Sovyet Rusya Lideri Josef Stalin’in Türkiye’den Toprak Talebinde Bulunmadığı İddiası Asılsız

Yanlış İddia

 

İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) lideri Josef Stalin’in Türkiye’den toprak talebinde bulunmadığı, bu yönde bir belge bulunmadığı uzun yıllardır öne sürülen bir iddia (Örneğin Yalçın Küçük, toprak talebi iddialarının büyük oranda Feridun Cemal Erkin tarafından Türkiye’nin ABD ve NATO safında yer almasının sağlanması amacıyla uydurulduğunu öne sürmüştür (Yalçın Küçük (2003). Türkiye Üzerine Tezler, 1908-1998-2. Yaylacık Matbaası. Sf: 304-315).

Stalin Rusyasının Türkiye’den toprak ve üs talebinde bulunduğu iddiasına yönelik bir resmî belge olmadığı, iddianın Türkiye’nin Atlantik kanada kaymasını sağlamak adına uydurulduğunu öne süren (güncel) paylaşımlardan bir örnek şöyle sunulabilir:

“Stalin’in Türkiye’den toprak talebi yok. Sovyet arşivleri açık, dedikodu yerine tarayın… Bu yalan Amerikancı bürokrat Feridun Cemal Erkin ile Selim Sarper’e ait. Sovyetler Boğazlar’ı birlikte savunalım der, o da Nazi silahlarının geçişine izin verildiğinden örtülü uyarıdır!”

 

stalinin türkiyeden toprak talebi yok

 

Ancak iddianın aksine 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyasına karşı galip gelen Sovyet Rusya’dan yetkililer 17 Aralık 1925  tarihinde imzalanan ve her beş yılda bir yenilen Türk-Rus Dostluk Anlaşmasını yenilememiş ve Türkiye’ye yönelik bazı hak taleplerinde bulunmuştu. Bu talepler arasında en dikkat ve tepki çekenleri Boğaz’da ortak üs inşası ve 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılan Kars ve Ardahan’dı (Vladislav M. Zubok (2007). A Failed Empire The Soviet Union In The Cold War From Stalin to Gorbachev. The University of North Carolina Press. Chapel Hill. Sf: 37-39).

Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav M. Molotov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e 20 yıldır yürürlükte olan Türk-Rus Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nın artık sürdürülemeyeceğini bildirmiş ve akabinde Türkiye’ye 19 Mart 1945 tarihli bir nota vermişti (Nasrullah Uzman (2018). “II. Dünya Savaşı Sonrasında Sovyet Talepleri ve Türkiye’nin Tepkisi“. Akademik Bakış. Cilt 11. Sayı 22. Yaz 2018). 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Rus Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nın 7 Kasım 1945 tarihi itibariyle yürürlükten kalkmasına neden olan notanın içeriği şu şekildeydi:

“17 Aralık 1925’te akdedilen Türk-Sovyet Dostluk ve Bitaraflık Muahedesinin meriyet müddetinin hitamının yaklaşması münasebetiyle Sovyet Hükümeti Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne aşağıdaki hususatı beyan şeref kesbeyler. Sovyet Hükümeti, Sovyet ittihadı ile Türkiye arasındaki dostane münasebetlerin idamesi işinde 17 Aralık 1925’te akdedilen Türk-Sovyet Muahedesi’nin kıymetini takdir etmekle beraber, bahusus II. Dünya Harbi esnasında vukua gelen derin değişiklikler münasebetiyle işbu Muahede’nin artık yeni şartlara uymadığını ve ciddi bir surette iyileştirilmeye muhtaç olduğu lüzumunu müşahede etmektedir. Yukarıdaki maruzata binaen Sovyet Hükümeti, mezkûr muahedenin ve merbutların feshi şeklini tespit eden 7 Kasım 1936 Protokolü ahkâmı mucibince işbu muahedeyi feshetmek arzusunda bulunduğunu Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne beyan eder.”

 

Potsdam Konferansı’nın 23-24 Temmuz 1945 tarihli oturumlarında Boğazlar üzerindeki Rus taleplerinin Türkiye’yi endişelendirdiği ve Rusya’nın Boğazlar meselesini Türkiye ile birebir halletmek yönündeki isteğini İngiltere’nin tasvip etmediğini belirten Birleşik Krallık temsilcisi Başbakan Winston Churchill’e SSCB Dışişleri Bakanı Molotov, Rusya ile ittifak isteğinin Türkiye’den geldiğini, Rusya’nın da şart olarak bir “sınır tahsisi” talebinde bulunduğunu iddia etti. Sınır tahsisinin Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesi halinde sağlanacağını, söz konusu bölgenin 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’yla Rusya’dan sökülüp alındığını ileri sürmüştü (Nasrullah Uzman (2018). age’den Fahir Armaoğlu (1988). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Ankara. Sf: 415-416).

Sovyetler’in Türk Boğazları geçiş rejimiyle ilgili değişiklik istekleri resmi olarak 8 Ağustos 1946 ve 24 Eylül 1946 tarihlerinde Türkiye’ye verilen iki notayla dile getirilmişti.

8 Ağustos 1946 tarihli notada Sovyetlerin Boğazlara ilişkin talepleri şu şekilde idi (Cumhuriyet ve Vatan gazeteleri, 14 Ağustos 1946):

  1. Boğazlar bütün memleketlerin ticaret gemilerinin geçişine daima açık olmalıdır.

  2. Boğazlar Karadeniz devletlerinin harp gemilerinin geçişine daima açık olmalıdır.

  3. Karadeniz’de sahili bulunmayan devletlere ait harp gemilerinin Boğazlardan geçmesi, hususi surette derpiş edilen haller müstesna memnudur.

  4. Karadeniz’e girmek ya da Karadeniz’den çıkmak için tabii suyolu olan Boğazlara müteallik rejimin tesisi Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahili bulunan diğer devletlerin salahiyeti dâhilinde olmalıdır.

  5. Boğazlarda ticari seyrüseferin serbestîsini ve Boğazların güvenliğini temin hususunda en fazla alakadar ve bunu icraya en kadir olmaları sıfatıyla Türkiye ve Sovyetler Birliği, bu Boğazların Karadeniz’de sahili bulunan devletler aleyhine diğer devletler tarafından kullanılmasının önüne geçmek için bunların müdafaasını müşterek vasıtalar ile temin ederler.”

