Gerçekliği Hakkında Şüpheler Bulunan Ulubatlı Hasan Hakkında Birçok Şehir Efsanesi Uydurulmuştur

İstanbul’un fethine dair tarih anlatımının kilit aktörlerinden Ulubatlı Hasan’ın gerçekte var olup olmadığı hakkında önemli şüpheler mevcut. Bu şüpheye ilaveten Ulubatlı Hasan hakkında birçok şehir efsanesi uydurulmuş durumda. Ulubatlı Hasan’ın bayrağı sura diktiği anda şehit olmak üzere iken son anda karşısında Hz. Muhammed’i gördüğü, Fatih Sultan Mehmet’in Ulubatlı Hasan’a şehit olmadan önce ‘İstanbul sana değer miydi?‘ diye sorduğu, Ulubatlı’nın Fatih’e “Elek elek oldum Sultan’ım, ancak yine de sancağımı bırakmadım. Peygamber efendimiz de bizimle beraberdi” dediği, Akşemsettin’in “Hasan’ın cesedini alın, bir sur dibine gömün. Mezarı da belli olmasın” dediği, Ulubatlı’nın Fatih Sultan Mehmet ile kılıç talimi yaptığı gibi asılsız birçok hikâye anlatılmaktadır. 

İstanbul şüphesiz fetholundu ve surlarına bayrak dikildi. Şüpheli olan konu ise surlara ilk bayrağı diken kişinin kimliği. Bu bayrağı ilk diken kişi olarak bilinen Ulubatlı Hasan’ın gerçekten var olup olmadığı yönünde soru işaretleri mevcut.

Ulubatlı Hasan Var Mıydı Yok Muydu? İddiaların Gerekçeleri Neler?

Ulubatlı Hasan efsane mi gerçek mi?  İstanbul’un fethi esnasında surlara çıkarak bayrağı ilk diken kişi olduğu ve bayrağı dikdikten sonra şehit olduğu doğru mu değil mi? Şüphesiz doğruysa, imrenilecek bir ölüm ve başarı. Lâkin, tarihi kayıtlar Ulubatlı Hasan adlı bir şahsiyetin hiç bulunmamış olabileceğini işaret ediyor (Erhan Afyoncu’nun Truva’nın İntikamı adlı kitabından bilhassa istifade edilmiştir):

