Ömer Seyfettin’in Kimsesiz / Sahipsiz Bir Şekilde Vefat Ettiği, Otopsisi Sırasında Başının Kesildiği, Başsız Defnedildiği ve Cesedinin Kadavra Olarak Kullanıldığı İddiası Gerçeği Yansıtmıyor

Yanlış İddia

 

Cahit Sıtkı Tarancı’nın Dante’den telmihle imgeleştirdiği ömrünün ortasında yaşamını yitiren bir yazarın ölümünün ardındaki hakikati aktaracağız bugün.

 

ömer seyfettin inci dergisi
İnci adlı derginin 1920 Mayıs sayısının kapağında Ömer Seyfettin (Kaynak: Taha Toros Arşivi)

 

101 yıl önce bugün henüz 36 yaşındayken vefat eden Türk öykücülüğünün en önemli isimlerinden Ömer Seyfettin (1884- 6 Mart 1920) hakkında yapılan birçok haberde “cenazesine sahip çıkan kimse bulunmadığından cesedi kadavra olarak kullanılan ve başı vücudundan ayrılmış bir şekilde gömülen” talihsiz biri olarak lanse edilir.

 

ünlü yazarı kadavra yaptılar

 

Ömer Seyfettin’in hazin hikayesi” ya da “Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan Ünlü Yazarımız Ömer Seyfettin’in Hazin Hikayesi” gibi başlıklarla gerçeği saptırarak aktaran anlatı şu şekilde:

Şeker hastası olmuştu ve daha kötüsü bu maraz hızla ilerliyordu. Fakat bundan ne kendisinin ne de o devir doktorlarının haberi vardı.

 

Olamazdı da zira o zamanlar diyabet ve insülin dünyada bile bilinmiyordu. Her doktora gittiğinde şekerin yaptığı eklem ağrıları için romatizma tedavisi uyguluyorlar ve çıkarken sıkı sıkı tembihliyorlardı: “Aman azizim bol bol portakal, madalina ye, üzüm hoşafı iç” diye.

 

Böyle diye diye 23 Şubat 1920’de yazarı bir daha kalkmamak üzere yatağa düşürdüler. Ve Ömer Seyfettin 6 Mart’ta Haydarpaşa Hastanesi’nde “Ah Selanik!” diye inleye inleye son nefesini verdi. Nümayiş gibi kalabalık ve öfkeli bir cemaatin huzurunda cenaze namazı kılındıktan sonra Kuşdili’nde Mahmud Baba haziresinde toprağa verildi. Cenazesinden bugüne iki hatıra kaldı. Birincisi, Mahmud Baba haziresinin üzerinden yol geçeceği veya araba garajı yapılacağı gerekçesiyle mezarı kaldırılacak ve 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledilecekti. Vefatından 19 yıl sonra kemikleri Asya’dan Avrupa’ya nakledildi.

 

İkinci ve en acısı, vefatından sonra cenazesi kimsesizlerin cenazeleri gibi Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırılmış ve orada görevli Sivaslı bir hademe tarafından karnı yarılarak otopsisi yapılmıştı. Kadavrasının fotoğrafını ise kütüphane memuru çekmiş, etrafında toplananlar ilgisiz nazarlarla fotoğrafçıya bakmışlardı. Halbuki önlerinde yatan edebiyatımızın usta kalemlerinden birinin cenazesiydi. Bu ayıp bize yeterdi.

 

Bir ikincisini yetiştiremediğimiz Ömer Seyfettin sahipsiz ve yapayalnız ölmüş, cenazesi hastanede kesilip biçilmiş ve arkadaşları bundan çok sonra haberdar olabilmişlerdi. İnanmayan Yusuf Ziya Ortaç’ın Bir Varmış Bir Yokmuş: Portreler adlı kitabındaki ilgili bölüme baksın.

 

 

ömer seyfettin ölüm hikayesi
Ömer Seyfettin’in vefatının ardından kimsesiz kaldığı, naaşının kadavra olarak kullanıldığı ve defnedildiğine dair hatalı bilgileri içeren anlatım

 

Peki hakikat nedir?

