Luciano Pavarotti’nin 1963 Yılında Ankara’da Başvurduğu Devlet Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğünce Beğenilmediği Gerekçesiyle İtalya’ya Geri Gönderildiği İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Bugün inceleyeceğimiz şehir efsanesi, dünyaca ünlü İtalyan tenör Luciano Pavarotti (12 Ekim 1935-6 Eylül 2007) ile ilgili.

Genç müzisyen Luciano Pavarotti’nin 1963 yılında henüz 28 yaşındayken İtalyan’ın Ankara Büyükelçisinin tavsiyesi üzerine Ankara Devlet Operasında kadroya alındığı, Pavarotti’nin sahnedeki beceriksizliği ve kötü sesi bahane gösterilerek üç gösteri sonra İtalya’ya geri gönderildiği iddia edilmişti.

Modern opera dönemindeki en önemli ses sanatçılarından Luciano Pavarotti’nin 1963 yılında Ankara Operası’ndan dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in davetini reddetmesi üzerine Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Cüneyt Gökçer’in işgüzarlığıyla kovulduğuna yönelik anlatı şu şekildedir:

“Pavarotti’nin büyüleyici sesi ve yorumu gelen herkesi büyüledi, Ankara Operası o gece özel bir ana şahitlik etti. İlk temsil sorunsuz, aksine mükemmel bir şekilde tamamlandı.

Üçüncü temsile katılan izleyiciler arasında 27 Mayıs darbesinin aktörlerinden, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de vardı.

Temsil sona erdiğinde, salonun tamamı Pavarotti’yi ayakta alkışladı. Cemal Gürsel de genç Pavarotti’yi beğenmiş olacak ki, DT’nin Genel Müdürü Cüneyt Gökçer’e sanatçılarla tek tek tanışmak istediğini belirtti.

Pavarotti’nin yanına giden Cüneyt Gökçer Cumhurbaşkanı’nın talebini kendisine iletti. Pavarotti henüz profesyonel anlamda ilk basamakları tırmanıyor olsa da, cesaret ve özgüven sahibiydi ve siyasilerin ayağına gitmeyi reddetti. Eğilip bükülmeden gelen teklifi şu sözlerle reddetti; “Ben sanatçıyım o bir diktatör. Ben politikacıların ayağına gitmem, o gelsin!” Bu cümle Ankara Operası’nda o güne kadar duyulan en güçlü cümleydi.

Pavarotti’nin bu cesaret gerektiren çıkışı, kendisiyle kişisel sorunlar yaşayan Cüneyt Gökçer’in önüne bir fırsat getirdi. Pavorotti bu lafının üstüne “sesi kötü, bize layık değil” bahanesiyle Ankara Operası’ndan kovuldu.

Ankara’daki yılları sona erdikten sonra Pavarotti Güney ve Kuzey Amerika, Avrupa, Asya, Avustralya’da konserler vererek dinleyici kitlesi sınırlı olan bu müzik türünün popüler olmasında etkin rol oynadı.”

 

Bu anlatıyı seslendiren kayıt ise şu şekilde:

 

Ülkemizde liyakate yeteri kadar önem verilmediğine yönelik eleştirilere eşlik eden bahse konu iddiaya ilişkin kullanılan şablon ifadeler ve ilgili bazı sosyal medya paylaşımları şu şekildedir:

“1963’te henüz 28 yaşındayken italyan büyükelçisinin tavsiyesi üzerine ankara devlet operasında kadroya alınan genç müzisyen luciano pavarotti’nin, sahnedeki beceriksizliği ve kötü sesi bahane gösterilerek üç gösteri sonra italya’ya geri gönderilmiş.”

“Dünyanın en ünlü tenorlarından Pavarotti; Başvurduğu Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde beğenilmediği gerekçesiyle geri gönderilmişti. (1961)”

“Luciano Pavarotti, 1963 yılında Ankara’da Devlet Opera ve Balesince denenmiş ancak ”Sesi yetersiz” denilerek reddedilmiştir.”

 

pavarotti ankara devlet opera ve balesi
Farklı Gerçekler adlı profilin Pavarotti’nin Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde beğenilmediği için geri gönderildiği iddiasına yer verdiği paylaşımı

 

luciano pavarotti ankara devlet opera ve balesi
Biliyor Muydunuz adlı profilin Pavarotti’nin Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından reddedildiği iddiasını aktardığı paylaşımı

 

Ancak, Pavarotti’nin gençlik yıllarında bir dönem konuk sanatçı olarak Devlet Opera ve Balesi’nde çalıştığı ve beğenilmediği için kovulduğu iddiasının doğruluk payı bulunmuyor.

