İnternet Sitelerinde ve Sosyal Medya Platformlarında Mihriban Türküsünün Öyküsünü Yansıttığı İddiasıyla Paylaşılan Metinler Gerçek Değil KURGU

 

Bugünkü konumuz, Kahramanmaraşlı şair ve yazar Abdurrahim Karakoç’un (7 Nisan 1932 – 7 Haziran 2012) lâmbada titreyen alevi üşütecek dizelerinin geçtiği Mihriban türküsü.

 

Abdurrahim Karakoç’un Mihriban isminin geçtiği 3 şiiri mevcut. Büyük bir aşkın arkasından edilmiş kaleme alınmış eşsiz duygu yoğunluklu bu şiirlerden bestelenen 2’si gayet ünlüdür. Bestelenen şiirlerden ilki Mihriban (Aşk) diğeri ise bu şiirin devamı olan “Unutursun” şiiridir. “Unutursun” başlıklı şiiri daha sonra “Unutursun Mihribanım” diye anılmaya başlamıştır. Abdurrahim Karakoç bu iki şiire ilk baskısı 1964 yapılan Hasan’a Mektuplar adlı kitabında yer vermiştir.

 

Bu 2 şiirinin birbiriyle karıştırıldığı, bazen de kurgu hikâyelerle aktarıldığı görülüyor.

 

Önce şiirleri hatırlatalım.

 

Aşkı en iyi anlatan şiirlerden biri olarak görülen ve 1960 yılında kaleme alınan “Mihriban (Aşk)” başlıklı şiir şöyle:

 

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

 

Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban

 

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban

 

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

 

Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysam köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban

 

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban

 

Abdurrahim Karakoç, Mihriban şiirini şöyle seslendirmişti:

 

 

Mihriban türküsünü Musa Eroğlu’nun unutulmaz yorumuyla hatırlatalım:

 

 

Abdurrahim Karakoç imzasını taşıyan “Unutursun Mihribanım” başlıklı şiir ise şöyle:

 

Unutmak kolay mı deme
Unutursun Mihriban’ım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım

 

Zaman erir kelep kelep
Meyve dalında kalmaz hep
Unutturur birçok sebep
Unutursun Mihriban’ım

 

Yıllar sineye yaslanır
Hatıraların paslanır
Bu deli gönlün uslanır
Unutursun Mihriban’ım

 

Süt emerdin gündüz gece
Unuttun ya büyüyünce
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım

 

Gün geçer azalır sevgi
Değişir her şeyin rengi
Bugün değil yarın belki
Unutursun Mihriban’ım

 

Düzen böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım

 

Yine Abdurrahim Karakoç’un kendi sesinden:

 

 

Zekeriya Bozdağ tarafından bestelenen “Unutursam Mihriban’ım” şiirinin Musa Erdoğlu ve Selda Bağcan yorumu şu şekildeydi:

 

 

 

Abdurrahim Karakoç’un diğer iki şiiri kadar pek bilinmeyen Mihriban temalı 3. şiiri şöyle:

 

Mihriban (Beklemek)

 

Sarıca düzünde bir yığın toprak
Sulanır her sabah gözyaşlarımla
Mihriban, Mihriban uyan da bir bak
Hasret düğüm düğüm ak saçlarımda

 

Ardıçlı dağlarda gene ay doğar
Akasya gölgeleri delik deşik
Bir pınar ağlar akşamdan sabaha dek
Yapraklar sallanır, ışıklar söner
Büyüdükçe büyür içimde bir ben beklemek

 

Öksüz kaldı, yem döktüğün kumrular
Çiçeklerin boynu bükük, bahçende
Mihriban Mihriban düşsüz uykular
Çıban çıban sızlıyor ah bende

 

Seneler yollardan izini sildi
Cebimde resmin kaldı bir tek
Bekletti meğerki ulviymiş yaşamak
Ne güzel derdik seninle beklemek

Güneş gene doğup gene batıyor
Yüzüme serdiğin saçların hani
Şimdi karyolanda eller yatıyor
Vefasız aynalar unuttu seni.

