Bugünkü konumuz, Şeyh Gâlib’in (ö. 1213/1799) “Bir şu’lesi var ki şem’-i cânın / Fânûsuna sığmaz âsmânın” beyti.
“Bir muma benzeyen canın öyle bir alevi var ki fanusa benzeyen gökyüzüne bile sığmaz” / “Canımın, benliğimin, mevcudiyetimin öyle bir şûlesi, ateşi, alevi var ki, bütün bir gök kubbe fânûs kesilse bu şûleyi içine sığdıramaz” anlamına gelen bu beytin divan edebiyatımızın son büyük şairi olan Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk mesnevisinde geçtiği sanılıyor.
Yanlış aktarımı örnekleyecek olursak (Beşir Ayvazoğlu (1999). Kuğunun Son Şarkısı. Ötüken Yay. 1. Basım. İstanbul. Şubat 1999. Sf: 94-95):
GALİB İŞİ BİR ŞAFAK
Ve Şeyh Galib, yeniden iş başında şafakta Yeni dünyanın ilk ustalarından Benim dünyamın muştucularından
Sezai Karakoç
ŞEYH GALİB hayranlığı Cumhuriyet’ten sonra da artarak devam edecektir. Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Hüsn ü Aşk” adlı şiirinin aynı iklimin şiiri olduğu söylenebilir. Arif Nihat Asya’nın da aynı adda bir şiiri vardır. Ayrıca Kubbe-i Hadra’da Şeyh Galib’le III. Selim’in kızkardeşi Beyhan Sultan arasında var olduğu söylenen aşka telmihte bulunur. Mustafa Seyit Sütüven, Mahir İz’le birlikte Galib’in “görmüşüz” redifli gazeline bir nazire söylemiş, Rıfkı Melul Meriç ise “Aşk” adlı şiirinde “Bir şu’lesi var ki şem’-i cânın / Fânûsuna sığmaz âsmânın” misralarını epigraf olarak kullanmıştır. Aynı mısralar Attila İlhan tara- fından da Yasak Sevişmek’in “Şehnaz Faslı” bölümünün başında epigraf olarak yer alır. Asaf Hâlet Çelebi’nin şiirinde Şeyh Galib’in doğrudan etkisi yok gibidir; fakat onun da şairin hayatı, eserleri ve edebî şahsiyeti hakkında Türk Yurdu dergisinde yayımlanmış önemli bir makale serisinin bulunduğunu belirtelim.
Nâzım Hikmet’in divan şiirine ve özellikle Şeyh Galib’e ilgi duyduğu biliniyor. Birgün bir sohbet sırasında Mayakovski “Nâzım Bey, sizin divan şiirinizin şöhretini duydumsa da fazla inceleyebilmiş değilim. Örnekler de vererek beni aydınlatır mısınız?” diye sorar. Nâzım XV. yüzyıldan başlayarak bellibaşlı divan şairlerinden söz ederek şiirlerinden örnekler okur. XVIII. yüzyıldan da Galib’i seçer, ünlü bir gazelinden sonra Hüsn ü Aşk’dan da “Bu şu’lesi var ki şem’-i cânın/Fânûsuna sığmaz âsmânin” beytini okuyarak Rusça’ya çevirir. Mayakovski bir- den heyecanlanarak ayağa kalkar ve “Nâzım Bey, der, bugüne kadar okuduğum şairlerden hiçbirinde bu tür bir imaja rastlamadım. Doğrusu benim muhayyilem hiçbir zaman bu boyutlarda genişlemedi. Böyle bir şairi yetiştirmiş bir milletin evladı olarak sizi kutlarım”.”