 

sovyet notasına cevabımız
(Cumhuriyet, 14 Ağustos 1946)

 

Sovyetler 24 Eylül 1946 tarihli notalarıyla da Boğazların müşterek müdafaa edilmesi gerektiği yönündeki görüşlerini ve üs taleplerini yinelemişti.

16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’yla ilgili dönemde 1945 yılına nazaran güçsüz durumdaki Rusya’dan sökülüp alındığını savunan Sovyet temsilciler Türk-Ermenistan-Gürcistan sınırı boyunca diğer toprak anlaşmazlıkları bulunduğunu öne sürüp Kars ve Ardahan’da hak talep etmişti (Ancak bu talepler bir diplomatik nota ile resmiyete dökülmemişti).

16-26 Aralık 1945 tarihleri arasında düzenlenen Moskova Konferansı marjında 19 Aralık 1945 tarihinde saat 19.10’da Kremlin Sarayı’nda gerçekleşen Josef Stalin ve Dışişleri Bakanı Vyacheslav Molotov’un kabul ettiği İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin ve beraberindeki heyetin katılımıyla gerçekleşen toplantıya ilişkin tutanaklarda da Sovyetlerin Boğazlar, Kars ve Ardahan üzerindeki taleplerine dair atfın yer aldığı tespit edilmiş vaziyette.

Sovyetlerin hak taleplerine ilişkin gerçekleştirilen bir çalışmada, arşiv vesikalarında Sovyetler’in resmî olarak Türkiye’den toprak talep ettiğini gösteren bir kayda rastlanamadığı, buna karşın Sovyetler’in yazıya dökmemelerine rağmen ittifak antlaşması karşılığında Türkiye’den toprak talep ettikleri konusunda şüphenin bulunmadığı belirtilmiş, büyük olasılıkla Sovyet talepleri olgunlaştıktan sonra resmi yazışmanın söz konusu olacağı, Türkiye’nin sert tepkisi ve toprak konusundaki uzlaşmaz tutumunun ikinci aşamaya olanak tanıdığı değerlendirmesi paylaşılmıştır (İsmail Köse (2019). “Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazlarıyla İlgili Talepleri: 1945-1946 Notaları“. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. Cilt 74. No. 4. Sf: 1125 – 1148).

Sovyet merkezî idaresinin talimatıyla Gürcü ve Ermeni yetkililer ve akademisyenler de Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına yönelik hak taleplerini dile getirmişti (Vladislav M. Zubok (2007). age).

Örneğin, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden tarihçi profesörler S. Canaşia ve N. Berdzenişvili’nin  mektuplarını içeren 20 Aralık 1945’te Pravda ve İzvestiya adlı Moskova merkezli gazetelerde yayımlanan “Türkiye’den Haklı İstemlerimiz” başlıklı yazıda Gürcü toprağı olduğunu iddia ettikleri Giresun, Gümüşhane ve Bayburt’a kadar uzanan coğrafyanın Sovyet Gürcistan’a iadesini talep ettikleri Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına yönelik amaçlar şöyle aktarılmıştı (Pravda Gazetesi, 20 Aralık 1945’den Tarih ve Toplum Dergisi. Ekim 1987. Sayı: 46. Çeviren: Mehmet Özata):

“Gürcü halkının 1920’de ve 1921 yılının başlarında yaşadığı o zor dönemde, Türkler, daha önce aldıkları en eski çağlardan beri Gürcülerin olan topraklara ek olarak, Gürcü topraklarından olan Ardahan’ı, Oltu’yu, Artvin’i ve Batum’un güney bölgesini alarak kendi topraklarına kattılar. Sovyet halkının faşist Almanya’yla yaptığı Büyük Anayurt Savaşı sırasında, gerçekte Alman saldırganlarının yanında yer alan Türkiye, yeniden topraklarımıza göz dikti. Bu konuda Türk basını açık açık yazdı. Türkiye, gönüllü olarak bir kez daha emperyalist Almanya’nın hizmetine girerek, Anti-Hitler Koalisyonu’na zarar vermiş oldu. Ya biz? Gürcü halkının, Birleşmiş Milletler’in kutsal davasına ne gibi katkılan olabileceğini, dünyaya hatırlatmamız gerekli mi? Gürcü halkı, hiçbir zaman vazgeçmediği ve vazgeçemeyeceği topraklarını geri almalıdır. Bununla şu bölgeleri, yani Ardahan’ı, Artvin’i, Oltu’yu, Tortum’u, İsgira’yı, Bayburt’u, Gümüşhane’yi, Trabzon’u, Giresun’u, yani Gürcistan’dan alınan toprakların yalnızca bir bölümünü oluşturan Doğu Lazistan’ı amaçlıyoruz.”

 

büyük gürcistan toprak talebi haritası

 

Türkiye’nin 1918’de Rusya’nın zayıf olduğu bir zamanda Kars ve Ardahan’ı kendisine terk etmeye mecbur bıraktığı iddiası Sovyet Profesör V. Khvostov, Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Sekreteri Grigori Arutinov ve Canterburry kilisesi rahiplerinden Hevlett Johnson gibi bazı isimlerce de dile getirilmişti (Nasrullah Uzman (2018). age). (Tanin, 29 Haziran 1945, 4 Şubat 1946, 7 Şubat 1946, 13 Mart 1946).

 

Tanin 29 Haziran 1945
Tanin, 29 Haziran 1945

 

tanin 4 subat 1946
Tanin, 4 Şubat 1946

 

tanin 7 subat 1946
Tanin, 7 Şubat 1946

 

tanin 13 mart 1946
Tanin, 13 Mart 1946

 

Sovyetler ile Boğazlar ve Kars-Ardahan konusunda yaşanan kriz esnasında Moskova’da Basın Ataşesi olarak görev yapan Memduh Tezel tarafından 1947 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye gönderilen raporda; Sovyetler’in Kars ile Ardahan’ı istedikleri, Boğazlar meselesinde ise Türkiye’yi kendi taraflarında tutmayı arzuladıkları, Stalin’in Türkiye ile bozulan ilişkilere kızarak Dışişleri Bakan Yardımcısı Gürcü Dekanozof ile Ankara Büyükelçisi Vinegradov’u azlettiği, Sovyetler’in Türkiye ile ABD arasındaki sıkı ilişkiden rahatsız olduğu fakat buna kendilerinin sebebiyet verdiklerini de itiraf ettikleri belirtmiştir (İsmail Köse (2019). age’den Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde kayıtlı rapor: CA, 05.12.1947/2/13-16.9455-12).

