CHP İktidarı Döneminde Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’nin Ölümünün Ardından Gömüldüğü Mezarından Çıkarılıp Darağacında Asıldığı Sonra Tekrar Gömüldüğü İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarı döneminde Şapka Kanunu hükümlerine riayet etmediği için hakkında idam kararı verilen Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’nin idam cezasının infazı öncesinde ölmesi nedeniyle mezarından naaşının çıkarılıp darağacında asılmasının ardından tekrar gömüldüğü iddiası dile getirilmektedir.

Kemahlı İbrahim Hakkı’nın idamına ilişkin aktarılan kurgu anlatı şu şekilde:

“Boranın ortalığı kavurduğu bu dönemin başka bir şehidi de Mevlevî İbrahim Hakkı Efendi’dir. Erzincanlı Mevlevî Şeyhi İbrahim Hakkı Efendi, vaaz ve eserleriyle halk arasında çok sevilen bir ilim adamı, Sultan Abdülhamit ve Reşad döneminde saray vaizidir. 1915’de Erzincan ve çevresinde topladığı Mevlevî gönüllüleriyle gittiği Kanal Savaşı’ndaki mücahitlerdendir. Cevval biri olarak bilinir. Atıf Hoca’nın idamından 4 ay sonra Erzincan’a gelen İstiklâl Mahkemeleri, Ankara’dan aldığı emirle İbrahim Hakkı Efendi’yi arar ama bulamaz. Gıyabında gerçekleşen tek celsede, asılarak idam kararı çıkar. Bu sırada Kemah’taki köyünde olan İbrahim Hakkı, askerlerin geleceği gün rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sav) görür ve ailesiyle helalleşir. Sabah ezanı okunduktan sonra namaza durur. İkinci rekâtta secdede ruhunu Rahman’a teslim eder. Hakkında arama emri bulunduğu için oğlu babasının vefatını jandarmaya haber verir. Seyyar mahkeme doğrulatmak için bir heyet gönderir. Mezarın açılmasını isteyen askere köylü karşı çıkar ama beş gün önce defnedilen cenazenin yüzü açtırılır, köylüye onaylatılır. Kefeniyle birlikte çıkarılan cenaze kurulan darağacında asılır. Kemah Nahiye Müdürü’nün “Adamcağız zaten ölmüş niye asıyorsunuz?” sorusuna verilen cevap şöyledir: “Mahkeme asılarak idamına karar vermiş. Biz kararı yerine getiriyoruz.””

 

Bu yöndeki aktarımlar şöyle örneklenebilir:

 

“CHP deyip geçmeyin!

İktidarları döneminde Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’yi mezarından çıkartıp astılar”

 

kemahli ibrahim hakki mezarindan cikartip astilar

 

Belgelerle Gerçek Tarih & Yalan Yazan Tarih Utansın:

 

“Şark Istiklal Mahkemeleri, 1924 yılı sonlarına doğru hakkında gıyabî olarak idam karan verir. Ancak o bu kararın verildiği sıralarda yani 14 Ekim 1924 (15 Rebiü’l-evvel 1343) tarihinde Pazartesi günü hayata gözlerini kapar.

Vefat haberi Istiklal Mahkemesine intikal ettirilir, mahkemenin gönderdiği bir heyet, durumu yerinde tespit eder ve bir rapor halinde Ankara’ya bildirir. Kabri elan Erzincan Terzi Baba Kabristanındadır.

Rivayetlere göre mahkemenin gönderdiği heyet, Kemahlı Ibrahim Hakkı Efendi’yi, mezarından çıkarıp idam sehpasına çekmek suretiyle hükmü infaz etmiştir.”

 

Ahmet Anapalı, Haber7.com’daki “İskilipli Atıf Hoca’yı Uğrunda Harcadığımız Gâvur Şapkası” başlıklı 10 Şubat 2018 tarihli yazısında bu anakronik iddiaya şöyle yer vermişti:

“Erzincan’da yaşanan hadise ise tam bir insanlık ayıbıdır. İstiklal Mahkemesi o tarihlerde şapkaya karşı çıktığı için Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi’yi gıyabında idama mahkûm eder. Fakat hocaefendiyi bulamadığı için bu idamı gerçekleştiremez. Bir sabah namazı vakti İbrahim Efendi ruhunu Allah’ına teslim eder. Çocukları babalarının ölüm haberini İstiklal Mahkemesine bildirir. Mahkeme tarafından köye bir müfreze gönderilir. Müfreze başındaki yetkili bu durumu kabul etmez. “..Olmaz. bu adam kanuna karşı geldi mutlaka asmam lazım” der. Bunun üzerine kabir açılır. Şahitlerin huzurunda kanuna muhalefet etmek suçundan ceset asılır sonra tekrar gömülür.”

M. Necati Özfatura da, Türkiye gazetesindeki “CHP’nin tarihteki karanlık sayfaları” başlıklı 23 Ağustos 2017 tarihli yazısında bu iddiayı şöyle aktarmıştı:

“Erzincan’da Sultan Abdülhamid Han ve Sultan Reşat Han’ın saray vaizi İbrahim Hakkı Efendi’nin şapkaya muhalefet ettiği için gıyabında idam cezası verilir. İbrahim Hakkı Efendi (kuddîse sirrûh) hakkındaki idam cezasını öğrendikten hemen sonra sabah namazı kılarken vefat eder ve defnedilir. Hakkındaki hüküm yerine getirilsin diye mezarı açılarak mübarek naaşı derme çatma bir darağacına asılır…”

Recep Yazgan Diriliş Postası’ndaki “Haydi Helalleşelim!” başlıklı 18 Kasım 2021 tarihli yazısında, Ahmet Öztürk de Şanlıurga Olay’daki “Kansız Olurmu -2″ başlıklı 28 Nisan 2017 tarihli yazısında bu iddiaya yer vermişti.

