Bugünkü yazımızda metinlerarası ilişkilerde en fazla kullanılan yöntem olan “alıntılama” yoluyla metinde yer alan sözlerin asıl sahiplerinden çıkıp yer aldıkları yeni yapıtın sahibine izafe edilmesine değineceğiz.

Öncelikle metinlerarasılığı tanımlayıp alıntılamanın nasıl gerçekleştirildiği üzerinde kısaca duralım.

İnsanın varlığının ilk anından beri sözün olduğu düşünülürse yeryüzünde söylenmemiş hiçbir söz, anlatılmamış hiçbir tema kalmamıştır. Roland Barthes metinlerarasılığı “sınırsız sayıdaki metinlerin dışında yaşamanın imkânsızlığı” olarak tanımlar. [1] Michel Foucault ise “Bir kitabın sınırları hiçbir zaman kesin değildir. Adının ötesindedir, ilk satırlarından son noktasına kadar, iç yapılandırmasının ve özerk formunun ötesindedir; diğer kitaplara, diğer metinlere, diğer cümlelere yapılan daimi bir atıflar sistemine hapsolmuştur: Bir nevi bir ağ içindeki bir düğümdür.” der. [2] Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanını okuyan biri James Joyce’a, Shakespeare’e, Cervantes’e, Goethe’ye, Dostoyevski’ye uzanan atıflar denizindedir. Bu atıfların her zaman doğrudan olmadığını; anıştırmalar, göndermeler, öykünmeler, dönüştürmeler şeklinde de tezahür ettiğini söylemeliyiz.

Yıldız Ecevit’in “üstkurmacanın bir türevi” olarak gördüğü [3] metinlerarasılığı sırf postmodernliğe ait bir unsurmuş gibi görmek doğru bir bakış sunmayacaktır. Postmodernizmden çok önce farklı metinlere, yapıtlara göndermelerle oluşturulmuş eserler bulunuyor. Fakat postmodernizmde “metinlerarası ilgiler” önemli bir unsur olarak tanımlanmış ve çerçevesi belirlenmiştir.

Postmodernizm kuramcılarından biri olan Julia Kristava’ya göre “her metin bir alıntılar mozaiği gibi oluşur, her metin kendi içinde başka bir metnin eritilmesi ve dönüşümüdür.” [4] Parodi, postiş, kolaj ve alıntı en fazla uygulanan metinlerarası yöntemler içinde sayılabilir.

Roman Jacopson, metinlerarası ilgilerde en çok kullanılan yöntem olan “alıntılama”yı “Bir sözce içinde sözce, bir ileti içinde ileti, bir sözce üzerine sözce” olarak tanımlarken [5] Petit Robert “Genellikle ileri sürülen bir görüşü açıklamak ya da desteklemek için bir yazardan, ünlü bir kişiden alınan parça” olarak belirtir. [6] Alıntıların ayraçlar ya da italik yazıyla belirtilenleri olduğu gibi bu göstergeler kullanılmadan gizli alıntı (aşırma-plagiat (plagiarizm) biçiminde metinde yer alanlarının da var olduğunu görüyoruz. Ayraç ya da italik yazıyla gösterilmiş olan alıntı, Kubilay Aktulum’un sözüyle, “bunu söyleyen ben değilim”in ifadesidir. [7] Buna rağmen “farklı metinlerden, nesnelerden, resimlerden yararlanarak yeni bir bütünlük” [8] oluşturulan, gömülen, alıntılanan metnin sahibi sosyal medyanın da etkisiyle el değiştirebiliyor. Çağdan çağa, nesilden nesile aktarılırken ilk söyleyeni unutulan, anonimleşen sözler, vecizeler, şiirler gibi yeni bir sözlü dönem tezahürüyle karşılaşıyoruz.

Herhangi bir dikkat göstermeksizin sosyal medyada sözü/şiiri/ bir an önce paylaşmanın cazibesine tutulan kullanıcılar, alıntılanan sözün asıl sahibinin değişmesine, başkasına izafe edilmesine istemeyerek de olsa katkıda bulunmuş oluyorlar.

Bazen alıntılama biçiminde seyreden metinlerarasılık, sözün asıl sahibinin el değiştirmesine de neden olmuştur. Hatta sözü alıntılayanın ilk söyleyenin önüne geçtiği durumlar da mevcuttur. Sosyal medyadaki paylaşımlara baktığımızda bunun örneklerini görmek mümkün. Bugün bu hususta karşımıza çıkan bazı dizelere/sözlere eğileceğiz.

Örneklere yer verelim:

Oğuz Atay’ın Günlük‘ünde bir eleştirmenden alıntıladığı “Türk solu geç kalkar çünkü sabaha kadar içmiştir.” sözünün ona ait olduğu zannedilerek paylaşıldığını görüyoruz. Hatta 2012 yılında dönemin Başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın grup toplantısında merhum Oğuz Atay’a ait olduğu iddiasıyla sarf ettiği sözler haber olmuştu. Bugün de sözün Oğuz Atay söylemişçesine paylaşıldığına şahit oluyoruz.