Montrö ile Boğazlar üzerindeki, Brest Litovsk, Moskova ve Kars Antlaşmaları ile Kars ve Ardahan üzerinde ülkemizin egemenliğini kabul eden Rusya’nın Türkiye’den toprak ve üs talebinde bulunduğu dönemin devlet yetkilileri tarafından dile getirilmişti.

2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1971 yılında TRT’de yayınlanan (damadı) Metin Toker’e verdiği demeçte Stalin’in taleplerine şöyle değinmişti:

Metin Toker: Hocam! 1945 Mart’ında Avrupa’da harp sona ermek üzerindeyken, Türkiye savaş ateşinden uzak kalabilmişti. O günlerde siz Cumhurbaşkanıydınız ve Milli Şef olarak ülkenin kaderine kudretle hakimdiniz. O günler, Türkiye için, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, nasıl bir dış politika düşünüyordunuz

 

İsmet İnönü: O günler Mart’ın kaçı? 1945 Mart’ı. Daha Japonya düşmeden evvel. O günler Rus orduları ilerliyordu, harbin sonu kesin olarak belli olmuştu. Sovyet Rusya’nın müttefikler arasındaki itibarı en yüksek seviyedeydi. İki, ufukta iki mesele vardı. Sovyet Rusya ilerledikçe, bütün komşularının kendisine dost olmasını prensip olarak ilan etmişti, ona göre bütün devletler birbiri arkasına Rus nüfusuna giriyorlardı. Ancak buna şeyi de eklemek lazım. Sovyet Rusya’nın itibarının geleceği daha yüksekti. Çünkü Japonya düşmemişti. Amerika’nın kafasında bir Japonya sürekli harbine karşı Sovyet Rusya’nın iştirakı hayati bir menfaat sayılıyordu, Roosevelt bu fikirdeydi. Bu şartlar altında, iki ihtimal görüyorduk. İlki, Sovyet Rusya ilerledikçe, Avrupa karıştıkça yeni meseleler çıkacak ve müttefikler arasında münakaşa başlayacak. Bunlar benim gördüğüm ihtimaller. Bunlar arasında bizim vaziyetimiz tekrar çok (?..)leşecek. Sovyet Rusya’nın bize böyle talepler süreceğinden haberimiz yoktu ve ihtimal vermiyorduk. Ancak yeni meseleler olacak, yeni gruplaşmalar çıkacak, bizler tekrar aklımız başımızda olarak gruplar arasında vaziyet almayalım, harbe girmeyelim, bu kanaat bana hakimdi. Düşündüğüm tedbir, Sovyet Rusya’yla ve karşısındaki Anglosakson kutbuyla ayrı ayrı ittifak yapmak. Bu ittifak, birine diğeri harbe tutuştukları zaman, bir tarafla beraber olmak için değil, onlar arasında yeni bir müsademe çıktığı zaman tarafsız kalmayı ikisine şimdiden taahhüt ettirmek üzerineydi. Bu politikayı takip etmeye başladım. Bu politikaya Sovyet Rusya’yla başladım, başarıyla ilerledi, neticeye varmak üzereydik.

 

Metin Toker: Hocam! Bu politikanın bugün tarafsız diye bilinen ülkelerin tatbik ettiği politikayla farkı ne olacaktı?

 

İsmet İnönü: Benim düşündüğüm tarafsızlık politikasının, bugünkü tarafsız grupların politikası ile benzer hiçbir tarafı yok. Ben iki tarafla müttefik olmayı, bizim tarafsızlığımız üzerinde müttefik olmayı ve onları taahhüde sokmayı tasavvur ediyordum

 

Metin Toker: Hocam! Bu tasavvurun gerçekleşmesini engelleyen ne oldu?

 

İsmet İnönü: Bu tasavvurun gerçekleşmesini engelleyen, Sovyet Rusya’yla başladığımız ve çok ümitli bir tarzda cereyan eden müzakerenin Mareşal Stalin ve Molotof hükümeti tarafından öne sürülen taleplerle kökünden ve tamamen ortadan kalkması olmuştur. Bu tasavvurdan eser kalmadı. Bu tasavvuru engelleyen sebep, Mareşal Stalin ve Molotof hükümetinin Türkiye üzerinde hiç beklenmeyen ve hiç tahmin edilmeyen talepler ileri sürmesi oldu. 

 

Metin Toker: Bu tasavvur ortadan kalktı?

 

İsmet İnönü: Müzakere bitti, onun yerine tarafsızlığı bırak, sulh içinde yaşamak tehlikeye düştü, canımızla başımızla memleketi müdafaa etmek çabasına düştük. Bundan sonra Sovyetler durdular ve Avrupa içinde ihtilaflar baş gösterdi ve Potsdam’da bizim meseleyi münakaşa ettiler.

 

Metin Toker: Hocam! Stalin niçin böyle bir teşebbüste bulundu zannedersiniz?

 

İsmet İnönü: Hazır bir muvaffakiyet zannetti, bununla nasyonalist olarak, emperyalist olarak, en eski Rus imparatorlarından gelen bütün emelleri tahakkuk ettirmişti, bir Türkiye kalmıştı, onu da tahakkuk etme hevesine düştü. Fakat talepleri ileri sürüldüğü zaman hafife alınmadı. Müttefik muhitler, harpten kamilen yorgun çıkmış olan ve Rus itibarının en yüksek bulunduğu zamanda, Moskova’da kendi aralarında görüşürken “Eyvah! Bir memleket daha demir perde arkasına gitti!” diyecek kadar mukavemeti güç görmüşlerdir ve Rusya maksadına erecek zannetmişlerdir. Bunu ben tahmin etmiyorum, sonradan Mösyö Harriman’ın ağzından işitmiştim. Sonradan bizim reddimizi işittikleri zaman, “Dünyada böyle bir memleket var mıymış?” diyecek kadar hayrete düşmüşlerdir.