 

İbrahim Hakkı Efendi, Erzincan’ın Kemah ilçesine bağlı Müşekrek Köyü’nde 1850 yılında doğmuştur. Şam, Mısır ve Hicaz taraflarında bulunup bir süre de Konya’da ikamet etmiştir. Konya’da iken Mevlevîliğe intisap etmiş ve Erzincan’a gelip buradaki Mevlevîhâne’yi onararak postnişîn olmuştur. 1924’te Erzincan’da vefat eden Hakkı Efendi’nin Dîvân başta olmak üzere, Şemsü’l-irşâd li-Sultân Reşâd, Miftâhu’l-ma‘ârif, Tuhfetü’r-reşâd fî fezâili’l-cihâd, Pend-i Pesendîde der-Fezâil-i Rûze adlı eserleri vardır. Dîvân’ında Mevlânâ, Mesnevî, Mevlânâ Dergâhı, Ney, Mevlevî Külâhı, Mevlevîler ve Mevlevî Sâlikleri gibi konulara yer vermiştir (Selami Şimşek (2007). “Erzincan Mevlevîhânesi Son Postnişîni Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’nin Dîvân’ında Mevlânâ ve Mevlevîlikle İlgili Düşünceleri“. Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi. VIII. Cilt. 20. Sayı Sf: 159-174).

 

kemahli ibrahim hakki efendi
Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi
Kaynak: Faruk Tuncer (1999)

 

 

CHP iktidarı döneminde Kemahlı İbrahim Hakkı’nın ölümünün ardından mezarından çıkarılıp asıldığı iddiası gerçek dışı. Erzincan’ın Kemah ilçesinde 1859 yılında doğan, Erzincan’daki son Mevlevi Şeyhi Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’nin naaşı doğal yolla vefatının ardından darağacında asılmamıştır.

Mahkemenin yargılama sonucunun İbrahim Hakkı Efendi’ye ulaştırıldığında kendisini savunmak için bir dilekçe kaleme aldığı; ancak, gece rüyasında gördüğü Hz. Muhammed’in kendisine böyle uzun müdafaa yazmasına gerek olmadığını söylemesinin ardından savunmasını yırttığı, bu rüyanın ertesi günü vefat ettiği ya da kararın ardından Erzincan’a hareket ettiği ancak Erzincan Ovası göründüğü vakit ruhunu teslim ettiği ileri sürülmektedir (Faruk Tuncer (1999). Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi Hayatı Sanatı ve Eserleri. Basın Yayın Matbaacılık. İstanbul. Sf: 37). Ancak bu iddialar sadece bir rivayet hükmündedir.

Erzincan İstiklal Mahkemesi’nin vaazlarından dolayı İbrahim Hakkı Efendi’yi tehlikeli görüp gıyabında idam cezası verdiği ve kararı Ankara’nın onayına yolladığı iddiası gerçeği yansıtmıyor. Çünkü, Erzincan’da kurulu bir İstiklâl Mahkemesi bulunmuyordu.

İdam kararının başka bir ilde alınmış olabileceği ya da bir mahkeme heyetinin geçici olarak Erzincan’da görevlendirilmiş olabileceği ileri sürülse de, Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi hakkında İstiklâl Mahkemesi tarafından verilmiş bir idam kararı bulunmamaktadır. TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı Yayınları tarafından Latin alfabesine aktarılarak yayımlanan İstiklâl Mahkemesi kararları arasında bu yönde bir karara rastlanamamaktadır. 

14 Ekim 1924 (15 Rebiülevvel 1343) tarihinde vefat eden İbrahim Hakkı Efendi Erzincan’da Terzi Baba Mezarlığı’na defnedilmişti. Şapka Kanunu olarak bilinen “Şapka İktisası Hakkında Kanun” 25 Kasım 1925 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş ve 28 Kasım 1925 tarihli 230 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştı. Hâliyle İbrahim Hakkı Efendi’nin Şapka Kanunu’na muhalefet nedeniyle idam edilmiş olması mümkün değildir.

Kemahlı İbrahim Hakkı’nın naaşının mezardan çıkarılarak kefeni ile darağacında sallandırıldığı iddiasının doğru olmadığını çocukları ve torunları da belirtmişti. Kemahlı Hakkı Efendi’nin kızları Afife Özselçuk ve Hatice Meliha Cimilli, “Bu hadise tamamen yalan ve uydurmadır. Babamız eceliyle vefat etmiştir. Mezarı falan da açılmamıştır.” ifadeleriyle bu iddiayı tekzip etmişti. 

 

bize nasil kiydiniz

 

idam

 

Emine Şenlikoğlu’nun “Bize Nasıl Kıydınız” adlı kitabı aynı isimle beyaz perdeye Metin Çamurcu tarafından uyarlanarak vizyona girdiği tarihte Türkiye gündemini epey meşgul etmişti. Söz konusu filmin açılış bölümünde Cumhuriyetin ilk yıllarında Erzincan’ın Kemah ilçesi Müşekrek köyünden Mevlevi Şeyhi İbrahim Hakkı Efendi’nin sakalının zorla kesildiği, Kur’an’ının toprağa gömüldüğü, eceliyle ölmesine rağmen devrimlere karşı olduğu iddiası ile Erzincan İstiklal Mahkemesince idama mahkûm edilerek cesedinin savcının emriyle mezardan çıkartılıp asıldığı sahnelere yer verilmişti (İşbu sahnelerin İbrahim Hakkı Efendi’nin kızının anıları olarak aktarılmasına rağmen bu iddiaların çocukları tarafından yalanlandığını tekrar vurgulamış olalım).