  • Kaynaklar haliyle fethin gerçekleştiği ve surlara bayrak dikildiği konusunda ittifak halinde. Ancak, bayrağı ilk kim diktiğine ilişkin bir ittifak yok. Kimi kaynakta hiçbir isim zikredilmezken, bazı kaynaklar Ulubatlı (Lupadionlu) Hasan’ın yerine Arnavut devşirme Balaban Bey’i yahut Karışdıran Süleyman Bey’i işaret eder.
    • Fatih dönemi kaynaklarında surlara ilk çıkan kişilerden biri olarak zikredilen Arnavut devşirme Balaban Bey, Osmanlı dönemi kutlamalarında öne çıkarılırdı. Tarihçi Zinkeisen’in dönemin kaynaklarına atıfla bu bilgiyi zikretmektedir. Nitekim Tanin gazetesine göre, II. Meşrutiyet döneminde 1914’teki İstanbul’un fetih kutlamalarında şehre ilk giren Balaban Çavuş adlı bir yeniçeri olarak gösterilmiştir.
    • Tarihçi Bihiştî şehre ilk giren kişinin babası Karışdıran Süleyman Bey olduğunu belirtir. Bir Romen kaynağında ise İstanbul surlarına ilk çıkanların korkunç görünüşlü beş Türk olduğu ve dev cüsseli Mustafa Bey’in emrindeki askerlerle içeriye girdiği anlatılır.
  • İstanbul surlarına bayrağı ilk dikenin Ulubatlı Hasan olduğu iddiası, Osmanlı kaynaklarında değil, yabancı kaynaklarda yer alır. 
  • İstanbul’un fethi sırasında bulunmuş yabancı tarihçilerin eserlerinde Ulubatlı Hasan’dan bahsedilmez.
  • Ulubatlı Hasan’ın varlığı ilk kez 1570li yıllarda, fethin yaklaşık 120 yıl ardından zikredilir. 
  • Yabancı kaynaklarda Ulubatlı Hasan’ın varlığı iddiasına ilk defa Monemvasia Metropoliti Makarios Melissinos’un başkasına ait eserleri kendince eklemeler yaparak genişleterek tekrar kaleme aldığı eserinde rastlanır.
    • Ulubatlı Hasan efsanesi için kaynak olarak Sahte Francis (Pseudo Francis) olarak bilinen Melissinos gösterilir.
    • Melissinos’a Sahte Francis denilmesinin sebebi, İstanbul’un fethi esnasında şehirde bulunan ve fetihle birlikte şehri terk eden Bizanslı Tarihçi Francis’in (Yorgios Sfrancis) 1477’de yazdığı 1401-1477 yılları arasındaki hadiseleri anlatan Chronicon Minus (Minus Kroniği ya da Küçük Kronik) kitabına 1573-1575 yılları arasında ilaveler yapılarak Chronicon Maius (Maius Kroniği ya da Büyük Kronik) adıyla yeniden yazmasıdır (Sahte Francis’in bu eseri uzun yıllar gerçek Francis’e atfedilmiştir; ancak 1966 yılında bu eserin sahih olmadığı anlaşılmıştır).
    • Francis’in orijinal eserinde “Ulubatlı” atfı yer almaz. Ulubatlı’nın ismi dahi geçmez. Ulubatlı’nın ismini ve varlığını Melissinos ilave etmiştir. Yani, asıl kaynakta bir bilgi yer almazken, Sahte Francis, asıl Francis’in eserine 100 yıl sonra yaptığı eklemelerde görünür Ulubatlı. Melissinos’un eserini renklendirmek için böyle bir ilave yaptığı düşünülmektedir.
    • Francis’in 1477’de yazdığı kitabındaki İstanbul’un fethiyle ilgili bölüm 2 sayfa iken Melissinos geniş ilaveler yaparak 80 sayfaya çıkarmıştır (Gerçek Francis’in 73 sayfalık kitabı, Sahte Francis’in eklemeleriyle 220 sayfaya çıkmıştır. İlave edilen 150 sayfada gerçek Francis’te hiç yer almayan konular ya da yer alan konuların aşırı detaylandırılarak anlatımı vardır).
    • Melissinos’un yaptığı bu Ulubatlı Hasan atfına dair bilginin nereden alındığı meçhuldür. 
  • Francis dışında, gerek Türk kaynaklarında, gerekse İstanbul’un fethinde bulunmuş yabancı tarihçilerin eserlerinde Ulubatlı Hasan’dan bahsedilmez.
  • Şehirde kuşatma altında bulunan birisinin, o kargaşa esnasında surlara çıkan ilk kişiyi sağlıklı bir biçimde zikretmesi de pek mümkün değildir.
  • Mehter Marşları arasında yer alan Arif Nihat Asya’nın “Fetih Marşı”nda “Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan!” mısrası “Ulubatlı Hasan”ın varlığının bir kanıtı olamaz. Çünkü, günümüze ulaşan mehter marşlarının neredeyse tamamı 19. yüzyılın sonlarında ya da 20. yüzyılın başında İttihat Terakki döneminde, yani İstanbul’un fethinin 4,5 yüzyıl sonrasında kaleme alınmıştır.

Ulubatlı Hasan'a İlişkin Hurafeler
Fetih 1453 Filminden Ulubatlı Hasan Karakteri

 

Ulubatlı Hasan’ın Hayali Bir Şahsiyet Olduğuna Yönelik Tarihçilerin Yorumları

Ulubatlı Hasan’ın hayali bir şahsiyet olduğu iddiası günümüz tarihçilerince de desteklenmektedir:

