tanrıöver, gençlere milliyet duygusunun verilmesi için (aralarında Fatih Sultan Mehmet’inkinin de bulunduğu) türbelerin tamir edilmesi ve açılmasını önermişti.

 

Yorumunuzu yazınız...