5 Ocak 1975

 

(…) İlerici, gerici her türlü akımların tekelini ellerinde tutan bir küçük yarı-aydın çetesi, yıllardır kendini yenileme gereğini duymadığı için bugün artık yerini kaybetmemek için ancak bezirgân oyunlarıyla ayakta durmaya çalışmaktadır. Yıllardır halkı ve aydın potansiyelini hor gördüğü için kendini geliştirmek için parmağını oynatmamıştır. Bugün haksız olarak gasp ettikleri yerler gerçek sahiplerini beklemektedir. Halkın evrensel ruhuna inanan, onu derinliğine tanımaya çalışan gerçek bir aydın topluluğu bu kültür gangsterlerinin yerini almazsa toplumun, çağın çok gerisinde kalacaktır Türk edebiyatı. Birbirlerine ödül dağıtan, oyunun kurallarını bozmaya cesaret edemeyen bu kuru kalabalık aslında tek bir kütledir; ilericilik-gericilik kavgası görünüşte bir çekişmedir. İlericiler, yerlerinde kalmak için değil namuslu bir sosyalistin, sahtekâr bir bezirgânın yapmayacağı oyunlarla uğraşırlar, kendilerini övenlere pay verirler. Ne yazık ki halkın değerlerine sahip çıkmaya çalışanlar da -kendilerine bir isim vermedikleri halde- gerici ya da sağcı denilen ve orta çağın karanlığında yaşayan zavallılardır. Sanat sanat içindir- sanat toplum içindir kısır çekişmesine karşı sanat insan içindir parolasıyla çıktıkları halde insanın, gerçek insanın farkında değillerdir. Gerçekten ‘korkak bir karanlık içinde’dirler. Yaşamaktan, eğlenmekten korkarlar. İnsanı, özellikle kadını tanımaktan korkarlar. Dünya nimetlerini çağ dışı boş inançlar yüzünden teperler. Aslında bir ruh hastasının tepkisidir bu; daha doğrusu reddettikleri nimetlere kapılmaktan korkan bozuk ruhların tepkisidir bu. Bu yüzden sosyalizmi ahlâksızlık sanırlar, bu yüzden emperyalizm ile sosyalizmi birbirine karıştırırlar. Allah için bazı sosyalistlerimiz de özel yaşantılarıyla onlara hak verdirecek durumdadırlar. Bir sosyalist eleştirmenimizin dediği gibi ‘Türk solu geç kalkar, çünkü bir gece önce sabaha kadar içmiştir.’ Bu insanlardan Türk halkı artık bir şey beklememeli. Üç kağıtçılıkla ne devrim olur, ne de ümmeti islâm kurtulur. Bunlar ‘çürüyen et, dökülen diş’ gibidirler. Bayrak yaptıkları inançlarına rağmen, aslında inançsızdırlar. Kim hangi kapıdan ekmek yiyorsa, o kapının kulluğunu etmektedir. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının kötü bölümü olan kapıkulu kurumunun temsilcileridir. Kendilerine karşı çıkılmasını, haksız yere işgal ettikleri görüşlere karşı hakaret sayarlar. Kendini sosyalist sayan biri, suçunu ortaya dökeni halk düşmanı olarak suçlayarak yavuz hırsızlık oynar. Kendini kapitalist olarak ilân eden birinin serveti, fabrikası yoksa böyle birine herkes güler; haydi ordan çulsuz derler, züğürt kapitalist olur mu? Nedense kendisini sosyalist sayanlardan kimse ehliyet sormamaktadır. Olsa olsa ‘sosyalizme sempati duyan’ yani özel deyimiyle ‘sempatizan’ sayılması gerekenler ortalığı kasıp kavurmaktadırlar. Sonra solda ve sağda hayli kalabalık olan bu çıkarcı zümre, bütün gösterişine rağmen kim parayı bastırırsa ona hizmet etmektedir. Ele güne karşı, hele sağcılara karşı ayıp olmasın diye de kabahatlar örtbas ediliyor. Kol kırılır yen içinde.’

 

Artık her yerde, hangi kampın adamı olurlarsa olsunlar bunları teşhir etmenin, önce halka örnek olabilmek için aydının kendisiyle hesaplaşma vakti gelmiştir. Yazarlar da romanında hikâyesinde şiirinde bu hesaplaşmaya girişmelidir. Kendinden korkanlara bir diyeceğimiz yok tabii.

 

(Atay, Oğuz (1998) Günlük. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 138-140)

 

Oğuz Atay Türk solu geç kalkar
Atay, Oğuz (1998). Günlük. İstanbul: İletişim yayınları.

 

oğuz atay sosyalizm
Atay, Oğuz (1998). Günlük. İstanbul: İletişim yayınları.