 

Metin Toker: Stalin bütün emellerine nail oldu, bir Türkiye’de başarısızlığa uğradı. Bunun izahı nedir?

 

İsmet İnönü: Bunun izahı hadiselerle bir bir meydana çıkmıştır. Tabii ilk başında bizim kesin olarak memleketimizi müdafaa etme kararımızda olduğumuzu kimseye tereddüt vermeyecek surette meydana çıkmasıdır. İlk sebep budur. Demek ki bu talepleri bize kabul ettirmek için ilk surette Türkiye’yi harp ederek yenmek lazımdı. Sovyet Rusya’nın hiç muharebe etmeksizin bütün memleketleri bir biri arkasına dize getirdiği bir devrede, harp ile emel temin etmek ilk fark olacaktı, bunu göze almak istemiyorlardı. Kendi aralarında ne sebepler olduğunu tahmin etmeye çalışmak beyhudedir ama bu daha sonradan tarihlerde bu tarzda nitelenmiştir. Bunun yanında biz kendisi mahvedilmesi istenen memleketin müttefiklerle yani Amerika’yla ve İngiltere’yle müttefik olmamızı, bunu onlara kabul ettirmek bir mesele olacaktı. Nitekim Potsdam’da Stalin suale maruz kaldığında gayet sade bir surette “Türkiye bizden ittifak talep etti, biz de onun bedelini söyledik, mesele bundan ibarettir” diyerek sade bir alışverişe bağlayarak çıkmak istedi. Hakikat şudur ki, harp etmeden bu olmayacaktı, bunu göze alacak durumda değildi türlü sebeplerle. Bağlı olduğumuz müttefiklerden Rusya’dan başkası bizim böyle bir haksızlığa uğramamıza müsait olmadılar.

 

https://www.youtube.com/watch?v=2YjErqIF1Kc

 

27 Ekim 1965 – 26 Mart 1971, 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977, 21 Temmuz 1977 – 5 Ocak 1978 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten İhsan Sabri Çağlayangil, AP Grup Başkanı unvanıyla dahil olduğu heyetin SSCB ziyaretinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi Birinci Sekreteri Nikita Kruşçev’in Kars ve Ardahan’da toprak ile Boğazlarda üs talebinin Stalin tarafından istendiğini, fikrin ise Lavrentiy Beria’ya ait olduğunu söylediğini anılarında şöyle aktarmıştı (İhsan Sabri Çağlayangil (1990). Anılarım. Güneş Yayınları. İstanbul. Sf: 314):

“Kremlin’de konuşuyoruz. Sovyetler’de Kruşçev devri. Sohbet sürüyor. Kruşçev babacan bir insan. Konuşmanın bir yerinde şöyle diyor:

 

‘Benim çocukluğumda sizin mandalinalarınız, lokumunuz, Kayseri pastırmanız gelirdi buralara. Komşuluğumuz son derece yakın ve iyi ilişkiler içinde sürerdi. Şimdi bir Amerika tutturdunuz gidiyorsunuz. Vazgeçin şu Amerika’dan bizim yanımıza gelin size onlardan daha çok yardım edelim. Bunu istemezseniz o zaman tarafsız kalın. Yok o da olamaz NATO’dan çıkamayız derseniz bize de bu kadar kapanmayın. Kültür ve ekonomi alışverişi yapalım. Ticareti artıralım.’

 

Biz de kendisine şu cevabı verdik:

 

‘Siz bizden Kars’ı istediniz, Ardahan’ı istediniz, Boğazları kontrol altına almak istediniz. Biz de bu yüzden NATO’ya girdik. Mecbur olduk.’

 

Kruşçev güldü:

 

“Sizden Kars’ı Ardahan’ı istemiyoruz. Böyle bir şey, bugün için yok. Bunları Stalin istedi. Bu fikir de Stalin’in fikri değil, Beria’nındı. O da göreceğini gördü. Görüyorum ki o zaman Rusya’yı yöneten Stalin’in bu dediğine inandınız. Haklısınız. Şimdi de Rusya’yı ben yönetiyorum. Benim söylediklerime neden inanmıyorsunuz? Ben Stalin’e karşıyım. Kendisini hiç sevmem. Stalin beş milyon kişiyi öldürmüştür. Ama itiraf ederim ki onun yerinde o tarihte ben olsaydım, ben de başka bir şey yapamazdım. Siz de Rus olsanız, aynı biçimde düşünürdünüz. Koca Rusya denizsiz mi kalacak? Türkiye Çanakkale ve Karadeniz Boğazları üstüne oturmuş. Benelux ülkeleri Baltık denizinden Skajerak Boğazı’nı kontrol ediyor. Rusya’yı hapis etmişsiniz. Bize de senenin pek çok ayında buzlarla kaplı alan Arkanjel limanı kalmış. O zaman Rusya elbette sıcak denizlere inmek isterdi. Boğazlarda gözü vardı. Şimdi öylemi ya? Şimdi nükleer çağ başladı. ABD’den düğmeye basınca 14 dakika sonra Moskova yok. Rusya’dan düğmeye basarsınız 14 dakika sonra Washington yok. Strateji değişti. Boğazlara sahip olmanın önemli bir rolü kalmadı.”

 

Recep Peker 14 Ağustos 1946 tarihinde hükümet programı sunumunda yaptığı konuşmada Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçiliğinin 8 Ağustos 1946 günü Dışişleri Bakanlığımıza sunduğu notadaki taleplere şöyle değinmişti:

“Sovyetler Birliği Ankara Sefareti sekiz Ağustos günü Dışişleri Bakanlığına bir nota tevdi etmiş ve Sovyetler Birliği bakımından boğazlar rejiminde arzu edilen tadillerin ne gibi esaslardan ibaret olduğunu izah eylemiştir.

Bu esaslar şu beş noktaya dayanmaktadır:

1 Boğazlar bütün memleketlerin ticaret gemilerinin geçişine daima açık olmalıdır.

2. — Boğazlar Karadeniz Devletlerinin harb gemilerinin geçişine daima açık olmalıdır.

3. — Karadenizde sahili bulunmıyan Devletlere ait harb gemilerinin Boğazlardan geçmesi, hususi surette derpiş edilen haller müstesna, memnudur.