Tüm hikâye Ömer Seyfettin’in ölümü ardından hastalığının belirlenmesi amacıyla cesedine uygulanan otopsinin fotoğrafı üzerine inşa edilmiştir.

 

ömer seyfettin otopsi
Sol altta “Muhterem Ömer Seyfettin Bey” notunu taşıyan otopsi fotoğrafı ve ilgili bir açıklama

 

Ömer Seyfettin hakkında en detaylı araştırmayı yapmış olan Tahir Alangu Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan 545 sayfalık Ömer Seyfettin-Ülkücü Bir Yazarın Romanı adlı biyografi kitabında yazarın ölümüne dair de en detaylı bilgileri derlemiştir. Onun yazdıklarından ve dönemin tanıklarından hareketle yazarın ölümü ve sonrasında yaşananlara dair gelişmelere bakmak için 1920 yılına dönelim:

Ömer Seyfettin’in yakın arkadaşı Ali Canip’in günlüğünde 23 Şubat-6 Mart 1920 tarihlerinde artan hastalığı ve hastalık süreci günbegün aktarılır.

23 Şubat 1920 şiddetli baş ağrısı yaşayan yazara öncelikle nevralji teşhisi konur. 27 Şubat 1920 Cuma tarihinden sonra günlüklerden Ömer Seyfettin’in baş ağrısının kısmen dindiğini fakat “ellerini parmaklarını ovuşturduğunu” öğreniriz. Arkadaşlarına, parmaklarındaki damarların çatlayacak kadar gerildiğinden şikâyet eder. Ağrıları devam eden yazarı 28 Şubat 1920’de Doktor Neşet Ömer Bey’in (Atatürk’ün ölümüne değin hekimliğini üstlenmiştir) evine götüren Ali Cânip, muayene sonrasında Ömer Seyfettin’e “nevralji ile romatizma karışık” teşhisi konduğunu anlatır. Aynı gün bilincini de yitiren yazar evini tanımaz, nerede olduğunu anlayamaz ve anlamsız cümleler kurar. 29 Şubat ve 1 Mart tarihlerinde ateşi de yükselmeye başlayan ve halüsinasyonlar gören Ömer Seyfettin’i Ali Cânip yalnız bırakmaz.3 Mart tarihinde fenalaşan yazar, 4 Mart 1920’de doktorun tavsiyesiyle fakülteye götürülür. 5 Mart’ta kendisi de çok yorgun düşen Ali Cânip evinde dinlenir. 6 Mart tarihinde hastaneye gider. Ömer Seyfettin’in bilinci yarı açık, ateşi oldukça yüksek halde (39,2) bulur.

6 Mart 1920 Cumartesi günü öğleden sonra saat 13.30’da Haydarpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinin Akil Muhtar Bey idaresindeki tedavi kliniğinde hayata gözlerini yumar (Tahir Alangu eserinde yer verdiği bu notları, Ali Cânip’in günlüğünden çıkardığı (23 Şubat-6 Mart 1920 tarihleri arası) “Ömer’in Ölüm Hastalığına Dair Notları” Sayı 21, 9 Mart 1922, s. 2-3 yazısından almıştır).

 

ali canip ömer seyfettin notları

 

ali canip ömer seyfettin notları

 

ali canip ömer seyfettin notu

 

ali canip ömer seyfettin

Ali Cânip’in günü güne tuttuğu notlarından

 

Ömer Seyfettin’le ilgili kayıtlarda 15 Şubat tarihinde başlayan şikayetlerinin gittikçe arttığını ve 23 Şubat’tan sonra yatağa düştüğünü görüyoruz. Nevralji ardından beyin romatizması teşhisi konan yazarın ölümünden sonra yapılan otopside şeker hastalığına tutulduğu ve bu yüzden öldüğü anlaşılır. Burada sözü Tahir Alangu’ya devretmekte fayda var (Alangu, Tahir (2020). Ömer Seyfettin. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. s. 486):

“Son günlerinde yanında ancak ablası bulunuyordu, babası ise daha önce ölmüştü. Bundan dolayıdır ki, Haydarpaşa Tıp Fakültesinde yapılan otopsisinde, ancak öğrenciler ve asistanlar bulundular. İdrarı tatmak suretiyle şeker hastalığının teşhisi, eskiden beri yapılagelen bir şeydi. Ama şekerin çoğalmasından hangi etkenlerin rol oynadıkları bilinmediğinden, bu hastalığın tedavisi de 1924 yılına kadar mümkün olmamıştı.”