  • İlber Ortaylı, Ulubatlı Hasan’ın varlığı hakkında “Ulubatlı Hasan hikâyesini yazanlar, son devir Bizans – Osmanlı tarihçileridir. Sancağı diken biri var mutlaka. Ama bu Ulubatlı değil. Kayıtlarda Ulubatlı Hasan yokyorumunda bulunmuştu.
  • Erhan Afyoncu da Truva’nın İntikamı adlı kitabının bir bölümünü Ulubatlı Hasan’ın aslında var olmadığına dair bilgilere ayırmıştı. Ayrıca, şu yorumda bulunmuştu: “Ulubatlı Hasan, dönemin kaynaklarında geçmez. 16. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış bir karakterdir. Sahte Francis olarak anılan ve daha sonraki tarihlerde Francis’in eserine geniş ilaveler yapan Melissinos’un yazdığı kitapta yer alır. Francis, İstanbul’un fethini canlı olarak yaşamış, 1401 ve 1477 tarihindeki hadiseleri anlatan bir kitap kaleme almıştır. Eğer Ulubatlı Hasan diye biri olsaydı onun eserini genişleten Melissinos değil, Francis kendisi yazardı. Fatih dönemi kaynaklarında surlara ilk çıkan kişilerle ilgili farklı bilgiler var. Arnavut devşirme Balaban Bey de onlardan biri. Osmanlı dönemi fetih kutlamalarında onun adı ön plana çıkarılıyordu. II. Meşrutiyet dönemi fetih kutlamalarında da onun adı vardı. Bu yüzden surlara ilk çıkan Ulbatlı değil, Balaban Çavuş’tur muhtemelen.” 
  • Prof. Dr. Necdet Öztürk de “Ulubatlı Hasan’ın varlığı yokluğu konusu zaman zaman gündeme geliyor. Dönemin Osmanlı kaynaklarını karşılaştırmalı olarak inceledim. Ulubatlı Hasan’a ya da kuşatma esnasında surlara bayrağı ilk diken kişiye dair bir bilgi yok. Fethi en ince ayrıntısına kadar anlatan Neşrî bile değinmez Ulubatlı Hasan’a. Geç dönemde ortaya çıkmıştır bu isim. Bu da sözlü kültür ile o güne ulaşmış ve kaynaklara eklenmiş olabilir. O yüzden, Ulubatlı Hasan yok demek de doğru değil. Meseleye şöyle yaklaşmak daha doğru olur: Mehmetçik deyince aklımıza ne geliyorsa Ulubatlı Hasan deyince de akla o gelmeli bana göre. Ulubatlı Hasan bilimsel olarak yok. Fakat toplum kültüründe var. Biz Ulubatlı’yı surlara bayrağı diken Mehmetçik olarak görüyoruz.ifadelerini kullanmıştı.
  • Prof. Dr. Abdülkadir Özcan, Ulubatlı Hasan’ın şahs-ı manevi olarak görmek gerektiğini belirtirken şu sözleri söylemişti: “Ulubatlı Hasan, bizim kaynaklarımızda ismi geçen bir şahsiyet değil. Sadece Francis adında bir tarihçinin yazdığı Bizans tarihinin ikinci nüshasında geçiyor. Bu nüshayı da Francis değil, başka biri yazmıştır. O yüzden bu bilginin kesin doğru olduğunu söyleyemiyoruz. Ancak Ulubatlı Hasan’ı inkâr etmenin de, gerçek bir karakter olduğunu söylemenin de bir manası yok bana göre. Çünkü o, fetih ile özdeşleşmiş. O bayrağı diken askerin adı olmuş. O nedenle şahs-ı manevi olarak görmek gerekiyor.
  • Prof. Dr. Feridun M.Emecen, Ulubatlı Hasan isminin ilk kez 1570lerde ortaya çıktığını ifade eder ve şu hususları belirtir: “Ulubatlı Hasan vardır ya da yoktur dememek lazım. Çünkü ihtilaflı bilgiler var. Osmanlı tarihi kaynaklarında sura ilk kimin çıktığına dair bir bilgi verilmiyor. Fakat Bihişti adında bir tarihçi var. O, kendi babası olan Süleyman Bey’in ilk defa İstanbul’a giren ordu kuvvetlerinin başında olduğunu söylüyor. Tacizade de, Edirnekapısı’na doğru olan gedikte gazilerin galip olup içlerinden 5-10’unun duvar üzerine çıkarak sancak diktiğinden ve onları gören herkesin bir anda içeri girdiğinden söz eder. Ulubatlı Hasan ismine ise geç tarihli bir dönemde Francis’e atfedilen büyük kronikte rastlıyoruz. O da Francis’in orijinal eseri değil. Daha sonra Mora’da bir başka kişi tarafından istinsah edilmiş nüsha. Eseri genişleten kişi bir duyum üzerine bu bilgiyi de eklemiş olabilir. Surlara bayrağı ilk diken kişi için daha geç tarihlerde Mustafa ve Balaban Ağa adında iki isim daha veriliyor. Ama Ulubatlı Hasan ‘var mı, yok mu’ diye hakkında kesin konuşamıyorsak bunlar için de konuşamayız.

