Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği 2013 yapımı dram filmi Kelebeğin Rüyası 1941 yılında geçerken Kürşat adlı “kötü” olarak addedilebilecek bir karaktere yer vermişti. Benzer şekilde, 1942 yılında geçen Netflix yapımı Kulüp adlı dizide antagonist için Kürşat ismi uygun görülmüştü. Ancak bu isimlendirme anakronik hata içeriyordu. Film ve dizinin konu edindiği dönemde Kürşad ismi kullanımda olmayan bir isimdi.

Kürşad ismi, Chie-Shih-Shuai adlı bir Türk prensinin hayat hikâyesinden yola çıkılarak Hüseyin Nihal Atsız tarafından oluşturulmuştur. Çin kaynaklarında geçen bu tarihî şahsiyet, Atsız tarafından “Kür Şad” olarak tanıtılmıştır (Gökçe Kapusuzoğlu (2017). Tarihî Bir Kişilik Olarak Kür Şad ve 639 Yılı. Gazi Türkiyat. 21. Sf: 121-136).

Atsız, Çince Chieh shê = Chie shih = Cie şı olarak okunan adın Göktürkçesinin Kür Şad olması gerektiğini düşünmüştür.

Nihal Atsız’ın Kür Şad isim ve unvanı birleştirilerek isim haline getirdiği Kürşad, 1946 yılından itibaren birçok kişi tarafından ad ve soyad olarak kullanılmıştır. Bu dönem öncesinde Kürşad ismi hâliyle tercih edilemiyordu. Tarihte Kürşad ismini taşıyan bir kişinin varlığına dair bir kaynak bulunmuyor.

Atsız, 1934 yılında Orhun dergisinde yayımlanan “Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kür Şad” başlıklı yazısında Kür Şad’dan bahsetmişti. Nihal Atsız’ın 1946 yılında yayımlanan Bozkurtların Ölümü adlı romanının kahramanının adı Kürşad’dır (Ayrıca, Sabahattin Ali de Kür Şad ihtilâlinden esinlenerek kaleme aldığı Esirler adlı oyununda Kürşad karakterine yer vermişti). Atsız, “Dönersek kahpeyiz millet yolunda bir azimetten” sloganıyla “Kür Şad” adlı “Türkçü Dergi” de çıkarmıştı.

 

kur sad dergi
Görsel: huseyinnihalatsiz.com

 

Atsız’ın, “Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kür Şad” başlıklı makalesi şu şekildeydi:

“Yedinci asrın ilk yarısından Gök Türk Kağan sülâlesi arasında şahsî ihtiras ve entrikalar yüzünden devlet parçalanmak tehlikesine maruz kalmış ve nihayet işe Çinin fesadı da karışarak Gök Türk ülkesinin şark kısımları 630’da Çinin eline geçmişti. Bu arada Kieli Han da Çinliler için bulunmaz bir nimet olduğundan Kieli Han ile ona tâbi olan bütün Türkleri Çine getirdiler. Parça parça Çine dağıtılarak milliyetlerini unutturmak, çinlileştirmek siyasetini takib ettiler. Kieli Han esareti izzetinefsine yediremeyerek kederinden 634 de öldü. Bunun üzerine esir Türklerden birkaçı da teessürlerinin şiddetinden intihar ettiler.

 