 

 

Turgut Özakman, “Vahideddin, M. Kemal ve Milli Mücadele – yalanlar, yanlışlar, yutturmacalar” adlı kitabında söz konusu iddianın ve bahsi geçen filmdeki aktarımın asılsızlığına teferruatlı şekilde değinmişti (Bilgi Yayınevi. Birinci Basım. Eylül 2017. Sf: 651-672).

Anılan kitapta 1994 yılında Kadir Çelik’in sunduğu İnterstar adlı TV kanalında yayınlanan Objektif adlı programda Bize Nasıl Kıydınız adlı kitabın yazarı Emine Şenlikoğlu ve bu kitaptan uyarlanan filmin yönetmeni Metin Çamurcu’nun Toktamış Ateş’le tartışması şöyle aktarılmıştı (Sf: 652-656):

Kadir Çelik tarafından hazırlanan Objektif programında (İnterstar), 20 Ekim 1994 akşamı, bu olay ve dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri ele alındı.
20 Ekim 1994
[Ön program, filmden sahneler: Erzincan İstiklal Mahkemesi savcısı, köylülere İstiklal Mahkemesi’nce, ‘inkılaplara karşı gelmekten suçlu bulunan İbrahim Hakkı Efendi’nin, ölmüş de olsa, mezardan çıkarılıp asılacağını’ bildirir. Mezar açılır, tabutla (?) gömülmüş ceset çıkartılır ve üzerindeki kefenle bir ağaca asılır. Kızı, bu feci sahneyi yaşlı gözlerle seyreder.]
Sonra, romanın yazarı ile filmin senaristi ve yönetmeninin kısa açıklamaları gelecek. Bu olay romanda yok ama yazarı, filmde yer alan bu sahneye sahip çıkacak ve gerçek olduğunu şiddetle, azimle savunacaktır.
Şenlik başlamadan, hemen bir durumu belirteyim.
Erzincan İstiklal Mahkemesi diye bir İstiklal Mahkemesi hiç olmamıştır. Herhangi bir İstiklal Mahkemesi de, Erzincan’a gitmiş değildir. ( İstiklal Mahkemelerinin, Büyük Millet Meclisi genel kurulunca saptanmış bölgelerini gösterir çizelgeler ve haritalar için: E.Aybars, s.47/51 ve 102/104)
Yani olay daha başlamadan ve kökünden masal. Ötesi, masal üstüne masal! Şimdi masalcıların, bu masalı nasıl inatla ve körü körüne savunduklarını, belgesi var diye direnerek nasıl kamuoyunu yanıltmaya ve oyalamaya çalıştıklarını; Şenlikoğlu’nun, var olduğunu iddia ettiği belgeleri bir türlü gösteremediğini, sıkıştırılınca nasıl yan çizdiğini, işi mugalataya boğduğunu, yeni masallarla durumu kurtarmak için nasıl çırpındığını izleyeceksiniz.
 İyi eğlenceler ya da derin derin düşüncelere dalmalar!
…….
Emine Şenlikoğlu – Filmde bir  savcının hatası işleniyor. Yani insanlık için çok utanç verici bir olay işleniyor.
Metin Çamurcu [yönetmen] – Biz Atatürk’ü eleştirmiyoruz. İnkılaplarda yanlış uygulamalardan bahsetmiyoruz. Yanlış laiklik uygulamalarından bahsediyoruz… Birtakım gerçekler unutturulmuştur insanlara. Biz bu gerçekleri hatırlatmak istiyoruz.
E. Şenlikoğlu – Ben Atatürkçü değilim, ancak küfür de etmiyorum  Atatürk’e.
M. Çamurcu – Ben Atatürkçü sistemi kabul etmiyorum, inanmıyorum öyle bir sisteme.
Kadir Çelik – Filmde ilginç bir sahne var. Ölmüş birisi İstiklal Mahkemelerinde yargılanıyor. İdama karar veriliyor. Cesedi mezardan çıkartılıyor ve tekrar idam ediliyor.
Toktamış Ateş – Böyle bir şey söz konusu değildir. İstiklal Mahkemelerinin ne olduğunu, ne olmadığı bilinir. Zaten buraya gelmem, İstiklal Mahkemeleri konusunda, toplumumuzda yaratılmak istenen birtakım önyargıları çürütmek arzusundan kaynaklandı.
K. Çelik – Hocam Emine Hanım, o sahnenin gerçek olduğunu, yaşanmış olduğunu iddia edyorlar, değil mi Şenlikoğlu?
E. Şenlikoğlu – Belgelerim var. Bir defa İstiklal Mahkemelerinde bu durum, yargı yapılmamışsa kaynaklara nasıl geçti? Ben kaynakları yanımda getirdim. Programdan sonra vereceğim. İstiklal mahkemeleri seyyardı. Ankara’da seyyar olmayan mahkemeler  vardı; bir tane mahkeme, diğer tüm ülkenin 67 vilayeti, o zaman 50 vilayet, her neyse kaç vilayet ise… Yani İstiklal Mahkemesi seyyar yapılıyor efendim, yargı yok. Kim hoşuma gitmedi ise, ki 1982 yıllarında TRT televizyonlarında, bir celladın, İstiklal Mahkemesi celladının ağzından duyduğum bir ifade, övüne övüne, ‘yalnız ben beş yüz bin kişi astım’ derken, övüne övüne halk huzurunda söylemiştir bunu.
K. Çelik – Yargılama bu biçimde mi yapılıyor hocam?
T. Ateş – Hayır! Sayın Şenlikoğlu, tabii, kulaktan dolma…
E. Şenlikoğlu – Hayır efendim, araştırmalarım var!!