4. — Karadeniz’e girmek ve Karadeniz’den çıkmak için tabiî su yolu olan Boğazlara mütaallik rejimin tesisi Türkiye’nin ve Karadeniz’de sahili bulunan diğer Devletlerin salâhiyeti dâhilinde olmalıdır.

5. — Boğazlarda ticari seyrüseferin serbestisini ve Boğazların güvenliğini temin hususunda en fazla alâkadar ve bunu icraya en kadir olmaları sıfatiyle Türkiye ve Sovyetler Birliği, işbu Boğazların Karadeniz’de sahili bulunan Devletler aleyhine diğer Devletler tarafından kullanılmasının önüne geçmek için bunların müdafaasını müşterek vasıtalariyle temin ederler. (Asla, asla sesleri ve umumi alkışar).

Dikkatli bir incelemeye tabi tutulmuş olan bu Sovyet notası hakkında Hükümetimiz tetkiklerini bitirdikten sonra noktai nazarını ifade edecektir.

Şurasını şimdiden söyliyebilirim ki biz bu raeseelde Milletlerarası mukavelelerin hükümlerine de bağlıyız. Ve herşeyin üstünde olarak kendi toprak bütünlüğümüzü ve hükümranlık haklarımızı mahfuz tutmağa mecburuz. (Sürekli ve umumi alkışlar). Bu, bizim için değişmez esastır…”

 

recep peker sovyetler birliği notası

 

Bahse konu oturumda Erzincan vekili Behçet Kemal Çağlar ise Sovyetler Birliği’nin taleplerine şöyle tepki göstermişti:

“Her çare ve tedbir öne sürüldükçe tenkitlerimizi etraflıca kıyasıya bildirmek fırsatını bulacağız. Bu cihetleri ozamanlara bırakarak beyannamede’ belirtilen haricî siyasetimiz üzerinde daha doğrusu Rusyanın notası üzerinde duracağım.

 

Siyasî notaların nezaketli dili konuşadursun milletçe cevabımız şimdiden hazırdır: Biz ya istiklâl, ya ölüm demiş milletiz.

 

Türkiye, toprağı pazarlık edilemez. Türk için toprak, alınır verilir mal değil korunulacak namustur. Nezaketli notaların kadife eldiveni içinden uzanan el, yurd bütünlüğümüze millet bağımsızlığımıza kasdediyorsa, biz o eli sıkınayız. Notayı verenlere bir bakıma teşekkür ederiz: Gerçek Türk partilerini ve zihniyetlerini bir safta birleştirmiş oldular. Hükümet cevabını hazırlıya dursun. İşte, şimdiden notanın üst istiyen beşinci maddesine cevap olarak 19 milyon: hançereden bir hançer keskinliğile tek ses yükseliyor: Hayır! Türkten canı istenir; toprağı istenmez. (Umumi alkışlar).”

 

TBMM Başkanı Kâzım Karabekir ise 20 Aralık 1945 tarihli Meclis oturumunda Kars ve Ardahan’a yönelik taleplere ilişkin sert bir dille şu uyarıda bulunmuştu (TBMM Zabıt Ceridesi. Dönem: VII. Cilt: 20. 15. Birleşim. 20 Aralık 1945. Sf: 259-260):

“… Kars yaylasına hâkim olmak demek, Anadolu’yu istila etmek için pusuya yatmak demektir. Kars yaylasına hâkim olmak, demek, Dicle ve Fırat’ın boyunca, Akdeniz ve Basra Körfezine inen yolların tepesine hâkim olmak demektir. Kars yaylası oralara inecek büyük seli tutan biricik settir. Boğazlar; milletimizin hakikaten boğazıdır. Oraya el saldırtmayız. Fakat şunu da bilmelidir ki; Kars yaylası de millî bel kemiğimizdir. Kırdırırsak yine mahvoluruz. Rus komşularımızı idare eden yüksek kimseler bilirler ki biz İstiklal Harbi’ne hangi şartlar altında girdik. Tek bir müttefikimiz mi vardı? Bütün cihana hâkim olan galip devletlere karşı istiklal davasına atıldık, ölüm bir kere olur dedik. Sonuna kadar çarpışırız Tek bile kalsak son dağın başına çekilir de kendimize orayı mezar yaparız dedik. Hâlbuki bugün iş bu kadar kötü değildir. Benim temennim bir Türk Milletvekili olarak, Rus dostluğunu birinci derecede yapmış, muahedelere bağlanmış, Hükümetime bu suretle vazife görmüş bir insan sıfatı ile dilerim ki eski Çarlık düşmanlığı bir kere hortlamasın. Bu dostluk asla bizim tarafımızdan bozulacak değildir. Eğer bozulursa, cihan yıkılmaya kadar düşmanlık sürüp gidecektir. Bundan Türk çok zarar görecektir, fakat Rus dostlarımızda, yine o zaman kendilerinin de ağzından defalarca işittiğimiz gibi, çok zararlar görecektir… …Eğer Ruslar bizden yer istemekte ısrar ederlerse hiç şüphe yoktur ki dövüşeceğiz; fakat istikbal bize olduğu kadar kendileri için de karanlık olur. Cihan yıkılmaya kadar ve tek bir Türk kalıncaya kadar varımızı, yoğumuzu ortaya koyarak uğraşacağız. Paramızı dişimizden tırnağımıza kadar silahlanmaya sarf edeceğiz. Bu takdirde iki taraf ta hayattan, beşeriyetten, medeniyetten nasibini alacak değildir. Burada son sözümü söylerken, Rus komşularımıza, Rus dostlarımıza bir cümle daha ilâve etmek yerinde olur: Türk dostluğu Ruslara da kuvvet verir. Türklere güvensinler. Fakat Türk dostluğunun yolu da ancak milletimizin iradesinin tecelli edebileceği bu Büyük Millet Meclisi’nden ve onun kurduğu Devlet manzumesinden geçer.