Otopsisiyle şeker hastası olduğu anlaşılan Ömer Seyfettin’e Ali Cânip’in aktarımıyla son anına kadar mandalina ve portakal verilmiştir.

6 Mart tarihinde ölümü sonrasında yapılan otopsisinin ardından 7 Mart 1920 Pazar günü öğleden sonra saat 1’de, aydınlar, arkadaşları ve gençlerden oluşan bir cemaatin katıldığı törenle son yolculuğuna uğurlanmıştır.

 

seyfettin ömer

 

Kayıtların ve dönemin gazetelerinin haberlerine bakıldığında Ömer Seyfettin’in bedeninin kadavra yapıldığına dair bir ize rastlanmaz (Vakit gazetesi “Tedfin Merasimi” 8 Mart 1920 / Alemdar gazetesi “Ömer Seyfettin de Öldü?” 8 Mart 1920). Yapılan işlem hep otopsi olarak belirtilir. Yine aktarımlar onun kimsesiz bir cenaze olmadığını kanıtlar. Hastalığı sırasında ve vefatı sonrasında arkadaşları ve ablası onu yalnız bırakmamıştır. Ölümü ardından yazılan yazılarda da bunun izlerine rastlamak mümkün (“Tedfin Merasimi” Vakit gazetesi, 8 Mart 1920 / Halit Fahri Ozansoy “Ömer Seyfettin de Öldü” 8 Mart 1920 / Ali Kemal “Peyam-ı Eyyâm” Peyam-ı Sabah. 8 Mart 1920 / Falih Rıfkı “Ocağın Talihi” Akşam gazetesi. 9 Mart 1920).

7 Mart 1920’de aydınlar, öğrencileri ve Askeri Tıbbiye öğrencilerinin omuzları üzerinde taşınarak Kuşdili Çayırı’ndaki Mahmutbaba Mezarlığı’nda toprağa verilen Ömer Seyfettin’in cenaze törenine katılan Halit Fahri Ozansoy, defin sürecini şöyle aktarmıştır (Halit Fahri Ozansot (1967). Edebiyatçılar Geçiyor. Türkiye Yayınevi. İstanbul. Sf: 63):

“Cenazeyi hastaneden kaldırmış, tozlu ve güneşli bir yoldan Kadıköyüne doğru yollanmıştık. Daha Haydarpaşa rıhtımını geçerken, kalabalık cenaze alayındaki dostlar, gözlerinin yaşlarını kurutmuşlar, Ömerin hâtıralarını, bilhassa eğlenceli fıkralarını birbirlerine anlatarak gülüşmeğe başlamışlardı. Her fıkranın anlatılışı arkasından da: — Ah canım Ömer! Ölmemeli idi! —Yamandı vallahi ! — Hani hatırlarsın ya, bir gün de, Türk Ocağında… Gibi cümleler birbiri arkasına zincirleniyor, sanki Ömerin cenazesi değil, neşesi, nükteleri ve cinasları mezara uğurlanıyordu. Nihayet Kuşdili çayırının tâ nihayetindeki Mahmut Baba türbesi kabristanına varıldı. Ömerin mezarı, bu kabristanın Söğütlüçeşme yolu üstündeki duvarı tarafında açılmıştı. Cenaze indirildi, gömüldü, toprakları doldurulup duaları tamamlandı ve sıra nutuklara geldi…Başka kim ne söyledi hatırlamıyorum, yalnız Celâl Sahir oldukça heyecanlı bir sesle büyük hikâyeciden bahsetti ve sözlerini, Ömerin kendine lâyık mezarı yapılmak ve taşı dikilmek için arkadaşlarından yardım beklendiği noktasına getirerek bağladı.”

İnternette yaptığımız araştırmalarda Ömer Seyfettin’in ölümüne dair yazılarda dikkat çeken husus Derin Tarih dergisinde yayımlanan bir yazıdan sonra paylaşımların arttığı ve abartılarak, dezenformasyona uğradığı yönünde.