K. Çelik – Yani yargılama sayın Şenlikoğlu’nun dediği şekilde, gözünün üstünde kaşın var deyip…
T. Ateş – Öyle şey olur mu efendim!!!
E. Şenlikoğlu – O halde, tüm Türkiye aydınları, hodri meydan bu tarihi araştırmaya davet ediyorum.
T. Ateş – Efendim elimin altında, müsaade buyrun…
E. Şenlikoğlu – Sayın Ateş’in iyi niyetinde hiç süphem yok. Fakat mümkün değil! Okuyoruz ve görüyoruz.
T. Ateş –  Şimdi, bakın, İstiklal Mahkemelerinin, bir özelliği, diğer devrim mahkemelerine benzemeyen yanı, aleni(açık) olmasıdır. Hiçbir mahkeme kapalı kapılar ardında yapılmamıştır. Hepsi aleni olmuştur. Çok mu adildir, iyi midir, kötü müdür, ayrıca tartışılabilir. Fakat İstiklal Mahkemelerinin dökümü elinizin altında vardır. Bunun için uzun araştırmalar yapmak gerekmiyor.
E. Şenlikoğlu – İstiklal Mahkemeleri ile ilgili arşivler kapalı, efendim.
T. Ateş – Hayır efendim. Her şey açıktır. En son , zabıtların bir kısmı saklıydı ki onların arasında bazı açıklanmamış olanlar vardı, İskilipli Atıf Hocayla ilgili Ankara İstiklal Mahkemesi’nin zabıtları da açıldı ve yayımlandı. Sayın kamuoyuna, bir kez daha altını çizerek duyurmak istiyorum. Yalan üzerine, iftira üzerine, abartma üzerine, haklılık çıkmaz ortaya. İstiklal Mahkemelerinde yargılanan insanların  idam edilenlerinin sayısı 1. Dönemde 1,054’tür. Müccelen yani idama mahkum olupta ertelenmiş, gerçekleştirilmemiş idam sayısı, 2,827’dir ve gıyaben idam kararı da 243’tür. 2 Dönemdeki idam kararları da 400 civarındadır. Müeccel idamların da bir kısmının asıldığını düşünürsek İstiklal Mahkemeleri kararıyla idam edilen insan sayısı, üç bini bulmaktadır. Nerede kaldı beş bin kişi astığını söyleyen cellat?
E. Şenlikoğlu – Bunları araştıralım.
T. Ateş – Bütün bunlar elimizde rakam olarak mevcut. Şunu da söylemek istiyorum. Üç bin kişi az mı ? Abartmanın da bir sınırı vardır.
K. Çelik – Sayın Şenlikoğlu bu filmdeki sahneyi ve sizin tanımlamalarınızı sayın Ateş  yalan, iftira ve abartma olarak niteliyor.
E. Şenlikoğlu – Toktamış beyin samimiyetinden süphem yok. Araştıran, yalnız Toktamış hocamız değil. Biz de araştırıyoruz ve görüyoruz. Bunu inkar etmeyen bir çok aydın ve Atatürkçü kişilerde var. Ve bunu kaynaklarımızdan okuyoruz… yalnız, bu tartışmada hiçbir sonuca ulaşamayacağız. Çünkü ne sayın hocamız fikrinden vaz geçecektir, ne de ben fikrimden vazgeçeceğim.
K. Çelik – Efendim, hoca altını çizerek söyledi, sizin de savunduğunuz bu düşünceler için yalandır, abartmadır dedi.
T. Ateş – Ben İstiklal Mahkemelerinden herhangi birinde, öldürülmüş bir insanın, mezarından çıkarılıp yenide asıldığı duymadım. Böyle bir şey olması da mantıkla bağdaşır gibi değil.
K. Çelik – Belgelerim var diyor Şenlikoğlu.
T. Ateş – Programdan sonra, çok yararlanacağız mutlaka o belgelerden… Ama bazı gerçeklerin de bilinmesi lazımdır. Bu iftira kampanyası, belli bir zemine dayanmıyor ve haksızdır. Bu konuda araştırma olmadığı söyleniyor. Bu konuda çok uzman arkadaşımız var. Mesela Ergün Aybars. Genç yaşta, bir ömür harcayacak.
K. Çelik – O zaman, sadece İstiklal Mahkemelerini konu alan bir açık oturum yapalım.
T. Ateş – Zevkle
E. Şenlikoğlu – İstiklal Mahkemelerinde görevli olan herkese, Toktamış Beyin kefil olması üzücü bir olay, çünkü…
T. Ateş – Kefil falan değilim, niye kefil olayım herkese?  Yok öyle bir şey.
E. Şenlikoğlu – Bu seyyar bir defa efendim, seyyar.
T. Ateş – Müsaade buyurun, şunu ifade etmek istiyorum. Ben Birinci Meclisinin bütün üyelerine toz kondurmamaya çalışırım. Hangi gruptan olursa olsun, ama Birinci Grup ama pek de uzlaşamadığım İkinci Grup. Çünkü gerçekten tarihimizin bu en şerifli insanlarına saygı göstermemiz gerektiğini düşünürüm. İstiklal Mahkemeleri üyeleri arasında, İkinci Grup üyeleri de vardır.
E. Şenlikoğlu – Siz cellatlara en saygın diyorsanız, benim söyleyecek sözüm yok.
T. Ateş – Türkiye Birinci Millet Meclisi, tarihimizin en saygın insan topluluğudur. İstiklal Mahkemelerinin üyeleri milletvekiliydi.
E. Şenlikoğlu – Millet Meclisi’ne sözümüz yok, Cellatlardan bahsediyoruz.
K. Çelik – Sayın Ateş’e sayın  Şenlikoğlu’na teşekkür ediyoruz.