Öte yandan, Hakan Yılmaz, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisinde yayınlanan makalesinde İstanbul’un fethinde surlara ilk bayrağa dikenin Alemdarı Ulubatlı Baba Hasan olduğunu öne sürmektedir. Yılmaz, Sfrancis’in rivayetiyle Ulubatlı Hasan isminin literatüre girdiğini, ancak bu kroniğin sahte olduğuna yönelik iddiaların isabetsiz olduğunu, Fatih’in Horhor semti yakınlarında Alemdar Ulubatlı Baba Hasan’ın ilginç kabrinin ve mescidinin bulunduğunu, burada bulunan ancak kaybolan kitabesinde yer alan detayların Ulubatlı Hasan’ın varlığını ispatladığını iddia etmişti(Hakan Yılmaz (2019). “Keşfedilen kabri, yıkılan mescidi ve Ulubat Gölü civârındaki köyünün vakfiyesi ışığında, Fâtih’in alemdârı, şehidler serdârı “Ulubatlı Baba Hasan””, Türk Dünyası Araştırmaları, Mart-Nisan 2019, Cilt 121, Sayı 239, sf. 383-404)

 

Ulubatlı Hasan’ın Bir Şahs-ı Manevi Olarak Kabul Edilmesi Gerekliliği

Aktarılan hususlar gözetildiğinde, Ulubatlı Hasan diye biri var ya da yok şeklinde kesin ifadeler kullanılmasındansa, Prof. Dr. Abdülkadir Özcan’ın da aktardığı üzere, fetihle özdeşleşen bu tarihi şahsiyete bir şahs-ı manevi olarak yaklaşmak gerekmektedir.

Önemli olan, İstanbul surlarına bir bayrağın dikilerek şehrin fethedilmiş olmasıdır. A ya da B kişisinin bayrak dikilişini ilk kez gerçekleştirmesi ya da şehre ilk girmesi değildir. Lâkin, tarih yazımımız ve okumamız biraz duygusal ve simgesel olduğu için bir ismi ön plana çıkarma temayülümüz var. Koskoca fetih operasyonunun hengamesi içinde surlara ilk çıkıp bayrağı diken kişinin tespiti için uğraşılmasının sebebi de budur. Başka herhangi bir fetih için bu gibi bir araştırma yapılmazken, İstanbul’un fethinin önemine binaen bu tarz eylemlere ve tartışmalara girişilir.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un Fethinin Ardından Şehre Topkapı’dan Beyaz At Üzerinde Girişini Gösteren Resim

Ulubatlı Hasan’a Dair Şehir Efsaneleri

Varlığı şüpheli Ulubatlı Hasan hakkında şehir efsaneleri uydurulmaktan geri kalınmaz elbette.

Dönem kayıtlarında hakkında hiçbir bilgi yer almayan Ulubatlı’yı Fatih’in tanıdığı ve Fatih’in “Eğer ‘Fatih’ olmak nasip olmasaydı Ulubatlı Hasan olmak isterdim!” dediği iddia edilir. Tabiki, bu sözün Fatih’in ağzından çıktığına dair yine hiçbir kaynak mevcut değildir. Hikayeci tarih yazımımızın diğer palavralarından biridir.

Bazıları ileri giderek, Ulubatlı’nın bayrağı sura diktiği anda aldığı ok ve kılıç yaraları nedeniyle şehit olmak üzere iken son anda karşısında Hz. Peygamber’i gördüğünü iddia ederler. Ulubatlı Hasan ölüm esnasında Sevgili Peygamberimizin kendisine, ”Ulubatlı gel!” diye çağırdığını görmüş. Ulubatlı Hasan’ın yağlardan yanmış yüzünün, Sevgili Peygamberimize kavuşmanın sevinciyle hala tebessüm ettiği söyleniyormuş. Bir diğer rivayette Ulubatlı Hasan son anında “aldığım yaralardan dolayı surlara yaklaştığımda iyice takatim kesilmişti. Hele bir aralık ayağımın altından bir taşta kayınca uçuruma yuvarlanacağım sırada “Efendim” diye Allah Rasülüne seslendim, ona sığındım. Birden bana doğru iki el uzandı. Beni düşmekten koruyan o iki el Allah Rasulünün elleriydi” demiş. Varlığı hakkında şüpheler duyulan bir kişinin ölmeden önceki son anını nasıl olduysa öğrenmişler demek ki (!). Kime nasıl anlattıysa artık…