“Kadavrası Ortada Kalmıştı! Ömer Seyfettin’in Bilinmeyen Hikâyesi” başlığıyla Derin Tarih dergisinin Temmuz 2014 tarihli 28. sayısı, ünlü yazarın ölümüyle ilgili haberlerin yapılmasına, videoların hazırlanmasına, yanlış teşhisin kurbanı olan yazarın ölümünün birçok sosyal medya kullanıcısının gündeme taşımasına sebep olmuştur. Bu durum akıllara George Orwell’in “Bugün çağımızın özelliği, tarihi doğru bir şekilde yazmanın mümkün olduğu fikrinin terk edilmiş olmasıdır.” sözünü getirir.

İfadeler bazen direkt Ümit Bayazoğlu’na dayandırılırken kimi zamansa kaynak belirtilmeksizin Bayazoğlu’nun cümleleri kullanılır. Ömer Seyfettin’in otopsi masasındaki fotoğrafıyla hikâyeleştirerek anlattığı Ömer Seyfettin yazısının son bölümü büyük ses getirmiş ve görünen o ki birçok medya kuruluşu onun 8 sayfalık yazısının son sayfasını haberleştirmiştir (Bayazoğlu, Ümit (2014) “Ömer Seyfettin’in Bilinmeyen Hikâyesi” Derin Tarih. 28, s. 93):

“Cenazesinden bugüne iki hatıra kaldı. Birincisi, Mahmud Baba haziresinin üzerinden yol geçeceği veya araba garajı yapılacağı gerekçesiyle mezarı kaldırılacak ve 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledilecekti. Vefatından 19 yıl sonra kemikleri Asya’dan Avrupa’ya nakledildi.

 

İkinci ve en acısı, vefatından sonra cenazesi kimsesizlerin cenazeleri gibi Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırılmış ve orada görevli Sivaslı bir hademe tarafından karnı yarılarak otopsisi yapılmıştı. Kadavrasının fotoğrafını ise kütüphane memuru çekmiş, etrafında toplananlar ilgisiz nazarlarla fotoğrafçıya bakmışlardı. Halbuki önlerinde yatan edebiyatımızın usta kalemlerinden birinin cenazesiydi. Bu ayıp bize yeterdi. Bir ikincisini yetiştiremediğimiz Ömer Seyfettin sahipsiz ve yapayalnız ölmüş, cenazesi hastanede kesilip biçilmiş ve arkadaşları bundan çok sonra haberdar olabilmişlerdi. İnanmayan Yusuf Ziya Ortaç’ın Bir Varmış Bir Yokmuş: Portreler adlı kitabındaki ilgili bölüme baksın.” 

 

Yusuf Ziya Ortaç’ın Bir Varmış Bir Yokmuş: Portreler kitabının ilgili bölümüne baktığımızda yazarın ölümüyle ilgili olarak şu aktarımına rastlarız:

“… Hasta olduğunu duymuştuk. O kadar… Ölüm, Ömer Seyfettin’le yan yana getiremeyeceğimiz tek düşünceydi. Ama bir sabah, Celâl Sâhir’in Ayasofya’da toprak sokaktaki evinde sanat konuşmalarıyla geçirdiğimiz güzel bir gecenin puslu sabahında, Sâhir, o solgun, o ince yüzü balmumulaşmış, hıçkırarak odama girdi:

 

– Ömer ölmüş!

 

Bana: ‘Sen ölmüşsün’ deseler bu kadar şaşmaz, bu kadar ürpermezdim.

 

Hastalığını, otuz dokuz yıl önceki hekimliğimiz – ne hekimliği?! – Tıp Fakültemiz anlayamamıştı.

 

Şimdi biliyoruz ki, o da Tevfik Fikret gibi ‘şeker’in kurbanıdır.

 

1920 yılının Mart ayında, onu, Kuşdili’ndeki Mahmut Baba mezarlığına bırakmıştık. Ama, dünya evinde rahat etmeyen Ömer’ciğe âhiret evinde de rahat yokmuş: Mezarlığın tramvay garajı yapılacağı söylenince, birkaç vefalı dostu, kemiklerini toplatıp Asri Mezarlığa götürdüler…

 

Şimdi orada, kitabesi örtülü bir taş altında yatıyor! Niçin mi kitabesi örtülü?… Çünkü bu telâşlı adam ölümde de acele etmiş, eski harfler zamanında gözlerini dünyaya yummuştu. Dirilebilseydi bundan ne güzel bir hikâye çıkarırdı Ömer.”