 

Dertler beni oylum oylum yakıyor
Her şey yalanmış, bilmeden gittin
Kaderin bağrında doğdu bir gerçek
Mihriban Mihriban ölümden zormuş
Ben de bilmezdim, beklemek

 

Musa Eroğlu, sözlerini Abdurrahim Karakoç’un yazdığı “Mihriban (Aşk)” başlıklı şiiri “Mihriban” adıyla, Zekeriya Bozdağ ise “Unutursun” başlıklı şiiri “Unutursun Mihribanım” adıyla bestelemiştir.

Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) veri tabanında adı geçen türkülerin söz yazarı ve besteci bilgileri şöyle sunulmuş:

 

mihriban-bestecisi-soz-yazari

 

Musa Eroğlu, “Unutursun Mihriban’ım” ve “Mihriban” türkülerini seslendirdi. Her iki şiiri de besteleyerek seslendiren Eroğlu, sadece Mihriban türküsünün bestecisi olarak biliniyor. Ancak, Abdurrahim Karakoç’un “Unutursun” şiirini bestelemesi için Zekeriya Bozdağ’a vermeden önce şiiri Musa Eroğlu’nun da bestelediği aktarılıyor.

Selçuk Küpçük, Musa Eroğlu’nun Unutursun Mihriban’ım adlı parçayı besteleme serüvenini şöyle aktarmış (Selçuk Küpçük (2019). “Türk Müziği Modernleşirken Abdurrahim Karakoç’un Katkısı“. Hece Taşları. S. 52. Sf: 27-29):

“Eroğlu, 1960‟ların ilk yarısına denk gelen bir Ankara ziyaretinde Ulus’taki Gençlik Parkı’na girmek ister. Ancak giriş ücretlidir ve Eroğlu’nun cebinde buraya verilecek miktarda para yoktur. O da başkalarının yaptığı gibi tellerin üzerinden atlayarak girer. Tam yere atladığı sırada gözüne yerde bulunan bir kâğıt parçası ilişir. Kâğıtta bir kitaptan koparılmış ya da bir kâğıda yazılmış şiir vardır.

 

Şiir bugün herkesin diline düşmüş, en önemli bestelenmiş türkülerden birisi olan ve “Unutmak kolay mı deme / Unutursun Mihriban’ım” dizeleriyle başlayan Abdurrahim Karakoç’un “Mihriban” şiiridir. Bir süredir zihninde gezdirdiği melodi ile uyumlu olduğunu görünce meşhur “Mihriban” türküsünün birincisi çıkar ortaya. Çünkü daha sonra Karakoç’un, “Mihriban” isimli diğer şiirini de besteleyecektir.

 

Eroğlu, Abdurrahim Karakoç’un şiirine yaptığı bu besteyi dönemin Orta Anadolu türkülerini plaklara okuyan önemli mahalli sanatçı Zekeriya Bozdağ’a hediye eder ve kayıtlarda ne yazık ki besteci olarak Bozdağ’ın ismi kalır. Çok sonraları Eroğlu’nun kendi çalışmalarında bu türkünün altında kendi ismini görürüz.”

 

Abdurrahim Karakoç’un Mihriban adlı şiirlerini, aynı adı taşıyan kızı için yazdığı sanılıyor.

Halbuki, tam tersi söz konusu.

 

abdurrahim-karakocun-kizi-icin-yazdigi-iddiasi

 

1965 yılında Pakize Hanım’la evlenen Abdurrahim Karakoç, Mihriban, Türk İslam ve Enderhan adlı 3 çocuk sahibiydi.

Abdürrahim Karakoç, 1967 yılında doğan kızı Mihriban (Karakoç) Karasioğlu’nun adını ünlü şiiri “Mihriban”dan ve aşkından esinlenerek koymuş.

Mihriban’ı Abdürrahim Karakoç’un 1960’lı yıllardaki büyük aşkına yazdığı biliniyor. Yani, “Mihriban (Aşk)” (ve “Unutursun”) Abdurrahim Karakoç tarafından kızı Mihriban Karakoç dünyaya gelmeden önce kaleme alınmış.

Abdurrahim Karakoç, ilk çocuğuna Mihriban adını verme motivasyonunu “Kızıma Mihriban adını koydum. Evde her daim onun adı anılsın diye…” sözleri ile anlatmıştı.