 

Reha Muhtar’ın sunduğu TRT 1’de yayınlanan Ateş Hattı programına katılan Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’nin kızlarının bu iddiayı yalanlaması Turgut Özakman’ın adı geçen eserinde şöyle aktarılmıştı (Sf: 656 – 661):

Bu arada, 31 Ekim 1994 gecesi, Reha Muhtar’ın hazırladığı Ateş Hattı programında ölünün mezardan çıkarılıp asılması, zorla sakal kesilmesi, Kur’an’ın toprağa gömülmesi gibi iddialar, geniş bir şekilde ele alınır. Bu programın söz konusu iddialarla ilgili bölümlerini, ayrıntılı sahnelerin özünü koruyup kısaltarak anlatıyorum.
Reha Muhtar – Filmde Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda bir Mevlevi şeyhinin mezardan çıkartılarak yeniden idam edilmesi gösteriliyor. Filmde, kızının ağzından o günlerde Kur’an’ın baskı sonucu toprak altına gömüldüğü, inananların sakallarının kesildiği, görüntülerle aktarılıyor. Ateş Hattı filmin bu tüyler ürpertici iddialarını araştırdı.
Reha Muhtar – Aslında film, günümüzde geçen ve çok da ilginç olmayan bir öyküyü işliyor. Ancak zaman zaman geriye dönüşlerle, Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğunu iddia ettiği bazı olayları gündeme getiriyor. En çarpıcı olay, Erzincan’ın Kemah ilçesi, Müşekrek köyünde, eceliyle ölmüş Mevlevi Şeyhi İbrahim Hakkı Efendinin, Mahkeme kararıyla mezardan çıkartılarak ipte sallandırılması, yani ida m edilmesi. İşte bu sahne, İbrahim Hakkı Efendinin, o sıralarda 10 yaşlarında olan küçük kızının, bu olayı izlerkenki ağlama görüntüsüyle veriliyor ve film boyunca da, İbrahim Hakkı Efendinin, Cumhuriyetin ilk yıllarında başına gelenler, kızının anılarından aktarılıyor.
H. Türkyıldırır – Evet, yeri bellidir. Bu olayı yaşanan insanlar hala sağdır,  hayattadır.
L. Pekcan – Peki, bu filmde ‘tarihi gerçekler saptırılmadan, aynen verilmiştir’ deniliyor.
M. Çukurcu – Evet.
L. Pekcan – Filmin senaryosunu da, bir arkadaşınızla birlikte kaleme aldınız. Emine Şenlikoğlu’nun kitabından uyarladınız. Film, Erzincan’da bir şeyhin asılmasıyla başlıyor.
M. Çukurcu – Evet, biz bunu araştırmaya başladık, o kadar büyük bir araştırma değildi, piyasa da var olan kitaplardan araştırma yaptık ve birtakım tarihi gerçeklerle yüz yüze kaldık. Ben, Şeyh İbrahim Efendi Hazretleri olayını bilmiyorum. Burhan Bozgeyik’in Bize Nasıl Zulmettiler isimli kitabında rastladım, yaklaşık birt sayfaydı. Defalarca okudum ve etkisinden kurtulamadım. Şeyh Efendinin torunlarını kaynak gösteriyordu. Ayrıca, dipnot olarak Erzincan yıllığın’dan bahsediyordu. (2 kaynaktan bahsediyor ama ikisi de yalan. Olayın kaynağı, daha evvel onlarca yalanını açıkladığımız H.H. Ceylan. Din-Devlet İlişkileri, 3.C. s.31-34) Biz bunlara ulaşamadık ama ben bu var olan bilgileri doğru kabul ettim.
Reha Muhtar – Ateş Hattı İbrahim Hakkı Efendinin hem torunlarını, hem de filmde, ağzından anlatımın yapıldığı kızlarını buldu. İbrahim Hakkı     Efendinin iki kızından Hatice Meliha Cimilli, İstanbul, Fatih’te, Halıcılar Caddesi 86 numarada Oturuyor. Şu anda 80 yaşında. Babası eceliyle öldüğünde 10 yaşlarındaydı.
[Filmin söz konusu sahneleri tekrar gösterilir]
L. Pekcan – Bu Filmde, mezardan çıkarılıp beyaz kefeniyle tekrar asılan İbrahim Hakkı Efendi, Erzincan, Kemah ilçesi, Müşekrek Köyünden, sizin babanız…
H. M. Cimilli – Evet efendim babam.
L.Pekcan – Böyle bir olay oldu mu?
H. M. Cimilli – Hayır, kati suretle hayır! Hiç böyle bir şey olmamıştır! Her tarafım titredi… Onlar da Müslüman, ben de. Getirsin şurada Kur’an’ı Kerim’e elimi basaym. Böyle bir şey olmadı. Ben küçük değildim, on yaşındaydım.
L. Pekcan – Biz torunuyla konuştuk, İbrahim Hakkı Efendinin kızıyla konuştuk. Bugün 80 yaşında. Olaya büyük infial duyduğunu, büyük tepki gösterdiğini, böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmeyeceğini söylüyor.
M. Çamurcu – Evet, ee, bakınız, İbrahim Hakkı Hazretleri Mevlevi’dir ve gerçek bir İslam Alimidir. Saray vaizliği yapmıştır. Sıradan bir insan değildir. İnkılaplara karşı çıkmıştı. Ankara’dan gelen bir emirle Erzincan İstiklal Mahkemesi gıyabında idam cezası verilmiştir, kendisi bulunamadığı için. Bakın, bunlar tamamen gerçektir. Ben bunlara inanıyorum.
L. Pekcan – Mezardan çıkartılıp..
M.Çamucu – Ben bunlara inanıyorum. Kızının, ne şartlar altında, ne söylediği beni ilgilendirmiyor. Biz buna… bunlar gerçektir!
Reha Muhtar – Bir Şeyhin kızına, acaba hangi kuvvet  Kur’an ‘a el bastırarak yemin ettirebilir!
H. M. Çimilli – Erzincan’da üç ay hasta yattı, eceliyle öldü. ‘Terzi Baba’ mezarlığına gitti. Yatıyor orada.
L. Pekcan – Daha sonra mezarından alındığı…
H. M. Cimilli – Ne !! Hayır, katiyen! Rahmetli ağabeyim yaptırdı mezarı. Senelerce ziyaret ettik, gittik. Teyzemin oğulları her hafta, ziyaretine giderlerdi.
L. Pekcan – Bu filmin gerçeği yansıttığı söyleniyor ve hatta torunları kaynak gösteriliyor.
H. M. Cimilli – Torunları? Bu işte torun! O kadar yanlış, o kadar yanlış ki yalan! Her türlü ispat ederim. Çünkü şükür ki hayattayım, bir de ablam var hayatta.
Reha Muhtar – Ateş Hattı, Hatice Meliha Cimilli’nin hayatta olan ablası Afile Özselçuk’u İbrahim Hakkı Efendinin büyük kızını da, Ankara’da Ebuzziya Teyfik sokak, 34 numara da buldu.