 

Görünen o ki Ümit Bayazoğlu’nun şahit tuttuğu Yusuf Ziya Ortaç doktorların yanlış teşhisine ve ünlü yazarın naaşının taşınmasına veryansın etmiştir.

Ömer Seyfettin’in cesedine otopsi yapıldığı ve fotoğraflandığı hususu ise doğru. Ancak 6 Mart tarihinde ölen 7 Mart’ta defnedilen tüm hastalığı boyunca kendisini yalnız bırakmayan Ali Cânip Yöntem ve ablasının varlığına, onu evde ve hastanede ziyaret eden arkadaşlarının tanıklıklarına rağmen kimsesiz öldüğünü, cesedinin sahipsiz kaldığı için kadavra yapıldığı haberlerine itibar edilmemelidir.

 

ömer seyfettin otopsisi

 

Ömer Seyfettin’in kadavrasından başının kesildiği, başsız gömüldüğü iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır. Bu iddianın kaynağının o günlerde tıp fakültesinde asistan olan hikâyeci Celâlettin Ekrem Bey (Kerim Sadi) Ömer Seyfettin’in otopsisine dair gözlemleri olduğunu düşünüyoruz. Fakat Kerim Sadi’nin otopsi gözlemleri, yazarın “başsız bir ceset olarak gömüldüğü” anlatısına dönüşmüştür (Celâlettin Ekrem (Kerim Sadi). (1928). “Türk Romancı, Muharrir, Hikâyeci ve Şairlerini İlk Defa Nasıl Tanıdım?” Resimli Ay. Sayı 9).

“En acıklı tesadüfüm de merhum Ömer Seyfettin’le olmuştur. Ömer Seyfettin’i ilk ve son defa olarak fethimeyyit masasında gördüm. O zaman Tıbbiye’de asistandım. Gözümün önünden hiç gitmez: fırça gibi bıyıklar, az kıllı bir göğüs, kalça kemikleri, diz kapakları fırlamış, derisini ölümün fırçası boyamıştı. Kalbini, karaciğerini terazide tarttık. Kafatası testereyle gıcır gıcır kesildi. Ömer Seyfettin ismi geçtikçe, hâlâ, testerenin gıcırtısını işitirim…”

 

Halil Tekiner vd.’nin Ömer Seyfettin’in ölüm nedenini ve otopsisini tıbbî açıdan ele aldığı “Türk Hikâyeciliğinin Babası Ömer Seyfettin’in Ölüm Nedeni Gizemini Koruyor” başlıklı makalelerinde Ömer Seyfettin’in otopsisinin bilinen tek görgü tanığının Ahmet Nevzat Cerrahoğlu (1900-1977) adlı tıp öğrencisinin olduğunu, Cerrahoğlu’nun anılarında Ömer Seyfettin’e hem vücut hem de beyin otopsisi yapıldığından bahsedildiğini aktarılmıştır (Halil Tekiner , Steven Howard Yale, Eileen Scott Yale, Mehmet Doganay (2020). “Medical conditions of Omer Seyfettin (1884–1920), the father of Turkish short stories, enshrined as a mystery“. Journal of Medical Biography. Eylül 2020).

Hülya Eraydın Argunşah, Halil Tekiner ve diğerlerinin bahsi geçen makalesindeki aktarımlarına şöyle değinmişti (Hülya Eraydın Argunşah (2020). Ömer Seyfettin. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. Anma ve Armağan Kitapları Dizisi 57):

 

ömer seyfettin hülya eraydın argunşah

 

kültür turizm bakanlığı ömer seyfettin

 

Ömer Seyfettin’in otopsi incelemesiyle ilgisi bulunmayan bazı görsellerin, vefatı ve otopsisine ait gerçeklerin saptırılarak aktarıldığı anlatılara eşlik ettiğine şahit olduk.