Bir rivayete göre Fatih Sultan Mehmet Ulubatlı Hasan’a şehit olmadan önce ‘İstanbul sana değer miydi?’ diye sormuş, Ulubatlı Hasan da “Elek elek oldum Sultan’ım, ancak yine de sancağımı bırakmadım. Peygamber efendimiz de bizimle beraberdi” şeklinde yanıt vermiş.

Kimine göre ise Ulubatlı’nın son sözleri “Allah’ım, bu sancağı buradan indirtme” olmuş.

İstanbul’un fethinin 120 yıl sonrasında ilk kez bir tarihi kaynakta ismi yer alan Ulubatlı Hasan’ın mezarını bulduğunu iddia edenler de var. (TSK emeklisi Mustafa Malkoç’ın Takvim Gazetesi’nden Mevlüt Yüksel’e verdiği röportajda aktardığı hurafeye göre) Ulubatlı Hasan’ın Fatih Sultan Mehmet’in önüne geçmemesi için Fatih’in hocası Akşemsettin, “Hasan’ın cesedini alın, bir sur dibine gömün. Mezarı da belli olmasın” demiş ve böylelikle Ulubatlı Hasan Silivrikapı sur dışına gömülmüş.

Bir diğer hurafeye göre de zengin bir ailenin çocuğu olan Ulubatlı Hasan, Fatih Sultan Mehmet ile kılıç talimi yapmış. Hatta, Ulubatlı Hasan’ın Fatih’in kılıç hocası olduğunu iddia edenler bile var.

Hatırlanacağı üzere, Fetih 1453 adlı filmde de Ulubatlı Hasan, Fatih’in kılıç ustası ve fedaisi rolüne büründürülmüş ve Fatih’in top ustası Macar Urban’ın kızı Era ile de gönül ilişkisine girdirilmişti.

Fatih Sultan Mehmet Tablosu
Fatih Sultan Mehmet’e Ait Portre

Ulubatlı Hasan Hakkında Köşe Yazarlarının Yaptığı Hatalar

Hayal güçlerini kullanarak Ulubatlı Hasan’a ait hurafeleri üreten ve paylaşan, hiçbir kaynakta yer almayan bilgileri paylaşan yazarlardan tespit ettiklerimizi aktaralım:

Yavuz Bahadıroğlu Yeni Akit Gazetesi‘ndeki “Yalnız mısınız?” başlıklı 29 Ağustos 2013 tarihli yazısında Fatih’in Ulubatlı Hasan için “yerinde olmak isterdim” dediği hurafesine yer vermiş:

"Ulubatlı Hasan tek başına yürüdü biliyorsunuz, sonra yüzler ve binler takıldı arkasına; hamd sancağı bir fedakârın ellerinde burçlara dikilip feth-i mübin gerçekleşti… O feth-i mübin ile Ulubatlı öyle bir ebedileşip âbideleşti ki, Fatih Sultan Mehmed bile onu daima gıpta ile andı: “Yerinde olmak isterdik!”."

Elif Eki, Yeni Asya Gazetesi‘nde 29 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanan “Feth-i Mübîn” başlıklı yazısında Ulubatlı Hasan’ın son anına tanık etmişçesine Hz. Peygamber’i gördüğünü iddia edenlerden olmuş:

"29 Mayıs sabahı başlayan nihaî saldırı ile surlar yıkılmaya, burçlarda Osmanlı leventleri görünmeye başlar. Elinde sancakla burçlara ilk tırmanan Ulubatlı Hasan, üzerine atılan kızgın yağlara ve vücuduna saplanan onlarca oka aldırmadan tırmanmaya devam eder. Çünkü yukarda kendisini bekleyen Allah’ın Resulü (asm) “Gel, gel” demektedir."