Çinlilerin Türk ırkını kökünden kurutmak üzere aldıkları tedbirleri gören Gök Türk hükümdar sülâlesinden Kür Şad Türk devletini yeniden diriltmek için 639’da gizli bir ihtilâl cemiyeti kurdu. 40 Türk bu cemiyete girdi. Türk devletini yeniden kurmak için Çin İmparatorunu öldürmeyi ve Çin sarayında esir bulunan Türk prenslerinden Holuku’yu Türkeline Kağan ilân etmeyi kararlaştırdılar. Geceleri şehri gezmek âdeti olan Çin İmparatorunu sokakta öldüreceklerdi. Fakat ihtilâlin yapılacağı gece hava bozulduğundan İmparator Tay-tsung sarayından dışarı çıkmadı. Kür Şad, ihtilâl gecikirse farkına varılacağından çekinerek geceleyin İmparatorun muhafızlarına saldırdı. Gayet kahramanca ve çok sert bir çarpışma oldu. Türkler azlık olduklarından çekilmeğe mecbur kaldılar. İmparatorun ahırına hücum ederek en iyi atlara binip kaçtılar. Kür Şad bir ırmağı geçerken yakalandı ve öldürüldü. Bu işte dahil olamayan Holuku cenup vilayetlerine sürüldü. Fakat İmparatorluğun merkezindeki bu hareket Çinlileri o kadar korkuttu ki Türkleri çinlileştirmekten filan vazgeçerek onları Sarı Irmağının şimaline nakledip yalnız ismen kendilerine tâbi olmalarıyla iktifaya mecbur kaldılar. Bu suretle 681”deki Türk istiklâlinin tohumu atılmış oldu.

 

Tarih, Kür Şad hakkında işte bu kadar söylüyor.

 

Cihan tarihinde, bilhassa Türk tarihinde bir çok kahraman görülmüştür. Bunlardan bazılarının ünü dünyayı tutmuş, kimi büyük fütühat yapmış, kimi şanlı bir müdafaanın kahramanı olmuştur. Fakat bununla beraber tarih en büyük kahramanların bile çok defa ufak tefek kusurlarını kaydetmiştir. Meselâ son asırlarımızın kahramanlarından Fatih, Yavuz ve Kanunî o kadar büyük oldukları halde ne kadar küçüklükler yapmışlardır. Şanlı Fatih’in sırf şehvet için yaptığı ahlaksızlıklar, kahraman Yavuzun şahsî ikbal için işlediği cinayetler ve büyük Kanunî’nin kadınlara âlet olarak düştüğü büyük yanlışlıklar olmasaydı hiç şüphesiz bizim gözümüzde daha büyük insanlar olacaklardı. Yine bazı kahramanlar da gelmiştir ki önceleri büyük yararlılık gösterip milleti yükselttikleri halde sonları fenalığa, sefahate dalmışlar ve iyi namlarıyla birlikte hayatlarını da vererek bunu ödemişlerdir. Kapağan Kağan buna iyi bir örnektir. Kür Şad’a gelince o bunların hiçbirine benzemez. Kür Şad ne büyük ülkeler almış, ne yüksek kanunlar koymuş, ne de yoksul milleti zengin etmiştir. Fakat bununla beraber o cihan tarihinin, hiç şüphesiz birinci kahramanıdır. Tarihin herhangi bir yaprağına sıkışmış birkaç satırlık malûmattan Kür Şad’ın büyük rolünü çıkarabilmek güçtür. Bunun için, büyük şöhretlilerin yanında bazen ünsüzlerin de pek büyük fedakârlıklar yapabileceğini düşünmek lazımdır.

 

Tarih, adını bile bilmediğimiz birçok kahramanlar yetiştirmiş olabilir. Irak cephesinde, tek başına bir İngiliz süvari alayıyla çarpışmak cesaretini gönlünde bulan topal bir Türk piyade neferi gibi bir millete şan verecek erler bulunur. Fakat zaman ve mekân şartlarını da nazarı dikkate alınca bunlardan hiçbirinin Kür Şad’a yetişemeyeceği teslim olunur. Arkasını kendi ordusuna veya ülkesine dayayınca, birkaç misli düşmanla çarpışmak, herkes için olmasa bile, yapılabilecek bir kahramanlıktır. Kendi menfaatini millî menfaatle birleştirerek mevki ve şeref için kabadayılık edecek insanlar da çoktur. Fakat ne mevki ne de şerefi düşünmeden, sırf millet için ve kendi kanı pahasına başkasını tahta çıkarmak üzere çekilen kılıcın sahibine saygı ile baş eğmek lâzımdır. Kür Şad, Kağan sülâlesindendi. Bu büyük kahramanlığı yaptıktan sonra kendisini Kağan oturtmak isteyebilir, kahramanlığa meftun olan Türk milleti de bunu ondan esirgemezdi. Fakat kahramanlık gibi feragatin de timsali olan Kür Şad bunu düşünmedi bile…