 

Gelelim Mihriban türküsünün hikâyesi olduğu iddiasıyla paylaşılan kurgulara…

 

Mihriban türküsünün hikâyesini yansıttığı sanılarak sanal alemde paylaşılan metinlerden örnekler şöyle:

 

Mihriban şiirinin yazarı Abdurrahim Karakoç gençlik yıllarında delice aşık olur ve bir o kadar da sevilir. Niyetleri evlenmektir ama kız tarafı bütün sürekli “hayır” demektedir bu işe. Velhasıl bu sevdadan vazgeçilir. Aradan yıllar geçer. Birgün Abdurrahim Karakoç’u bir arkadaşı ziyarete gelir ve Karakoç’a, yolda, onun eski sevgilisi ile karşılaştığını, biraz sohbet ettiklerini, bayanın evlenmiş olduğunu söyler. Arkadaşı yanındayken hislerini pek belli etmese de, o gittikten sonra Abdurrahim Karakoç oturur ve unutulmaz “Mihriban” şiirini söyler. Bir süre sonra şiir bir dergide yayınlanır. Karakoç’un şiirlerini severek okuyan bu bayan da o dergiyi almış ve okumuştur. Karakoç’a şu mektubu yazar:

“Şiirinde sanki bana sesleniyor gibiydin. Benim seni unuttuğumu sanma. Ben de hala seni sevmekteyim ve bu aşk bitmeyecek. Sen bende esen eski kavak yelisin ve seni unutmam mümkün değil.”

Bu mektubu alıp okuyan Abdurrahim Karakoç cevaben ikinci şiiri olan “Unutursun Mihribanım’ı” yazar.

 

Mihriban Türküsünün Öyküsü 1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesi bu…

Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlamıştır. Genç Abdurrahim köyünde bir genç kız görür, ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır.
Tanışmak nasip olur, Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasında ki mihribandır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası değişmiştir hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakmıştır. Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce kız küçük derler, bahane bulurlar bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler: “kız nişanlıdır.”.
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca da : “ Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” Der.
7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılmıştır.
.
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor mihriban

 

Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor mihriban

 

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor mihriban

 

Tabipler de ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor mihriban

 

Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan koz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor mihriban

 

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor mihriban
.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz tabi Mihriban da. Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar
.
“Unutmak kolay mi? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.

 

Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.

 

Yıllar sinene yaşlanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır…

Unutursun Mihriban’ım.

Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece

Unutursun Mihriban’ım.

Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi
Bugün değil, yarın belki

Unutursun Mihriban’ım.

Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
.
“Mistik bir olgunlukla, Son bir kez diyor, Son bir kez daha görmek istemezdim. O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın.”
“Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. “Unutmak kolay mı” başlığı mektubun. “Unutmak kolay mi deme/Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban’ım” dedim..

 

Bu anlatılar gerçeği yansıtmıyor.

Mihriban türküsünün öyküsüne ait olduğu sanılarak paylaşılan bu metinlerin kurgu olduğunu bizzat şiirin müellifi Abdurrahim Karakoç beyan etmişti.

 

Abdurrahim Karakoç, gerçek adını gizlediği unutamadığı aşkına “Mihriban” adıyla seslenmiş şiirlerinde. Ancak, sevdiğinin gerçek kimliğini ya da kavuşamamalarının detaylarını aktarmayıp ketum davranmış. Sadece, mektuplaştığı Mihriban’dan aldığı “unutmak kolay değil” başlıklı mektup üzerine, şiirin devamını yazdığını biliyoruz…

 

Karakoç, Platform adlı dergiye verdiği röportajda dillere düşen aşkını ve şiirini nasıl yazdığını şöyle anlatmıştı:

“Nedir Mihriban’ın gerçek hikayesi?

 

Bazıları “Gerçek mi” diyor. Gerçek diyorum. Ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban.

Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki, yazacaksın.

O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. “Lambadaki alev üşüyor” çıktı.

 

-Hangi seneydi… ?