Uğur Kepekçi, Yeni Mesaj Gazetesi‘ndeki “İstanbul’un Fethi ve Ulubatlı Hasan” başlıklı 29 Mayıs 2006 tarihli yazısında Ulubatlı Hasan’a bizzat Fatih’ten izin aldırmış:

"Ulubatlı Hasan, fetih günü ön saflarda yer almak ve İstanbul?a ilk girmek için bizzat Fatih Sultan Mehmet Han'dan özel izin isteyen yiğitlerden biridir."

Yeni Mesaj‘dan Akın Aydın, 25 Şubat 2012’deki “İman ile yapılan fetihle 12 milyon dolara yapılan fetih” başlıklı yazısında Ulubatlı’nın vücuduna saplanan okun sayısını verip, şehit olduktan sonra Fatih’in huzuruna naaşını götürüp Fatih’e aslında hiç ağzından çıkmayan vecizeyi söyletmiş:

 "Ulubatlı Hasan’ın vücuduna 27 ok saplanmıştı. Arkadaşları bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Fatih’in huzuruna götürdüler. Fatih, İslam’ın bu bahadır evladına dua ettikten sonra şöyle demiştir: “Ulubatlı Hasan’ım! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!” demişti…"

Vehbi Tülek, Türkiye Gazetesi‘ndeki “”Yeni Çağ”ın bayraktarı Ulubatlı Hasan” başlıklı 29 Mayıs 2008 tarihli yazısında Fatih’e hiç söylemediği sözleri söyletip, Ulubatlı’nın şehadet anını sanki yanındaymış gibi anlatmış:

"Ulubatlı Hasan yaralanmasına rağmen, arkadaşlarının surlara çıkmasına yardım etti. ... Nihayet diğer arkadaşları yanına gelmiş, Hasan'ın etrafına halka olmuşlardı. Sancağın artık emin ellerde olduğunu gören Hasan yüzünde mes'ud bir tebessümle ruhunu Rahman'a teslim etmişti. Kendisiyle birlikte surlara tırmanan arkadaşlarından 18'i de şehid olmuş, kalan 12'si sancağı düşürmemişti. Bu yiğit yeniçerinin son sözleri şunlar oldu: "Allah'ım, bu sancağı buradan indirtme." Çok genç yaşta şehitlik rütbesine erişen Ulubatlı Hasan'ın vücuduna 27 ok saplanmıştı. Arkadaşlan bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Padişahın huzuruna götürdüler. Fatih Sultan Mehmed Han, bu bahadıra dua ettikten sonra şöyle demiştir: "Ey mübarek şehid! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!""

Haber Vaktim’den Şevket Tandoğan, “Fetih Ruhu” başlıklı 29 Mayıs 2016 tarihli yazısında hiçbir kaynakta böyle bir bilgi yer almadığı halde, Uzun Hasan’ın fiziksel özelliklerini uydurarak aktarmış:

"Fakat düşmanın ok ve ateşinden ilerlemek mümkün olmuyordu. İşte tam bu sırada burma bıyıklı, yağız bir yeniçeri gürledi!!! Bu kişi Ulubatlı Hasan’dı"

Halil Elitok, Yeni Asya Gazetesi internet sitesinde yayınlanan 29 Mayıs 2007 tarihli “Fatih ve İstanbul” başlıklı yazısında Ulubatlı Hasan’ı, İstanbul’un fethinde söz konusu olup olmadığı belli olmayan Kerkoporta adlı kapıdan içeri sokmuş, son nefesinde de ne söylediğini duymuş gibi aktarmış:

"Ulubatlı Hasan en öne fırlamıştı. Şâhî topunun açtığı gedikten girip surlara tırmanmaya koyuldu. Oklar vücudunu delik deşik ettiği halde düşmüyordu. Sancağı dikti ve son nefesini verirken şunları söylüyordu: “Allah’ım, bu sancağı buradan indirtme.”"

Risale Haber’den Halil Dülgar “Fetihlerin Sultanı” başlıklı 29 Mayıs 2013 tarihli yazısında Ulubatlı’nın son sözlerine dair efsaneye yer vermiş:

"Son nefesini vermeden önce kahramanlar kahramanı Ulubatlı’nın son sözleri dudaklarından dökülür: “Allah’ım, bu sancağı buradan indirtme!”"