 

40 kişiyle, esir bulundukları kuvvetli bir memleketin hükümdarına saldırmak her kahramanın yapacağı işlerden değildir. Düşmanlarla çevrili olan esirlerin kuvvei mâneviyesi hürlerinki gibi sağlam değildir. Böyle olduğu halde bu büyük işe teşebbüs edebilmekle Kür Şad ve onun temsil ettiği 40 Türk, cihan tarihinin en büyük kahramanları olmak hakkını kazanmışlardır. Onların bu hareketine çılgınlık diyecek zavallılar bulunabilir. Çünkü kahramanlıktan nasibi bulunmayanlar ve hiç olmazsa kahramanlığı takdir edecek kadar asil seciyeli olmayanlar için kahramanlık budalalıktır. Fakat mensup bulunduğu milleti kurtarmak için hayatını harcayıp toprağa düşmek, kartal gibi göğe yükselmek demektir ki zahife gibi yerde sürünenler bunun mânâsını anlayamazlar.

 

Millet yolunda ölen Namık Kemal bir kahramandır. Şahsiyetini millî varlık içinde eriten Gök Alp da öyledir. Türkistanda millî şuuru uyandırmak için ölmek kararını veren ve rus makinalısına yürüyen Enver Paşa da belki onlardan daha büyük bir kahramandır. Fakat bunların hiçbiri Kür Şad gibi büyük bir maksatla ve onunki kadar güç şartlar içinde olarak çarpışmamışlardır. Hükümdarlara sokakta suikasd yapan anarşistler görülmüştür. Fakat esir oldukları memleketin sarayına saldıracak fedaîler hiçbir yerde çıkmamıştır. Kür Şad’ın bu hareketi hiçbir netice vermeden sönseydi bile yine o en büyük kahraman sıfatına lâyık olacak ve bu hareketiyle torunları olan biz, bugün Türklere edebî bir şan ve şeref kazandırmış bulunacaktı. Halbuki bu misli görülmeyen kahramanlık Çinlileri o kadar korkuttu ki onlar Çinde esir bulunan bütün Türkleri bir an önce Türkeline göndermekten başka bir şey düşünmediler. Bu suretle, denilebilir ki, Türkleri esaretten kurtaran, Kür Şad’ın kahramanca saldırışı olmasaydı Çinliler, tabii, Türkleri Çin’de alıkoyarak çinlileştirme siyasetinde muvaffak olacaklardı. Ve belki de bugün yer yüzünde büyük Türk milleti bulunmayacaktı. Bir millete ileri atılış gücünü verebilmek için Kür Şad gibi serden geçti yiğitler gerektir. Bu türlü gözünü daldan budaktan sakınmayan erler boşu boşuna ölseler bile milletlerinin ruhuna soktukları duygu ile en müspet neticeyi almış sayılabilir. Çünkü bunlar millet için birer örnek ve birer remiz olurlar.

 

Büyük geçmişinden ilham alan yüksek tahsil gençliğinin, büyüklerimiz için günler yapmasını bütün samimiyetimle alkışlarken, büyük Namık Kemal’le büyük Gök Alp’ın ruhlarına, kendindeki büyüklükten yalnız bir parçasını tevarüs ettirmiş olan en büyük Kür Şad için de ayrı bir gün yapmalarını, biraz daha yaşlı bir arkadaş sıfatıyla, diler ve beklerim. Yüksek tahsil gençliği gibi Namık Kemal ve Gök Alp’ın ruhunu pek çok ve Kür Şad’ın ruhunu biraz sevindiren yüksek duygulu bir kütleden bunu beklemek hakkımızdır.