 

1960…

 

O aşkınıza kavuşamadınız…

 

Yo olmadı. Seviyordum. Olmadı. Ayıp olur şimdi adını söylemem. Törelerimize aykırı. İkinci bir Mihriban şiirim var. Biliyorsunuz. “Unutmak kolay unutursun Mihriban” diye… O da öyledir. Bunlar hep gerçeğe dayalıdır. Güzel tertemiz bir sevgiydi, tertemiz de bir ayrılma oldu.

 

Nerde olduğunu biliyor musunuz?

 

Bilmiyorum. Zaten benim memleketlim de değildi…

 

Yaşayıp yaşamadığını biliyor musunuz?

 

Onu da bilmiyorum… Sivas’ta bir televizyona çıktım. Telefon bağlantısı var. Bir hanım çıktı, “Abi o yaşıyor mu” dedi. “Bilmiyorum” dedim. “Nasıl bilmiyorsun” dedi. “Bilmiyorum işte” dedim. O bayan, “Eğer yaşıyor da, bu türküyü dinliyorsa, Allah ona yardım etsin” dedi. Hanımların dayanışması işte! Yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum vallahi.

 

Hâlâ seviyor musunuz?

 

Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. “Unutmak kolay mı” başlığı mektubun. “Unutmak kolay mı deme/Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban’ım” dedim… Allah o hallere düşürmesin, insan kendini de unutur…

 

Mihriban’dan başka aşkınız oldu mu?

 

Yok. Mihriban’dan başka aşkım olmadı.

 

Mihriban nasıl biriydi?

 

Valla ne bileyim, sıradan insanlara benzer birisiydi

 

Çok mu güzeldi… Sarı saçlarına deli gönlümü/Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban diyorsunuz

 

Saçı da sarı değildi…

 

Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi herkesin içinde bir Mihriban’ın olması…

 

Gerçek yaşanıp, yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur. Bu yüzden diyorum ki, bence herkesin hayatında bir Mihriban var…

 

Musa Eroğlu da çok güzel bestelemiş…

 

Beste de güzel olup güfteyle örtüşünce daha bir güzel oluyor… Bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. Bestelendikten sonra herkes hayret etti. “40 senedir okuyorsunuz” dedim. Ama bestelenince daha güzel oldu.

 

Bir gün Mihriban’ı göreceğinize inanıyor musunuz?

 

Bilmiyorum, görmek de istemiyorum. Değişmiştir şimdi. Ben onun nazarında değiştim, o benim nazarımda değişti. Niye görelim? Öyle kalsın ya… İnsanların gönülde kalması, gözde kalmasından daha iyidir.”

 

Karakoç, Lütfü Şehsuvaroğlu’na verdiği demeçte Mihriban’a olan aşkını kimseye anlatmadığını ve Mihriban türküsünün hikâyesi olduğu iddiasıyla paylaşılanların gerçeği yansıtmadığını şöyle beyan etmiş:

 

“- Gelmek istediğim, mukayeseden çok Halk şiirimizin bugünkü en büyük şairi olduğunuz halde tanınmanızın daha çok türküleşen “Mihriban”la olması… Türkiye sizi biliyor, ama daha çok şiirle ilgilenenler biliyor. Mihriban şiiriniz türkü olunca genelde bütün Türkiye tanıdı. Bunu neye yoruyorsunuz? Popüler kültür, biraz edebiyattan uzak olduğu için mi?

– Bir söz vardır, “Türkün aklı sonradan gelir” ya da “Türkün aklı gözündedir” derler. Buna bir de “Türkün aklı kulağındadır” demek lazım. Yani okumaya üşeniyorlar. Ben 1960’ta yazmışım Mihriban şiirini, ihtilal olmadan önce… 1 milyonun üzerinde kitabım sattı. Türkiye’de yazılmış bu kitaplar… Hiç kimse çıkıp da ya burada şu yazıyor, bu deniyor, diye dikkat etmemiş. Ne eleştirenler, ne okuyanlar, hiçbirisi… Ne zamanki 1995’lerde filan kasete okunmuş sazla beraber, fıttırdı millet, böyle şiir mi olur, ne güzel, diye… Ya o şiir her zaman vardı. Benim daha iyi, vurgulu şiirlerim de var, onu bilmiyorlar. Onları da bir okuyan oldu mu herhalde farkına varırlar, diyorum. Yani kulağımızda aklımız duydu mu, tamam…

– Madem artık Mihriban’a geldik, Mihriban’ı soralım… Mihriban’ı nasıl yazdınız?