 

İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin ise 21 Şubat 1946 tarihinde Avam Kamerası’nda yaptığı konuşmada; Türkiye ile Sovyet Rusya arasında bir sınır sorununun çıkmasını teessüfle karşıladıklarını belirtmişti. “İngiltere, Rusyaya Türkiyenin peyk devlet olmasını istemediğini belirtti” manşetiyle 22 Şubat 1946 tarihinde Cumhuriyette yayımlanan haberde Bakan Levin’in Avam Kamarasındaki sözleri şöyle aktarılmıştı:

“Mr. Bevin Bugün Avam Kamarasında söylediği nutkunda Türkiyeden bahsederek bunun Ortaşark ihtilafında ağır basan bir mesele olduğunu anlatmış, bu meseleyi Moskovada bahis mevzuu ettiğini açığa vurmuş ve tamamile bir sinir harbi manzarasını gösteren bu hudud ihtilafından dolayı İngiliz hükümetinin endişede olduğunu bildirmiştir.

Mr. Bevin sözlerine devamla demiştir ki:

– Nazarı dikkate alınacak iki nokta vardır: Boğazlar meselesile iki il meselesi.

Türkiye ile Rusya arasındaki hudud bir fatih tarafından değil, fakat geçen harbde mağlub bir Türkiye ile tüylerini kaybetmiş bir Rusya tarafından çizilmiştir. Binaenaleyh bunun cebren kabul ettirilmiş bir hudud olduğu söylenemez. Irk bakımından da bu hududda halka arasında o kadar değişiklikler olmuştur ki millî meseleler bahis mevzuu olamaz.

Boğazlar ayrı bir mesele teşkil eder. Büyük Britanya Montreux mukavelesinin tadilini tetkike hazırdır. Ancak milletlerarası su yolları hususunda bazı prensipleri gözönünde tutmak lazımdır. Nasıl ki Almanya mağlub bulunduğu müddetçe Skajarak meselesini ortaya atmak yersiz olur. Çünkü bu geçit Baltık denizine giren ve bu denizden çıkan bütün milletler için serbesttir. …”

 

cumhuriyet 22 subat 1946

 

Türkiye Cumhuriyeti ile SSCB arasındaki bu gerginlik konusunun gündemden düşmesi ise 5 Mart 1953 tarihinde Joseph Stalin’in ölümüyle sağlandı. Stalin’in ölümünden sonra göreve gelen yeni Sovyet hükümeti İstanbul ve Çanakkale ile Boğazları Kars ve Ardahan üzerindeki hak iddialarını sahiplenmedi ve bu yönde bir nota iletildi (Robert M. Slusser, Jan F. Triska (1959). A Calendar of Soviet Treaties, 1917-1957, 1917. Cilt. Stanford University Press).

 

stalin josef
Josef Stalin

 

Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov 30 Mayıs 1953 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisini davet ederek, Moskova Hükümeti’nin ikili ilişkileri geliştirmek istediğini ve II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Boğazlarla ile Kars ve Ardahan’la ilgili taleplerinden vazgeçtiğini bildirmişti (Türkkaya Ataöv (1959). Amerika Türkiye ve NATO. İleri Yayınları & Cemil Hasanlı (2011). Stalin ve Türk Boğazları Krizi, 1945-1953. Lexington Books). 30 Mayıs 1953 tarihli bu görüşmede Sovyetler Birliği yönetimi Türkiye’den herhangi bir toprak talebinin bulunmadığını açıklamıştı (Vefa Kurban (2014). “1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki İlişkiler“. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi. XIV/28. 2014/Bahar. Sf: 253-282’den V. Andreev, “Dokument Bolşogo Znaçeniya”, Pravda, 16 Mart 1956, No:76).

 

molotov-30-mayis-1953
Sovyet Rusya Dışişleri Bakanlığınca 30 Mayıs 1953 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi’ne sunulan (Türkiye’den üs ve toprak isteminde bulunulduğunu doğrulayan, toprak istemlerinden vazgeçildiğini bildiren) metin
Görsel: Cengiz Akıncı

 

Geçmişte yapılan taleplerin açıkça beyanı niteliğindeki 30 Mayıs 1953 tarihli Sovyet notası metni şu şekildeydi (Vatan. 18 Temmuz 1953) (Baskın Oran (2001). Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar. 1. Cilt. İletişim. Sf: 512) (Türkkaya Ataöv (2006). Amerika, NATO ve Türkiye. İleri Yayınları. Sf: 191-192):

“Son zamanlarda Sovyetler Birliği’nin komşu devletlerle ilişkileri meselesi ile meşgul olan Sovyet hükümeti, diğer meseleler arasında Sovyet-Türk ilişkilerinin durumuna da dikkat çevirmiştir. Bilindiği gibi, 1925 tarihli Sovyet-Türk muahedesinin süresinin sona ermesi ile ilgili olarak, Sovyet-Türk ilişkilerinin tanzimi meselesi birkaç sene evvel iki devlet temsilcilerinin resmi görüşmelerinde mevzubahis edilmişti. Bu görüşmelerde Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye karşı bazı toprak iddiaları ve aynı veçhile Sovyet hükümetinin, Sovyetler Birliği’nin güvenliğine Karadeniz Boğazları cihetinden gelebilecek tehdidin bertaraf edilmesine müteallik mülahazaları da yer almış bulunuyordu. Türkiye hükümeti ve içtimai mahafili bunları teessürle karşılamış ve bu da Sovyet-Türk ilişkileri üzerine tesirini göstermekten hali kalmamıştı.”

“İyi komşuluk ilişkilerinin korunması ve barış ve güvenliğin güçlendirilmesi namına Ermenistan ve Gürcistan hükümetleri Türkiye’ye karşı toprak iddialarından sarfı nazar etmeyi mümkün telakki etmişlerdir. Boğazlar meselesinde Sovyet hükümeti bu mesele hakkında eski noktaı nazarını yeniden gözden geçirmiştir ve Sovyetler Birliği’nin boğazlar cihetindeki güvenliğini Sovyetler Birliği için olduğu gibi Türkiye kabule şayan şarlar altında temin etmeyi mümkün addetmektedir. Bu suretle, Sovyet hükümeti Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı hiçbir toprak iddiasının olmadığını beyan eder.”