 

Kür Şad 639’da öldü. Beş yıl sonra yani 1939 da, onun ölümünün 1300, yılında büyük bir Kür Şad günü için şimdiden hazırlık yapılsa, onun hayatı için bir piyes yazılsa ve büyük adına Üniversite meydanda tek parçalı sade bir taş kırık bir kılıçtan ibaret bir abide dikilse nasıl olur? Üniversite bir bilim ocağıdır. Fakat şunu unutmamalıdır ki bir millette önce kahramanlar yetişir, ondan sonra şâirler delir, âlimlerse daha sonra meydana çıkar. Üniversite bir bilim yeri, Kür Şad’da ömründe ok ve kılıçtan başka bir şey kullanmamış bir asker olabilir. Lâkin şunu da kabul etmek lâzımdır ki arkadaşım Orhan Şaik’in dediği gidi:

En yüksek eserler kılıçla ve düşman kanıyla yazılmış olanlardır.”

 

Osman Fikri Sertkaya, “Kür Şad Adının Etimolojisi veya Türk Tarihinde Kür Şad Adlı Bir Kişi Var Mıdır?” başlıklı makalesinde (2014. Gazi Türkiyat. Bahar 2014/14. Sf: 1-10) 40 küsur Türkün Çin sarayını basarak imparatoru esir aldıkları olayın aktarıldığı Çince ve Türkçe kaynaklardan hareketle, Kür Şad kişi adı veya unvanının tarihî kaynaklarda -özellikle Göktürkçe kaynaklarda- geçmediğini; aslında bu adın Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü adlı romanında roman kahramanının adı olarak ortaya çıktığını aktarmıştı.

 

huseyin nihal atsiz
Hüseyin Nihal Atsız

 

Serkaya’nın sunduğu özet şu şekildeydi:

“1. Tarihî kaynaklarda, özellikle Göktürkçe kaynaklarda, Kür Şad adlı bir kişi adı ve unvanı geçmez.

 

2. Kür Şad isim ve unvanı Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü adlı romanının kahramanının adı ve unvanıdır.

 

3. Nihal Atsız Çince Chieh shê = Chie shih = Cie şı kelimelerinin Göktürkçesinin Kür Şad olması gerektiğini düşünmüştür. Kür kelimesi Türkiye Türkçesi’ndeki “gür” kelimesidir. Şad kelimesi ise Eski Türkçede kullanılan bir idari unvandır.

 

4. Kür Şad isim ve unvanı 1946’da ilk kez zikredildiğine göre bu ibare 68 yaşındadır.

 

5. Kür Şad isim ve unvanı Kürşad şeklinde birleştirilerek isim haline getirilmiş, 1946 yılından itibaren de kişi adı ve soyadı olarak binlerce kez kullanılmıştır. Bundan sonra da kullanılacaktır. Bu ismi veya soy adını kullananların isim babası da 20. yüzyılın Dede Korkut’u olarak Nihal Atsız olacaktır.

 

6. Nihal Atsız’ın Bozkurtlar adlı romanında kullandığı isimler 1940’lı yılların bilgilerine göre konulan isimlerdir. Kür Şad bir hayalet kelime yani “Ghost Word” dur. Dîvânü Lugati’t-Türk’ten alınan “elma” kelimesinin eski şekli Almıla’nın doğrusu bana göre Alımla’dır (Sertkaya 2014b: 63-66). Işbara ve Yamtar kelimeleri de Türkçe değil Hintçe- dir. Işbara Hintçede “îşvara = efendi, bey” anlamına gelen bir kelime olup Eski Türkçe’deki karşılığı alp kelimesidir (Sertkaya 2004: 371). Eski Türkçe’de Yamtar Hintçede yantar “sürücü, süvari” anlamlarına gelmektedir. Eski Türkçe’deki karşılığı ise şalcı şeklinde geçmektedir (Sertkaya 2004: 379-380). Meraklıları bu kelimelerle ilgili çalışmalara bakabilir.”