 Afife Özselçuk – Çok fena oldum. Baygınlık geçirdim. Nasıl uydururlar böyle bir şeyi, hiç imkansız. Babam (köyde değil) Erzincan’da öldü, Terzi Baba’da gömüldü, halen orada gömülü. Gitsin baksınlar.
L.Pekcan – Nasıl öldü efendim?
A.Özselçuk – Kalpten öldü. Hasta yattı, sonra öldü. Erzincan’da gömülü duruyor.
L.Pekcan – Tanırlar mı, bilirler mi orada?
A.Özselçuk – Çok tanırlar. Çok çok tanınmış…
L.Pekcan – Ne olarak bilinir?
A.Özselçuk – Mevlevi şeyhiydi. Medresesi vardı. Talebeleri vardı. Herkes tanır yani Erzincan’da.
L.Pekcan – Hacı İbrahim Efendi olarak mı bilinir?
A.Özselçuk – Evet, Hacı İbrahim Efendi, Kemahlı Hoca
L.Pekcan – Kemahlı?
A.Özselçuk – Kemahlı Hoca, Hacı İbrahim Efendi.
L.Pekcan – Peki, bu Müşekrek köyünde, başka Hacı İbrahim Efendi var mıydı, ya da İbrahim Hakkı Efendi?
A.Özselçuk – Hiç, hiç yok. Zaten 10 ev, o kadar. Müşekrek köyü çok küçük bir köy.(Babam) Orada kalmamış, babasına ‘ben  okuyacağım’ demiş, babası para vermiş, gitmiş Mısır’da biraz okumuş, sonra İngiltere’de okumuş. Sonra gelmiş işte, Mevlevihane’yi açmış. Koca bir arazi içinde medreseler, tekke, cami, işte aşhaneler… Evimiz, hep o şeyin içindeydi. Hep yanımızdaydı.
L.Pekcan – İdam kararının, mezarından çıkarılıp uygulandığı söyleniyor.
A.Özselçuk – Hayır, hayır! Hiç, yalan! Nasıl uyduruyorlar bunları, nereden çıkarıyorlar? Bu kadar iftira olmaz! Ne istiyorlar ölü adamdan?
M.Çamurcu – Filmdeki her olayın gerçek olduğuna inanıyorum. Gerçek olmasaydı zaten, ben onları filme aktarmazdım. Bu cesareti gösteremezdim. (Bir tarafta, kendilerine anlattığını iddia ettikleri çocukları ve torunları, elleri titreyerek, canlı yayında yeminler ediyor ama diğer tarafta M. Çamurcu neye inanıyorsa! hala yalanını savunabiliyor.)
L.Pekcan – Torunu şu anda yaşıyor, kızları da aynı şekilde…
M.Çamurcu – Başka torunları da var!
S.Elmas – Torunları kaynak gösteriliyormuş bu filmde. Böyle bir şey kesinlikle olamaz! Olmayan bir şeyi, torunları nereden söylesinler?
L.Pekcan – Kaç tane torunu var? Yakın ilişki içerisindeyiz diyorsunuz. Bunu söyleyebilecek bir torun çıkabilir mi?
S.Elmas – Hayır kesinlikle çıkamaz. Biz üç kardeşiz, teyzemin yine üç çocuğu var. Ölen kardeşlerinin kızı Buket Uzuner, kardeşi Salih Uzuner var. Böyle bir şey söyleyecek torun yok.
Reha Muhtar – Ateş hattı, bir kuşku bırakmamak için sadece bir torunla değil, diğer torunlarla da görüştü.
Gülgün Hanım – Evet, torunların hepsiyle yakın ilişki içindeyiz, torunları bizleriz. Hepsi Atatürkçü, milliyetçi insanlar. Biz dedemizin, her zamanCumhuriyet hükümeti ve Atatürk hükümeti tarafından saygı gördüğünü duyduk annemizden. Annem 80 yaşındadır, Cumhuriyet İlkokulu’nu bitirmiştir. Dedem öyle Atatürk karşıtı biri olsaydı, herhalde kızını o devirde, karma bir ilkokula göndermezdi.
Reha Muhtar – Yine İbrahim Hakkı Efendinin kızının anılarına dayanılarak, filde gösterilen Kur’an gömme sahneleri ise, tartışmaların bir başka boyutunu oluşturuyor. Ezici çoğunluğu Müslüman olan bir  toplumun, batılı emperyalist güçlere karşı verdiği Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, hepsi Müslüman olan önder kadronun veya onlardan güç alan başkalarının, kendi dinlerinin kutsal kitabını, nasıl toprağa gömdüklerini anlamak mümkün görünmesede, biz yine tarafları dinleyelim.
L.Pekcan – Bir belge gösteriliyor mu?
H.T – Altında kaynaklar vardı. Erzincan Günlüğü gibi bir kaynak göstermiştir.
 L.Pekcan – Erzincan Günlüğü gibi? Peki, siz inandınız mı efendim? Böyle bir şeyi inanarak mı çektiniz?
H.T – Tabii ki.
L.Pekcan – İnanıyorsunuz?
H.T – Tabii ki.
L.Pekcan – Yani Kur’anların gömüldüğü, İstiklal Mahkemelerinin…
H.T – Olmuştur bunlar.
Reha Muhtar – Filmde bunların olduğu, yine İbrahim Hakkı Efendinin kızının, küçüklük anılarından aktarılıyor. Şimdi 83 yaşındaki o küçük kız, Ateş Hattı kameralarına şöyle konuşuyor.
Afife Özselçuk – Yalan! Hiç imkanı yok. O kadar insan gördü ki. Herkes ibadetinde. Camisinde. Evinde. Hiç öyle saklı bir şey yoktu Atatürk zamanında.
L.Pekcan – Siz evinizde, rahat rahat Kur’an okur muydunuz?
A.Özselçuk – Rahat, çok rahattık. Hatim okunurdu Ramazan’da. Hiç kimse bir şey demezdi.
L.Pekcan – Herhangi bir engel?
A.Özselçuk – Hiç, hiç bir engel yoktu. Herkes ibadetini yapardı, serbestti. Hiç gizli bir şey yoktu. Bunları nereden çıkarıyorlar böyle? Öyle sakal kesme falan, hiç imkanı yok. Kur’an gömülür mü hiç?
H.M.Cimilli – Hiç, hiç katiyen! Benim dedemin dedesinin Kur’an-ı Kerimleri var: Benim ablam (Afife Hanım) hafızdı. Erzincan’da, 30 Kur’an hafızı… Bütün Erzincanlılar bilir. Kimse, ‘hafız, niye okuyorsun?’demedi… Kocam,  Allah rahmet eylesin, ilkokul din öğretmeniydi. Evde beraber namaz kılardık, Kur’an okurduk. Bir münakaşa oldu, dedim ki: ‘Yahu kim bizim Kur’an’ımızı topladı ki… Bak, dedemin Kur’anı işte burda!’
 (Son olarak, l.Pekcan, İbrahim Hakkı Efendinin bir başka torunu ile konuşuyor)
L.Pekcan – Böyle bir şeyin varlığına siz inanabiliyor musunuz?
Bilgin Cimilli – Kesinlikle inanmıyorum.
Ateş Hattı programı burada sona eriyor.”