Şeyh Galib’in şahsiyeti ve şiiri, modern edebiyatımızı 1950 sonrasında da etkisini sürdürmüştür. Behçet Necatigil “Ölü” adlı şiirini Hüsnü Aşk’tan aldığı “Ateş denizlerinde mumdan kayıklar” imajı üzerine kurmuştur. Öte yandan Hüsnü Aşk atmosferini günümüze taşıyan “Kalp Kalesi” şiirinde “atım geç ateşi ve.. Hüsün” gibi açıkça Galib’in damgasını taşıyan imajların yanısıra, “Dayanır mı şişedir bu” söyleyişini alarak “dayanır mı Hüsnü Aşk bu” şeklinde yeniden söyleyen ve Akşam Şürleri’nde Galib ve Nerval’e ithaf ettiği “Akşam ve Nurusiyah” adlı şiirindeki “kar yağar, bir anlık kar, bir ânlik” mısraında “Geh kar yağar idi geh karanlık”tan aldığı sesi kullanan Yavuz’un geleneğe dayalı bütün şiirlerinde Şeyh Galib etkisi bârizdir. Hilmi Yavuz, dublaj Türkçe’sinin yaygınlaştırdığı “Kendine iyi bak” yerine Galib’e uyarak “Hoşça bak zatına” tabirinin kullanılmasını da teklif etmiştir.
Sanılanın aksine bu berceste beyit, divan edebiyatının son büyük tasavvufî mesnevisi olan Hüsn ü Aşk‘ta yer almıyor.
Bahse konu dizeler, Şeyh Gâlib Dîvânı‘nda yer alan muhammes (beşli) nazım şeklinde kaleme alınan naatten alınmış.
Bu şu’lesi var ki şem’i cânın
Fânûsuna sığmaz âsmânın
Bu sîne-î berk âşiyânın
Sînâ dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindir.
“Can mumunun öyle bir alevi vardır ki göğün kubbesine sığmaz! Bu, yuvası şimşek olan bağrımın eserini Sina dağı bile görmemiştir ve ondaki ateş senin lütfunla tutuşmuştur.”
Mefûlü mefâilün fâûilün (- – . / . – . – / . – -) vezniyle beş dizelik bentlerden oluşan musammat türü “tard u rekb” (“tardiye”) nazım biçimiyle yazılan şiir şu şekilde:
TÂRD Ü REKB
Yek nazrada kıldın ey yüzü gül
Ayînemi âftâbe-i mül
Geçti bana neş’e-i tegafül
Hem eyle hem eyleme tenezzül
Dil hânesi câ-yi işretindirBir şu’lesi var ki şem’-i cânın
Fânûsuna sığmaz âsmânın
Bu sîne-i berk-âşiyânın
Sînâ dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindirŞehbâl-i dil oldu evc-pervâz
Kim sayd-i hümâya eyleyüp nâz
Zülfünde de olmaz âşiyan sâz
Affeyle ki ey şeh-i felek-tâz
Perverde-i dest-i himmetindir.Bir âleme olmuşum ki vâsıl
Şebnemleri mihr ile mukâbil
Yok, pertev-i mihre anda hâil
Nezdîk ü baîdi özge menzil
Kim firkatin ayn-i vuslatındırAçıldı der-i harîm-i ma’nâ
Bir sûret olur hezâr da’vâ
Esrâr-i hafâ hep oldu peydâ
Bildim ki bu cümle şûr ü gavgâ
Gavgâyı sever bir âfetindirEy arş-kemâl ü meh-sitâre
Olmak nola düşmen-i nezâre
Galib sana oldu pâre pâre
Bir hâne-harâb imiş ne çâre
Dâm-i reh-i mihr-i tal’atindir
Bahsi geçen tardiyenin günümüz Türkçesine çevirisi şöyle yapılabilir (Abuzer Kalyon (2020). “Türk edebiyatının örnekleri kısıtlı nazım şekli: Şeyh Gâlib’in tardiyeleri”. Journal of Social and Humanities Sciences Research, 7(63), 3862-3870):
Ey gül yüzlü! Sen tek bakışta gönlümü şarap kâsesine döndürdün. Sendeki ilgisizlik neşesi bana da geçti. Bundan böyle ister tenezzül et, ister etme; gönül evi senin yiyip içip eğleneceğin yerdir.
Canın öyle bir alevi var ki gökyüzünün fenerine sığmaz. Sina dağı bile yıldırım ve şimşeklere mekân olan bu sineme benzeyemez. O senin ihsanınla yanıp tutuşmuştur.