 

Sertkaya, Atsız’ın tarihte bir kaynakta geçmeyen Kürşad isminin nasıl oluştuğunu kendisine anlattığını şöyle aktarmıştı:

“Bu sohbet anlarından birisinde kendisine Kür Şad kelimesinin hangi kaynakta geçtiğini sordum. “Böyle bir kaynak yoktur” diyerek bana özetle şunları söyledi:

 

‘Senin de bildiğin gibi Shih-pi K’o-han yani Çuluk Kağan’ın iki oğlu vardı. Büyük oğlu T’u-li Tigin, küçük oğlu Cie şı şuay Tigin. Kağan’ın Çinli hatunu tarafından zehirlenerek öldürülmesinden sonra büyük oğlu T’u-li Tigin’in kağan seçilmesi gerekiyordu. Fakat Kurultay Kağan’ın büyük oğlu T’u-li’yi değil kardeşini “İl Kağan” unvanı ile kağan seçti. Bundan sonra T’u-li ve kardeşi 627 yılında Çin’e geldi. Hanedandan olanlara da Çin sarayında görevler ve Çince unvanlar verildi. Göktürk tahtının varisi T’u-li Tigin amcası İl Kağan’ın ölümünden bir yıl kadar sonra 631 yılında, 29 yaşında iken, Çin’de öldü.

 

İl Kağan ise 630 yılında Çinliler tarafından mağlup ve esir edildi. 100.000 kadar Türk de esir edilerek Çin’e getirilip çeşitli bölgelere yerleştirildi. İl Kağan Çin’in esareti altında iken kederden öldü.

 

639 yılının Nisan ayında Cie şı şuay, T’u-li’nin oğlu Ho-lo-ko (= Türkçesi belki Urku) Tigin’i de yanına alarak Çin sarayını basıp, Çin imparatorunu esir alıp, Göktürkleri esaretten kurtarmak ve ağabeyi T’u-li’nin oğlu Ho-lo-ko’yu kağan ilân etmek istedi (Göktürk kağanlarının 542-630 yılları arasındaki şeceresi için bk. Taşağıl 1995: 185).

 

Ben Çin kaynaklarında geçen Chieh-shê-shuai = Chie shih shuai = Cie şı şuay adının Türkçesinin ne olabileceğini çok düşündüm. Bir defa kağan çocuğu olmasından yani “Tigin” olmasından dolayı alacağı son idari unvan “Şad” olabilirdi. Geriye bu unvandan önceki ismi tahmin etmek kalıyordu.

 

1893’te Vilhelm Thomsen’in Göktürk alfabesini çözmesinden sonra kül okunan kelimenin varyantı olarak kür kelimesi düşünülmüştü. Yani bir l ~r alternansı olabilirdi. Bu alternansa göre kül kelimesinin varyantı kür kelimesi idi. Bu kelime Türkiye Türkçesi’nde “gür” şeklinde yaşamaktadır. Bir insanın “saçı, kaşı, bıyığı, sakalı” gür olabilir. “Ses, su” gür olabilir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu yüzden ben Çince cie kelimesinin Eski Türkçe karşılığının kür kelimesi olduğunu düşündüm ve Çince Cie şı ibaresinin Türkçesinin Kür Şad olabileceği kanaatine vardım. Bu yüzden Bozkurtların Ölümü adlı eserimde roman kahramanının adını Kür Şad olarak koydum. Bana göre de çok yakıştı. Sen Türk Ansiklopedisi’ndeki Kül Tegin ve Kür Şad maddelerini biliyorsun.

 

Burada sana söylediklerimin bir kısmını da bu maddelerde yazmıştım. İstersen bu maddelere bir kez daha bak’

 

Bu satırlardan da açıkça anlaşılacağı üzere her hangi bir Göktürkçe kaynakta Kür Şad adı geçmez. Bu isim ve unvan Nihal Atsız tarafından yapılan bir tekliftir. Ancak daha sonraları Bozkurtlar adı altında tek cilt olarak yayımlanan Bozkurtların Ölümü (1946) ve Bozkurtlar Diriliyor (1949) romanları o kadar ikna edici bir üslupla kaleme alınmıştır ki okuyan herkes Türk tarihinde Kür Şad adlı bir Göktürk prensinin yaşadığı kanaatine varmıştır. Burada bir roman kahramanının müşahhas- laşarak sanki Türk tarihinde böyle bir kişi varmış gibi kabul edildiğini de görüyoruz.”