SSCB’nin bu notasına Türkiye Cumhuriyeti de 17 Temmuz 1953 tarihinde şu nota ile yanıt vermişti (Kemal Baltalı (1959). 1936-1956 Yılları Arasında Boğazlar Meselesi. Yeni Desen Matbaası. Sf: 170):

Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı hiçbir toprak iddiasında bulunmadığını mübeyyin Sovyetler Birliği hükümetinin beyanatını memnuniyetle kaydeder. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu beyanatta atıf yapılan iyi komşuluk münasebetlerinin idamesi ve barış ve güvenliği sağlamlaştırma arzusu Türkiye’nin daima beslediği ve beslemeye devam edeceği arzuya tamamen tekabül ettiğini beyan eder. Boğazlar meselesinin, Sovyetlerce de malum olduğu veçhile, Montrö mukavelesi ahkamına tabi bulunduğunu Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu münasebetle tebarüz ettirmek ister.”

 

1890’dan 1986’ya kadar süren asırlık hayatında, aralarında son Rus çarıyla Lenin, Stalin, Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov’un da bulunduğu tam 11 yöneticiyle çalışan ve Stalin’in ardından SSCB’nin iki numarası olarak tanınan Dışişleri Bakanı Molotuv’un şair ve yazar Feliks Çuyev’e verdiği söyleşide de bu hususa değinilmişti (Feliks Çuyev (2007). Molotov Anlatıyor Stalin’in Sağkoluyla Yapılan 140 Görüşme. Yordam Kitap. Sf: 104-106):

Açıkça görülüyordu ki hassas noktasına dokunulmuştu. Molotov canlandı; siyaset adamının gözleri coşkuyla parlıyordu.

 

– Üstelik ona açıkça da söylemiştim [Molotov burada her kelimenin ilk hecesini tekrar ederek hafifçe kekelemeye başlıyor].

 

Savaşın bitiminde Türklerden Çanakkale’nin kontrolünü bize bırakmalarını talep ettik.Buna yanaşmadılar, müttefiklerimiz de desteklemedi. Bizim hatamız bu oldu. Bizim fikrimize göre Stalin her şeyi meşruiyet çerçevesinde, BM çizgisinde yapmak istiyordu. Donanmalarımız oraya vardığında İngilizler çoktan orada gardlarını almış durumdaydılar… Orada bir beceriksizli­ğimiz oldu. 31.07.1972; 15.08. 1975.

 

Boğazların denetimini Türkiye’yle ortaklaşa yapmamız gerektiğini ileri sürmüştüm. Bu fikir aslında çok iyi bir fikir değildi ama bana verilmiş olan görevi başarmam gerekiyordu. 1945’de, savaş bitince, bu sorunu masaya getirdim: Boğazlar, Sovyetler Birliği ve Türkiye’nin koruması altında olmalıydı. Bu yersiz ve gerçekleştirilmesi imkansız bir öneriydi. Stalin’in büyük bir politikacı olduğuna inanıyorum, fakat o da bazı hatalar yaptı.

Sovyet ordusunun kazandığı zafere dayanarak böyle bir dü­zenlemeyi önerdik. Ancak bunun kabul edilemez bir şey oldu­ğunu biliyordum. Aslında bu bizim yapmış olduğumuz bir hata. Öte yandan, Türkiye sosyalist bir devlet olsaydı eğer, ortaklaşa denetim söz konusu olabilirdi. 24.07.1978.

 

Türk toprakları üstünde hak talebimiz vardı. Konuyu Gürcü bilim adamları ortaya attılar. Hem de beceriksizce. Boğazları, Türklerle birlikte korumak… Milyukov, Boğazlar hakkında sürekli konuşurdu. Rus generaller de … Karadeniz’den bir çıkış kapısı!

Bu başarılamadı. Çanakkale’ye girebilseydik her şey farklı olurdu.28.08.1982.

 

Hayatının son yıllarında Stalin, ölçüyü biraz kaçırmıştı; şöyle ki dış politikada ben Milyukov’un talep ettiği şeyi isternek zorunda kaldım: Çanakkale! Stalin: “Haydi! Bastır! Ortaklaşa egemenlik teklif et…” diyordu, ben: “Bunu kabul etmeyecekler! -Sen gene de ısrar et! “ 30.09.1981.

 

Boğazlar sorununu da halletmek gerekiyordu. Neyse ki zamanında vazgeçmişiz yoksa bu bize karşı saldırgan ortak bir koalisyona dönüşebilirdi.

Aynı zamanda Azerbaycan, İran egemenliğindeki topraklarda hak iddia etti. Biz topu ortaya attık ama kimse bizi desteklemedi. Ek olarak Batum’a sınır bir bölgeyi de talep ettik çünkü bu Türk toprağında eskiden Gürcüler yaşıyordu. Azeriler İran’ın Azeri kısmını almak istiyorlardı, Gürcüler de Türkiye’nin Gürcü bölgesini. Ağrı’yı da Ermenilere vermek istiyorduk. O dönemde bu tür toprak talepleriyle ortaya çıkmak zordu. Geçmişte Çar yönetimi Rusya sınırındaki topraklara el koymuştu. Bizim çok dikkatli davranmamız gerekiyordu ama her şeyden önce bu yö­netimlerin de gözünü korkutmamız lazımdı.

Stalin’in ölümünden sonra Dışişlerine yeniden girdim. Girer girmez Kore savaşını sona erdirmeye yönelik bir öneri hazırladım. O sırada gelinen durumda bu savaş hiçbir işimize yaramıyordu. Bizi bu çatışmaya sürükleyen Korelilerdi. Stalin Kore’nin birleşmesi ulusal sorununa kayıtsız kalamayacağımızı söylemişti. 21.10.1982.

 

molotov anlatıyor

molotov anlatıyor

molotov anlatıyor

 

(soL Portal’da 4 Kasım 2008’de yayımlanan “Stalin Kars ve Ardahan’ı İstedi mi?” başlıklı yazısında) “Stalin’in 1945’te Kars ve Ardahan’ı istediği iddiası kanıtlanmamış bir iddiadır” görüşünü savunan akademisyen Candan Badem sürdürdüğü araştırmalar neticesinde Stalin’in Türkiye’den bu yönde bir talepte bulunduğunu şöyle aktarmıştı:

Aradan geçen yedi yılda Rusya, Ermenistan ve İngiltere arşivlerinden yeni bilgilere ve belgelere ulaştım. Ermenistan devlet arşivi 1945-46 yıllarında Erivan ile Moskova arasındaki resmi yazışmaların bir kısmını yayımladı. (Bkz. Natsionalnıy Arhiv Armenii, Armeniya i Sovetsko-Turetskie Otnoşeniya v Diplomatiçeskih Dokumentah 1945-1946 gg, pod red. Armana Kirakosyana, (Erivan: Tigran Mets, 2010).Azerbaycanlı antikomünist tarihçi Cemil Hasanlı’nın kitabında da (Türk Sovyet İlişkileri 1939-1953, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2011) yine Rusya ve Azerbaycan arşivlerinden önemli bilgiler var. Bütün bunlar ve Feliks Çuyev’in Molotov’la söyleşileri (Molotov. Poluderjavnıy vlastelin. Moskova: Olma Press, 2002) ışığında şimdi yeniden özet bir değerlendirme yapmanın zamanıdır.