 

Pavarotti’nin Ankara’da Sahne Aldığı İddiası Doğru, Beğenilmeyerek Kovulduğu İddiası İse Yanlış

Luciano Pavarotti’nin 1963 yılında Ankara’da sahne aldığı iddiası doğru. İlk kez 1961 yılında sahneye çıkmasının 2 yıl sonrasında Pavarotti, Ankara’da La Bohème operasıyla sahne alacak ve Rodolfo karakterini (İsmet Kurt ve Rıdvan Yücel’le dönüşümlü) canlandırmıştı (Jürgen Kesting (1996). Luciano Pavarotti: The Myth of the Tenor. Northeastern University Press, Sf: 28).

1963 yılında 28 yaşında iken yıldızı yavaş yavaş parlamaya başlayan Pavarotti, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’ne kadro için başvuruda bulunmamıştı. Ankara’da 17 Temmuz 1951 tarihinde imzalanmış bulunan “Kültür Anlaşması”, 12 Mayıs 1952 tarihli ve 5934 sayılı Kanun ile onaylanarak yürürlüğe girmişti. Pavarotti’nin Ankara’daki misafirliği de ücreti karşılığında bu anlaşma çerçevesinde gerçekleşmişti. Pavarotti sadece sınırlı sayıda temsil için Ankara’ya misafir sanatçı olarak gelmiş ve performansının ardından ülkesine geri dönmüştü. Pavarotti 1963 yılında Ankara’nın yanı sıra Utrecht, the Hague, Rotterdam, Budapeşte ve Barselona gibi farklı şehirlerde sahne almıştı (Roger Alier (2006). Pavarotti – El Artista Y El Hombre. Ma Non Troppo, Ediciones Robinbook, Barcelona).

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür Yardımcısı Şenol Tiryaki, iddiaya ilişkin görüşleri talep edildiğinde “Yabancı konuk sanatçı anlaşmaya göre 1, 2 ya da 3 oyun için sahne almak üzere gelir, her oyun için ayrı bir ücret alır ve gider. Onun anlaşması eğer 1 gün ise sahneye 1 gün çıkmış ve geri dönmüş olabilir” şeklinde yanıt vermişti. Ünlü tenor Luciano Pavarotti ile La Bohème operasında aynı rolü üstlenen İsmet Kurt ise “Pavarotti, beni dinleyince, ‘Bu tenor varken beni niye çağırdınız’ diye sormuş. Bu rolde 16 kez sahneye çıktım, Pavarotti sadece bir kez çıkabildi” söyleminde bulunmuştu (Cumhuriyet, 6 Kasım 2006, Sf: 20).

Şenol Tiryaki’nin Ankara’da misafir sanatçı olarak bulunan Pavarotti’nin anlaşılan tüm oyunları tamamlamamış olabileceği değerlendirmesinin ve İsmet Kurt’un Pavarotti’nin sadece 1 kez sahneye çıktığı iddiasının ise, Hüsamettin Ünder’in Pavarotti’nin 3 temsili de tamamlayıp ülkesine geri döndüğü şahitliği ile birlikte doğruyu yansıtmadığı anlaşılmaktadır.

Pavarotti’nin Ankara ziyareti esnasında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bünyesinde Genel Müzik Direktör Yardımcısı görevini üstlenen Hüsamettin Ünder, yıllar sonra Milliyet’e verdiği röportajda Pavarotti’nin Cemal Gürsel için “ben diktatörün ayağına gitmem” dediği iddiasının da doğru olmadığını, Pavarotti’nin 3 La Bohème temsili için Ankara’da sadece 10 gün süre ile bulunduğunu aktarmıştı.

Bahse konu röportajın ilgili bölümü şu şekilde idi:

1957 yılında İtalya-Türkiye arasında bir kültür anlaşması yapıldı. Bu anlaşmaya göre her yıl İtalya’dan Türkiye’ye, Türkiye’den de İtalya’ya misafir tenorlar gitti. Anlaşma çerçevesinde İtalya her yıl devlet tiyatrosu genel müdürü adına 10 milyon lireti (dönemin büyük parasıydı) Milano La Scala Operası’nın bütçesine koyuyordu. Biz de bu parayla onlardan misafir tenor talebinde bulunuyorduk. O. Rosa, orkestra şefleri Sabahattin Kalander ve Nevit Kodallı, baş korrepetitor Lorandi ve benden oluşan komisyon hangi opera için hangi tenorları talep edeceğimizi belirliyorduk. İtalyancam çok iyi olduğu için Gökçer 1963’te beni tenorlarla ilgili görüşme için İtalya’ya gönderdi. Amacımız “La Boheme” operasında İsmet Kurt ve Rıdvan Yücel’in yanı sıra dönüşümlü olarak Rodolfo rolünü oynayacak birini bulmaktı. La Scala Operası’nın emprezaryosuna “Sizden isimsiz, ‘La Boheme’ operasında yer alacak bir tenor istiyoruz” dedim. O da bana üç isim önerdi: Pavarotti, Angelo Lo Forese ve Doro Antonioli. Pavarotti o zamanlar dünyaca ünlü bir tenor değil. Henüz çok genç. Onu kim, nasıl buldu? Üçünün arasında, programı “La Boheme” operasının programına uyacak tek isim oydu çünkü. Pavarotti ilk kez 1961’de sahneye çıkmıştı. Daha yeni bir tenordu. Gençti. Programı sıkışık değildi. Ünlü bir tenoru 10 gün süren bir programa getirmek mümkün değildir. Bu üç isim arasından piyango neden Pavorotti’ye vurdu? Onu seçme nedeniniz neydi? Evet. Bana bir kasedini dinlettiler ve sahnedeki görüntülerini izlettiler.”