3 Yorumlar

  1. Osmanlıca Tercüme Reply

    “Ulubatlı Hasan’ın Kabri ve Tarihî Kimliği Ortaya Çıktı!

    Uzun zamandır bir “Fetih efsanesi” olduğu öne sürülen Ulubatlı Hasan’ın kabri ve gerçekten yaşamış biri olduğu kanıtlandı.Yeniçağ Tarihi uzmanı Araştırmacı-yazar Hakan Yılmaz’ın ortaya koyduğu tarihî kanıtlar,Fatih’in şehit sancaktarı“Baba Hasan”a ait Fatih’teki ilginç bir kabrin Ulubatlı Hasan’a ait olduğunu gösteriyor.

    Baba Hasan-ı Alemî” adıyla tanınan Sancaktar Hasan’ın kabri, Fatih’in Horhor semti yakınlarında, Kırma Tulumba Sokak’la Girdap Sokak’ın birleştiği köşede yer alıyor. Kabrin ilerisin de eskiden Hasan’ın adıyla anılan kısa minareli kârgir bir mescit de varmış. Ne yazık ki bu mescit, tarihî yarım adanın beş asırlık görüntüsünü değiştiren 1956 İstanbul Şehir planlamasında, açılan yola çok uzak kalmasına rağmen “Ahşap çatılı ve değersiz” olduğu gerekçesiyle yıktırılmış. Ulubatlı Hasan’ın kabir ve mescidinin bulunduğu mahalle fetihten bu yana “Alemdar (Sancaktar) Baba Hasan Mahallesi” olarak biliniyor ve kabri halk tarafından ziyaret ediliyormuş. Mescid arsası şimdi park alanı olmuşsa da, önünden geçen sokak hâlâ “Baba Hasan Camii” adını taşıyor.

    Kabirde yatan Alemdar Hasan’ın Ulubatlı Hasan olduğunu kanıtlayan en önemli delil ise, 1806’da tamir edilen kabrin yan duvarı üzerine yerleştirilen manzum kitabesi… Şimdi kaybolan ve elde yalnız fotoğrafı bulunan kitabe de,“Sıdkî” adlı şairin yazdığı beş beyitlik tarih manzumesinin ilk beyitlerinde, Hasan’ın burca çıkıp ilk Türk sancağını dikme ve şehâdete erme anları kendi dilinden şöyle özetleniyor: “Elimde ateş saçan kılıç, dilimde Settâr’ın nazmı (tekbir) / Ben oldum Fâtih’in o gün göz kamaştıran sancaktârı / Kahır pençemle, düşmanla Rüstem’ce ulu gazâ ettim / Kanlar içinde kalarak oldum Şehidlerin Serdâr’ı…”Şiirin “tarih”içeren en son mısrasında“Hasan”ın adı da açıkça geçiyor ve: “Ne devlet ki Hasan Baba’dır sekiz burcun sancaktârı” denilerek, onun İstanbul’un sekiz kara burcu arasına ilk Türk sancağını dikmekle,şehri fetheden askerler içinde en büyük devlete kavuştuğu belirtiliyor. Çağdaş kaynaklarda Hasan’dan sonraki ikinci sancağın dokuzuncu burca dikildiğini gösteren kayıtlar, kitabedeki bilgilerin otantikliğini açıkça gözler önüne seriyor.

    Kabir ve kitabe ortaya çıkmadan önce, Ulubatlı Hasan hakkında çağdaş Bizans tarihçisi Sfracis’in Büyük Kroniği’nde anlattıkları dışında hiçbir şey bilinmiyordu. Bu çağdaş kaynak, On dokuzuncu yüzyıl başlarında haksız gerekçelerle fetihten 120 yıl sonra yaşamış olan Makarios Melissinos’a atfedilmiş, Ulubatlı Hasan’ın da onun eklediği efsanevî bir karakter olduğu iddia edilmişti. Kitabedeki ilginç mısralar; Hasan’ın sağ elinde kılıçla burcun üzerine çıktığını, orada Bizans askerleriyle çatıştığını, kendisine has şiddetiyle düşmanlarını kaçırdığını, fakat sonunda atılan ok ve taşlar yüzünden kanlar içinde kalarak şehadete ulaştığını anlatan Sfrancis’in betimlemeleriyle tam olarak örtüşüyor ve metnin onun kaleminden çıktığını da kesinleştiriyor.