 

Emin Çölaşan, Hürriyet’te 7 Aralık 1997 tarihinde yayımlanan “Şeriatçı Yalanı” başlıklı yazısında Erzincanlı İbrahim Hakkı Efendi’nin mezarının açılarak cesedinin idam sehpasında sallandırıldığı iddiasına dair torunu Abdülkadir Özar’ın tekzibini şöyle aktarmış ve konuyla ilgili yargılama sonucuna şöyle değinmişti:

‘‘Önce Abdülkadir Özar’dan aldığım bir mektubu özetliyorum:

‘Bendeniz Mevlevi şeyhi, aydın kişi İbrahim Hakkı Kemahi’nin öz torunuyum. Onun kızları olan 80 ve 85 yaşındaki Afife ve Meliha hanımlar, teyzelerimdir.

Kötülük erbabı, bizim neslimizin tükendiğini zannederek ‘‘Bize Nasıl Kıydınız’’ isimli bir film yapmışlardı.

Rahmetli dedemizin ismini kullanarak bizi mağdur ettiler. Rahmetli dedeme ait mezarın açıldığı ve cesedinin İstiklal Mahkemesi tarafından asıldığı iddiası tamamen uydurmadır…’’’

“Yaşlı hanımlar manevi sıkıntı içindeydi. Bu filmi yapanları mahkemeye verdiler. Dava dilekçelerinde bütün bunların yalan olduğunu, babalarının Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine bağlı bir din adamı olduğunu, mezarının açılıp cesedinin idam edilmesi gibi bir durumun asla söz konusu olmadığını vurguladılar.

Davalı tarafın savunması çok ilginçti!
Filmde adı geçen İbrahim Hakkı Efendi bir başka kişiydi! Sadece isim benzerliği vardı! Bu nedenle ailenin kişilik haklarına saldırı olmamıştı!
Mahkeme, bu iğrenç iddiayı ortaya atanlardan, İstiklal Mahkemesi kararını istedi. Veremediler, çünkü böyle bir karar yoktu.
***

Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Esas 1995/873, Karar 1997/14 sayılı kararı, bir ibret belgesidir:

‘‘Savunmada olayın Erzincan İstiklal Mahkemesi kararının infazından kaynaklandığı belirtildiği halde, mahkeme ilamı ibraz edilememiştir.