– Bir gün içime bir şey düşmüş, yazmak istemişim, yazmışım… Ha, kimdir bu Mihriban? Herkes bunu sorar… Mihriban diye bir kimse yoktur. Nasıl ki Hasan diye birisi yoksa muhatabım, Mihriban da öyledir, sembol bir isimdir. Ha, muhatabım mı yoktu? Kesin vardı canım, olmasa bu şiir böyle çıkar mı? Olduğu için de böyle çıktı işte… Ha sana bir de üçüncü bir Mihriban şiirinden bahsedeyim. Başlangıçta vardı da sonra nasıl olduysa düşmüş bu… Bende de kalmamıştı, bir yerlerden çıkarıp gönderdiler. O halk şiiri tarzında değil. Birincisini Zekeriya Bozdağ besteledi, plağa okumuştu. İkincisini Musa Eroğlu besteledi. Ama üçüncü bestelenmedi…

– Mihriban yaşıyor mu şimdi?

– Bilmiyorum…

– Tüm Türkiye Mihriban’ı merak ediyor. Diğer şiirlerinizi muhayyel bir kişilik üstüne yazıyorsunuz, ama Mihriban diye biri var, değil mi?

Adı Mihriban değil, ama var… Geçenlerde biri, “Ya ağabey, biri senin Mihriban’ın hikâyesini anlatıyordu” dedi. “Yok, hepsi yalan söylüyor” dedim. Tabii, benden çıkmadığına göre, herkes farklı farklı anlatacaktır. Ben de kimseye anlatmadım, daha da anlatmam… Yaşayıp, yaşamadığını da bilmiyorum. Yani başımızdan geçmiş bir macera gibi bir şey, fakat vuslat olmamış, o kendi yoluna gitmiş, ben kendi yoluma… Ben onun ismini verirsem, ayıp olmaz mı bu?

– Sezai Karakoç’un Monaroza şiiri vardı, Monaroza’yı buldular. Kendisine şiir yazıldığından bile habersizmiş, Siyasal’da sınıf arkadaşı imişler…

– Ha, benimki bilirdi canım…

– Üçünü de mi?

– İkisini bilirdi… Ben, “Artık unutalım bunları” dedim. “Unutmak kolay mı?” diye bir mektup geldi. Ben de “Unutmak kolay mı deme, unutursun Mihriban’ım” diye yazdım. O belki de unutmamıştır da, ateş kalmamıştır… Ateşin, harlı zamanı ayrı, korlu zamanı ayrı, küllü zamanı ayrıdır…

– Mihriban nerede yayımlandı ilk olarak?

– Hatırımda değil, eline verdim, kendi okudu, ilk defa okuyan o oldu. Ben verdim, gitti, ondan sonra da tavrı değişti…

-Tavrı değişti?!..

– İyice yakınlık oldu. Şiir zevkli bir iştir; yazmasını, okumasını bilince… Tabii o zaman daha talebeydi…

– Siz çalışıyor muydunuz?

– Ben memurdum. O başka vilayetteydi.

– Gider miydiniz?

– Gitmem mi hiç!?

– Kaç defa gittiniz?

– Bilmiyorum…

– …

– Yani gazete baskıda 1, 4 ve 8 basılmış, ama orta sayfası boş çıkartıyorsun… “Mihriban’a Mektuplar”… Haftada on beş günde bir tanesini gönderirdim, giderdi kendisine…

Mihriban’a özel gazete hazırlardım o da bana mektup gönderirdi

– Yani Mihriban’ın esas baskısı illegal olarak bu…

– Evet…

– O düşüncelerini yansıtır mıydı?

– O yazardı bana, gönderirdi, ama ben ona gönderince zor olurdu. Ben ona gazete gönderirdim, o bana mektup…

– Duruyor mu mektuplar?

-Yok…

– Neler yazardı?