Gönül doğanı, öyle yükseldi ki hüma kuşu avına karşı nazlanıp senin zülfünde bile yuva kurmaz oldu. Ey felek hızında olan sultanım, anlayışla karşıla. O, senin yardım elinle yetişmiştir.
Bambaşka bir âleme kavuştum ki orada her bir çiğ taneleri güneşe bedeldir. O güneşin ışığına herhangi bir perde, engel de yok. Uzağı da yakını da bambaşka bir mekândır. O mekânda senden uzak olmak; sana kavuşmakla aynıdır.
Anlam hareminin kapısı açılınca binlerce ayrılık, aykırılık davası aynı şekil oldu. Gizli sırların tamamı belirdi. Anladım ki bu kadar gürültü ve çekişmenin tamamı kargaşalık seven bir güzelden dolayıdır.
Ey olgunluğu gökyüzü gibi uçsuz bucaksız olan talihli sevgili! Sana bakışıma düşmanlık neden? Gâlib senin için param parça oldu. Ne çare, evi, barkı yıkık birisidir. O, senin güneş parıltısına denk olan güzelliğinin yolunda tuzaktır.
Rus edebiyatçı Vladimir Vladimiroviç Mayakovski ve Nâzım Hikmet arasında geçtiği iddia olunan diyalogun sahihliği ise şüpheli.
Bir gün bir sohbet sırasında Nâzım Hikmet’in bu beyti Mayakovski’ye okuduğu iddiası birinci elden bir tanıklık yerine rivayetlerle ilerlemiş.
Beşir Ayvazoğlu yukarıda alıntılanan yazısında bu anlatıyı “Server Tanilli: “Divan şiiri üstüne”, Cumhuriyet, 4 Eylül 1998. Tanilli bu bilginin kaynağını hatırlamadığını, İsmail Habib Sevük’ün Cumhuriyet’te çıkmış yazılarından birinde okumuş olabileceğini söylüyor.” notuyla aktarmış.
Server Tanilli’nin 4 Eylül 1998 günü Cumhuriyet’te yayımlanan yazısı şu şekildeydi:
Nâzım Hikmet Rusya’ya yaptığı yolculuklardan birinde Mayakovski ile sohbet ederken, ünlü şair, “Nâzım Bey, sizin Dıvan şiirinizin şöhretini duydumsa da, fazla inceleyebilmiş değilim örnekler de vererek beni aydınlatır mısınız?” dıye sorar. Nâzım Hikmet pek iyi bildiği bir konuda, Ahmet Paşa’dan yola çıkıp, her yüzyılın seçkin şairlerini birer örnekle anlatmaya başlar. Sıra, 18. yüzyıla gelir. O yüzyılın başlarında, okurlar hatırlayacaklar, divan şiirimizin bir devi olan Nedim varsa, sonlarında da bır başka dev, Şeyh Galib yer alır. Nâzım Hikmet, Şeyh Galib’in ünlü gazellerinden birinin yanı sıra, onun Hüsnü Aşk’tan da bir iki örnek verirken o ünlü dizeleri okur. ‘Bir şulesi var ki şem-i canın Fanusuna sığmaz asumanın’ Bugünkü dile çevirirsek “Can (gönül) mumunun öyle bir alevi var ki, üstüne fanus diye gökkubbeyi geçirsek, o alev ona da sığmaz”, diyor şair. Bunu işitir işitmez Mayakovski heyecanlanıp ayağa kalkar “Nâzım Bey” der, “Bugüne kadar okuduğum şairlerden hiçbirinde bu tür bir imgeye rastlamadım. Doğrusu, benim muhayyilem de hiçbir zaman bu boyutlarda genişlemedi. Böyle bir şairi yetiştirmiş bir milletin evladı olarak sizi kutlarım.” Ve elini sıkar Nâzım Hikmet’in. Ne zaman Divan şiirinden söz edilse bu konuşmayı hatırlarım.”
* Tespit: Ekşi Sözlük / aruzheceserbest
** Kapak görseli: herseyolanyer.wordpress.com