 

1) Sovyet hükümetinin Türkiye’den resmen toprak talebine dair bir notası ortaya çıkmamıştır. Ancak Türkiye’den yazılı talep olmasa daStalin’in ve o zamanki Sovyet dışişleri bakanı Molotov’un Türk diplomatlarıyla ve Batılı müttefiklerle olan çeşitli görüşmelerinde Boğazlarda ortak üs kurma talebi ile Kars, Ardahan, Artvin üzerindeki Gürcistan ve Ermenistan SSC’lerinin “sınır düzeltme” taleplerinin gündeme geldiği anlaşılıyor.

 

1921’de TBMM’nin Moskova büyükelçisi olan Ali Fuat Cebesoy’un anılarından ve Sovyet arşiv kaynaklarından anlaşıldığına göre Moskova Antlaşması’nın Türk tarafının isteğine epeyce uygun bir şekilde imzalanmasında Stalin’in özel bir rolü olmuştur. Bu antlaşma ile Sovyet Rusya’nın Türkiye lehine (Batum haricinde) sadece 1914 öncesi sınırlarına çekilmeyi değil, 1877 öncesi sınırlarına geri çekilmeyi kabul etmesi ve hatta çarlığın ta 1828’de İran’dan almış olduğu Sürmeli (Iğdır) kazasını dahi Türkiye’ye bırakması ve Nahcıvan’ı Azerbaycan’a bağlaması milliyetçi Ermeniler tarafından Ermenistan’ın çıkarlarının feda edilmesi olarak görülmektedir. İşte 1945’te Stalin bundan pişman olmuş görünüyor. Nitekim Molotov, Türk büyükelçisi Selim Sarper ile görüşmesinde Sovyet hükümetinin o zaman zayıf olduğu için taviz verdiğini ancak şimdi bu haksızlığı gidermenin zamanı geldiğini söylemiş ve Polonya’yı örnek göstermiştir.Polonya 1920’de işgal ettiği Belarus ve Ukrayna topraklarını geri vermeyi kabul etmişti. Ne var ki Polonya örneği yersizdi çünkü Polonya Sovyet Rusya’yla savaşmış, Türkiye ise savaşmamıştı.

 

Savaştan galip çıkan Sovyet önderliği savaş boyunca alttan alta Alman yanlısı politika izlemiş olan Türkiye’den Kars, Ardahan ve Artvin yöresini alarak bu toprakları isteyen Gürcistan ve Ermenistan cumhuriyetlerini memnun etmek istemiştir. Molotov’un dediğine bakılacak olursa o Stalin’e “vermezler” demiş, Stalin ise “sen talep et” demiştir. Açıktır ki Stalin aşırı bir özgüvenle hareket etmiş ve gerçekçi davranmamıştır. Türkiye’den toprak talebi sonuçta Türkiye’yi daha fazla ABD’ye yakınlaştırmaktan başka bir sonuç vermemiştir.

 

Cengiz Özakıncı da Sovyetlerin üs ve toprak taleplerinin resmî mahiyette olduğu değerlendirmesini paylaşmıştı:

“İki görüş var birbirini yadsıyan. Hiç böyle bir talep yoktu diyenler. Vardı da o yüzden NATO’ya girdik diyenler. Daha önce bu konuya değindik ve bizim belgelere dayanarak söylediğimiz şey şuydu: Böyle bir talep var. Rusya Türkiye’den Boğazlar’da ortak üs ve Kars ile Ardahan’da toprak talebinde bulundu. Fakat Türkiye’nin NATO’ya girmesi bundan dolayı değildi dedik. Çünkü Türkiye, İngiltere ve Amerika’yla yani NATO’nun babalarıyla henüz Sovyetler Birliği böyle bir talepte bulunmadan önce antlaşmalarla bağlanmıştı. Fakat bir üçüncü görüş şu: İstedi ama resmen istemedi. Lafla istedi lafta kaldı. Şimdi bu da farklı bir görüş. Çünkü artık taleplerin Sovyetler Birliği’nin böyle bir talepte bulunduğu o kadar yadsınamaz bir şey ki bunun Türkiye’de herhangi bir eksen kaymasına yol açmayacağını yorumlamak istiyorlar. …  Bunlar hep sözlüydü yazılı değildi resmi değildi diyorlar. … Sovyetler Birliği 1917 Ekim Devriminde bile istedi. … Talepler resmî değildi diyenler için söylüyorum. Burada Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den Kars Ardahan ve Boğazlar’da birlikte kontrol üs talebinin 1953 yılında vazgeçtiğine ilişkin deklerasyonunda bakın ne geçiyor. Molotov, Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı diyor ki ‘vaktiyle Türklerle yaptığımız official talks’ta (resmi görüşmelerde) taleplerimiz olmuştu. Neymiş talepleri? Kars ve Ardahan ve Boğazlar’da ortak denetim. İşte bu taleplerimizden vazgeçiyoruz diyor 1953’te yani her şey olup bittikten sonra. … Resmi değildi lafını İnönü söylüyor. Neden söylüyor biliyor musunuz? Onların isteğini ben de yazılı hale getirirsem onlara geri dönüş fırsatı tanımamış olurum diye. Yani taleplerinden geri dönüş kapısı açık kalsın diyerek Türkiye Cumhuriyeti ben onu resmi olarak kabul etmiyorum diyerek aslında hakikaten resmi olan bir talebi ben resmi kabul etmiyorum diyerek Sovyetler Birliğine bu taleplerinden geri dönme kapısını açık bırakıyor. Bir jest yapıyor yani Türkiye Cumhuriyeti Sovyetlere.”

 

 

Yorumunuzu yazınız...