– Aklımda yok ki…

– Gazetenin ortasında senin özel baskın var. Gazete çalışanları, birkaç gazeteyi özel basıyorlar; orta sayfada Mihriban şiiri…

– Çocukların yorulmasına üzülürdüm, ama üç tane gazetenin orta sayfasını ayrıca dizerler; o zaman hurufat elle diziliyordu mahalli gazetelerde. Mihriban’dan birkaç kıta dizilir, üç dört adet basılırdı. Gazeteyi bana verirlerdi, ben de adrese gönderirim.

– Annesinin, babasının haberi var mıydı?

– Başka yerden duymuşlar. Hatta konuştuk, sohbet de ettik. Annesi ağır konuştu kızına… Böyle bir şey vardı da neden söylemedin, isteyenlerin hepsine yok dedin, diye… Bana bir şey demedi.

– Gelin, isteyin demediler mi?

– Ben bozdum işi…

– Niye?

– İşte, kafam öyle tuttu, bozdum…

Göremediğin insana gitti, kayboldu dersin

 

Abdurrahim Karakoç’un yeğeni Oğuz Karakoç da 2019 yılında verdiği demeçte Mihriban şiiri hakkında sanal alemde aktarılan tevatürün gerçeği yansıtmadığını şu ifadelerle aktarmıştı:

“Üzülerek söylüyorum ki, Abdürrahim Karakoç’un ter temiz ve ölümsüz aşkını anlatan bu şiir, ne yazık ki internette ve dizilerde reyting uğruna çok farklı şekilde yorumlanıyor. Biz buna Karakoç ailesi olarak üzülüyoruz. Amcam gençlik döneminde yaşadığı bir olayı destansı bir şekilde anlatıyor. Kişinin ismi gerçekten Mihriban mı? Saçları gerçekten sarı mı? Biz onu bilemiyoruz. Amcam o kadar seviyor ki, bunu kalbine gömüyor ve kimseye söylemiyor. Ölünceye kadar da bunu hiç bir şekilde, hiç bir yerde kimseye anlatmadı. Buna rağmen internette aslı astarı olmayan şekilde senaryolar yazılmış. Yok bir gün Kahramanmaraş’a gitmişler de kız nişanlıymış da vermemişler de. Başka bir hikaye de ise Ekinözü’nde bir misafirlikte karşılaşmış, gelen bir misafire bir günde aşık olmuş, ertesi gün bulamamış gibi, bunların hepsi tamamen senaryodur. Amcamın aşkı ölümsüz ve tertemiz bir aşktır. Amcam gerçekten kimseyi incitmeyen bir insandı. Bir röportajında, Mihriban’ı kast ederek, ‘O bana mektup yazardı, ben onun bulunduğu bölgedeki gazetelere şiirimi gönderirdim. O beni şiirlerimle takip ederdi’ diyor. Yani Mihriban amcama, ‘Unutmak kolay mı?’ demiştir. Amcamda şiirinde, ‘Unutmak kolay mı? deme unutursun Mihriban’ diye karşılık vermiştir. Ama internette anlatıldığı gibi amcamın aşkı bir günlük aşk değildir. Bir günlük aşk böyle olmaz. Bu zaten kendi konuşmasından da anlaşılıyor. Mektuplaşmış, şiirleşmişler ancak takdiri ilahi yazmamış. Bu şekilde sonuçlanmıştır.”

“Amcam bunu kimseye anlatmadı ama televizyonlarda, internette farklı senaryolar yazılıyor. Bende bir şeyler anlatmaya başlarsam bunlarda bana göre de senaryo olur. Çünkü bu aşkta bugüne kadar muhatabı olan kişi sakladığına göre, bende bildiklerimi saklamak zorundayım. Ama şunu söyleyebilirim ki, bu aşk bir iki günlük bir aşk değildir. Karşılıklı bir sevgi vardır. Anlatılanların, yerleri farklıdır. Burada güzel olan bu aşk hikayesidir”

”Güney Anadolu bölgesinde, amcamın ve aşık olduğu kişinin katıldığı bir etkinlikte olmuştur. Bir turizm alanında tanışmışlar. Her ikisinin de bulunduğu bir ortamda bir aylık süren bir tanışma süreci olmuştur. Şiirleri de takip ettiğimizde zaten görüşmenin ilerleyen zamanlarda da devam ettiği görülüyor. Bunu ben söylemiyorum, amcamın şiirlerini okuyup takip ederseniz gerçek ortaya çıkar.”