 

türk solu geç kalkar
Oğuz Atay’ın alıntıladığı sözü şahsına ait sanan paylaşım

 

Murat Uyurkulak’ın Tol adlı romanında yer verdiği “Ruhuma bir hayat yakıştıramadım” ifadesini Ali Lidar bir metninde zemin olarak kullanmış ve yeni bir metin oluşturmuştur. Bugün arama motorlarında cümlenin sahibini sorguladığımızda Ali Lidar’lı sonuçların daha fazla olduğunu görüyoruz.

“Hep yarım kaldım, hiç tam doymadım, tam bağırmadım, tam dokunmadım. Bıçak ruhumda dehşet bir fısıltı gibi ilerledi ve ben tam ortamdan yarıldım. Ruhuma bir hayat yakıştıramadım.” Tol (2002)

 

ruhuma bir hayat yakıştıramadım
Uyurkulak, Murat (2012). Tol. İstanbul: Metis Yayınları. s. 11

 

Ruhuma bir hayat yakıştıramadım’ sevgilim
Neyi tutsam elimde kaldı, usandım nefes almaktan
Oysa içimde bir tohum, su versen filizlenecek
Hatırla!” Ali Lidar

 

ruhuma bir hayat yakıştıramadım

 

usandım nefes almaktan

 

İsmet Özel’in şiirine başlık olarak seçtiği “İçimden şu zalim şüpheyi kaldır ya sen gel ya beni oraya aldır” sözleri de esas sahibi unutulmuş metinlerarasılığa güzel bir örnek. İsmet Özel’e ait olarak sıklıkla paylaşılsa da şair tarafından alıntılanan bu iki dize güftesi Necdet Atılgan’a ait uşşak makamında bir şarkıdır. Necdet Atılgan’ın ismini bilenlerin sayısı yok denecek kadar azken söz hatırlara İsmet Özel’i getirir.

 

“İçimden şu zalim şüpheyi kaldır
Ya sen gel ya beni oraya aldır
Gözümü gözünün içine daldır
Ya sen gel ya beni oraya aldır”

 

https://www.youtube.com/watch?v=JLl8z-lyzlE

 

ismet özel içimdeki şu zalim şüpheyi kaldır

 

ismet özel ya sen gel ya beni oraya aldır

 

İsmet Özel’in şiiri:

 

İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak

ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım

kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar

kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak

onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

 

Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.

Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya

Benimse dar

çünkü dargın havsalamın

gücü yok bazı şeyleri taşımaya.

Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah

sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu

sakın Styks sularının heyulası sanmayın

er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,

biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz

öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz

ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak

ne ellerin hırsla yaban tutuşu

ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır

dev iştihasıyla bende kabaran aşkı

yetmez karşılamaya.

İnsanlar

hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır

o ferah ve delişmen birçok alınlarda

betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır

çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim

şakaklarıma dayanınca güneş

can çekişen bir sansar edasıyla

uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum

kadınların sahiden doğurduğuna

toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum

nicedir kavrayamam haller içinde halim

demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm

bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü

su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum

duydum yağmurların gövdemden ağdığını.

 

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden

aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan

sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları

bir harfin başlattığı yangın ile söndür

beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım

öyle mahzun

ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.

(1975)

 

Nurdan Gürbilek’in ifadesiyle “Hiçbir yapıt boşluğa doğmaz; akan nehre sonradan eklenir. Bu dünya bizden önce de düşünülmüştür; bütün yapıtlar kendilerinden önceki yapıtlarla yapılmış bir konuşmanın izini taşır.” [9] Metinlerarasılıkla bir yazarın kendinden öncekilere şapka çıkarmasını, konuşmasını, bazen didişmesini, eleştirmesini görürüz. Alıntılanan sözün yer aldığı metnin sahibine ait olmadığı biliniyorsa (ayraçlar ve italik yazıyla belirtilmişse) yanlışa hizmet etmemek adına özenli davranmak gerekiyor.

 

[1] Linda Hutcheon, Postmodernizmin Poetikası (Tarih, Teori Kurgu), çev. Yunus Balcı, Hece Yayınları, Ankara 2020, s. 227.

[2] a.g.e, s. 227.

[3] Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodern Açılımlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 111.

[4] Kubilay Aktulum, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, Ankara 1999, s. 41.

[5] a.g.e. s.95.

[6] a.g.e. s.94.

[7] a.g.e. s.96.

[8] Necip Tosun, Modern Öykü Kuramı, Hece Yayınları, Ankara 2014, s. 78.

[9] Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası, Metis Yayınevi, İstanbul 2012, s. 10.

 

İLAVE: Yazar erozyonu konusunda “Cesare Pavese’ye Ait Olduğu Hâlde Tezer Özlü’ye Atfedilen Sözler” başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

 

Yorumunuzu yazınız...