Bu yönde paylaşılan bir diğer fotoğrafın -dikkatli bir incelemeye tabi tutulması durumunda- merhum yazarın naaşı üzerinde gerçekleştirilen otopsi incelemesine ait olmadığı görülecektir.

 

anatomi dersi

 

Ömer Seyfettin’e ait otopsi törenine ait olduğu iddiasıyla alakasız bir fotoğrafı kullanan paylaşımlardan örnek sunacak olursak:

 

metin uca ömer seyfettin

 

ömer seyfettin kimsesiz

 

Fotoğrafın izi sürüldüğünde, Ömer Seyfettin’in kadavrası üzerinde yapılan otopsi incelemesine değil, 1890’lı yıllardan Mekteb-i Tıbbiye’de (Tıphane-i Amire’de) bir anatomi dersine ait olduğu anlaşılıyor (Gettyimages‘ta fotoğraf için “Skeletons, organs, and a dissemboweled cadaver surround Turkish medical students and faculty. Istanbul, 1890s. | Location: Faculte Imperiale de Medicine Civile, Istanbul, Turkey. (Photo by Abdullah Freres/Library of Congress/Corbis/VCG via Getty Images)” notu sunulmuş).

 

mektebi tibbiye anatomi dersi

 

Bahse konu fotoğraf hakkında Ziyaver Şencan şu tespitte bulunmuştu:

“Ömer Seyfettin’e ait olduğu ileri sürülen ikinci otopsi fotoğrafı. Dikkatle bakıldığında, her iki fotoğraftaki cesetler farklı özelliktedir. İkincisindeki kadavra traşlı, daha ufak tefek ve cılızdır. Otopsiyi izleyenler ve otopsi mekânı farklıdır ve bu fotoğraf sanki daha önceki bir döneme ait gibidir”

 

Kuşdili’ndeki Mahmud Baba Haziresi’ne gömülen Ömer Seyfettin’in mezarı 1939 yılında Zincirlikuyu’ya nakledilmişti.

 

ömer seyfettin mezarı

 

Öne sürülen iddialara yönelik tespitleri özetleyerek sıralamak gerekirse:

Ömer Seyfettin’in sahipsiz bir şekilde öldüğü, otopsisi sırasında başının kesildiği ve cesedinin kadavra olarak kullanıldığı iddiası gerçeği yansıtmamaktadır.

1. Ömer Seyfettin’in cesedi fotoğraflandı. (Doğru)

2. Otopsisi yapıldı. (Doğru)

3. Ölüm nedeni şeker hastalığıdır. (Doğru)

Yaşarken teşhis edilemeyen hastalığı ancak ölümü sonrasında yapılan otopsisiyle belli olmuştur. Yanlış teşhis ve tedavi yazarı ölüme götüren nedenlerdir. Yaşarken nevralji, ardından beyin romatizması teşhisi konmuştur. Verem, ansefalit letarjik de denilmiştir.

4. Öldükten sonra kimse arayıp sormadı. Yalnız, kimsesiz, sahipsiz biriydi. (Yanlış)

Ali Canip Yöntem günlüğünde, Halit Fahri Ozansoy’un yazılarında Ömer Seyfettin’in öldüğü gün olan 6 Mart 1920 tarihinde bile kendisini ziyaret ettiklerini öğreniyoruz. Ölümünün hemen ardından haber almışlardır. (Halit Fahri Ozansoy “Ömer Seyfettin de öldü?” Alemdar gazetesi, 8 Mart 1920)

5. Bedeni kadavra olarak kullanıldı. (Yanlış)

Kadavra olmanın gerektiği tıbbi şartlar Ömer Seyfettin için söz konusu değildir. (O dönem için kimsesiz olmak şartlardan biri. Fakat öldüğü ana kadar ablası yazarın yanındadır)

6. Otopsi esnasında başını bedeninden ayırdılar. (Yanlış)

Otopsi işleminde kafatası açılmıştır fakat başının bedeninden ayrıldığı bilgisi hiçbir kaynakta geçmez. Abartılmış bir iddiadır (Kafatasından kapak açılması ile kafa (baş) kesilmesi farklı eylemlerdir). Bu iddianın kaynağının o günlerde tıp fakültesinde asistan olan hikâyeci Celâlettin Ekrem Bey (Kerim Sadi) Ömer Seyfettin’in otopsisine dair gözlemleri olduğunu anlaşılmaktadır.