 

Abdurrahim Karakoç’un “el kızının evine mektup gitmez” diyerek yazdığı Mihriban türküsünü gazeteye ilân verdiği iddiası da dile getiriliyor.

Abdurrahim Karakoç’un Mihriban şiirleri Elbistan’da bir mahalli gazetede yayımlanmıştı.

Seher Atmaca, “Mihriban Türküleri Üzerine Bir Değerlendirme” başlıklı makalesinde bu durumu şöyle aktarmıştı (2020. MECMUA – Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi. Yıl: 5. Sayı: 10. Sf: 197-215).

Mihriban şiirleri ilk defa Elbistan‟da bir mahalli gazetede yayınlanır. Abdurrahim Karakoç Ekinözü (Cela) da memurluk yaparken yaz sonunda “Mihriban‟da ailesiyle birlikte memleketlerine dönerler. Muhtemelen adı Engizek olan gazetenin orta sayfası özel olarak üç beş nüsha Mihriban’a Mektuplar şeklinde basılır. Karakoç da haftada on beş günde bir bu gazeteleri “Mihriban”a mektup niyetine gönderir.

 

Abdurrahim Karakoç Serdar Tuncer’in 2003 yılında hazırlayıp sunduğu Gecede 1 Gün adlı programda Mihriban’ın Musa Eroğlu tarafından bestelenmesi sürecine şöyle değinmişti:

“Bunu ben Musa Eroğlu’ndan duydum, ben tanımıyordum sizi diyor, evet efendim, besteler falan yapıyorum şairlerden falan. Bana yakın olanlardan yapıyordum, bir de böyle tanıdıklarımdan. Bir gün kızım bir kitap getirdi diyor “Dosta doğru” diye. Baba şu kitabı oku, burada güzel bestelenecek şiirler var falan deyince, ya yeter bundan sonra artık ben şiir kitabı okuyamam falan dedim diyor ve başladım ısrarı üzerine kızımın diyor okumaya, o gece sabaha kadar 3 defa okudum diyor. Bitirdim, kendiliğinden besteler geldi zaten diyor, mecbur kaldım bestelemeye başladım Mihriban’dan diyor, ondan sonra da diyor bir Abdurrahim Karakoç bestecisi oldum çıktım diyor, yani durum bundan ibarettir. Vesile olmuş kızı getirmiş ondan sonra da. (Peki Hocam ilk dinlediğinizde Mihriban’ın bestesini neler hissettiniz?) Beste olarak hoşuma gitti. hani biliyorsunuz güfte ile beste birbirinin üzerine oturmazsa, örtüşmezse tadı olmuyor. Birçok şiir bestelenir, fakat şiir ile beste farklı düşer tadı olmaz. Mesela benim demin başlığını okuduğunuz “İsyanlı Sükut”u 4 kişi besteledi ama oturmadı hiç, tutmadı. Halbuki en çok sevdiğim şiir ama tutmadı. Ama Mihriban güzeldir. “Unutursun Mihriban” çok eskilere dayanır onu da rahmetlik Zekeriya Bozdağ bestelemişti. (Fakat o son zamanlarda böyle çok gündeme oturdu, sanki sonradan yazılmış gibi anlaşıldı) Canım ben şimdi Mihriban şiirini yazdıktan 30 sene sonra bestelendi ondan sonra milletin haberi oldu. Halbuki o kitap siz 20 dediğiniz 30-40 baskı yaptı. Ondan sonra duydu millet, bestelenince farkına vardılar.”

 

 

Karakoç’un tabutunun üzerine bırakılan şair Cemal Safi’nin yazdığı dörtlükle yazıyı sonlandıralım:

Nasıl ağıt yakalım dinlerken ‘Mihriban’ı

Derdimizi dökecek kafiye mi bıraktın?

Hece veznine âşık ettiğin garibanı

Teselli etsin diye Safi’ye mi bıraktın

 

Yorumunuzu yazınız...