“Affedersiniz, Pavarotti’nin tuvalete giderken bile bana ihtiyacı vardı. Benim odamda otururdu. Öğle ve akşam yemeklerini birlikte yerdik. Çünkü o yıllarda Pavarotti henüz İngilizce bilmiyordu. Onunla konuşabilecek düzeyde İtalyanca bilen tek kişi bendim kurumda. Pavarotti Ankara’da benden habersiz nefes bile almadı. Ayrıca 27 yaşındaki Pavarotti “Cumhurbaşkanı seni çağırıyorlar” dendiğinde “Ben gitmiyorum” diyebilir mi? İhtilal yapmışlar, adam asmışlar. Yurtdışından bızdık bir tenor geliyor, “Ben diktatörün ayağına gitmem” diyor. Cüneyt bey de bunu gidip Gürsel’e söylüyor. Külliyen yalan. Pavarotti’ye böyle bir şey söylenseydi onu tercüme edecek tek adam bendim. Açık söyleyeyim, ben bunu öyle tercüme etmezdim. Pavarotti’yi kurtarmak için söylediklerini doğru aktarmazdım. Mehmet Y. Yılmaz beye köşesinde yazması için bu bilgiyi veren Prof. Dr. Kurthan Fişek’in söyledikleri doğru değil. Dönemin protokol müdürü öldü. Cüneyt bey hasta, beni de öldü sanıyor herhalde. Sallıyor işte. Bu olaylar neden 44 yıl sonra çıktı ortaya? Madem Kurthan bey gazeteci niye yazmadı daha önce? Adamın ölmesini mi bekledi? Ben hâlâ yaşıyorum. Kurthan bey gelsin yüzleşelim. Yani ne Cemal Gürsel Pavarotti’yi tanışmak için yanına çağırdı ne de Pavarotti “Ben sanatçıyım, o diktatör. Politikacıların ayağına gitmem. O gelsin” dedi. Değil. Çünkü bunu mantık kabul etmez. Ayten Gökçer’in hiçbir suretle Pavarotti ile en ufak bir yakınlaşması mümkün değil. Pavarotti o dönemde benim odamdan çıkmazdı. Sabahtan akşama kadar birlikte otururduk. Pavarotti Ankara’dayken Ayten’in soyadı Kaçmaz’dı. Cüneyt Gökçer ile evli değillerdi. Devlet Tiyatrosu’nun çocuk tiyatrosu bölümünde çalışıyordu. Ayrıca böyle bir neden yüzünden birini kovmak zordur. Kovarsa politik olay çıkardı. Pavarotti, anlaşma kapsamında İtalya Turizm ve Temsiller Bakanlığı’nın aracılığıyla geldi Türkiye’ye.

 

Luciano Pavarotti fotoğraf
Luciano Pavarotti

 

Hüsamettin Ünder, verdiği başka bir röportajda öne sürülen iddiaların gerçek dışı olduğunu şöyle aktarmıştı:

“Üç temsillik anlaşma yapılmıştı, üç temsil yaptı. 10 gün kaldı. Cemal Gürsel Paşa bırakın Pavarotti’yi izlemeyi, cumhurbaşkanı olduğu dönem içinde bir kere bile opera, bale ve tiyatro temsillerine gelmedi.”

 

“Bir kere, Pavarotti Ankara’ya geldiği yıllarda filinta gibi delikanlıydı. Çok yakışıklıydı. Mutsuz olma sebebinden bahsederken ton değiştirmeyi kastediyor herhalde. Dünyada bir tenorun sesi yetmezse opera eserinden perde bile çıkarıldığı olmuştur. Yani bu dünyada ilk kez olan, garipsenecek, utanılacak, üzülünecek bir olay değil. Dünyadaki her tenorun başına gelmiştir. Enrico Caruso’ya da yapılmıştır.”