7. Fotoğraf gazetelerde yayımlanınca, üstadı tanıyanlar telaşla hastaneye koştu; başsız cesedi kurtarmaya çalıştılar (Yanlış)

Bayazoğlu’nun metninde geçen birçok yerde de paylaşılan bu hususu dönemin gazeteleri yalanlar. 7 Mart’ta saat 13.00’te defnedilen Ömer Seyfettin’in ölüm haberleri dönemin gazetelerinde 8 Mart’ta yayımlanmıştır. (“Tedfin Merasimi” Vakit gazetesi, 8 Mart 1920 / Halit Fahri Ozansoy “Ömer Seyfettin de Öldü” 8 Mart 1920 / Ali Kemal “Peyam-ı Eyyâm” Peyam-ı Sabah. 8 Mart 1920 / Falih Rıfkı “Ocağın Talihi” Akşam gazetesi. 9 Mart 1920)

8. Otopsisine dair paylaşılan ikinci fotoğraf iddiası (Yanlış)

 

Yazar yaşadığı çağın, yanlış teşhisin ve yazgısının kurbanı olmuştur. Ölmüş de olsa mahremiyetinin ihlal edildiği fotoğrafa okurlarının bu denli teessürle yaklaşması anlaşılır bir durum. İzah edilemeyen ise tarihi, hikâyelerle yeniden yazma hevesidir. Tanıklıklar ortadayken sahipsiz kaldığı, hastanede arayan soranı olmadığından kadavra yapıldığı, testereyle başının kesildiği iddiaları bir yana rutin otopsi işleminden hazin bir hikâye devşirilmesi çağımızın olanı abartarak etki yaratmaya çalışanların heveslerinin sonucudur.   Biz yine de eserlerinin yayımlanmasının üzerinden asır geçmesine rağmen en çok okunan hikâyecilerimiz arasındaki yerini koruyan,modern Türk hikâyeciliğinin babası olarak kabul edilen Ömer Seyfettin’in “çocuk edebiyatı yazarı mıdır?” gibi daha mühim konularla gündemde kalmasını dileyelim.

 

Ömer Seyfettin’in Vefatı, Otopsisi ve Kadavrası Hakkında Yanlış Bilgi Sunan Yazarlar

İkinci ve en acısı, vefatından sonra cenazesi kimsesizlerin cenazeleri gibi Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne kaldırılmış ve orada görevli Sivaslı bir hademe tarafından karnı yarılarak otopsisi yapılmıştı. Kadavrasının fotoğrafını ise kütüphane memuru çekmiş, etrafında toplananlar ilgisiz nazarlarla fotoğrafçıya bakmışlardı. Halbuki önlerinde yatan edebiyatımızın usta kalemlerinden birinin cenazesiydi. Bu ayıp bize yeterdi.

Ömer Seyfettin'in hastanede kaldığı sürede sahipsiz olduğu düşünülür. Kimse onu tanımaz. Sahipsiz cesetlere yapıldığı gibi kadavra olarak kullanılır. Bu olay fotoğraflarla de belgelenmiştir. Ömer Seyfettin'in bu iç yakıcı görüntüleri (fotoğrafları)  tarihe geçer. Bu fotoğraflardan sonra öğrenciler incelemek amacıyla yazarın başını da keserler. Kadavrasının fotoğrafını ise kütüphane memuru çekmiş, etrafında toplananlar ilgisiz nazarlarla fotoğrafçıya bakmışlardı. Halbuki önlerinde yatan edebiyatın usta kalemlerinden birinin cenazesiydi.

 

ömer seyfettin kimsesiz kadavra

 

1 Yorum

  1. Yazınızı sonuna kadar okudum. Çok açıklayıcı ve bilimsel, objektif bir bakışla hazırlanmış bir yazı tebrik ederim. İnternet bilgi çöplüğüne dönmüş bir durumda, içerisinden doğru bilgiyi bulup çıkarmak oldukça zor. O açıdan yazınız ciddi bir önem teşkil ediyor.

Yorumunuzu yazınız...