 

Nişanyan Adlar Sözlüğü‘nde ise Kürşad ismi için şu açıklama sunulmuştu:

“Yeni Türk adı (1934-35)
ETr kür şad “yiğit şehzade”

Nihal Atsız’ın, Çin kaynaklarında geçen bir olaydan hareketle oluşturduğu roman kahramanının adıdır. 1936’dan itibaren duyuldu, 1946’da yayımlanan Bozkurtların Ölümü romanıyla üne kavuştu. Kişi adı 1973-74’ten itibaren ‘Ülkücü’ camiada yaygınlık kazandı.”

 

Alparslan Demir, Vaziyet’teki 25 Ocak 2022 tarihli “Cehalet yahut Kötülük: Bir Kulüp Kritiği” başlıklı yazısında Kulüp’teki anakronik hataya şöyle değinmişti:

“Hatırladığım en eski Kürşad, Yılan Hikâyesi (1999) dizisinde Tunca Aydoğan’ın canlandırdığı, ağanın sağ koluydu. Yapım içinde böyle bir Kürşad’ın olmasında bir mesaj kaygısı… Zannetmiyorum. Sorun şurada başlıyor: Kelebeğin Rüyası (2013) filminde de bir Kürşad karakterine rastlıyoruz, bunu da bir dostum iletiyor bana. Bir dönem filmi. Kulüp 2. Sezon’da da en çirkin en aşağılık karakterimiz Kürşad, ilk bölümde hikâyesiyle karşılıyor bizi. Bu da bir dönem dizisi. Ne var bunda? Kürşad, Nihâl Atsız tarafından Chie-shih-shuai adlı tarihî karakterin Türkçeleştirilmiş hâlidir. Atsız’dan önce Kürşad yoktur. Kürşad ifadesinin geçtiği en eski metinde 1925 notu var, kesin bildiğimiz ise 1939. Yani 1940’lardan önce birinin adının Kürşad olması pek mümkün değil. Varlık Vergisi ile ilgili sahnede hikâye anlatan karakterimizin adının Kürşad olması da hâliyle imkânsız. Bu ismin niye seçildiği ortada fakat cahilce bir seçim olmuş. Çok değil, biraz kitap karıştıran biri böyle bir hata yapmaz. Anladık, vermek istediğiniz mesajı da diyelim ki kabul ettik. Ama böyle değil, kaliteli yapın yapacağınız işi. Meclis tutanaklarını aç, Atsız’a git, Mecmua’ya bir bak hele, Orhun’u karıştır, Peyami Safa’ya dokun, ne bileyim 1934 olaylarına uzan… Haberleri yok ki. Yani en leş en aşağılık “derin devletin” adamını Türkçü yapalım adı da… Adı da Kürşad olsun! Ne zekâ be kardeşim ne büyük iş! “

 

Mustafa Kemal Kaya, Demlik Mecmua’daki “Kulüp” dizisine dair yazısında Kürşad isminin kullanımını şöyle eleştirmişti:

“Dizideki bir başka senaryo hatasına gelecek olursak; hem Matilda’nın ailesinden Varlık Vergisi’ni almaya gelen hem de Kulüp’ün sahibi Orhan Bey ile iyi ilişkiler kuran kişinin adı: Kürşad.

 

Kürşad, orta yaşlarda bir tip olarak çıkıyor karşımıza. Türkiye’de Kürşad isminin kullanımı, Hüseyin Nihal Atsız’ın, Bozkurtların Ölümü romanından sonra yaygınlaşmıştır. Roman 1946 yılında yayımlanıyor ama dizideki Kürşad, tahmini olarak 1910’lu yıllarda doğmuş olması lazım.

 

Ayrıca dizide kısmen dahi iyi rollerde bulunan kişilerin adı İsmet, Orhan, Çelebi iken; nasıl oluyor da ırkçı, Türk dışında tüm halklara düşman olan kişinin adı Kürşad oluyor?”

 

Yorumunuzu yazınız...