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün “Genel Müzik Direktörü ve Tiyatro Kompozitörü” olan Nevit Kodallı da Pavarotti’nin Ankara’da ikili anlaşma gereği ücreti mukabilinde sahne aldığını belirtmişti. Kodallı’nın bu yöndeki demeci şu şekilde idi (Cumhuriyet, 12 Eylül 2007, Sf: 15):

“Yabancı elçilikler bize sık sık sanatçı getirirdi. Kültürel anlaşmalar çerçevesinde gelen sanatçıları beğenirsek bazen bir mevsim alıkoyardık, beğenmezsek bir iki temsil sonra gönderirdik. Yıl 1963. İtalyan Büyükelçiliği 28 yaşında, iri yapılı bir çocuk getirdi. Tenor Luciano Pavarotti. La Bohem’de Rudolfo söylemeye hazır. Dinliyoruz. Hiç sesi çıkmıyor! Sahnede yürümesini bile bilmiyor. Ama kaşesi ödenmiş, en az bir temsil yapmalı. Bari bir alt tondan söyle diyoruz. Ona göre orkestra materyalini bir alt tona göre transpoze etmek zorunda kaldık. Bütün diğer solistler de bir alt tondan söylediler.”

Nevit Kodallı’nın aktarımı kadar pesimist tonda olmasa da Hüseyin Ünder de Pavarotti’nin provalar esnasında tiz ses sorunu olduğunun tespit edildiğini belirtmişti:

“Pavarotti Ankara’ya geldiğinde direkt orkestra provasına girmedi. Zaten tüm misafir tenorların sesi önce piyanoda dinlenirdi. Daha sonra tüm sanatçıların yer aldığı bir prova yapılırdı. Pavarotti bu provalarda dinlendiği zaman tiz ses sorunu olduğu ortaya çıktı. Bu yüzden Pavarotti’nin aryası bir ton aşağı indirildi. Bir de “La Boheme”in birinci perdesinde soprano ile düeti vardı. O düette de tonu aşağı indirildi.”

Ünlü opera sanatçısı Hakan Aysev de şehir efsanesi olarak nitelediği bu iddiayı “Şehir efsanesi bu! 1963 yılı Pavarotti daha genç ve Ankara’ya geliyor. Operadaki gençler Pavarotti’yi Ankara’nın havası kuru diye hamama götürmüşler ama hava çok soğuk. Hamamdan çıkınca hastalanmış ve performansı beklenilen kadar parıldamamış ve bir daha da çağırmamışlar, sebep bu.” ifadeleriyle aktarmıştı.

Luciano Pavarotti, 2006 yılında La Stampa Gazetesi’ne verdiği bir demeçte ise Ankara’daki günlerini olumlu şekilde yad etmiş ve “Mesleğime Ankara Operası’nda başladım diyebilirim. Sahneye La Boheme operasıyla çıktım. Hep coşku ile alkışlandım. Dopdolu opera salonlarında, coşkulu seyirci önünde hiçbir zaman sorunum olmamıştı.” ifadelerini kullanmıştı.

 

Pavarotti’nin Ankara Operası’nda Beğenilmeyerek Kovulduğunu Sanan Yazarlar

Pek çok köşe yazarı Pavarotti’nin bir zamanlar Ankara operasına geldiğini ve beğenilmeyerek işine son verildiğini hayıflanarak öne sürmüştü.

Sabah’taki “Zürih’te de!” başlıklı yazısıyla (15 Eylül 2007) Hıncal Uluç:

 "Ankara'ya La Bohem'de Rudolfo'yu söylemek için geldiğinde bakmışlar sesi pes. Yapacak bir şey yok. Operadaki diğer tüm sesleri de yarım ses pese indirmişler, uyum sağlayabilmek için. Bir başka da rol vermeden geri göndermişler.."

Hürriyet’teki “Sesinden değil sözünden kovuldu!” başlıklı yazısıyla (8 Eylül 2007) Mehmet Yakup Yılmaz:

"PAVAROTTİ’nin ölümünün ardından Türk gazetelerinde yayımlanan haberlerin ortak bir noktası vardı: Pavarotti, gençliğinde Ankara Operası’nda çalışmış, ancak sesi beğenilmediği için kovulmuştu."

Hürriyet’teki “Tarih tekerrür eder ben edemez miyim?” başlıklı yazısıyla (5 Eylül 1999) Kurthan Fişek:

"Luciano Pavarotti dediniz de aklıma geldi. 36 yıl önce, La Boheme'de Rodolfo'yu oynaması için, bir aylığına sözleşme yapmıştık onunla... O da gelmiş, İsmet Kurt'la Rıdvan Yücel'in arkasına ‘‘üçüncü kast’’ yazılmıştı. Tek (ve son) temsilini 17 Ekim 1963 günü verdi, ossaat kovuldu."

 

* Ekşi Sözlük’ten what makes you think i m not a superhero‘ya katkısı için teşekkürlerimizle…

Yorumunuzu yazınız...