    Ulubatlı Hasan’ın kimliğine ışık tutan yeni tarihî bulgular yalnız bunlarla sınırlı değil. Yılmaz’ın tespitlerine göre, Ulubatlı Alemdar Hasan Ağa’ya Fatih’in babası II. Murad tarafından 1425 yılında Ulubat Gölü’nün doğusunda yer alan Kızılcıklı, şimdiki adıyla Hasanağa Köyü birkaç köyle birlikte vakfedilmiş ve başkent Edirne’de, Çöke yakınlarında bir köy de bunlara ilâve edilmiş. Edirne’deki bu köyün adı da Bursa’dakine benzer şekilde şimdi Hasanağa adını taşıyor. Vakıf belgesi şimdi Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Hasanağa köyünde, soyundan gelen bir ailenin elinde bulunuyor. Alemdar Baba Hasan kuşatmaya katılmadan önce hem Bursa’da, hem de Edirne’de vakıflar kurmuş ve her iki şehirde camii, mektep, zaviye, hamam… gibi hayır eserleri yaptırmış. Yılmaz, arşiv belgelerinde Baba Hasan’ın İstanbul’daki oğullarının adlarının, Bursa ve Edirne’deki Hasanağa köylerinde de aynen ortaya çıkmasının her iki Hasan’ın aynı kişi olduğunu kanıtladığına dikkati çekiyor.

    Vakfiyede Ulubatlı Hasan Ağa’nın yüksek bir devlet adamı olduğuna işaret edilirken,“İslâm sancağının dikicisi” olduğuna da göndermede bulunulmuş. Hatta Edirne’de yaptırdığı camii ve türbe alanı da, bu nedenle daha o dönemde“Alemdar Mahallesi” adıyla anılır olmuş. Ne var ki Alemdar Baba Hasan, altmış yaşının üzerindeyken katıldığı İstanbul kuşatmasında, Fatih’in teşvikiyle Otuz kişilik bir grupla birlikte burcun üzerine çıkıyor ve bunlardan on sekiziyle birlikte burçtan aşağıya düşerek şehit oluyor. Kitabeye göre sur dibinde, insan ölüleri ve yüksek taş kümeleri altında kaybolan bedeninin bir süre nerede olduğu bulunamamış. Nihayet yeri rüyada birine gösterilmiş ve oradan çıkarılıp şimdiki kabir alanına nakledilmiş.

    Hasan’dan Sicill-i Osmanî yazarı Mehmed Süreyya da açıkça söz etmiş veonun II. Murad’ın son zamanlarından beri “Sekbanbaşı” iken, İstanbul’un fethi sırasında şehit olduğunu kaydetmiş. Bu önemli bilgi onun Fatih’in sancağını Topkapı burcuna son anda, onun emektar eski bir sancaktarı olarak diktiğini göstermiş oluyor.

    Bu tespitler yalnız Ulubatlı Hasan’ın kabrini ve ilginç yaşam öyküsünü aydınlatmakla kalmıyor; özellikle fetihte “Sekbanbaşı” olduğunu gösteren son bilgi, şimdi kabrinin biraz yukarısında yatan ve “İlk fetih şehitleri” olarak anılan “On sekiz Sekbanlar”ın da, onunla birlikte surlara çıkan ve aşağı düşürülerek şehit olan ilk On sekiz şehit olduğuna ışık tutuyor.”

    (Bugün Gazetesi, 21.05.2019)

    Konu ile ilgili Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan bir başka haberin linki:

    http://www.milliyet.com.tr/baba-hasan-aga-ulubatli-hasan-mi–gundem-2872509/

  2. Bu yazıyı okurken gerçekten keyif aldım. Yazarın açıklayıcı üslubu ve ilgi çekici örnekleri sayesinde konuyu daha iyi anladım.

  3. Anahtar Kelime Araştırması Nasıl Yapılır? Reply

    Bu yazıyı okurken gerçekten etkilendim. Yazarın açıklayıcı üslubu ve örnekleriyle desteklenen analizi gerçekten takdire şayan.

Yorumunuzu yazınız...