İbrahim Hakkı Efendi’nin Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine aykırı, vatanın bütünlüğüne karşı davranış içinde olması yüzünden mezarından çıkarılarak asılması, kendisinin şeref ve onuruna saldırıdır.

Davacılar (kızları), bu haksız ve yanlış tanıtım nedeniyle toplumda zor duruma düşmüşlerdir. Dolayısıyla, kişilik haklarına saldırı yapılmıştır…’’

Ve mahkeme, bu filmi yapanları, aileye 500 milyon lira tazminat ödemeye mahkûm etti.”

 

Yusuf Babür “Erzincan Mevlevihanesi’nin Son Postnişini Kemahlı İbrahim Hakkı’nın Farsça Şiirleri” başlıklı makalesinde bu iddianın doğru olmadığını şöyle belirtmişti (2019. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2019. Cilt: XII. Sayı: 2. Sf: 368-392):

“İbrahim Hakkı’nın kabirden çıkarılarak cansız bedeninin idam edildiği iddiası ise asılsız ve popülist bir yaklaşımdır. İbrahim Hakkı Efendi hakkında verilmiş bir idam kararı var ise bu kararın savunulacak bir tarafı yoktur. Ancak mezarının sökülüp cesedin asılarak idam kararının gerçekleştirildiğine dair asılsız haberlere de itibar etmemek gerekir. Sert ve pervasız vaazlarından dolayı böyle bir idam kararı verilmiş olabilir. Pekçok insan ise İbrahim Hakkı’nın şapka kanununa muhalefetten dolayı idam edildiği iddiasındadır. Fakat şapka kanunu, İbrahim Hakkı’nın vefatından bir yıl sonra çıkarılmıştır (25 Kasım 1925 tarihli ve 671 No’lu “Şapka İktizası Hakkında Kanun”). Dolayısıyla bu iddia da gerçek görünmemektedir. Ayrıca İbrahim Hakkı’nın mezarından çıkarılarak idam edildiğini iddia edenler, bu hadisenin Müşerkek Köyü’nde gerçekleştirildiğini söylemektedir. Hâlbuki İbrahim Hakkı Erzincan merkezinde vefat etmiştir ve kabri merkez Terzibaba Kabristanlığı’nda bulunmaktadır. Kabrini bugün dahi gidip ziyaret etmek mümkündür. Kızı ve damadı da İbrahim Hakkı’nın yanına defnedilmiştir.”

 

Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ali Birinci de Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’nin İstiklal Mahkemesi’nde irtica suçundan yargılanırken vefat etmesine rağmen idama mahkûm edilip cenazesinin ipte sallandırıldığı iddiasının tamamen uydurma olduğunu, İbrahim Hakkı Efendi’nin İstiklal Mahkemelerinden iki yıl önce vefat ettiğini, hakkında soruşturma bile açılmadığını belirtmişti.  Ali Birinci,  “Tarihin Gölgesinde/Meşâhir-i Meçhûleden Birkaç Zât” adlı kitabında bu iddianın yanlışlığını ortaya koymuştu (İstanbul. 2001. Sf: 17-22). Birinci, “Kemahlı Şeyh İbrahim Hakkı’nın Serencamı” başlıklı makalesinde şu ifadelere yer vermişti (1996. Türk Yurdu. 110. Sayı. Sf: 4-7):

“Ancak Mevlevi Şeyhinin çilesi bundan sonra da devam etmiş; önce mahkemede, rüyasında Peygamber Efendimizi gördüğü için, müdafaasını okumaktan vazgeçtiği ve ertesi gün de vefat ettiği, gerçeğin tespiti için mezarının açılıp kapatıldığı yazılmıştır.

İrtihalinden yetmiş sene sonra ise hakkındaki dedikodular tam bir faciaya tahvil edilmiş ve bu defa 1926 senesinin ikinci yarısında, şahit veya seyirci sıfatıyla muhatab bile olmadığı İstiklal Mahkemesi tarafından, hayatında ele geçirilemediği için, gömüldükten sonra mezarından cesedinin nasıl çıkarılıp asıldığına dair tafsilatlı ve teferruatlı sayfalar ve senaryolar yazılmıştır. ” Böylesi bir zulme Dünya tanık olmadı” başlığı altındaki acıklı sayfalarda bulunmayan tek şey gerçeğin kırıntısıdır ve bu en büyük teselli vesiledir. Bu başlıktan alınabilecek bir ilhamla son söz olarak şu söylenebilir: Orhun Abidelerinden beri Türk lisanıyla bu denli bir tarihi yalan yazılmamıştır.”

 

Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi‘nde de bu rivayetin gerçekle bağdaşmadığı şöyle aktarılmıştı:

“14 Ekim 1924’te Erzincan’da vefat eden İbrâhim Hakkı’nın kabri Terzibaba Mezarlığı’ndadır. Ölümünden önce idam talebiyle mahkemeye verildiği, rüyasında Hz. Peygamber’i görerek hazırladığı savunmasını okumaktan vazgeçtiğini çevresindekilere söylediği ve ertesi gün vefat ettiği, ölümünden emin olunmak için mezarının açılıp kontrol edildiği rivayet edilmektedir (Şahin, II, 274-275). 1926’da İstiklâl mahkemeleri tarafından hayatında ele geçirilemediği için cesedinin mezarından çıkarılıp asıldığına dair görüşlerin (Ceylan, III, 31-34) gerçekle bağdaşmadığı belirtilmektedir (Birinci, sy. 110 [1996], s. 7).”

 

Şapka Takmadığı İçin İdam Edilen Kişilere Ait Olduğu İddiasıyla Paylaşılan Fotoğraflar” başlıklı derlememize de göz atabilirsiniz.

 

Yorumunuzu yazınız...